
Lance Armstrong'un sekizinci Tour De France şampiyonluğu için geri dönüş kararı spor gündemini uzun süre meşgul etti. Bunun üzerine geçen hafta da bir başka geri dönüş haberi geldi ajanslardan. Spor dünyası için ilki kadar büyük bir haber değildi tabi bu. Yine de gerek Tennessee'deki kolej kariyeriyle, gerekse de Madison Square Garden insanlarına yaşattıklarıyla herkesin takdirle andığı bir isim Allan Houston. Tennessee'deki üç sayı isabeti rekorunu gelecek sene Mersin semalarında izleyeceğimiz Chris Lofton'a kaptırdıktan sonra, en azından Knicks'teki rekorlarını koruyabilmek için geri dönme çabalarında anlaşılan. Bıraktığımız Houston'ın Mike D'Antoni'nin sisteminde ne kadar büyük bir parça olacağı ortada, tek soru işareti ise bu uzun ayrılık sonrası formunun ne düzeyde olduğu. D'Antoni de Quentin Richardson'ı kafa olarak basketbola geri döndürmekten daha kolay bulmuş olabilir bu formülü. Stephon Marbury ile birlikte yaz kampına katılması bekleniyor Houston'ın, ilk haberleri merakla bekliyoruz.

Üst üste gelen bu
comebackler sonrası geçmişe gittik ister istemez, gidebildiğimiz kadar tabi. Bazıları da babalarımızdan duyduğumuz, orada burada okuduğumuz geri dönüşler. Liste konusunda biraz sabıkalı olsam da yeni bir Top 10 ile karşınızdayım, yalnız bu sefer tek oturumda halletme niyetindeyim... İçlerinde başarılı olanları kadar başarısız olanları da var, amacım spor dünyasına bomba gibi düşmüş olanları ayıklamaktı daha çok.
1. Michael Jordan (Basketbol): Birçok kişinin bildiği bir hikaye MJ'in Bulls ile yaptığı
three-peat sonrası basketbolu bırakma kararı alması. "Space Jam" filmini izlemiş olmanız bile yeterli aslında o dönemden haberdar olmanız için. Babası öldürüldükten sonra oyuna duyduğu arzuyu kaybettiğini açıklayan Jordan ilk vedasını ediyordu. Bunun ardından babasının onu her zaman görmek istediği bir şekilde sahalara geri dönüyordu, ama farklı olarak beyzbol sahalarına... Bu deneme yeteri kadar başarılı olmadı, öte yandan basketbol dünyası da onun yerini doldurmayı başaramamıştı. 6 Ekim 1993'te bıraktığı basketbola 18 Mart 1995'te geri dönüyordu Air Jordan. Yukarıda gördüğümüz 45 numaralı formasıyla... Bu kararın geri dönüşü ise yeni bir
three-peat idi Bulls ve Jordan adına. Efsanevi 1998 finallerini hatırlarsınız. Heralde Bryon Russell'ın üzerinden gönderilen o şuttan güzel bir veda olamazdı. Aynı dönemde Phil Jackson'ın kontratının bitmek üzere olması, Scottie Pippen'ın takasını istemesi ve Dennis Rodman'ın ayrılması His Airness'ın karar sürecini çabuklaştıran unsurlardı. Lokavt sezonunun hemen öncesinde bir kez daha veda konuşması yapıyordu Jordan, 13 Ocak 1999 idi tarih. 25 Eylül 2001'de geri dönmesi çok fazla kişiyi şaşırtmadı, basketbol operasyonlarını yürüttüğü Wizards için geri döneceği zaten uzun süredir konuşuluyordu, o bunu 9/11 olaylarına bağlamıştı gerçi. 2 güzel sezon daha ekledi Jordan mükemmel kariyerine, Jermaine O'Neal'ın saçmalamaları olmasa daha da güzel bir veda ile uğurlayacaktık belki onu. Şimdilik 16 Nisan 2003'te First Union Center'daki maç son maçı gözüküyor. Geçen sezonki Bobcats dedikodularına rağmen ben döneceğini sanmıyorum pek, 45 oldu zaten artık. 45? Lan?!
