31 Ekim 2008 Cuma

Lamar Odom




Lamar Odom'ın akıllanmasını bekleyenlerden misiniz? Ya da bu sene Bynum-Gasol ikilisinin arkasında alacağı yeni rol umutlara mı vesile oluyor içinizde? Bir yukarıya göz atın derim ben... Berk de pek suçsuz sayılmaz tabi.

Şaka bir yana Odom'ın geçen seneki felaket play-off performansından sonra bir an evvel takas edilmesini isteyenler çoğunluktaydı. Özellikle taraftarlar içinde... Otoriteler arasında birçok isimse kadronun bu uyumunun bozulmamasından yanaydı. Odom'ın 3 numaraya kaydığında, bu yaz şutunu da geliştirdiği takdirde daha verimli olabileceğinden dem vuruyorlardı. Açıkçası mevzubahis isim Odom olunca, 'gelişim' kelimesi kulağımı tırmalıyordu fazlaca. Ancak ikinci skor opsiyonuyken düştüğü durumları düşününce, sorumluluğu kırpılmış bir Odom'ın geçen seneden daha zararsız olabileceğini düşünüyordum. Aynı zamanda takım Ronny Turiaf'i, doğal olarak, tutamayınca daralan uzun rotasyonumuza her zaman bir katkı verebilirdi rebound gücüyle. Ben takas olmasını isteyenler tarafındaydım ama piyasada karşılığında alınabilecek çok da fazla isim olduğu söylenemezdi. Jordan Farmar'ın patlaması beklenen bir sezonda Kirk Hinrich'i alıp, sezona başlangıcıyla beklentileri karşılayacağını gösteren genç oyuncunun önünü kesmek anlamsız olurdu. Richard Jefferson ve Mike Miller isimleri iştah kabartıcıydı benim açımdan. Özellikle de ikincisi... Ama özkaynaklardan gelen bir diğer isim Trevor Ariza da bu sene bu ikiliyi aratmayacağa benziyor. Bir dönem de Pat Riley'nin Odom hakkındaki övgü dolu sözleriyle Shawn Marion için umutlananlar olmuştu. O iş de yattı sonradan, zaten ben sevmem Matrix'i...

Bugünkü tabloya bakınca yine Odom'ın oyuna konsantre olması için dua edeceğimiz günler kapıda. Yalnız geçen play-off ile karşılaştırınca buna daha az ihtiyacımız var. Phil Jackson sezona Vlade Radmanovic ile başlasa da Ariza'nın rotasyonda en fazla yer kaplayan 3 numara olacağı aşikar. Andrew Bynum'ın dönüşü de Odom'ı bir adım daha geriye itmiş durumda. Lamar'ın da bu durumdan pek memnun oılduğunu söyleyemeyiz. P-Jax'in sezon başında kendisinin rolü hakkında yaptığı açıklamalar sonrası, gereksiz ve bir o kadar da salakça bir çıkış yapmıştı Odumb. Bynum'a yapılan 3+1 yıl ve 58 milyon dolarlık kontrat teklifi de takımın gelecek planlarında Lamar'ın yer bulamadığına yoruldu pek çoklarınca. Ben bu yaz bir şekilde gönderilmesini yeğlerdim, ama Lamar'ın rezil final performansı sonrası düşen piyasası Mitch Kupchak'in önündeki makul alternatifleri oldukça sınırladı. Bunu da hesaba katmak lazım...

Son olarak: Bu sene şampiyon görelim sizi!

In Heavy Rotation - Ekim 2008


1. Emilíana Torrini - Me And Armini (2008)
Top 2: Bleeder, Me And Armini

2. Ocean Colour Scene - Moseley Shoals (1996)
Top 2: The Riverboat Song, You've Got It Bad

3. The Moonstone Project - Time To Take A Stand (2006)
Top 2: Slave Of Time, Where Do You Hide The Blues You've Got

4. David Gilmour - Live In Gdańsk (2008)
Top 2: Comfortably Numb, Echoes

5. Metallica - Death Magnetic (2008)
Top 2: All Nightmare Long, The Judas Kiss


6. The Verve - Forth (2008)
Top 2: I See Houses, Love Is Noise

7. Calexico - Carried To Dust (2008)
Top 2: Two Silver Trees, Fractured Air

8. Steve Vai - The Ultra Zone (1999)
Top 2: The Silent Within, Frank

9. R.E.M. - Monster (1994)
Top 2: Bang And Blame, Star 69

10. Cinderella - Heart Break Station (1990)
Top 2: Shelter Me, The More Things Change


Not: Teşekkürleri de pas geçmeyelim... İlk teşekkür Matt Filippini'nin bu projesinden bihaber geçirdiğim günleri ne mutlu ki sonlandıran Mirol Thane'e. Listenin 3 numarası için. Her ne kadar bu teşekkürü görme ihtimali düşük olsa da... İkincisi de Cinderella'yı yeniden keşfetmeme vesile olan Taksim gruplarından Bluestooth ve güzel frontwomanına. Onlar MR (evet, Midfielder Right) de diyor gerçi...

