25 Mayıs 2010 Salı

Happy Towel Day


Hayattaki tek işlevi romatizmadan ve kemik ağrısından şikayet etmek olan 80 yaşındaki dedeler, nineler dururken, bu adamın 49 yaşında kalp krizinden ölmesini komik bulanlardansanız, bugün bir adet havlu taşıyın. Sportif gözükürsünüz hem.

Basso Nova


Spor medyası, geri dönüş (comeback) hikayelerini sever. Allanıp pullanan, okuyucuların hassas noktalarına dokunan kahramanlık destanlarını, turnuvaların en can alıcı zamanında piyasaya sürmek adettendir. "Böyle bir şey olabilir mi Haşmet?" ile "Ben bugüne kadar herhangi birinizi dövdüm mü?" arasında sağa sola yalpalayan medyamız bir yana, özellikle İngiliz ve Amerikan medyalarının bu işin ustası olduğu bir gerçek. Çok bilinen, üzerine herkesin az çok kalem oynattığı Michael Jordan geri dönüşlerini boşverin, bırakma kararından 1 hafta sonra vazgeçip basketbola dönen Allen Iverson'dan bile 1 aylık malzeme çıkaran bu adamlara şapka çıkarmamak imkansız.

Bisiklet dünyası için de, birçok hikayenin iç içe geçtiği, trajedinin, yağmurun, çamurun bir gün eksik olmadığı ve şimdiden tarihe geçmiş Giro d'Italia 2010'un en önemli hikayelerinden birinin bu comeback hadisesi olması esasında herkesin beklentisiydi. Cezası bittiğinden beri vasat üstü işler yapan ama bir türlü beklentilerin yakınına bile yaklaşamayan Ivan Basso, Monte Zoncolan tırmanışında yarışı koparıp tüm rakiplerine gözdağı verirken hikayenin önemli kısmını oluşturmuştu bile. Gerisi, işin kalem (klavye) tarafında kalanlara, sana, bana, bize kalmış. Yürüyedur La Gazzetta!

Basso, hiç şüphesiz, bir zamanların harika çocuğuydu. Lance Armstrong'un en parlak dönemi olarak gördüğüm 2003 ve 2004'teki zorlu tırmanış etaplarında, Patron'un yanısıra Jan Ullrich, Tyler Hamilton, Iban Mayo, Alexander Vinokourov, Richard Virenque gibi müthiş isimlerden müteşekkil bir ekibe genç yaşında kafa tutuyor, hatta çoğu zaman Lance'in agresif tarzına cevap verebilen yegane isim oluyordu. Daha sonra üzerine uzun uzun yazmak istediğim, hayatımı değiştiren, '03 Luz Ardiden tırmanışında Lance Armstrong'la birlikte düşen, sonra atağa kalkarken Patron'un peşine takılan, yine Basso'dan başkası değildi. Bunun semeresini, Tour de France özelinde bir beyaz mayo (2002), bir üçüncülükle (2004) aldığında herkes İtalyan bisikletinin bu yeni yıldızını, 'next big thing'ini alkışlara boğuyordu.


Talih, müzik dünyasından aşina olduğumuz 'next big thing' sıfatını taşıyan gruplara hiç gülmemiştir. Bir dönem, Rolling Stone dergisinin 'yeni Nirvana, belki de daha iyisi' diye gazladığı The Vines'ın içler acısı hali, hepimizin malumu. Örnekler çoğaltılabilir (gece gece NME külliyatına dalmaya üşendim), bisiklet sporu için bu laneti üstlenen ve otoriteleri ters köşeye yatıran ismin Basso olması şaşırtıcıydı. Post-Armstrong dönemini domine etmesi beklenirken, mahkeme koridorlarının aranan ismi haline geldi, Dr. Eufemiano Fuentes'in yazıp yönettiği Operación Puerto'da ismi (kanı değil) dopingle yan yana gelince. 2006'da kazandığı Giro D'Italia ilk ve son büyük zaferi olmuştu, 2007'de gelen iki yıllık ceza yüzünden.

Dönüşü, ilk elden, mükemmel olmadı. Liquigas'la yaptığı iki senelik sözleşmenin ardından bir süre, normal olarak, sağda solda takıldıktan, yarışlarda "bir arkadaşa (Vincenzo Nibali) bakıp çıktıktan" sonra Giro 2010'da gerçekten döndü.