2. Muhammad Ali (Boks): Ali de zirvedeyken bırakmayı tercih edenlerdendi aslında. 1978 yılının eylül ayında Leon Spinks'ten sene başında kaybettiği unvanını geri aldıktan sonra ringlere veda kararını açıkladı. Ama böyle büyük bir kariyerden sonra emekli hayatına ayak uydurmak kolay değildi. Hala en iyi olduğunu düşünüyordu ve bunun böyle olup olmadığını görmesi gerekiyordu. 1980 yılında tekrar ringdeydi, karşısında da bir başka efsane Larry Holmes vardı. Bu maç öncesi sağlığı hakkında birçok söylenti vardı ve daha sonra bu söylentilerin asılsız olmadığı da ortaya çıkacaktı. Verdiği bir röportaj sırasında sürekli olarak duraksadığı, cümlelerin sonunu getiremediği görüldü. Beyninde bir hasar olduğu ortadaydı, ama doktorların tüm uyarılarına rağmen Holmes'ün karşısına çıkmaktan kendini alamadı. Fiziksel olarak bıraktığı günden de iyi durumdaydı ama beyni onu yüzüstü bırakmıştı bir kere. Angelo Dundee beyaz havluyu attığında onbirinci round idi. Ali pes etmedi, ancak eski günlerindeki başarılara erişmesi artık olanaklı görünmüyordu. 1981'in aralık ayında karşısında bu sefer Trevor Berbick vardı. Nassau'da tarihe 'Drama in Bahama' olarak geçen mücadele Ali için bir sonun habercisiydi. Artık 40 yaşına gelmişti ve hastalığı da çoktan teşhis edilmişti. Bir Parkinson hastası olarak ringlere veda ettiğinde çoğu kişi hiç dönmemiş olmasını yeğlerdi. Belki de spor tarihinin en dramatik vedasıydı Nassau'daki...
3. Alain Prost (Formula 1): Alain Prost'un geri dönüşü çok tartışılsa da kağıt üzerinde en başarılı
comebacklerden biridir. Aslında Prost'un vedası bu listedeki isimlerin çok da alışık olmadığı bir şekilde gerçekleşti. Prost 1991 sezonunun sonu gelmeden Scuderia'dan kovuldu. Ferrari çok da haksız sayılmazdı aslında. Sene başında bir başka efsane Nigel Mansell, Prost ile olan ilişkisinden bıktığını söyleyip geldiği yere, Williams'a gidiyordu. Ferrari'den kimse de çıkıp dur demedi, kesin olarak Prost'un arkasındaydı takım. Peki o Prost ne yaptı? Yeni şasisini bir türlü oturtamayan ve bu nedenle rakipleri Williams ve McLaren'ın çok çok gerisinde kalan Ferrari'ye aynı vefayı göstermeyi düşünmedi bile. Aracın tutuşunun bir kamyonunkinden farksız olduğunu söyleyip takımı eleştirdi. Aracı çok daha kötü olan takım arkadaşı Jean Alesi ağzını bile açmazken... Tek bir yarış kazanamayıp, yalnızca beş kez podyuma çıkabildiği sezon bitmeden kovulduğunu öğrendi. Bir Australian GP öncesi... Yerini ise özkaynaklardan Gianni Morbidelli alacaktı. Prost 1992'yi dinlenerek geçireceğini açıkladı. Daha çok bir pusu yılıydı aslında 1992 onun için. Zira gözünü bu sefer de Mansell'ın Williams'taki koltuğuna dikmişti. Bunu da başardı. Yaptığı her şeye rağmen hiçbir zaman Prost'un saygınlığına yaklaşamayan Mansell dedikodular ortaya çıkar çıkmaz bir CART takımıyla anlaştı. Prost bununla da yetinmiyordu, sözleşmesindeki bir maddeyle Ayrton Senna'ya Williams kapılarını sezon sonuna kadar kapadı. Başarılı bir kariyeri zirvede bitirmek için her şeye sahipti, ama bu sefer de takım arkadaşı Damon Hill onu zorluyordu. O sezonki berbat McLaren'a rağmen Senna da şampiyonluk yarışının içindeydi. Fakat Prost dördüncü ve son şampiyonluğuna ulaşmayı başarıyordu. Kariyeri boyunca her türlü sürtüşmeye girdiği Senna vedasında onu ilk kucaklayanlardan biriydi... Hepimizin tanıdığı bir Alman sahneye çıkıp da kırılmadık rekor bırakmayana kadar birçok unvanı elinde tuttu Prost. En iyi geri dönüşler dendiğinde de ismini hatırlamamak imkansız.
4. Naim Süleymanoğlu (Halter): Bizden biri ile devam edeceğim. Çok geriye değil 2000 yılına gidiyoruz. Artık halter ile ilgilenenlerin yüzü tamamıyla Halil Mutlu'ya dönmeye başlamış. Ama bir efsane son kez denemek istiyor. Kim, ne şekilde ikna etmiş bilmiyorum. Belki de kendi kararıdır. Ama 2001 yılında Olimpiyat Nişanı ile de ödüllendirilecek, üç altın madalyalı bir sporcu bu geri dönüşe neden gerek duydu merak ediyorum. Kariyerinde 46 dünya rekoru bulunuyordu, 47. rekor gelmedi ve Sydney'den eli boş ayrıldı efsane. En kötü geri dönüş müdür bilinmez ama belki de en gereksiz olanıydı.
