Büyük hali için üzerine tıkla, ya da buradan gidersin.
12 Kasım 2011 Cumartesi
Pac-10'in Çoğalmaya İhtiyacı Var #3

4) UCLA Bruins:
Medya gününde basının verdiği oylar, konferans şampiyonluğu için UCLA'i işaret ediyordu. İsabet yüzdeleri de bayağı iyi seyretmiş son 10 yıl içerisinde. Böyle bir ortamda beni desteklediğim takımı dördüncü sıraya koymaya iten şeyi basite indirgeyemiyorum. Programın son birkaç yılı hayal kırıklığıyla geçirmesinin kümülatif bir etki yarattığını yadsıyamam, fakat enseyi karartmak için çok fazla sebep var mı? Ben saymış olayım, kararı siz verin.
UCLA'i sezon öncesinde 17 numaralı seribaşı olarak gösterilmeye taşıyan şey, ülkenin en iyi ön alan kombinasyonlarından birine sahip olması. 2008'deki Final-Four'dan bu yana takımın başına gelen en iyi şey olan savaşçı power forvet Reeves Nelson üçüncü sezonuna giriyor ve mezun olduğunda adının kampüstekilere başarısızlıktan başka şeyler de çağrıştırmasını isteyecektir. Sağlıklı kaldığında o 2008 takımındaki Kevin Love için yeterli bir dublör olabilecek Nelson'ın yanında, geldiğinde büyük bir istihdam başarısı olarak lanse edilen Joshua Smith yer alacak. Bu özelliğini NBA'e ne ölçüde taşıyabileceği muamma, fakat bu seviyede arkasında durabilecek fiziğe sahip çok fazla uzunla karşılaşmadığını söylemeliyiz. Sezon içerisinde geliştirdiği alçak post oyunu ve beraberinde getirdiği 140 kilonun nüfuzuyla önemli bir silah olduğunu kabul etmeliyiz. Fakat geçen sezonu faul problemleri nedeniyle sadece 22 dakika ortalamayla kapattığını hatırlatmak gerek. Daha uzun süreler sahada kaldığında da, kondisyonunun bir kırmızı alarm haline geldiğini ve bunun da yine nihai olarak anlamsız faulleri karşımıza çıkardığını gördük. Oyununu tercüme edebilirse bir gün NBA'de bir takımı mutlu edeceği kesin, fakat yazın kampüsten ayrıldığında geride pek bir şey bırakmayacak yeni bir isim gibi geliyor.

UCLA'in yakın tarihinde bu çok alışılmadık bir durum değil. 2006'da Jordan Farmar'ın takımı sophomore senesinin arkasından bırakması bir başlangıç oldu, 2007'de Arron Afflalo son senesi için geri dönmemeyi tercih etti ve NBA'in draft için koyduğu yaş sınırlaması işleri daha da kötüleştirdi. 2008'de Love ve ertesi sezon da Jrue Holiday one-and-done kavramı ile tanıştırdılar Westwood'u. Russell Westbrook da yine 2008'deki başarılı Final-Four performansı sonrası henüz bir sophomore iken dümeni NBA'e kırdı. Fakat bunlardan hiçbiri -belki Holiday'i dışarıda tutabiliriz- Ben Howland'ın üzerinde geçen yaz gelen ayrılıkların yarattığı şok etkisine yaklaşamadı. Erken profesyonel olma kararı alan Tyler Honeycutt ve Malcolm Lee, kimseden birinci tur garantisi almamışlardı. Dahası bir sonraki NBA sezonunun zamanında başlayacağı o günlerde de hayli şüpheliydi. Smith takımın beklentilerini karşılayıp bir patlama sezonu geçirdiği takdirde bu ön alanla konferansı kazanmamaları düşünülemezdi. Dolayısıyla genel menajerlerin gözündeki değerlerini yukarı çıkarabilirlerdi. Ama geri dönmediler.
"I just get so frustrated thinking about them. It really makes me sick to think about Tyler and Malcolm."

Günümüzde kolej koçlarının değerlerini takdir ederken iki sezon göz önüne alınıyor. Birincisi Kasım-Mart ayları arasındaki normal sezonda takımı nasıl yönettiğiyle ilgili klasik değerlendirmeleri içeriyor. Fakat son yıllarda daha fazla önem atfedilense, geri kalan yedi ay içerisindeki istihdam faaliyetlerinde kudretini ne kadar gösterebildiği, bağlantılarının ne kadar güçlü olduğu ya da iyi bir 'iş bitirici' olup olmadığıyla ilgili değerlendirmeler. UCLA gibi repütasyonu yüksek bir programa gelmek için özellikle California çevresindeki oyuncuları ikna etmek çok zor değil ve buna paralel olarak Howland yüksek beklentilerle mücadele etmekte. Oyuncu seçerken pür yeteneği değil karakteri ön plana koyduğu söylenegelen, hatta zaman zaman yeni dünyada bunun geçerli olmadığı tezi üzerinden eleştirilen bir koç için yüzleşmesi zor bir gerçekti Lee ile Honeycutt'ın ayrılma haberleri.
Şu anda takım kanat pozisyonlarındaki bu boşluğu dolduracak mürettebata sahip gözükmüyor. (Bugün uçak gemisinde maç var, kelime seçimimi mazur görün.) North Carolina'daki sönük çaylak sezonlarını takiben transfer edilen David Wear ve Travis Wear cezalarını doldurdular ve 6-10 boyundaki biraderlerden adı David olanını 3 numarada başlatma planları söz konusu. UNC'de beklentilere cevap vermekte zorlanan elemanlar için ben de çok iyi şeyler düşünmüyorum. Bunlar yetmezmiş gibi geçen sezonun ortasında UNC'yi terk eden Larry Drew II da transfer edildi ve iş Yıldırım Demirören'in ilk yıllarında Fenerbahçe'nin eskileri için sıraya giren Beşiktaş'ı hatırlatmaya başladı. Saha içine dönersek, hikayesine daha önce değindiğim bir başka yeni transfer De'End Parker da 3 numara için alternatif.