Bu uzun girizgah ve destan, 15. etaba, Monte Zoncolan'a anlam katmak içindi aslında. Son 6 kilometreyi neredeyse tek başına giden ve kariyerinin en formda dönemindeki Cadel Evans'a farkı basan Basso'nun ruh haline, hırsına bir not da biz düşelim diye.


Giro'nun geri kalanında ne olacağını kestirmek kolay değil, keza Tour de France'ı ya da Vuelta'yı. Ama bir gerçek var ki, Aldo Sassi'nin en önemli öğrencilerinden biri olarak gördüğü Basso'nun dönüş dilekçesi Monte Zoncolan'dı.

Buradan Sassi'ye geçelim. Hikayeye çoğunuz vakıfsınız. Senelerdir Evans, Basso, Michael Rogers ve daha birçok yıldıza antrenörlük yapan, Varese yakınlarında kurduğu Mapei tesislerinde bu sporun dopingsiz de olabileceğinin net bir örneğini veren, en zor zamanlarında masumiyetine inandığı Basso'ya arka çıkan ve herkesin ikinci bir şansı hak ettiğini söyleyen 51 yaşındaki Sassi'nin beyninde tümör olduğu ortaya çıktı ve Giro öncesi bu haber herkes üzerinde, bilhassa da öğrencilerinde büyük üzüntü yarattı.

Şimdi Monte Zoncolan tırmanışına bu açıdan bakalım. Tanıdığım en güçlü sporcu dediği Evans'la bir diğer büyük sporcusu Basso'nun, peşlerine Michele Scarponi'yi de alıp diğer favorileri geride bıraktıklarını gördüğünde ne düşünmüştür acaba Sassi diyeceğim, Cycling News sağolsun, hemen öğrendik. Tarifsiz bir gurur ve iki evladını birbirinden ayırmadan seven baba hissiyatı.


Şimdi, 16. etap, herkes için kritik olacak. Plan de Corones'te bitecek ve inanılmaz zorlu geçeceği kesin olan zamana karşı etabı için herkes favori kartlarını açacaktır. İlk etaptan bu yana zaten tek başına yarışan ve takımı BMC'den kendisine tek desteği İtalya'da değil Tour of California'da yarışan George Hincapie'nin cesaret verici sözlerinde bulan Evans benim en büyük favorim. Ama Pembe Mayo için Basso en büyük aday. Ne olursa olsun, ''Güzel bir hayat yaşadım, güzel dostlarım oldu'' açıklaması içimi parçalayan Sassi'nin evlatları yarışı kazanmak için var güçleriyle savaşacaklardır, orası kesin.

21 Mayıs 2010 Cuma

Ammo!



Duvardakilere sözüm yok, saç-sakal yerinde. Kitaplar arasında Diana Hacker'dan "The Bedford Handbook" göze çarpıyor, muhtemelen final haftası kapıda. Ne güzel çocuktun sen Adam Morrison... Sanırım her şey bir UCLA maçıyla kötüye gitmeye başladı.

Foto: SI Vault

18 Mayıs 2010 Salı

Defense Is The Backbone

- Sevgili okuyucular, bu blogda yapmayı çok sevdiğimiz bir şey değildir bu tarz açıklamalar fakat bir punduna getirip de yazamadığımız için en az sizin kadar üzgünüz. Kimisi üniversitelinin rutin yoğunluklarını tanıdı, kimisi bitirme tezi muhabbetiyle sabahları akşam etmekte. Biz de projeleri atlatıp final haftasına yelken açarken içiyoruz her gece, her gece başka bir alemde. Çelik'e selam, yola devam... Işık sizinle olsun.


- Dün basketbol neşriyatının kalmadığı bir ortamda amme hizmetini dokuz yıldır her şeye rağmen sürdürebilen BATUG.COM camiasının yeni yaşını kutladık. Hala da kendimize gelebilmiş değiliz. Çıkışta da -artık Celtics serisinin yıpratıcı etkisiyle midir- kova yapan 1 adet Cavs taraftarı, onun yanında ironinin dibine vururcasına uyuyan 1 adet Celtics taraftarı, mütemadiyen kusan 1 adet Rockets taraftarı ve ezeli rekabeti yaşatan 1 adet Suns taraftarının bulunduğu fıkra gibi bir ortamda gelen galibiyetle gurur duyduk. Lakers büyüklüğü böyle bir şeydir. İkinciliğe bile sevinirim gerekirse, nedir ki...