5. Pelé (Futbol): Pelé'ninki biraz daha farklı bir geri dönüştü. 1972'de bıraktığı Santos için arada sırada sahaya çıkmaktan kendini alamıyordu. Onu bu yarı emeklilik döneminden çıkaransa kıtanın kuzeyinden gelen teklif oldu. New York Cosmos'un ondan beklentisi saha içi performansından ziyade futbol elçiliğiydi. 1975 sezonuyla başlayan ve üç sezon süren bu macera çoğu kişiye göre ABD'de futbol için atılan ilk tohumdu. Sonrasında 1994 Dünya Kupası'nın organize edilmesine kadar gitti bu süreç. Bugün Pelé Amerikan toplumunu gördükçe yüreği cız ediyordur tahminimce. Katedildiği düşünülen onca mesafeden sonra bugün Amerikan halkının büyük çoğunluğu 'soccer' denince kadın sporu diyerek kestirip atıyor. Biz CM oynayanlar Freddy Adu'nun yeni bir rüzgar yaratabileceğini düşünüyorduk ama o da yalan oldu sanki. Sanırım en büyük gücün domine etmeye en uzak olduğu şey futbol dünyası halen. Yine de Pelé'nin bu macerasının başarılı bir geri dönüş olduğunu söyleyebiliriz. Sanırım futbolu
prime-timea sokmak, ABC'nin spor haberlerinde açılış jeneriğine girmek ABD'de yapılacak en büyük işlerdi bir futbol efsanesi için. Pelé de bunu yaptı...
6. Katarina Witt (Buz Pateni): 2 Olimpiyat Altını, 4 Dünya Şampiyonluğu, 6 Avrupa Şampiyonluğu. Bunlar Katarina Witt'in somut başarıları. Aynı zamanda bu zarif kız kariyeri boyunca 'sosyalizmin güzel yüzü' olmayı da başardı. Savaş zamanında Karl-Marx-Stadt adını alan Chemnitz'de doğdu ve Doğu Almanya'nın çıkardığı en büyük sporcu oldu. Ülkesini yıllarca en güzel şekilde temsil ettikten sonra 1988'de kariyerine nokta koydu. Stasi ile yakın ilişkiler içerisinde olduğu biliniyordu ama biz onu Debi Thomas ile olan müthiş rekabetiyle tanıyoruz. O dönem TRT'nin bu spora gösterdiği ilgi de sıkça adını duymamızı sağlıyor babalarımızdan. Böyle bir kariyerden sonra geri dönüş yapmak kolay değildir, ama Witt bu
comebackin sportif bir hırsın sonucu olmadığını henüz başlangıçta dile getirip beklentileri aşağıya çekmişti. 1994'te Lillehammer'deki Kış Olimpiyatları'nda boy gösterdi ilk olarak. Sporu bıraktıktan sonra ülkesinde birçok şey değişmişti, bunun sonucunda artık Batı Alman sporcularla aynı bayrak için mücadele ediyordu. BRD bayrağının göndere çekilmesini sağlayamadı belki, sadece yedinci olmuştu, ancak birçok güzel mesaj verdi bu organizasyon sırasında Witt. İlk altınını kazandığı Saraybosna savaşın ortasındaydı. Norveç'te "Where Have All the Flowers Gone" şarkısının Almanca versiyonu yankılanıyordu. Witt'in ağzından ve Saraybosna konulu barış mesajları içeren haliyle. Norveç'te bulunma sebebi ülkesine yıllar sonra gelen özgürlüğü kutlamaktı ve tüm insanların özgür olabilmesiydi dileği. Belki en başarılı geri dönüş değildi onunkisi ama hiç şüphesiz en anlamlı olanıydı...