2 numarada bir savunma spesiyalistine dönüşme sürecinde bu yaz hayli yol katettiği söylenen Tyler Lamb ve atletik çaylak Norman Powell ile durum biraz daha iyi. Fakat Lamb'in geçen sene çizginin gerisinden yalnızca 8/39 ile attığını ve dış üretimin Powell'ın da iyi bilinen özeliklerinden biri olmadığını belirtmek lazım... 1 numarada ise liseyi Derrick Rose'un yedeği olarak geçiren, Illinois'da vasat bir Division II okulundan transfer Lazeric Jones'un çabuk bir adaptasyon sonrası geçen sezonun ikinci yarısında iyi bir guarda dönüştüğünü söyleyebiliriz. Lee ve Honeycutt'ın yeteneklerini ancak uzaktan izleyebilir, fakat iyi bir takım oyuncusu ve etrafındakileri yukarı çekme konusunda hayli başarılı. Dış şutu riske edilir düzeyde değildi, ancak bu sene daha istikrarlı bir tehdit haline getirmeli. Yoksa kenarda bekleyenin Jerime "Cereme" Anderson olduğunu unutmamalı. UCLA'e geldiğinde belki Holiday ve Lee'den daha iyi oyuncu olması beklenen Anderson, ülke çapında tanınırlığı geçen yaz bir MacBook çaldığında yakalayabildi. Aslında iş görebilecek bir adam, takım içinde havayı bozan biri de olmadığından Howland bu kafasızlığını iki maç cezayla geçiştirdi. Ama hiçbir zaman hakkında beklentiyi yukarı çekmemeye söz verdiğim adamlardan, tıpkı Manchester United'da top tepen adaşı gibi.
Kısaların domine ettiği bir oyun olan kolej basketbolunda bu yetersiz alternatiflerin su yüzüne çıkması çok fazla zaman almayacaktır. Daha önce mercek altına aldığım takımların da güçlü birer guard rotasyonu var. Aynı zamanda 1-2 numaradan alamadığımız dış şut üretimini, 3 numaradan da verebilecek birisi kampüse henüz gelmedi. Belki önümüzdeki sene takıma katılacak Kyle Anderson (ESPNU 100 sıralamasında 5. sırada) ve hala peşinden koştuğumuz Shabazz Muhammad (ESPNU 100 sıralamasının tepesinde) o oyuncu olabilecekler. Fakat bu yazıda bunun bir yeri yok.

Howland'ın getirdiği savunma formasyonuyla hiçbir takım için kolay lokma olmayacağımız kesin. Özellikle Smith merkezli bir motion offense ile üretimi yukarı çekmeyi düşünecek Howland'ın dış şutuna en çok güvendiği ismin de yine pota altı rotasyonunda olması (Brendan Lane) ise esas problem noktası. Bunun yanında direksiyon da henüz çok az şey ispat etmiş bir guard rotasyonunun elinde. Bir de Pauley Pavilion'ın yenileme faaliyetleri nedeniyle sezon boyunca tadilatta olacağını ve onun yerine maçların USC kampüsüne, UCLA kampüsüne olduğundan daha yakın bir salonda oynanacağını ekleyin. Kolay bir sezon olmayacak...
Head Coach: Ben HOWLAND (UCLA ile 189-83, toplamda 357-182)
İlk Beş:
PG Lazeric Jones (SR) - SG Tyler Lamb (SO)
SF David Wear (SO) - PF Reeves Nelson (JR)
C Joshua Smith (SO)
Kritik Yedekler:
PF Brendan Lane (JR)
SG Norman Powell (FR)
C Travis Wear (SO)
5) Oregon
6) Stanford
7) USC
8) Arizona State
9) Oregon State
10) Washington State
11) Colorado
12) Utah
Sezonun Beşi:
Tony Wroten Jr. (Washington), Jorge Gutierrez (California)
Allen Crabbe (California), Terrence Ross (Washington)
Reeves Nelson (UCLA)
9 Kasım 2011 Çarşamba
Pac-10'in Çoğalmaya İhtiyacı Var #2

2) California Golden Bears:
Kariyeri boyunca normal sezonda takımlarına beklentilerin üstünde bir basketbol oynatıp, bunu sonuca dökmeyi başarabilmiş bir koçun kontrolü hakim Berkeley kampüsünde. Bu sezona girerken çok az kişi Cal'in konferansı götürmesini bekliyor olsa da, herkesin bir gözünün onları kestiği aşikar.
Mike Montgomery ilk cümlede vurguladığım repütasyonunu çok kolay kazanmadı. Birçok kez yeteneği sınırlı gözüken birtakım gençlerden adeta taşı sıkıp suyunu çıkarıyormuşçasına yararlandı. Golden State ile pek başarılı geçmeyen bir NBA macerasını geride bıraktıktan sonra adım attığı takıma yaptığı ilk ekleme Jorge Gutierrez adında Meksikalı bir gençti. Kenardan gelip savunmanın dozajını artırmanın ötesinde beklentiler yüklenmemişti Gutierrez'e. Üç sezonun ardından iki kez konferansın en iyi savunma beşine seçilip bu birincil beklentiyi boşa çıkarmamış bir oyuncunun yanında, kolej basketbolundaki en all-around isimlerinden birini de selamlıyoruz. Hücumda bir oyun kurucunun görüş açısına sahipken, savunmaya gelince bu sefer eli çabuk bir top hırsızına dönüşebiliyor 15 yaşında sınırın diğer ucuna geçtikten sonra yasa dışı göçmen statüsünden birkaç sene önce kurtulabilen Gutierrez. Montgomery'nin takımın zayıf noktalarından biri olarak gösterdiği hücum ribolarında da yeri geliyor, pota altı oyuncularından gelmeyen katkıyı yapıyor. Geçen sezon çizgi gerisinden kullandığı üç şutun yalnızca birini isabet ettirebilse de, 2008'de kampüse gelen Hispanik kökenli guardın bir gün maç başına 3.3 üçlük deneyeceğini çok az kişi kestirebilmiştir. Gutierrez'in oyuncu olarak gösterdiği bu gelişim, sanki Montgomery'nin kampüse getirdiklerinin mikro bir temsili gibi.
"He's just a winner. Jorge gets about all the mileage out of himself that he can. He does so many things to help you win."

Takım hem ruhani düzeyde, hem de oyun anlamında Gutierrez'in etrafında toplanacak bu sezon da. Fakat Minnesota'dan transfer edilen ve şu anda Brandon Smith'in doldurduğu oyun kurucu pozisyonunu er ya da geç devralması muhtemel Justin Cobbs'ı da dahil edersek konferansın en yetenekli sophomore grubu da Berkeley'de. Allen Crabbe geçen sezonun ortasından itibaren takımda rüşdünü ispatlamış, sezon sonunda da konferansın çaylağı ödülüyle onurlandırılmıştı. 13.4 sayı, 5.6 rebound ve 40% üç sayı yüzdesi gibi katkılarını ne kadar yukarı çekebileceği, sezon ortasında hala takımın konferans şampiyonluğu hedefinden bahsedip bahsedemeyeceğimizi de belirleyecektir. Küçüklüğünden beri rüyalarını süsleyen takımın UCLA olduğunu bilmek, Ben Howland kısa forvet pozisyonuna 2.10 boyunda tuhaf adamları devşirmeye çalışırken biraz zorlayıcı oluyor.
Lise üçüncü sınıfta mortgage piyasasındaki babası iflas edince, Crabbe'nin lisesine geçen ve o takımda bölgesel şampiyonluk kazanan Richard Solomon da gelişme göstermesi beklenen diğer bir sophomore. Bu arka planda Crabbe'nin en yakın arkadaşı olması çok garip karşılanmayabilir. Ancak çocukluk hikayelerini okuduğunuzda durum değişebiliyor. Bahse konu lisenin de kurucusu olan rahibin torunu olan Crabbe, lisedeyken babasıyla olan antrenmanlarını 1000 şut atmadan kesmeyen, kimilerinin yaptığı işe kendisini adamasını takdir edeceği, kimilerininse bunu saplantılı bir teslimiyet olarak tanımlayıp fazla muhatap olmayacağı bir adam. Ama gerçek spor kahramanlarının büyük çoğunluğunun arkasında bu türden bir kişiliğin yattığını biliyoruz. Crabbe bugünlerde idmandan sonraki tarifesini 200 şuta çekmiş, ancak asıl gelişimi göstermesi için zamanın geldiğinin o da farkında. Solomon ise küçüklüğünü karate kurslarında geçirdikten sonra sadece altı sene önce basketbol topuyla tanışmış, buraya gelmeden önce sadece topu sürmeyi ve şuta kalkmayı bildiğini itiraf eden kendiyle barışık ve nispeten daha rahat bir eleman. (Yazı Ahmet Çakar'ın kişisel tahlilleri gibi bir hal aldı, Yadigar Güner'den bahsediyoruz sanki...) Savunmada iyi bir kesici olduğunu çaylak sezonunda da gösterdi, ancak rebound konusunda dizleri her an iflas edebilecek senior Harper Kamp'e vereceği destek üst düzeyde olmalı. Ayrıca geçen sezon boyalı alanda rakibini ekarte ettikten sonra becermekte zorlandığı kolay bitirişler konusunda yol katetmesi de gerekiyor.