10 Ekim 2008 Cuma

Chuck Says #3


"If there was 16,000 people there, I'll walk from here to Oakland."*

* Atlanta Hawks salondaki seyirci sayısının 16,000 olduğunu açıkladıktan sonra

8 Ekim 2008 Çarşamba

Chuck Says #2


"If he can make Adam Sandler funny, then they should give him the Oscar right now."*

* "About Schmidt" filmindeki rolüyle Oscar adaylığı alan ve o sıralar Adam Sandler ile çekeceği filmle gündemde olan Jack Nicholson hakkında

Chuck Says #1


"I'm just what America needs: Another unemployed black man."

Body Language vs. Körpersprache


Michael STIPE



Michael SKIBBE

5 Ekim 2008 Pazar

Tandır


Medya günleri serisinin sonunu getirebilir miyim, emin değilim. Bazı takımların fotoğraflarına ulaşmak çok kolay olmuyor zira. Yine de kayda değer fotoğrafları zaman içerisinde bloga taşımaya çalışacağım. Özellikle Minnesota yöresinden gelen gayet eğlenceli fotoğraflar var. Kevin Love yine güldürüyor, eski topraklardan Mark Madsen da orada...

Pas geçemeyeceğimiz fotoğraflar ise OKC Thunder'ın medya gününden gelenlerdi. Takımın yeni formaları hakkındaki dedikoduların gerçeği yansıttığını gördük ne yazık ki. Sitelerde 'çamaşır suyunda bekletilmiş Knicks forması' gibi bir tanımlama vardı Thunder'ın iç saha forması için. Doğru söze ne denir... Kaliteli bir fotoğrafını bulamadığım için buraya koyamadığım deplasman forması da daha iyi durumda değil, bence. Turuncu formaları sevmişimdir genelde, böyle bir tercihle biraz olsun kazanabilirlerdi beni. Ama maviyi tercih etmiş onlar.


Gerçekten çok büyük bir fırsattı franchiseın elindeki. Eğer NBA'i takip etmeye bu sezon başlayacak olsam, ligin yeni takımını tutma eğiliminde olabilirdim. Hoş bir düşünce, kulübün ilk sezonuna da şahit olacaksın sonuçta. Fakat yine de şu haliyle şu takımı tutmamı sağlayacak bir motivasyon olmazdı bu hoş düşünce... Gary Payton günlerinden kalma bir antipatim vardı Sonics'e. Yeni yapılanan takıma karşı ise nötrdüm. Ancak adamım Russell Westbrook'u draft ettikleri an büyük takdirimi kazandılar. Kusura bakma RW, ama olmaz... Belirlenen logodan tutun da, seçilen NBDL takımı ismine kadar belki de spor tarihinin en kötü yönetilmiş süreçlerinden biriydi bu taşınma süreci. Bu kişiliksiz formalar da tuz biber ekti bana göre. Açıkçası Oklahoma City'de yaşasam, kısıtlı sürede bıraktıkları güzel hatıraları da düşünerek Hornets'ı desteklerdim.

Bakalım Sam Presti'nin önderliğinde gayet başarılı bir rebuilding yaptığına inandığım bu takım sahaya ne koyacak. İsmini zorunda kalmadıkça zikretmeme konsunda kararlıyım, batug.com forumlarından çıkan OKC Anneleri ismi bile daha cazip geliyor şimdi bakınca.


Bu arada batug.com demişken güzel bir haberi de atlamayalım. Aslında başlı başına bir yazı konusu olmayı hak edecek kadar büyük bir yeri var bu sitenin benim hayatımda. Oyunu sevmemi o sitenin kuruluşunda pay sahibi olan güzel insanlara borçluyum en çok, belki de... Onlardan önce Murat Murathanoğlu&İsmet Badem ikilisinin de payını yadsımamam lazım tabi. Neyse uzun süren sessizliğin ardından geri döndüler. Her F5 yeni bir yazı ile karşılaşmanızı sağlayabiliyor, o derece güncel... Kısacası bu link tekrar ait olduğu yere, sık kullanılanlar listesine giriyor. Hadi hayırlısı... NBA Türkiye hakkında yazdığım yazı nedeniyle korkmuyor da değilim, ama sanıyorum batug.com hayatımızdaki eski yerine kavuşacak tekrardan.

Daldan dala atlıyoruz bu gece, aynen devam edelim. Yukarıdaki adam Robert Swift, hani ilgilenen olursa diye...