7. Martina Navratilova (Tenis): Teklerde 167, çiftlerde 177 turnuva kazandı Martina Navratilova. Tahmin ettiğiniz üzere rekor ona ait, hiçbir erkek ya da kadın bu rakamlara yaklaşamadı bile. Bunların arasında
Grand Slam turnuvaları da mevcut çokça. Ona en ters gelen Fransa'da bile 2 tek, 7 çift olmak üzere 9 şampiyonluğu var. Böyle mükemmel kariyerlere kolay sahip olamıyorsunuz, içinizde sizi 50 yaşına kadar kort üzerinde tutan bir tenis sevgisi varsa başka tabi. 1956 doğumlu Navratilova, iki sene öncesine kadar hala kortlarda boy gösteriyordu. 1994'te emekliliğini açıklaması çok büyük bir sürpriz olmamıştı, ama bundan tam 6 yıl sonra çiftlerdeki mücadeleye ortak olma kararı herkesi şoke etmeye yetti. Arada sırada teklerde de mücadele ediyordu, aldığı
wild card çok eleştirilse de Wimbledon 2004'te ilk turu geçmeyi başarıyordu. Bu onu profesyonel anlamda tekler maçı kazanan en yaşlı tenisçi yapıyordu. Navratilova'nın içindeki tenis aşkı başka bir şeydi, geri dönüşü ona çok büyük başarılar ya da büyük paralar getirmedi belki ama içindeki aşkı tatmin etmeyi başardı. Hala da nerede bir gösteri maçı varsa, Navratilova da orada.
8. George Foreman (Boks): Bir başka boksör var sırada. Muhammad Ali gibi bir efsane olmasa da geçmişteki en büyük şampiyonlardan biri George Foreman. 1974 yılında Türkiye için de profesyonel boksla tanışma niteliğindeki maçta Ali'den sağlam dayak yemiştir ve o maçla akılllarda kalmıştır burada. Oysa ki tarihe 'Rumble in the Jungle' diye geçen mücadele Foreman'in kariyerindeki tek knock-out olarak kalacaktır yıllarca. Zaire'deki bu maç sonrası 1975'te dövüşmez Foreman, ancak geri dönecektir. 1976'da Ring Magazine tarafından yılın dövüşü ilan edilen karşılaşmada Ron Lyle ile karşılaşır ve bu maçı kazanır. Ancak sene sonunda daha önce çok rahat bir şekilde knock-out ettiği bir başka efsane Joe Frazier'a net favori gösterildiği maçta yenilmesi kariyerini bir kez daha masaya yatırmasına neden olur. 43-2 mükemmel bir derecedir ama son mağlubiyet onu çok rahatsız etmiştir. 1977'de sağlığında olan bozulmalar da karar vermesini kolaylaştırır, 28 yaşında ilk kez veda eder ringlere. 1988'de geri dönüşü herkesi şaşırtır, zira Amerikan televizyonlarına son kez çıktığında bir yağ kütlesi halini almıştır Foreman. Ama ringlere döndüğünde son derece formdadır, buna rağmen 42 yaşında Evander Holyfield'ı 7. roundda knock-out etmesi bir başka şaşkınlık dalgasına sebep olacaktır. Eskisine göre çok daha rahat dövüştüğünü ve farkı yaratanın bu yeni kararlı stili olduğunu söyler Foreman. 45 yaşında Michael Moorer'ı yenip ağır siklet kemerini takan en yaşlı isim olur. 48 yaşında yeni hedefi Lennox Lewis'i alt etmektir, fakat eleme mücadelesinde Shannon Briggs'e kaybeder hakem kararıyla. Unvana bu kadar yaklaşıp da kaybetmek ona çok koyar ve 1996'da bu sefer tam anlamıyla asar eldivenlerini. Bu geri dönüş spor tarihinin en başarılı geri dönüşleri arasında gösterilir, belki de geri döndükten sonra eski kariyerini gölgede bırakmıştır Big George. O kilolu halinden nasıl kurtulduğu da çok merak edilir, kendisi işin sırrı olarak bu dönemde kullandığı ve etin yağını akıtan elektrikli ızgaraları işaret etmiştir. Muhtemelen büyük bir yalandır ama işe yaramıştır da. Boks kariyerinde kazanmadığı parayı ticaret hayatında kazandığını söylüyor Foreman. Yine de bu geri dönüşle hatırlanacaktır yıllarca, o işi sağlama alıp 5 erkek çocuğuna da George adını koymuştur ama...
9. Dara Torres (Yüzme): Los Angeles doğumlu milyoner kızı Dara Torres de spora sonuna kadar bağlı isimlerden. Los Angeles, Seul ve Barcelona'da aldığı ikisi altın dört madalya sonrası özel yaşamına geri dönmüştü Torres. Sydney'de ABD takımıyla aldığı 2 altın ve bireysel kategorilerde aldığı 3 bronzla geri döndü Dara. Atina'yı pas geçip de 2006 yılında kızı Tessa'yı dünyaya getirdikten sonra ise kimse geri dönmesini beklemiyordu. Fakat 41 yaşında beşinci olimpiyatı için Pekin'deydi. ABD için veya kendisi için değil dünya üzerindeki tüm yaşıtları için yüzdüğünü belirtti defalarca. Takım olarak aldıkları iki gümüş bir kenara da atletizmdeki 100 metre yarışına tekabül eden 50 metre kategorisinde gümüşe ulaşmasına ne denir bilmiyorum. Hem de 16 yaşındaki Cate Campbell'ın önünde. Asla bir annenin yüreğini hafife almayın!