Takımdaki en önemli soru işaretlerinden biri Kamp'in dizleri, evet. Onun sahaya çıkmadan önce geçirdiği süreç, biraz Ledley King'in Tottenham maçlarından önceki bilim kurgu filmlerini hatırlatan ritüeline benziyor. 2009-10 sezonunun tamamını kaçırdıktan sonra, geçtiğimiz sezonun ikinci yarısında da sürekli ağrılarla oynadığı sır değil. Takımın pota altı rotasyonundan herhangi birinin, onun sakatlığını unutturacak bir adım atması ufak çaplı bir mucize olur. Pasaport sorunları nedeniyle bir aydan uzun süre Kenya'da mahsur kalan Bak Bak, fizik olarak takımın geri kalanına yetişse bile çapını aşağı yukarı bildiğimiz bir topçu. Eski walk-on Robert Thurman, takımın Avrupa turunda gösterdiği gelişimle rotasyonun bir parçası olacağa benziyor. İki uzun çaylak Christian Behrens ve David Kravish de bu sezon öncesi turda Kamp ve Bak'ın eksikliklerinde zaman zaman forma şansı bulmuş oyuncular olsa da onların katkısından konuşmak için daha çok erken.
Cobbs'ın hem açık alanda, hem de yarı saha basketbolunda getireceği yükseltgenmeyle 1-2-3 pozisyonlarında konferansta ancak Washington'ın zorlayabileceği bir yere ulaşan Cal'in de zayıf noktası, yine Washington ile benzer olarak pota altı rotasyonu. Ayrıca birçok önemli oyuncusunu kaybeden Arizona ve Washington, güçlü bir istihdam süreci sonrasında yine 9-10 kişilik sağlam bir çekirdek oluşturmuşken Cal'in kenardan alacağı katkı muhtemelen var ile yok arasında seyredecek. Ancak daha önce Randle-Christopher-Robertson üçlüsü önderliğinde kurulan takım kimyasının bir benzeri, bu oyuncularla da yakalanmış gibi gözüküyor. Bu da Montgomery'den yine beklentiler üzerinde bir normal sezon beklememi sağlıyor. Konferansta dört takımın birbirine çok yakın olduğundan bahsetmiştim, ancak muhtemelen büyük dansa bilet alacaklardır.

Head Coach: Mike MONTGOMERY (California ile 64-37, toplamda 611-281)
İlk Beş:
PG Justin Cobbs (SO) - SG Jorge Gutierrez (SR)
SF Allen Crabbe (SO) - PF Harper Kamp (SR)
C Richard Solomon (SO)
Kritik Yedekler:
PG Brandon Smith (JR)
PF Robert Thurman (JR)
PF Bak Bak (JR)

3) Arizona Wildcats:
Kolej basketbolunda geçen sezonun en güvenilir sırtı dönük skorerini #2 seçimi olarak NBA'e yolcu eden, bununla birlikte onun hücumdaki en büyük yardımcısı MoMo Jones'u da kaybeden takımın birçoklarınca konferansın favorisi gösterilmesi belki yalnız ve güzel konferansımın zayıflığını yansıtıyor. Ya da bu program basketbolun güç merkezlerinden biri olduğunu ispat edecek bir yazı geride bıraktı. Aslında bunlardan yalnızca biri doğru olmak zorunda değil, ve biz de o durumdayız galiba.
Geçen sezon McKale Center'da hiç mağlubiyet almayan ve bunu 1998-99 sezonundan bu yana ilk kez başararak Lute Olson günlerini hatırlatan Arizona, aynı zamanda Final Four'un da kapısına dayanmıştı. Elite Eight eşleşmesindeki rakipleri UConn idi, kaybettikleri isimse Kemba Walker'dan ziyade rüya gibi bir ay geçiren Jeremy Lamb. Elbette Derrick Williams merkezli bir takım olduğunu inkar edemeyiz o takımın, hatta belki de yukarıdakiler içinde bir oyuncuya en çok bağlı olanıydı. Bu yeni takım ise enerjisini dört çaylaktan alacak. Oyun kurucu pozisyonunda Jones'un yerini almak üzere Tucson'a gelen iki çaylak Josiah Turner (Kansas ve UCLA'in elinden kaptıklarında batı yakasının en iyi oyun kurucusu olarak gösteriliyordu) ve Nick Johnson'ın üzerinde büyük bir yük var kuşkusuz. Ancak böyle bir ayrılık sonrasında direksiyonun Jones gibi bir skorerden, daha çok dağıtıcılığıyla bilinen Turner'a geçmesi makul gözüküyor. NBA efsanelerinden Dennis "DJ Shadow" Johnson'ın yeğeni olan yedeği Nick ise, şutunu istikrara oturtabilirse Turner'ın yanındaki guard pozisyonunu kapatabilir. Sudanlı uzun Angelo Chol ve özellikle rebound yeteneğiyle nam salmış Sidiki Johnson rotasyona ilk günden yazılacak diğer freshman eklemeleri.