Patético de Madrid

Ayıptır söylemesi şahane bir konserdeydim de, çok merak ettiğim bu maçı kaçırmış bulundum. Michael Stipe sağolsun, zerre kadar pişman değilim. Fotoğraflar eşliğinde sözü Adnan Aybaba'ya bırakıyoruz vakit kaybetmeden: Vay anam vay, neler dönmüş Serhat ya?



Yalnız Chelsea'ye attığı frikik golünden sonra Thierry Henry'yi arkadaş ortamlarında en hararetli biçimde eleştirmiş biri olarak, Lionel Messi'nin golüne değinmezsem objektifliğimi kaybetmiş olurum. Yapmasan daha iyiymiş be Leo! Hayır, ihtiyacın da yok...

Yeni Sezonda Yeni Vlad?


Vlad Radmanovic renkli bir kişilik. Tuttuğum takımda bulunmasını isteyeceğim türden bir oyuncu, tabi sahada mümkün olduğu kadar az kalması şartıyla. Arada girip birkaç üçlük kullanmasının kimseye zararı olmaz, ama o kadar... Geçen sezon Trevor Ariza'nın da yokluğunda kendisinden ilk beş oyuncusu yaratmaya çalışınca, hayal kırıklığı yaşadık haliyle. Doğrudur. Yine de ligin gördüğü en kansız oyunculardan Luke Walton ile eşdeğer tutulmasına yüreğim elvermez. Lamar Odom'ın aksine, rolünde yapılacak değişimlere hazır olduğunu, bunu kolayca kabullenebileceğini söylemiş medya gününde. Takımdaki herkesin her zaman mutlu olmasının mümkün olmadığından dem vurup, büyük resme bakmanın gerekliliğinden bahsetmiş Space Cadet. Birkaç klişe ifadeyle de desteklemiş argümanını, alıntılamaya ihtiyaç duymuyorum. Alıntılamak istediğim ise son final serisinden sonra inanmakta çok zorlandığım aşağıdaki ifadeleri. Umarım bunu inanarak söylüyordur. Zira ne kadar küçümsense de Radmanovic takımda eşi olmayan bir parça. 3 numara için düşünülen diğer isimlerin aksine, Vlad sahada kaldığı her dakikada dış şut tehdidiyle rakip takım için sıkıntı yaratabiliyor. Böyle oyuncuların varlığı takımın go-to-guyı için altın değerinde... Rastgele Radman!

"I think I've matured a lot as a player. First of all, in my head."


Renkli dedik, koyduğumuz fotoğraflar da çok uygun... İlk fotoğrafta "Scarface" filminde Tony Montana'nın sağ kolu Manny Ribera basbayağı. İkinci kare de beni "Snatch"e götürdü ama karakter ismi konusunda çok emin değilim, bir ara araştırma niyetindeydim de filmdeki cast malumunuz...

4 Ekim 2008 Cumartesi

Comeback Kings


Lance Armstrong'un sekizinci Tour De France şampiyonluğu için geri dönüş kararı spor gündemini uzun süre meşgul etti. Bunun üzerine geçen hafta da bir başka geri dönüş haberi geldi ajanslardan. Spor dünyası için ilki kadar büyük bir haber değildi tabi bu. Yine de gerek Tennessee'deki kolej kariyeriyle, gerekse de Madison Square Garden insanlarına yaşattıklarıyla herkesin takdirle andığı bir isim Allan Houston. Tennessee'deki üç sayı isabeti rekorunu gelecek sene Mersin semalarında izleyeceğimiz Chris Lofton'a kaptırdıktan sonra, en azından Knicks'teki rekorlarını koruyabilmek için geri dönme çabalarında anlaşılan. Bıraktığımız Houston'ın Mike D'Antoni'nin sisteminde ne kadar büyük bir parça olacağı ortada, tek soru işareti ise bu uzun ayrılık sonrası formunun ne düzeyde olduğu. D'Antoni de Quentin Richardson'ı kafa olarak basketbola geri döndürmekten daha kolay bulmuş olabilir bu formülü. Stephon Marbury ile birlikte yaz kampına katılması bekleniyor Houston'ın, ilk haberleri merakla bekliyoruz.


Üst üste gelen bu comebackler sonrası geçmişe gittik ister istemez, gidebildiğimiz kadar tabi. Bazıları da babalarımızdan duyduğumuz, orada burada okuduğumuz geri dönüşler. Liste konusunda biraz sabıkalı olsam da yeni bir Top 10 ile karşınızdayım, yalnız bu sefer tek oturumda halletme niyetindeyim... İçlerinde başarılı olanları kadar başarısız olanları da var, amacım spor dünyasına bomba gibi düşmüş olanları ayıklamaktı daha çok.


