1 Ekim 2008 Çarşamba

CL Night


Zenit St. Petersburg-Real Madrid maçıyla açtım akşamı. Kaliteli de bir maçtı. Özellikle ikinci yarıda Real Madrid deplasman takımı psikolojisiyle skoru korumak için kapanınca maç daha da güzel bir hal aldı. Ancak Zenit'in Andrei Arshavin önderliğindeki baskısı yeterli olamadı. Pavel Pogrebnyak'ın bu kadar kötü olduğu bir günde çok da kolay değildi yeterli olması. Zenit'te diğer bölgelerin yanında sırıtan açık bir şekilde savunmanın göbeği. En son Monaco'da izlemiştim Zenit'i, o maçta Sébastien Puygrenier geçer not almıştı benden, yanında da Roman Shirokov'u bekliyordum bugün. Ancak Tomáš Hubočan ile karşılaştık... Kendi kalesine attığı goldeki acemiliği bir yana, çok sık kademe hatası yaptı. İkinci golde savunmanın arkasına sarkan Ruud Van Nistelrooy'u zaptetmesi gereken de Slovak oyuncuydu. Bu bölgede Dick Advocaat'ın elinin çok sağlam olmadığını söyleyebiliriz. Orta sahada Anatoliy Tymoshchuk ile öndekiler arasında bağlantı kurma misyonuyla donanmış Konstantin Zyryanov da gününde olmayınca tüm yük 10 numaranın üstüne bindi. O da özellikle ikinci yarıda her şeyi yaptı, bileğiyle kendisine de hayran bıraktı ama yeterli olmadı. Fatih Tekke de yerine girdiği Pogrebnyak'tan daha etkili oldu diyebiliriz, ama bir kez golle burun buruna gelmesine rağmen hedefe ulaşamadı.

Real Madrid cephesine geldiğimizde, özellikle orta sahanın yeteri kadar sert olmadığını düşünenlerdenim. Wesley Sneijder'in yokluğunda Robben-Van Der Vaart ikilisinin böyle bir sorumluluğu olduğunu düşünmüyorum. Bu sertliği yaratması gerekenler bugün için Rubén De La Red ve Mahamadou Diarra idi. Diarra son 2 yıldaki performansıyla herkesten övgü toplayan bir isim. Ancak orta sahayı çekip çevirecek yeterlilikte görmüyorum ben kendisini, hele de Real Madrid çapında bir takımda! Yanında De La Red'in olması durumu daha da kötü kılıyor. Ligdeki son Betis maçında da zayıf görmüştüm bu ikiliyi, bu maçta da topu oyuna sokma noktasında Pepe'yi çaresiz bıraktılar bir iki pozisyonda. Ezeli rakipleri Barcelona ile karşılaştırdığımızda bu bölgede ciddi bir fark görüyoruz. Xavi, Andres Iniesta, Yaya Toure ve hatta Seydou Keita gibi isimlere imrenerek baktığını zannediyorum Bernabeu ahalisinin. Yine de önlerindeki Hollandalılar birçok maçta galibiyet için yeterli olabiliyor. Real Madrid kariyerine beklediğimden çok daha iyi başlayan Rafael Van Der Vaart önünde de hem mahcubiyet, hem de saygı ile eğiliyorum efendim...


Sonrasında da Kadıköy'e uzandık. Yeteri kadar tatmin olmadım, sanıyorum. Fenerbahçe hakkında genel bir değerlendirmeye girişesim yok pek ama bu yaz yapılan hamlelerin her birine şüpheyle yaklaşmıştım, bilen bilir. Sadece Dani Güiza'nın Semih Şentürk ile iyi bir ikili oluşturacağını, ancak böyle bir partnerliğin de takımda Alex'e yer bulma konusunda Luis Aragones'i sıkıntıya sürükleyeceğini düşünüyordum. Açıkçası sürekli kendilerini geliştirdiklerini söyleseler de Aziz Yıldırım ve yönetiminin yanlış yapmaya devam ettiğini düşünmekteyim. Zico ile maddi açıdan anlaşılamaması, anlayışla karşılanması gereken bir durum. Ancak aldığınız teknik direktörün nasıl bir oyun şablonu ile oynadığını görmek için bu yazki turnuvaya bakmak yeterli. Takımı İspanyol takımlarındaki başkanlar gibi yöneten, ancak farklı olarak bu konudaki yetkisini futbol içinden gelen isimlerle paylaşmayan Yıldırım idi o turnuvaya bakması gereken. Ama futboldan anladığı yönündeki iddiası doğruysa, bu turnuvayı izlemeyi ihmal etmiş Başkan. Zira Aragones'in eline verdiği kadro birçok kabusunda yer bulmuştur İspanyol hocanın, her ne kadar bugüne dek gamsız bir görüntü çizmiş olsa da. Josico transferini dikkate almak gerekiyor mu bilmiyorum ama onun dışında Aragones'in isteği doğrultusunda bir orta saha elemanı da alınmadı. Belki Deniz Barış'ı kolay harcadı Aragones, ama onun dışında da pek de suçlu bulamayız kendisini. Fenerbahçe taraftarını Selçuk-Maldonado ikilisiyle yüz yüze bırakan isim Aragones değil Yıldırım'dır. Her şeyden önce transfer bütçesinin önemli bir kısmını Emre Belözoğlu'na harcayan kişi olarak.