İlk gün demişken, Arizona'nın sezon için erken bir start verdiğini ve ilk maçında Valparaiso önünde iç sahadaki yenilmezlik serisini sürdürdüğünü belirtelim. Maçı da izlediğim için, belki de gerçek anlamda bir ön değerlendirme yazıyor değilim. Fakat Valpo -sporculuk dönemlerine de yetiştiğimiz- Bryce Drew yönetimindeki ilk maçında, Arizona'ya kafa tutacak bir görüntü çizmekten uzaktı. Son dakika içindeki iki üçlüğü hesaba katmazsak, 3/18 ile dış şut kullandılar. Buna rağmen ilk yarıda iki beyaz uzunun potalı alanda çılgın atmasına izin veren bir Arizona izledik. Tıpkı daha önce incelediğimiz Washington ve California gibi guard merkezli bir takım var önümüzde. Fakat uzun rotasyonu da diğerlerine oranla daha zengin. Hem nitel, hem de nicel yönden. Dün 14 sayı-10 rebound ile kolej kariyerindeki ilk double-doubleı yapan Jesse Perry, bu seneki yeni rolünü kucaklayacağının sinyallerini verdi. Gelişimine göre Sidiki'nin de ona önemli bir yardımcı olabileceği konuşuluyor. Pota altındaki diğer pozisyonda ilk beş çıkmaya en yakın isim Ukraynalı Kyryl Natyazhko. Fakat bu elemanın maç başında yaptığı birkaç faulle, boyalı alana yalandan bir sertlik getirmekten fazlasını yaptığına henüz tanık olmadım. Bu seneki ilk maçında da öyle bir gelişim göstereceği yönünde ışık vermedi. Fakat sezon öncesinde de kimse Natyazhko'nun maç başına verdiği 1.9 sayılık katkıyı aşmasını beklemiyordu zaten. Ya da geçen sezon rotasyonda onun arkasından gelen Alex Jacobson'ın bir hücum opsiyonu haline gelmesini. Ancak yukarıda ismini andığımız Sudanlı'dan da sadece bir defansif silah olmasını ve maç başına 1-2 tane top kesmesini bekliyorlardı. Zeki Çol ise ilk maçında 3/5 ile 6 sayı bulurken hücumda çok rahat gözüktü, savunmada da 6 ribonun yanına 4 top çalma ekleyerek 'ben bu Ukraynalı'yı keserim' mesajını verdi. 23 dakikada aldığı 5 faul ise bir nevi 'reality check' işlevi gördü.

Sean Miller'ın takımlarında yer vermekten her zaman hoşlandığı iki forvet pozisyonu arasında sıkışmış isimler, bu sezonki kadroda dikkatimizi çekmiyor. Yazı birlikte çalışarak geçiren Solomon Hill ve Kevin Parrom, SF pozisyonu için yeterli bir kombinasyon gibi duruyordu. Geçen sezon maç başına 20 dakikaya 7.6 sayı, 3.4 rebound ve 2 asist sığdırırken, her maç 42% gibi bir yüzdeyle 1 üçlüğü de çembere gönderen Parrom'ın yaz boyunca kilo aldığı ve hücum repertuarını genişlettiği konuşuluyordu. Fakat 24 Eylül gecesi Bronx'taki ailesini ziyarete giderken iki kurşunun adresi olacaktı. Bir tanesi sağ dizindeki sinirleri mahvettikten sonra dışarı çıktı, diğeri de sol elindeki üç parmağında hasar bıraktı. Geçen ay annesini kaybetmesi işleri biraz daha tatsızlaştırdı ve Parrom'ın bunca şeyin ardından basketbola dönüp dönmeyeceği belirsizliğini koruyor.
Çaylakların hepsi istidadı yüksek gençlere benziyor. Ancak her biri henüz öğrenme sürecinin başında olan çocuklar. Valparaiso önünde Nick ve Chol için yakışıklı bir başlangıçtan bahsedebiliyoruz ama maçı kazandıranların veteran Perry ve kenardan gelip diğer şöhretli guardların yapamadığı skor katkısını yapan sophomore Jordin Mayes olduğunu unutmayalım. Ancak gençler bu yeni basketbol ortamına alışırken, Arizona'nın her gün yeni bir oyuncudan dün Mayes'ten aldığına benzer sürpriz katkılar alabileceğini de hesaba katalım. Kadro konferanstaki açık ara en geniş kadro ve maçları geçen sezonki gibi 10 kişilik bir rotasyonla götürmeleri mümkün. Fakat rollerin paylaşımı hususunda büyük belirsizlikler hakim ve yazı yetenek avında geçiren Miller'ın bu konuda çok az şeyi halletmiş olduğunu gösteren bir açılış maçını geride bıraktık. 4. sıraya düşme ihtimallerini zayıf görüyorum, ancak Turner'ın bekledikleri oyuncuya dönüşmesi zaman alırsa benim öngördüğüm bu sırayla yetinmek zorunda kalabilirler. Kendilerini de şanslı addederler...

Head Coach: Sean MILLER (Arizona ile 46-23, toplamda 166-70)
İlk Beş:
PG Josiah Turner (FR) - SG Kyle Fogg (SR)
SF Solomon Hill (JR) - PF Jesse Perry (SR)
C Angelo Chol (FR)
Kritik Yedekler:
PG Nick Johnson (FR)
PG Jordin Mayes (SO)
C Kyryl Natyazhko (JR)
NCAA Sözlüğü:
walk-on:
Takımın geniş kadrosunda bulunan, rotasyondaki oyunculara antrenman veren, ancak ekstrem durumlar dışında süre almayan oyunculara verilen addır. (Bu ekstrem durumlara örnek olarak John Wooden'ın torunu Tyler Trapani'nin, geçen sezon Pauley Pavilion'daki son basketi atması için oyuna alınması verilebilir.) Basketbolcu olmak gibi bir hayalleri olmasa da hem yoklamadan yırtarlar, hem de kampüste formalarıyla dolaşıp 7.5-8 ayarında kızların radarına girebilirler.
8 Kasım 2011 Salı
Pac-10'in Çoğalmaya İhtiyacı Var #1

Gökmen Özdenak'ın gündem yaratan bu cümleleri karşılık buldu ve Colorado ile Utah'ın eklenmesi sonrasında artık biricik konferansımızdan bahsederken Pac-12 demek zorundayız. Ağza eskisi kadar iyi oturmaması bir yana, dahil edilen programların düzeyi de tatmin edici olmaktan uzak. Hele geçtiğimiz iki senelik süre zarfı içerisinde adı geçen takımlardan sonra. Big 12'in parçası olan Texas, Texas Tech, Texas A&M, Oklahoma, Oklahoma State ve Baylor gibi programların ilavesi ile 16 takımlık bir süperkonferans oluşturma ütopyası sonuçsuz kaldıktan sonra, 'pilavdan dönenin kaşığı kırılsın' düşüncesiyle sarıldıkları Colorado ve Utah'ın konferansın standartlarını yakalaması belli bir zaman alacaktır. Futbolda işler çok kötü başladı, burada en azından Colorado deplasmanı beraberinde getirdiği coğrafi zorluklarla birlikte bir Bolivya etkisi yaratabilir. Kadroda da eli yüzü düzgün birkaç elemanın olduğu söyleniyor. Belki Klay Thompson ve DeAngelo Casto'nun gidişini izlerken, basında da geçen sezonki uyuşturucu haberlerinin işlenmesiyle zor bir ölü sezon geçiren Washington State'i altlarına alabilirler o potansiyel varsa.