1. Michael Jordan (Basketbol): Birçok kişinin bildiği bir hikaye MJ'in Bulls ile yaptığı three-peat sonrası basketbolu bırakma kararı alması. "Space Jam" filmini izlemiş olmanız bile yeterli aslında o dönemden haberdar olmanız için. Babası öldürüldükten sonra oyuna duyduğu arzuyu kaybettiğini açıklayan Jordan ilk vedasını ediyordu. Bunun ardından babasının onu her zaman görmek istediği bir şekilde sahalara geri dönüyordu, ama farklı olarak beyzbol sahalarına... Bu deneme yeteri kadar başarılı olmadı, öte yandan basketbol dünyası da onun yerini doldurmayı başaramamıştı. 6 Ekim 1993'te bıraktığı basketbola 18 Mart 1995'te geri dönüyordu Air Jordan. Yukarıda gördüğümüz 45 numaralı formasıyla... Bu kararın geri dönüşü ise yeni bir three-peat idi Bulls ve Jordan adına. Efsanevi 1998 finallerini hatırlarsınız. Heralde Bryon Russell'ın üzerinden gönderilen o şuttan güzel bir veda olamazdı. Aynı dönemde Phil Jackson'ın kontratının bitmek üzere olması, Scottie Pippen'ın takasını istemesi ve Dennis Rodman'ın ayrılması His Airness'ın karar sürecini çabuklaştıran unsurlardı. Lokavt sezonunun hemen öncesinde bir kez daha veda konuşması yapıyordu Jordan, 13 Ocak 1999 idi tarih. 25 Eylül 2001'de geri dönmesi çok fazla kişiyi şaşırtmadı, basketbol operasyonlarını yürüttüğü Wizards için geri döneceği zaten uzun süredir konuşuluyordu, o bunu 9/11 olaylarına bağlamıştı gerçi. 2 güzel sezon daha ekledi Jordan mükemmel kariyerine, Jermaine O'Neal'ın saçmalamaları olmasa daha da güzel bir veda ile uğurlayacaktık belki onu. Şimdilik 16 Nisan 2003'te First Union Center'daki maç son maçı gözüküyor. Geçen sezonki Bobcats dedikodularına rağmen ben döneceğini sanmıyorum pek, 45 oldu zaten artık. 45? Lan?!


2. Muhammad Ali (Boks): Ali de zirvedeyken bırakmayı tercih edenlerdendi aslında. 1978 yılının eylül ayında Leon Spinks'ten sene başında kaybettiği unvanını geri aldıktan sonra ringlere veda kararını açıkladı. Ama böyle büyük bir kariyerden sonra emekli hayatına ayak uydurmak kolay değildi. Hala en iyi olduğunu düşünüyordu ve bunun böyle olup olmadığını görmesi gerekiyordu. 1980 yılında tekrar ringdeydi, karşısında da bir başka efsane Larry Holmes vardı. Bu maç öncesi sağlığı hakkında birçok söylenti vardı ve daha sonra bu söylentilerin asılsız olmadığı da ortaya çıkacaktı. Verdiği bir röportaj sırasında sürekli olarak duraksadığı, cümlelerin sonunu getiremediği görüldü. Beyninde bir hasar olduğu ortadaydı, ama doktorların tüm uyarılarına rağmen Holmes'ün karşısına çıkmaktan kendini alamadı. Fiziksel olarak bıraktığı günden de iyi durumdaydı ama beyni onu yüzüstü bırakmıştı bir kere. Angelo Dundee beyaz havluyu attığında onbirinci round idi. Ali pes etmedi, ancak eski günlerindeki başarılara erişmesi artık olanaklı görünmüyordu. 1981'in aralık ayında karşısında bu sefer Trevor Berbick vardı. Nassau'da tarihe 'Drama in Bahama' olarak geçen mücadele Ali için bir sonun habercisiydi. Artık 40 yaşına gelmişti ve hastalığı da çoktan teşhis edilmişti. Bir Parkinson hastası olarak ringlere veda ettiğinde çoğu kişi hiç dönmemiş olmasını yeğlerdi. Belki de spor tarihinin en dramatik vedasıydı Nassau'daki...