10. Martina Hingis (Tenis): Listedekiler arasından en sevdiğim sporcuyu sona bıraktım. Henüz 16 yaşında Monica Seles'i yenip hayatına girmişti tenisseverlerin Martina Hingis, "Kim bu kız?" soruları eşliğinde... Ancak çok genç yaşta parlayan bu yıldız, yine çok genç yaşta kariyerine nokta koyduğunu açıklayacaktı. 23 yaşındaydı ama ayağındaki kronik sakatlıklar peşini bırakmıyordu. Swiss Miss kariyerinin yalnızca yedi yıllık bu dönemine 40 tekler, 36 çiftler şampiyonluğu sığdıracaktı. 209 haftalık WTA liderliği de bu alanda ismini Navratilova ve Graf gibi efsanelerin hemen arkasına, dördüncü sıraya yerleştirmesini sağlıyordu. Şubat 2005'te tekrar korttaydı Hingis, kendini denemekti amacı. Ama vasat Alman tenisçi Marlene Weingartner'e yenilmekten hiç memnun kalmamıştı. Bu başarısız denemeden sonra herhangi bir geri dönüşün mümkün olmayacağını deklare etti. Temmuz ayında yapacağı birkaç maç fikrini değiştirmesine yetecekti. Kasım 2005'te WTA Tour 2006 için hazır olduğunu söyleyerek resmen geri döndü. Avustralya Açık'ta çeyrek finale kadar yürüdü, fakat ana tablonun alışık olmadığı yerlerindeydi. Bu nedenle de karşısında 2 numaralı seribaşı Kim Clijsters'ı bulacaktı. Onun için sonun geldiğini gösteriyordu bu eşleşme. Hemen ardından Tokyo'da Maria Sharapova, California'da Lindsay Davenport karşısında aldığı galibiyetlerle "Bende hayat var" mesajını verdi tüm tenisseverlere Hingis. Berlin'de Elena Dementieva'yı eleyip, dönemin 1 numarası Amelie Mauresmo'ya mağlup olacaktı. Fransa Açık'ta ise bir kez daha Clijsters engelini bulacaktı karşısında. Wimbledon geldi çattı. Beklentiler üzerinde yoğunlaşmıştı ama çok sevdiği ve üzerine çok yakıştığı Centre Court'u göremeden rüyadan uyanmak zorunda kaldı. Ai Sugiyama'ya üç sette verdiği üçüncü tur maçı herkesi hayal kırıklığına uğratmıştı. Bu şoka rağmen ayağa kalktı ve sene sonunda 7 numaraya kadar yükseldi. 2007'de Wimbledon'da tekrar başarıydı en büyük amacı. Sezona Avustralya Açık'ta bir kez daha Clijsters'a yenilerek başladı. Fransa Açık öncesi baş gösteren kalça sakatlığı nedeniyle bu
Grand Slam turnuvasını pas geçmeye karar verdi, ama Wimbledon geldiğinde hala tam formunda değildi. Kendisinden çok daha düşük seviyede olduğunu düşündüğüm Laura Granville'e eleniyordu. Yine üçüncü turda, bu sefer sadece iki sette. Kariyerinin ilk döneminde hırçın tavırlar sergileyen, basın toplantılarında ona buna laf atan Hingis yoktu artık. Belki yıllar ve yaşadığı zorluklar olgunlaştırdı, belki de erken yaşta kazanılan başarıların getirdiği şımarıklıktı eski vukuatlarının nedeni sadece... 2007'nin sonunda bir kez daha emeklilik kararı aldı Hingis. Bunun en büyük sebebi olaraksa Wimbledon sırasında pozitif çıkan testleri gösteriliyordu. Hingis kokain kullanmadığını ve bırakma sebebinin bu olmadığını defalarca dile getirdi. Birçok kez de özel tahliller yaptırdı, ama pek fazla kişiyi de ikna edemedi. Camiada da pek seveni olduğunu söylemek güç. Onun sivri dilinden nasibini almayan pek az kişi var zira. Meşhur açıklamalarından biriyle bitirelim, altına hiç çekinmeden imzamı atarım. 1999 Avustralya Açık Finali öncesi çirkin lezbiyen rakibi Amelie Mauresmo hakkında söyledikleriyle maça 1-0 önde başlıyordu belki de...
"She's here with her girlfriend. She's half a man already."