Son birkaç yılda kolej basketbolunun güç merkezi olan altı elit konferansın en kötüsüne dönüşen Pac-12, gelecek sezondan itibaren Syracuse, Pittsburgh ve -büyük ihtimalle- West Virginia'yı kaybedecek Big East'i altına alacaktır. Ancak bu sezon için bir Final Four adayı çıkarması çok kolay gözükmeyen bir konferans ile karşı karşıyayız. Arizona, Washington, UCLA ve California geçen sezon olduğu gibi konferansın ağır topları. Önemli oyuncularını NBA'e gelin gönderen USC ve Washington State diplere sürüklenirken, onların yerini Oregon ve Stanford gibi takımların doldurması beklenebilir. Hatta freshman Jahii Carson'ın getirecekleri doğrultusunda Arizona State de yarışmacı bir takım olabilir. Bu gece Arizona'nın Valparaiso önüne çıkmasıyla start alacak sezonun en büyük albenisi, Big Four olarak nitelendirebileceğimiz takımlar arasındaki makasın geçen senelere oranla daha yakın gözükmesi. Şimdi bunları birer birer ele alalım...
Tony Wroten Jr. hakkında sınırlı veriye dayanarak biraz fazla yüksekten uçuyorum muhtemelen. Brandon Roy'un da mezun olduğu Seattle'ın baba liselerinden birinden çıkma Wroten cozutmaya müsait bir fıtrata sahip gibi, ama medyanın her şeye aşırı reaksiyon verdiği bir çağda yaşıyoruz ve sarhoşken atılan birkaç tweet durumu krize çevirebiliyor. Geçtiğimiz mayıs ayında ülkemizde -Seattle Supersonics taraftarı olanları tenzih ediyorum- daha ziyade Richie Frahm hakkında yazdığı haberle -tık!- tanınan Steve Kelley'nin oğlunun ortaya çıkardığı ufak çaplı bir skandal başını belaya sokmuştu Wroten'ın. Lisedeki seksi bedencinin esrarengiz biçimde kovuluşunun altından, kahramanımızın Washington'a kabul edilebilmesi için vermesi gereken yabancı dil kalifikasyonunu sağlamak adına yaptığı usulsüzlük çıktı. Wroten'ın Twitter hesabındaki "İspanyolca dersinde sadece üç kişiyiz, oley be" mesajının da yazarın işini kolaylaştırdığını söylemek lazım. Zira İspanyolca sınıfının kontenjanının dolması üzerine, işi oluruna getirmek adına sadece üç kişinin kaydolduğu (diğerleri de futbol takımının oyuncuları) böyle bir hayalet sınıf ayarlanıyor. Olay basına sızdıktan sonra Wroten'ın hala konu ile ilgili espriler yapması, mental olgunluğunun tartışılmasının çok da yersiz olmadığının göstergesi belki de. Ancak bu yaştaki adamların hepsinden Jimmer Fredette hayatı yaşamasını bekleyemezsiniz. Hücumda şutlarını doğru seçen, savunmada konsantrasyonunu kolay kolay kaybetmeyen bir adam gibi gözüktü ve bu oyuna kendini adamakta problem çekmeyen bir oyuncuyu gösterir. Böyle olduğu müddetçe Venoy Overton'dan sonra takımı yukarı taşıyacağını söylemek çok temelsiz olmaz. Eline geldiğinde Wroten'a oranla kendini bulmaktan daha uzak gözüken Nate Robinson ve Isaiah Thomas gibi oyuncuları idare etmiş Lorenzo Romar'ın burada da iyi iş çıkarabileceğine inanıyorum.

"If you go off how I play in the game, I'm very emotional. I'm always pumped. So I could get people thinking I'm a bad person. But those same people who call me a bad person, once they meet me, they're like, 'Man, that Tony Wroten, he's a whole different person.'"
Thomas ve Overton'ın boşalttığı arka alanda görevi devralacak isimlerden biri muhtemelen üçüncü sınıf oyuncusu Abdul Gaddy olacak. Geçen sezonun büyük bölümünü diz sakatlığı nedeniyle oturarak geçen Gaddy, sakatlanmadan önce iyi bir dağıtıcı ve iyi bir savunmacı kumaşını göstermişti. Uzun süreli bir sakatlıktan sonra eski formunu yakalaması biraz zaman alabilir. Fakat tıpkı geçen sezonki Thomas-Overton tandeminde olduğu gibi, Romar'ın bu sezonu da çift oyun kuruculu beşle götüreceğine ve Gaddy-Wroten ikilisinde karar kılacağına inanıyorum. Bununla beraber Wroten'ı aslanların önüne atmak için biraz beklemesi ve ilk aşamada çaylak sezonunda 8.1 sayı ortalaması tutturan keskin şutör C.J. Wilcox'ı ilk beşte değerlendirmesi beklenebilir. Sağ ayak serçe parmağındaki sakatlık nedeniyle aralık ayından önce takıma katılamayacak senior Scott Suggs'ı ve 45% üçlük yüzdesini de hesaba katarsak takımın arka alandaki kayıpları kompanse etmesi çok zor olmayacak gibi.

3 numarada takımın kelepçesi Justin Holiday'in yokluğunda, daha ziyade hücumuyla tanınan ve patlama sezonuna hazırlandığı konuşulan Terrence Ross'ın burada da güç kaybına izin vermeyeceğini söyleyebiliriz. Fakat sıkıntının baş gösterdiği nokta, sezona ülkemizde Hacettepe Üniversitesi formasıyla giren Matthew Bryan-Amaning'in yerini doldurabilecek bir boyalı alan silahının göze çarpmaması. Aziz N'Diaye hücumda sınırlı silaha sahip olsa da iyi bir savunmacı, 4 numarada ise veteran Darnell Gant'in bir sıçrama yaratması gerekecek. İlk beşi tamamlaması beklenen bu ikiliden geçen sezon maç başına gelen skor toplamının 10 sayıyı bulmaması en büyük çekince. Yetenek olarak seleflerinin çok gerisinde gözükmeyen kısaların işinin zorlaşacağı nokta da bu. Savunmaların her zaman yayın gerisine odaklanacak olmaları ve Suggs, Wilcox gibi şutörlere eskisi kadar kolay pozisyonlar kalmayacak olması. Almanya'dan gelen ve programın gelecekteki pota altı skoreri olarak lanse edilen Martin Breunig'in süre alacak kadar hazır olmadığı söyleniyor. Bir diğer freshman Jernard Jarreau daha çabuk katkı verebilir. Shawn Kemp Jr. da muhtemelen bu sezon cezalı olacak. Tık!