3. Alain Prost (Formula 1): Alain Prost'un geri dönüşü çok tartışılsa da kağıt üzerinde en başarılı comebacklerden biridir. Aslında Prost'un vedası bu listedeki isimlerin çok da alışık olmadığı bir şekilde gerçekleşti. Prost 1991 sezonunun sonu gelmeden Scuderia'dan kovuldu. Ferrari çok da haksız sayılmazdı aslında. Sene başında bir başka efsane Nigel Mansell, Prost ile olan ilişkisinden bıktığını söyleyip geldiği yere, Williams'a gidiyordu. Ferrari'den kimse de çıkıp dur demedi, kesin olarak Prost'un arkasındaydı takım. Peki o Prost ne yaptı? Yeni şasisini bir türlü oturtamayan ve bu nedenle rakipleri Williams ve McLaren'ın çok çok gerisinde kalan Ferrari'ye aynı vefayı göstermeyi düşünmedi bile. Aracın tutuşunun bir kamyonunkinden farksız olduğunu söyleyip takımı eleştirdi. Aracı çok daha kötü olan takım arkadaşı Jean Alesi ağzını bile açmazken... Tek bir yarış kazanamayıp, yalnızca beş kez podyuma çıkabildiği sezon bitmeden kovulduğunu öğrendi. Bir Australian GP öncesi... Yerini ise özkaynaklardan Gianni Morbidelli alacaktı. Prost 1992'yi dinlenerek geçireceğini açıkladı. Daha çok bir pusu yılıydı aslında 1992 onun için. Zira gözünü bu sefer de Mansell'ın Williams'taki koltuğuna dikmişti. Bunu da başardı. Yaptığı her şeye rağmen hiçbir zaman Prost'un saygınlığına yaklaşamayan Mansell dedikodular ortaya çıkar çıkmaz bir CART takımıyla anlaştı. Prost bununla da yetinmiyordu, sözleşmesindeki bir maddeyle Ayrton Senna'ya Williams kapılarını sezon sonuna kadar kapadı. Başarılı bir kariyeri zirvede bitirmek için her şeye sahipti, ama bu sefer de takım arkadaşı Damon Hill onu zorluyordu. O sezonki berbat McLaren'a rağmen Senna da şampiyonluk yarışının içindeydi. Fakat Prost dördüncü ve son şampiyonluğuna ulaşmayı başarıyordu. Kariyeri boyunca her türlü sürtüşmeye girdiği Senna vedasında onu ilk kucaklayanlardan biriydi... Hepimizin tanıdığı bir Alman sahneye çıkıp da kırılmadık rekor bırakmayana kadar birçok unvanı elinde tuttu Prost. En iyi geri dönüşler dendiğinde de ismini hatırlamamak imkansız.


4. Naim Süleymanoğlu (Halter): Bizden biri ile devam edeceğim. Çok geriye değil 2000 yılına gidiyoruz. Artık halter ile ilgilenenlerin yüzü tamamıyla Halil Mutlu'ya dönmeye başlamış. Ama bir efsane son kez denemek istiyor. Kim, ne şekilde ikna etmiş bilmiyorum. Belki de kendi kararıdır. Ama 2001 yılında Olimpiyat Nişanı ile de ödüllendirilecek, üç altın madalyalı bir sporcu bu geri dönüşe neden gerek duydu merak ediyorum. Kariyerinde 46 dünya rekoru bulunuyordu, 47. rekor gelmedi ve Sydney'den eli boş ayrıldı efsane. En kötü geri dönüş müdür bilinmez ama belki de en gereksiz olanıydı.


5. Pelé (Futbol): Pelé'ninki biraz daha farklı bir geri dönüştü. 1972'de bıraktığı Santos için arada sırada sahaya çıkmaktan kendini alamıyordu. Onu bu yarı emeklilik döneminden çıkaransa kıtanın kuzeyinden gelen teklif oldu. New York Cosmos'un ondan beklentisi saha içi performansından ziyade futbol elçiliğiydi. 1975 sezonuyla başlayan ve üç sezon süren bu macera çoğu kişiye göre ABD'de futbol için atılan ilk tohumdu. Sonrasında 1994 Dünya Kupası'nın organize edilmesine kadar gitti bu süreç. Bugün Pelé Amerikan toplumunu gördükçe yüreği cız ediyordur tahminimce. Katedildiği düşünülen onca mesafeden sonra bugün Amerikan halkının büyük çoğunluğu 'soccer' denince kadın sporu diyerek kestirip atıyor. Biz CM oynayanlar Freddy Adu'nun yeni bir rüzgar yaratabileceğini düşünüyorduk ama o da yalan oldu sanki. Sanırım en büyük gücün domine etmeye en uzak olduğu şey futbol dünyası halen. Yine de Pelé'nin bu macerasının başarılı bir geri dönüş olduğunu söyleyebiliriz. Sanırım futbolu prime-timea sokmak, ABC'nin spor haberlerinde açılış jeneriğine girmek ABD'de yapılacak en büyük işlerdi bir futbol efsanesi için. Pelé de bunu yaptı...