Bunun dışında Aragones'in doğru seçim olup olmadığı da tartışılır, ama başlı başına bir yazı konusudur bu. Yine de kısaca bugün için, kariyeri yükseliş eğiliminde olan ve ivme bulabileceği bir ortam arayan bir teknik direktörün seçimi çok daha uygun olurdu. Zira futbol takımı olarak, hatta daha genel alırsak kulüp olarak Fenerbahçe de böyle bir marka. Avrupa'da yükselen bu değerin aldığı teknik direktörün Fenerbahçe'yi çalıştırmak dışındaki alternatifinin emeklilik olmaması gerekirdi. Böyle de söylenebilir. Genç yetenekleri her daim takip ettiğini, daha önce de Luciano Spalletti'yi gündemine aldığını söyledi kulübün televizyonunda Yıldırım. "Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu" gibi güzel bir deyiş var... Her neyse futbol tadı açısından pek bir şey bulamadık sahada. Zaman zaman Colin Kazım-Richards, zaman zaman da Hollanda'da 2005 yazında bize karşı yaptığı hat-trick ile hafızalarımızda yer etmiş Oleksandr Aliyev pozitif bir şeyler yapabildiler. Ama bir Arshavin yoktu tabi sahada. Bu arada Aliyev'i Avrupa'nın 1 numaralı organizasyonunda görünce, o turnuvada ona meydan okuyan Sezer Öztürk'ü hatırladım. Kesinlikle fazlasını yapabilecek bir adamdı, ama sonu Berkant Göktan'dan farklı olmayacak gibi. Fenerbahçe açısından hoş olmayan bir görüntü de kameranın yedek kulübesine döndüğü anlarda ortaya çıktı. Tamam birkaç eksik var ama her şeye rağmen yıllardır bir yapılanma içinde olan, her geçen gün kadroya yeni bir parça ekleyen bu takımın kulübesinde akla ilk gelen ismin Uğur Boral, sahaya ilk giren isminse Burak Yılmaz olması fena halde düşündürücü.


Bu iki grup özelinde birkaç kelam ile bitirmek gerekirse bugün izlediğimiz takımların çok iç açıcı olmadığını söylemeliyiz. Real Madrid'in orta sahası hakkında kesin bir kanıya varmak için Juventus maçlarını özellikle bekliyorum. Zenit'in ise arkasıyla problemler yaşayacağı ortada. Hatta BATE Borisov önünde de... Fenerbahçe'nin grubunda Arsenal'ın ısındığını görüyoruz. Haftasonu şok bir mağlubiyet almışlardı, acısını Porto'dan çıkardılar. Porto geçen seneki etkinliğinde gözükmüyor. Yaratıcılık anlamında Lucho Gonzalez'den başka sığınacakları bir isim yok. Ricardo Quaresma'nın yokluğu bir yana, geçen sene de var olan savunma sıkıntısının bu yıl had safhada olduğu kolayca görülebilir. Dynamo karşısında evlerinde ne yapacakları çok önemli. Çok kapasiteli bir takım görüntüsü çizmese de Porto'da alınacak 1 puan Ukrayna ekibini gruptan çıkarabilir de. Bu gruptan ilk bileti alan ekip ise takımın direksiyonunu emanet ettiği Cesc Fabregas'ın form düşüklüğüne rağmen Arsenal olacaktır. Bence.

Son olarak da Dynamo'dan Betão'yu özellikle beğendiğimi belirtmek isterim. Bir de Dimitar Berbatov'a "Hoş gelmişsin" demek...

Hiç yorum yok:

Yeni Yazıhane Diyorsak...

Bir yılı geride bıraktığımız gibi soluğu yeni tasarımda aldık. Kubilay Kahveci'nin yeni oyuncakları için buradan yakın. Yazıhan...