Takım geçen sezon yalnızca 17 dakika süre alan ve 8 sayı, 3.8 rebound, 1 asist gibi rakamlarla sophomore sezonuna giren Ross'ın artacak rolünü bir an önce kucaklaması ve Wroten'ın lisede ışıklarını gösterdiği büyük yetenek olması gibi beklentiler üzerinden şekillendiriyor konferans şampiyonluğu şansını. Ancak belki de geçen sezonun en dominant kolej oyuncusu Derrick Williams'ı kaybeden Arizona, ya da Honeycutt-Lee ikilisinin ayrılması sonrasında kanat rotasyonu kuşa dönen UCLA de daha az bilinmeyene bel bağlıyor değil. Benim konferansı götürmeye en yakın gördüğüm takım Washington. Ancak Wroten'ın sezon öncesi freshman listelerinde Top 10 görmediği bir ortamda, benim kendisini All-American Team için aday gösterdiğimi de hesaba katın. Elemandan yana bu denli umutlu olan bir başkası var mı bilmiyorum, Eamonn Brennan genelde olumlu konuşuyor ama...
Head Coach: Lorenzo ROMAR (Washington ile 195-102, toplamda 288-190)
İlk Beş:
PG Abdul Gaddy (JR) - SG Tony Wroten Jr. (FR)
SF Terrence Ross (SO) - PF Darnell Gant (SR)
C Aziz N'Diaye (JR)
Kritik Yedekler:
SG C.J. Wilcox (SO)
SG Scott Suggs (SR)
PF Jernard Jarreau (FR)
Sıradaki yazıda California, Arizona ve UCLA bu şekilde masaya yatırılır. Diğer takımları da bir paragrafta toparlarım...
7 Kasım 2011 Pazartesi
Wooden Award 2012 - Pivot Adayları
Biraz tembel davrandık, yeni sezon kapıyı çalmak üzereyken ilk beşimizi tamamlayan parçayı da takdim edelim.
Madem okuyucuyu o yazıya bağladık, oradaki alıntıyı da yeri gelmişken tekrar edelim.

Sullinger'ın sırtında yükselecek takımın, kocaoğlana All-American kemerini koruması için fırsat tanıyacağını düşünüyorum. Listedeki pozisyonları ESPN'den aldığımdan burası biraz güdük kaldı galiba, Tyler Zeller beklentileri çok aşar da bu takım için tartışılabilir biri haline gelirse gireceği yer 5 numara pozisyonu olacaktır mesela muhtemelen. Ama biz forvetlere dahil ettik, ESPN'in hikmetinden sual olunmaz diye düşünüp. Bu aşağıdakilerden de çok fazla rakip yok zaten. En iyileri bence Festus Ezeli. İsmi de güzel. Keşke bizim tosun Joshua "Bundan Sonra Senin Adın Joshua Smith Olsun" Smith de sahada kaldığı dakikaları artırıp bu muhabbetlerde ciddi bir aday olabilse. Fakat yine asıl ekmeği NBA takımları yiyecek gibi geliyor gelişim eğrisine bakıldığında. Jrue Holiday gibi hayırsız çıkmasa bari... Geçen gün Twitter hesabından "Eğer UCLA'i değil Washington'ı seçmiş olsaydım hala orada olurdum, orası aile gibi bir şeydi" yazmış. Sonra 'neden bana Jrudas diyorlar ya' diye dolaşıyorsun etrafta. İsmi güzel dedik, UCLA dedik, onuncu çocuk olarak ismini hak ederek alan De'End Parker da bulunsun. Kız çocuk mu deniyorlarmış acaba...
Diğer adaylar:
Festus EZELI (Vanderbilt)
Böylece beşimizi de tamamlamış olduk.
G Tu Holloway, Xavier, 6-0, Senior
G Tony Wroten Jr., Washington, 6-5, Freshman
F Harrison Barnes, North Carolina, 6-8, Sophomore
F Perry Jones III, Baylor, 6-11, Sophomore
C Jared Sullinger, Ohio State, 6-9, Sophomore
Jared SULLINGER (Ohio State)
6-9, Sophomore
Geçen sezon öncesinde -tıpkı bugünlerdeki Tony Wroten Jr. seçimimde olduğu gibi- büyük oranda Hoop Summit performansı üzerinden All-American Team tahminlerime ilave ettiğim Jared Sullinger'ı bu sezon görmezden gelmem için pek bir sebep yok. Zira freshman sezonundaki 17.2 sayı ve 10.2 rebound ortalamalarının üstüne, henüz lokavt ihtimalinin boyutlarının tam olarak kestirilebilir olmadığı günlerde okula dönme kararı aldı. Son yıllarda one-and-done uzunlardan ötürü çok kan kaybetmiş (Greg Oden, Kosta Koufos ve Byron Mullens sırasıyla aklıma geliyor) Thad Matta için çok büyük bir ferahlamaydı. Her ne kadar onu bir sonraki Oden olabileceğini düşündüğü bir oyuncuyu istihdam ettiği için suçlamak adil gözükmese de, bu tip erken profesyonellik kararlarının dolaylı olarak okulun APR (akademik iyileşme oranı) puanlarına vurduğu darbe Matta'yı da rahatsız ediyordu. (Zira okullara verilen burs hakları bu puanlarla korelatif olarak belirleniyor ve Buckeyes cephesinde one-and-done modası uzunlarla sınırlı değildi.) Sullinger'ın lokavt hakkında sağlam tüyolar aldığına ya da kapıdaki tehlikeyi fark etmesine yarayacak çok güçlü hisleri olduğuna falan inanabilirsiniz. Ancak Kentucky karşısındaki mağlubiyet sonrası bu okula borcunu ödeyemediği ve kariyerinde bundan sonra çok büyük başarılar kazansa dahi bu eksikliğin onu yalnız bırakmayacağı yönündeki açıklamaları beni ikna etmeye yetti. Elemanın hikayesine aşinalığım ve çevresinde ona akıl verenlerin niyetine dair gözlemlerimin de bunda payı vardı mutlaka. Tık!
Madem okuyucuyu o yazıya bağladık, oradaki alıntıyı da yeri gelmişken tekrar edelim.
J.J.: Sana işini öğretecek değilim ama, kardeşime burs vermeyi cidden düşünmelisin.
Matta: Julian'dan mı bahsediyorsun? (Julian şu anda Kent State forması giyen ortanca kardeş.)
J.J.: Hayır, Jared.
Matta: Şu şişman kardeşin mi?
O şişman kardeş koleje gelene kadar verdiği kilolara bu yaz 7.5 kilo daha ekledi ve şu anda sadece 120 kilo. Fakat bunun geçen sezon akşam yemeklerini Big Ten uzunlarıyla geçiştirme alışkanlığını değiştireceğini pek sanmıyorum, zira üst yapısı hala korkutucu gözüküyor. Kendisi de hiç olmadığı kadar iyi hissettiğini söylüyor yazın yaptığı bu ince ayarlar sonrasında. Onun gelişimi ölçüsünde, şu an için daha önde gözüken North Carolina-Kentucky ikilisini de ülkenin en büyüğü olma yolunda ciddi olarak tehdit etmeye başlayabilirler.