6. Katarina Witt (Buz Pateni): 2 Olimpiyat Altını, 4 Dünya Şampiyonluğu, 6 Avrupa Şampiyonluğu. Bunlar Katarina Witt'in somut başarıları. Aynı zamanda bu zarif kız kariyeri boyunca 'sosyalizmin güzel yüzü' olmayı da başardı. Savaş zamanında Karl-Marx-Stadt adını alan Chemnitz'de doğdu ve Doğu Almanya'nın çıkardığı en büyük sporcu oldu. Ülkesini yıllarca en güzel şekilde temsil ettikten sonra 1988'de kariyerine nokta koydu. Stasi ile yakın ilişkiler içerisinde olduğu biliniyordu ama biz onu Debi Thomas ile olan müthiş rekabetiyle tanıyoruz. O dönem TRT'nin bu spora gösterdiği ilgi de sıkça adını duymamızı sağlıyor babalarımızdan. Böyle bir kariyerden sonra geri dönüş yapmak kolay değildir, ama Witt bu comebackin sportif bir hırsın sonucu olmadığını henüz başlangıçta dile getirip beklentileri aşağıya çekmişti. 1994'te Lillehammer'deki Kış Olimpiyatları'nda boy gösterdi ilk olarak. Sporu bıraktıktan sonra ülkesinde birçok şey değişmişti, bunun sonucunda artık Batı Alman sporcularla aynı bayrak için mücadele ediyordu. BRD bayrağının göndere çekilmesini sağlayamadı belki, sadece yedinci olmuştu, ancak birçok güzel mesaj verdi bu organizasyon sırasında Witt. İlk altınını kazandığı Saraybosna savaşın ortasındaydı. Norveç'te "Where Have All the Flowers Gone" şarkısının Almanca versiyonu yankılanıyordu. Witt'in ağzından ve Saraybosna konulu barış mesajları içeren haliyle. Norveç'te bulunma sebebi ülkesine yıllar sonra gelen özgürlüğü kutlamaktı ve tüm insanların özgür olabilmesiydi dileği. Belki en başarılı geri dönüş değildi onunkisi ama hiç şüphesiz en anlamlı olanıydı...


7. Martina Navratilova (Tenis): Teklerde 167, çiftlerde 177 turnuva kazandı Martina Navratilova. Tahmin ettiğiniz üzere rekor ona ait, hiçbir erkek ya da kadın bu rakamlara yaklaşamadı bile. Bunların arasında Grand Slam turnuvaları da mevcut çokça. Ona en ters gelen Fransa'da bile 2 tek, 7 çift olmak üzere 9 şampiyonluğu var. Böyle mükemmel kariyerlere kolay sahip olamıyorsunuz, içinizde sizi 50 yaşına kadar kort üzerinde tutan bir tenis sevgisi varsa başka tabi. 1956 doğumlu Navratilova, iki sene öncesine kadar hala kortlarda boy gösteriyordu. 1994'te emekliliğini açıklaması çok büyük bir sürpriz olmamıştı, ama bundan tam 6 yıl sonra çiftlerdeki mücadeleye ortak olma kararı herkesi şoke etmeye yetti. Arada sırada teklerde de mücadele ediyordu, aldığı wild card çok eleştirilse de Wimbledon 2004'te ilk turu geçmeyi başarıyordu. Bu onu profesyonel anlamda tekler maçı kazanan en yaşlı tenisçi yapıyordu. Navratilova'nın içindeki tenis aşkı başka bir şeydi, geri dönüşü ona çok büyük başarılar ya da büyük paralar getirmedi belki ama içindeki aşkı tatmin etmeyi başardı. Hala da nerede bir gösteri maçı varsa, Navratilova da orada.


8. George Foreman (Boks): Bir başka boksör var sırada. Muhammad Ali gibi bir efsane olmasa da geçmişteki en büyük şampiyonlardan biri George Foreman. 1974 yılında Türkiye için de profesyonel boksla tanışma niteliğindeki maçta Ali'den sağlam dayak yemiştir ve o maçla akılllarda kalmıştır burada. Oysa ki tarihe 'Rumble in the Jungle' diye geçen mücadele Foreman'in kariyerindeki tek knock-out olarak kalacaktır yıllarca. Zaire'deki bu maç sonrası 1975'te dövüşmez Foreman, ancak geri dönecektir. 1976'da Ring Magazine tarafından yılın dövüşü ilan edilen karşılaşmada Ron Lyle ile karşılaşır ve bu maçı kazanır. Ancak sene sonunda daha önce çok rahat bir şekilde knock-out ettiği bir başka efsane Joe Frazier'a net favori gösterildiği maçta yenilmesi kariyerini bir kez daha masaya yatırmasına neden olur. 43-2 mükemmel bir derecedir ama son mağlubiyet onu çok rahatsız etmiştir. 1977'de sağlığında olan bozulmalar da karar vermesini kolaylaştırır, 28 yaşında ilk kez veda eder ringlere. 1988'de geri dönüşü herkesi şaşırtır, zira Amerikan televizyonlarına son kez çıktığında bir yağ kütlesi halini almıştır Foreman. Ama ringlere döndüğünde son derece formdadır, buna rağmen 42 yaşında Evander Holyfield'ı 7. roundda knock-out etmesi bir başka şaşkınlık dalgasına sebep olacaktır. Eskisine göre çok daha rahat dövüştüğünü ve farkı yaratanın bu yeni kararlı stili olduğunu söyler Foreman. 45 yaşında Michael Moorer'ı yenip ağır siklet kemerini takan en yaşlı isim olur. 48 yaşında yeni hedefi Lennox Lewis'i alt etmektir, fakat eleme mücadelesinde Shannon Briggs'e kaybeder hakem kararıyla. Unvana bu kadar yaklaşıp da kaybetmek ona çok koyar ve 1996'da bu sefer tam anlamıyla asar eldivenlerini. Bu geri dönüş spor tarihinin en başarılı geri dönüşleri arasında gösterilir, belki de geri döndükten sonra eski kariyerini gölgede bırakmıştır Big George. O kilolu halinden nasıl kurtulduğu da çok merak edilir, kendisi işin sırrı olarak bu dönemde kullandığı ve etin yağını akıtan elektrikli ızgaraları işaret etmiştir. Muhtemelen büyük bir yalandır ama işe yaramıştır da. Boks kariyerinde kazanmadığı parayı ticaret hayatında kazandığını söylüyor Foreman. Yine de bu geri dönüşle hatırlanacaktır yıllarca, o işi sağlama alıp 5 erkek çocuğuna da George adını koymuştur ama...