Kaybedilen iki son sınıf oyuncusu, yerleri kolaylıkla doldurulabilecek türden isimler değil. Her ne kadar şu sıralarda 'Neden geldim Cantu'ya, tutuldum kaldım avare' adlı dizeleri mırıldanmakla meşgul olsa da David Lighty savunmada üstlendiği rol ve rakip arka alandan Sullinger'a kanalize olan yardımları cezalandırmakta gördüğü işle bu isimlerden daha önemlisi. Ancak ikinci olarak saydığım işte daha büyük bir usta olan Jon Diebler'ın yokluğunun yaratacağı sancıları da hafife almayın. Bu noktada geçen sezon 44% ile 51 adet üçlük bulan ve her iki kategoride de takım lideri Diebler'ı en yakından takip eden isim olan senior William Buford, rolünü skorda bazı maçlarda Sullinger'ı aşabilecek kadar ileri taşımalı. (Geçen sezon maç başına 11.3 sayı kaydediyordu.) Kaybedilen diğer son sınıf öğrencisi Dallas Lauderdale ise şatafatlı istatistiklerin adamı olmasa da, savunmaya koyduğu sertlik ve istikrarlı olarak ortaya koyduğu iş disipliniyle genç oyuncular için iyi bir örnek, takım kimyası için de önemli bir yapıştırıcı görevi görüyordu. Fakat işin manevi boyutunu bir kenara bırakırsak, yeni gelen gençlerin performansı sonrasında onu unutmak çok zor olmayacaktır. Açın gençlerin önünü!

Kaybedilen iki son sınıf oyuncusu, yerleri kolaylıkla doldurulabilecek türden isimler değil. Her ne kadar şu sıralarda 'Neden geldim Cantu'ya, tutuldum kaldım avare' adlı dizeleri mırıldanmakla meşgul olsa da David Lighty savunmada üstlendiği rol ve rakip arka alandan Sullinger'a kanalize olan yardımları cezalandırmakta gördüğü işle bu isimlerden daha önemlisi. Ancak ikinci olarak saydığım işte daha büyük bir usta olan Jon Diebler'ın yokluğunun yaratacağı sancıları da hafife almayın. Bu noktada geçen sezon 44% ile 51 adet üçlük bulan ve her iki kategoride de takım lideri Diebler'ı en yakından takip eden isim olan senior William Buford, rolünü skorda bazı maçlarda Sullinger'ı aşabilecek kadar ileri taşımalı. (Geçen sezon maç başına 11.3 sayı kaydediyordu.) Kaybedilen diğer son sınıf öğrencisi Dallas Lauderdale ise şatafatlı istatistiklerin adamı olmasa da, savunmaya koyduğu sertlik ve istikrarlı olarak ortaya koyduğu iş disipliniyle genç oyuncular için iyi bir örnek, takım kimyası için de önemli bir yapıştırıcı görevi görüyordu. Fakat işin manevi boyutunu bir kenara bırakırsak, yeni gelen gençlerin performansı sonrasında onu unutmak çok zor olmayacaktır. Açın gençlerin önünü!
Geçen sezon senior ağırlıklı yapıyla sonuna kadar gidemeyen takımın, bu sene 4 sophomore ve 1 seniordan oluşması muhtemel beşiyle şampiyonluk iddiası taşıması kimilerine hayalcilik gibi gelebilir. Fakat geçen sezon takım çok ihtiyaç duymadığı için Matta'nın pek başvurmadığı, 5 yıldızlı prospect, güzel insan Deshaun Thomas'ın esas oğlanın yanında çok daha iyi bir tamamlayıcı olması muhtemel. Jordan Sibert ve geçen sezon savunmasıyla da takdirimi kazanmış Aaron Craft'in -kelime oyunlarını ana dilde tercih ediyorum- bol bol gelecek boş şut fırsatlarını da değerlendirmesiyle en iyi hücum takımlarından birine dönüşebilirler. Boston ile şampiyonluk görmüş topçulardan Charlie Scott'ın oğlu Shannon Scott, pota altı rotasyonunda 8-10 dakikalık sürelerin peşinde koşacak Amir Williams ve Boston College'dan transferi sonrasında geçen seneyi oturarak geçen Evan Ravenel de Ohio State'in çabuk katkı almayı umduğu yeniler. Bu sene direkt katkı bekledikleri asıl eleman LaQuinton Ross'un akademik olarak geçer not alamaması ise herhalde bu yazın Matta adına en can sıkıcı gelişmesiydi.

Sullinger'ın sırtında yükselecek takımın, kocaoğlana All-American kemerini koruması için fırsat tanıyacağını düşünüyorum. Listedeki pozisyonları ESPN'den aldığımdan burası biraz güdük kaldı galiba, Tyler Zeller beklentileri çok aşar da bu takım için tartışılabilir biri haline gelirse gireceği yer 5 numara pozisyonu olacaktır mesela muhtemelen. Ama biz forvetlere dahil ettik, ESPN'in hikmetinden sual olunmaz diye düşünüp. Bu aşağıdakilerden de çok fazla rakip yok zaten. En iyileri bence Festus Ezeli. İsmi de güzel. Keşke bizim tosun Joshua "Bundan Sonra Senin Adın Joshua Smith Olsun" Smith de sahada kaldığı dakikaları artırıp bu muhabbetlerde ciddi bir aday olabilse. Fakat yine asıl ekmeği NBA takımları yiyecek gibi geliyor gelişim eğrisine bakıldığında. Jrue Holiday gibi hayırsız çıkmasa bari... Geçen gün Twitter hesabından "Eğer UCLA'i değil Washington'ı seçmiş olsaydım hala orada olurdum, orası aile gibi bir şeydi" yazmış. Sonra 'neden bana Jrudas diyorlar ya' diye dolaşıyorsun etrafta. İsmi güzel dedik, UCLA dedik, onuncu çocuk olarak ismini hak ederek alan De'End Parker da bulunsun. Kız çocuk mu deniyorlarmış acaba...
Diğer adaylar:
6-11, Senior
Alex ORIAKHI (Connecticut)
6-9, Junior
Joshua SMITH (UCLA)
6-10, Sophomore
Patric YOUNG (Florida)
6-9, Sophomore
Belki Robert Sacre da aday listesinde yer almayı hak ediyormuş. Blame Canada!
Belki Robert Sacre da aday listesinde yer almayı hak ediyormuş. Blame Canada!
Böylece beşimizi de tamamlamış olduk.
G Tu Holloway, Xavier, 6-0, Senior
G Tony Wroten Jr., Washington, 6-5, Freshman
F Harrison Barnes, North Carolina, 6-8, Sophomore
F Perry Jones III, Baylor, 6-11, Sophomore
C Jared Sullinger, Ohio State, 6-9, Sophomore
NCAA bayramınız kutlu olsun... "Kesin olan bir şey varsa bu sene oynanacak lig, en temiz lig olacak." Bir de Pac-12 için ön bakış kabilinden bir şeyler karalayabilirim.
1 Kasım 2011 Salı
Crystal Fighters: Su Önemli
Geçen yazın başında elime bir Freshtival davetiyesi geçince 'festival sezonunu açmak için bundan iyi bir fırsat olamaz' diye düşünmüştüm. Hayır, pek de öyle olmamıştı. Açıklanan gruplar arasında 2010'daki The Raveonettes heyecanını uyandıracak bir grup olmadığı gibi, Leftfield dışındakiler en ufak bir şey de çağrıştırmıyordu. Zaten onlar da benim için gecenin asıl olayı olan, sezon boyu yolunu gözlediğimiz Wembley'deki Şampiyonlar Ligi finali ile çakışıyordu. Orada olmam için gerçek anlamda bir sebep yoktu, çok küçük bir ihtimali kovalıyordum belki. Can Bonomo'ya maruz kalmak için doğru yerin kapı önü olduğunda birleştik, içeri girdiğimizde Serdar Özkan'a benzemesine rağmen seksi olabilen bir solist ve bir sürü ilginçlikler insanından oluşan bir grup sahne alıyordu. "Solar System" ve arkasından "Champion Sound" ile giriş yapmaları gardımızın düşmesine yetti, sahne önüne doğru yol aldık.