9. Dara Torres (Yüzme): Los Angeles doğumlu milyoner kızı Dara Torres de spora sonuna kadar bağlı isimlerden. Los Angeles, Seul ve Barcelona'da aldığı ikisi altın dört madalya sonrası özel yaşamına geri dönmüştü Torres. Sydney'de ABD takımıyla aldığı 2 altın ve bireysel kategorilerde aldığı 3 bronzla geri döndü Dara. Atina'yı pas geçip de 2006 yılında kızı Tessa'yı dünyaya getirdikten sonra ise kimse geri dönmesini beklemiyordu. Fakat 41 yaşında beşinci olimpiyatı için Pekin'deydi. ABD için veya kendisi için değil dünya üzerindeki tüm yaşıtları için yüzdüğünü belirtti defalarca. Takım olarak aldıkları iki gümüş bir kenara da atletizmdeki 100 metre yarışına tekabül eden 50 metre kategorisinde gümüşe ulaşmasına ne denir bilmiyorum. Hem de 16 yaşındaki Cate Campbell'ın önünde. Asla bir annenin yüreğini hafife almayın!


10. Martina Hingis (Tenis): Listedekiler arasından en sevdiğim sporcuyu sona bıraktım. Henüz 16 yaşında Monica Seles'i yenip hayatına girmişti tenisseverlerin Martina Hingis, "Kim bu kız?" soruları eşliğinde... Ancak çok genç yaşta parlayan bu yıldız, yine çok genç yaşta kariyerine nokta koyduğunu açıklayacaktı. 23 yaşındaydı ama ayağındaki kronik sakatlıklar peşini bırakmıyordu. Swiss Miss kariyerinin yalnızca yedi yıllık bu dönemine 40 tekler, 36 çiftler şampiyonluğu sığdıracaktı. 209 haftalık WTA liderliği de bu alanda ismini Navratilova ve Graf gibi efsanelerin hemen arkasına, dördüncü sıraya yerleştirmesini sağlıyordu. Şubat 2005'te tekrar korttaydı Hingis, kendini denemekti amacı. Ama vasat Alman tenisçi Marlene Weingartner'e yenilmekten hiç memnun kalmamıştı. Bu başarısız denemeden sonra herhangi bir geri dönüşün mümkün olmayacağını deklare etti. Temmuz ayında yapacağı birkaç maç fikrini değiştirmesine yetecekti. Kasım 2005'te WTA Tour 2006 için hazır olduğunu söyleyerek resmen geri döndü. Avustralya Açık'ta çeyrek finale kadar yürüdü, fakat ana tablonun alışık olmadığı yerlerindeydi. Bu nedenle de karşısında 2 numaralı seribaşı Kim Clijsters'ı bulacaktı. Onun için sonun geldiğini gösteriyordu bu eşleşme. Hemen ardından Tokyo'da Maria Sharapova, California'da Lindsay Davenport karşısında aldığı galibiyetlerle "Bende hayat var" mesajını verdi tüm tenisseverlere Hingis. Berlin'de Elena Dementieva'yı eleyip, dönemin 1 numarası Amelie Mauresmo'ya mağlup olacaktı. Fransa Açık'ta ise bir kez daha Clijsters engelini bulacaktı karşısında. Wimbledon geldi çattı. Beklentiler üzerinde yoğunlaşmıştı ama çok sevdiği ve üzerine çok yakıştığı Centre Court'u göremeden rüyadan uyanmak zorunda kaldı. Ai Sugiyama'ya üç sette verdiği üçüncü tur maçı herkesi hayal kırıklığına uğratmıştı. Bu şoka rağmen ayağa kalktı ve sene sonunda 7 numaraya kadar yükseldi. 2007'de Wimbledon'da tekrar başarıydı en büyük amacı. Sezona Avustralya Açık'ta bir kez daha Clijsters'a yenilerek başladı. Fransa Açık öncesi baş gösteren kalça sakatlığı nedeniyle bu Grand Slam turnuvasını pas geçmeye karar verdi, ama Wimbledon geldiğinde hala tam formunda değildi. Kendisinden çok daha düşük seviyede olduğunu düşündüğüm Laura Granville'e eleniyordu. Yine üçüncü turda, bu sefer sadece iki sette. Kariyerinin ilk döneminde hırçın tavırlar sergileyen, basın toplantılarında ona buna laf atan Hingis yoktu artık. Belki yıllar ve yaşadığı zorluklar olgunlaştırdı, belki de erken yaşta kazanılan başarıların getirdiği şımarıklıktı eski vukuatlarının nedeni sadece... 2007'nin sonunda bir kez daha emeklilik kararı aldı Hingis. Bunun en büyük sebebi olaraksa Wimbledon sırasında pozitif çıkan testleri gösteriliyordu. Hingis kokain kullanmadığını ve bırakma sebebinin bu olmadığını defalarca dile getirdi. Birçok kez de özel tahliller yaptırdı, ama pek fazla kişiyi de ikna edemedi. Camiada da pek seveni olduğunu söylemek güç. Onun sivri dilinden nasibini almayan pek az kişi var zira. Meşhur açıklamalarından biriyle bitirelim, altına hiç çekinmeden imzamı atarım. 1999 Avustralya Açık Finali öncesi çirkin lezbiyen rakibi Amelie Mauresmo hakkında söyledikleriyle maça 1-0 önde başlıyordu belki de...

"She's here with her girlfriend. She's half a man already."

2 Ekim 2008 Perşembe

The Sunshine Never Comes

Medya Günlerinden Çok Özel Görüntüler #3

Sırada Southeast var... Wizards, Hawks ve Heat'in temsili için çok eğlenceli bulmasam da birer fotoğraf koydum. Yine de DeShawn Stevenson'ın yeteneğine hayran kalmamak mümkün değil. Charlotte ve Orlando'dan ise güzel fotoğraflar geldi. Special thanx to Adam Morrison! Bu arada Orlando'nun yeni formalarını beğendiğimi de eklemeliyim, bu yaz piyasaya çıkan diğer tasarımların yanında güzel kalıyor belki de... Thunder formalarını bekleyin!









Charlotte: Sean May, Adam Morrison
Orlando: Stan Van Gundy, Marcin Gortat, Dwight Howard
Washington: DeShawn Stevenson
Miami: Michael Beasley, Dwyane Wade, Shawn Marion
Atlanta: Mike Woodson, Josh Smith

1 Ekim 2008 Çarşamba

Medya Günlerinden Çok Özel Görüntüler #2

Central ile devam edeceğiz. Ama Atlantic'in sunduğu çeşitlilik yok pek. Yeni fotoğraflara ulaştıkça güncelleriz de şimdilik Rodney Stuckey dışında bir renge rastlayamadık... Jason Maxiell güldürdü, Rasheed Wallace düşündürdü. Drew Gooden'ı da kendime yakın hissettim hiç olmadığı kadar. Milwaukee'den gelen neredeyse tek fotoğraf bu, fotoğrafçıların bile uğramak istemediği bir şehir sanırım. En azından Gilbert Arenas böyle diyor... Neyse eldekilerle yetinmeye çalışalım biz.









Detroit: Jason Maxiell, Rasheed Wallace, Rodney Stuckey
Cleveland: LeBron James, Mo Williams
Chicago: Ben Gordon, Kirk Hinrich, Drew Gooden
Indiana: Jarrett Jack, T.J. Ford
Milwaukee: Michael Redd

Medya Günlerinden Çok Özel Görüntüler #1

Ölü sezon etkilerinden yavaş yavaş kurtuluyoruz. İlk hava atışına 1 aydan kısa bir süre kala medya günleri de biraz olsun hasret gidermemizi sağladı. Başlığı magazin programı edasıyla attık, ilginç bulduğumuz resimleri koyacağız buraya da... Atlantic ile başlıyoruz. Nispeten renkli bir division. Brian Scalabrine sağolsun... Bu arada Darius Miles nasıl bir zayıflama yöntemiyle bu hale gelmiş, bilen varsa yazsın, ben de istiyorum çünkü.









Boston: Paul Pierce, Kevin Garnett, Ray Allen, Darius Miles, Brian Scalabrine
Toronto: Will Solomon
New York: Allan Houston
Philadelphia: Donyell Marshall, Elton Brand
New Jersey: Vince Carter, Yi Jianlian, Devin Harris

Yeni Yazıhane Diyorsak...

Bir yılı geride bıraktığımız gibi soluğu yeni tasarımda aldık. Kubilay Kahveci'nin yeni oyuncakları için buradan yakın. Yazıhan...