Noisettes ablası Shingai Shoniwa biraz popo sallayıp, düz duvara tırmanınca erkek seyirciyi iki koldan da etkisi altına aldı belki. Gerçekten fena değillerdi, haksızlık etmeyeyim. Ama o günden bu yana "Açıp bir Noisettes dinleyeyim" demediğim gibi genelde o performansı "Erken çıkıp Olasılık vizesine çalışsaydım, belki sınırsız sınav hakkı peşinde koşuyor olmazdım" sözleriyle birlikte anıyorum. Bir de finali de kaybettik... Her neyse, adlarını odaya dönünce bilete bakmadan hatırlayamadığım Crystal Fighters ile tanışmak gecenin amortisi oluyordu fazlasıyla.
İsimlerini hatırlayamamam çok acayip değil aslında. Çok farklı türde müzik yaptıkları söylenemeyecek iki grup Crystal Castles ve Crystal Stilts'in varlığında bu isimde karar kılmak mantıksız mı yoksa gerçekten çok mu mantıklı, emin olamıyorum. Ama kuruluş hikayesinde belirtilene göre, gruptaki iki Bask kökenli kadın vokalden biri olan Laure'nin akıl sağlığını yitirdiği düşünülen büyük babasının son günlerinde yazdığı yarım kalan operanın başlığıymış aynı zamanda Crystal Fighters. Laure Londra'ya elinde yaşlı adamın günlüğüyle döndüğünde, grubun diğer üyelerinin de ilgisini çekmiş başlangıçta deli saçması olarak görülebilecek bu şeyler. Yazdıkları şarkılardaki Bask aromasını da, zaman içinde kendilerine yükledikleri artık yaşamayan bu adamın yarım kalan işini tamamlama misyonlarına bağlıyorlar. Tamamen gerçek dışı bir pazarlama hamlesiyse bile başarılı olduğu için söyleyecek bir sözüm yok.
Benim müzik görgüm Crystal Fighters'a tıpatıp benzediğini iddia edebileceğim gruplar sıralamama yetmiyor. Ancak kategorize etmekte zorlanacağınız, ya da bu işin ilk planda ne kadar manasız olduğunu bir kez daha onaylamanıza yarayacak bir müzik yapıyorlar. Yıllardır Guardian'da her gün yeni bir grubu okurlarına tanıtan ve birkaç hafta önce sonunda veryansın eden -tık!- Paul Lester'ın uydurduğu Basktronika kelimesi hoşuma gitti. Her yeni duyduğunuz için kulağa hoş gelen bir kombinasyonu ortaya atıp janr oluşturmak yanlış gelebilir. Ama müziği olduğu gibi kabul edemeyen, bir janr içine sokmazsa ölecek adamın tavrı kadar yanlış değil. Ya da benim bir dolu karşılık bulabilecek olmama ve havalı olmadığını da yıllar önce fark etmiş olmama rağmen hala "janr" kelimesinde ısrar etmem kadar... Ama şu anda albümün en iyi beş şarkısından birisi arasına muhtemelen koymayacağım "At Home" çalıyor ve mutluluğun sırrı gibi bir şey. Hani her gün bir kere dinlesen, her şeye rağmen bir daha kötü hissetmene izin vermeyecek bir şarkı ya da bir marş gibi. Ki bunu 13 yaşındaki kızın uğradığı tecavüzün kendi rızası içinde olduğuna hükmedebilen bir ülkede yaşadığımız haberiyle uyandığım bir günde yapabiliyor. Son bir aydaki Türkiye için bile yeni bir zirve noktası... Belki de konser günü her şarkıya eşlik etmek isteyip, mahcup bir şekilde ritm tutmakla yetinirken bu şarkının imdadımıza yetişmiş olmasından özel bu da. Lalalalalalalalalalalala!
Manyetik Bant'ın Freshtival sonrası yaptığı röportaja kulak verelim... Tık! (Konser fotoğrafı da ondan oldu, kusura bakmasın.)
MB: Sahnede enerji patlaması yaşıyorsunuz. Turne sırasında her gece aynı performansı göstermek fiziksel ve zihinsel açıdan zorlayıcı oluyor mu?
Graham: Konser öncesinde ve sonrasında zor olabiliyor ama performans sırasında her şey harika.
Gilbert: Sahnede gerçekten her şeyimizi müziğe veriyoruz, hiçbir şey sahte değil. Hepsi doğal olarak çıkıyor. Yani abartmamak gerek, o kadar da zor değil.
Graham: Su. Su önemli, çok su içiyoruz.
Kalabalık grupların ya da Archive gibi müzik kolektiflerinin konserlerinin daha esaslı bir deneyim olması normaldir. Bir de işin içine Crystal Fighters'ın beraberinde getirdiği gibi txalaparta, txistu, etxeberria falan gibi yerel çalgılar girince bunu ikiyle çarpıyoruz. Ama adamların sahnede şu sabahtan beri çevirip durduğum albüm kayıtlarının üzerine çıktıkları kesin. Muhtemelen suyla alakası yoktur ama. Umarım ümit ettikleri gibi yakın zamanda yine gelirler. Hatta bir başka hayalleri olan Manu Chao ile birlikte çalmayı da İstanbul'da gerçekleştirseler ya...
Başrolünü David De Gea'nın oynadığı son videolarını da paylaşıp bitireyim yazıyı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Yeni Yazıhane Diyorsak...
Bir yılı geride bıraktığımız gibi soluğu yeni tasarımda aldık. Kubilay Kahveci'nin yeni oyuncakları için buradan yakın. Yazıhan...

-
ODTÜ Matematik Bölümü'nün 58 derecelik sınıflarında diferansiyel denklemlerle boğuşurken ihtiyaç vardı aslında basketbola, ama günleri...
-
Yarın Almanya ile oynuyoruz. (Ben uyuyup uyanacağım daha.) Yıllarca izlemeye tahammül edemediğim milli takımlarından sonra başarı elde etme...
-
UCI Pro Tour'da bahar klasikleri devam ediyor. 11 Nisan Pazar günü, " The Queen of the Classics " veya " Hell of the Nor...