- Atölye Kuledibi güzel mekan, kızla gelinir.

- Uzun uzadıya konuşamayacak kadar uykusuzum, muhtemelen sıkıcı bir şeyler olacak karaladıklarım da. Yine de deneyelim...


- Bu sene alışılagelenden farklı olarak normal sezondaki uykusunu play-off dönemine de taşıyan Lamar Odom, seri öncesinde kendisini yok sayanlara ilk tokatı indirdi. O tokatın adreslerinden biri de ben oldum, açıkçası John Hollinger tadında bir yorum olmuş benimki. "Lakers geçen sene de çok faza güven vermiyordu ama istedikleri zaman vites değiştirebileceğini göstermişlerdi, bu sene onu yapmak istediklerinde yetersiz kaldılar" gibi bir şeyler gevelemiş ve açıkça Lakers'ın konferans finali şansı olmadığını yazmıştı çok kez. Ben de Odom'ın karakter göstermekten hiç geri kalmadığı bu dönemleri boş geçmesini çok fazla yorumladım. Son büyük kontratının ilk yılını geçirdiğini de akla getirince çok mantıksız gelmiyordu. Fakat bu maçtan sonra Odom'ın ihtiyaç duyulmadığı için devreye girmediğini söyleyene de şiddetli bir itirazım olamaz, öyle özel bir gece geçirdi. Elbette bugünkü maçın temposunun, Odom'ın kendisini en rahat hissettiği tempo olduğunu da hesaba katmalıyız. Daha önce kötü geçen Suns serilerinde de Shawn Marion'a küfür niteliğinde performansları akıllarda. Artık hücumda baş aktörler sayıldığında adı eskisi kadar sık geçmiyor, fakat bu serideki x-factor Mr. Kardashian olacakmış gibi. Odom yanlış ata oynamaz, seneye yatay geçişle baldızı inşallah...

- Bir draft dergisi projesi var, tetikte olun...

- Serinin son maçı görebileceğini hala düşünüyorum, fakat Bryant-Bynum ikilisi sağlıklı olacaksa çok da kolay bir görev olmayacaktır seriyi oraya getirmek Suns için. Günler ilerledikçe bench faktörünün Suns lehine işlemesi beklenmeli, Robin Lopez de yine tahmin edildiği üzere bu serinin gidişatında etkili olabilecekmiş gibi görünüyor. Andrew Kamenetzky seri öncesinde yazdığı ve Jordan Farmar'ın bir Suns serisinde başlayan kariyeri üzerinden bugünlere geldiği yazısından çok gurur duyuyor olabilir dün gece yatarken fakat elemanı biraz tanıyan hiçbir Lakers taraftarı bu performansı yemeyecektir. Savunmada yine oluk oluk aktılar açtığı yerlerden zaten, özellikle de Goran Dragic ile... Korkutucu.


- Doğu yakasındaki seride de ilk maç fikrimi biraz sorgulamama yol açtı. Stan Van Gundy dünkü maçın kahramanı Ray Allen'ın savunmasında J.J. Redick'in rolünü genişletmek, Gortat-Howard ikilisini birlikte kullanmak gibi bazı ufak oynamalar yapacaktır, fakat orada da işlerin rengini belli edecek bir başka kritik maçta daha sinen Dwight Howard'ın reaksiyonu olacak. Kendrick Perkins'in bu adam için panzehir görevi yaptığını biliyorduk, açık ara karşısında en iyi duran isim. Fakat zaman zaman Glen Davis ve Rasheed Wallace karşısında bile zor anlar yaşadı D12 sakar top kayıpları ve zayıf bitirişleriyle... Sistemin merkezindeki isim ikili sıkıştırmalara gerek duyulmadan durdurulabilirse Magic'in o pas akışını aynı düzeyde yaparak boş adam üzerinden bulduğu dış şutlarla sonuca gitmesi de mümkün olmayacaktır. (İçimdeki İhsan Bayülken, dışarı çık.) Rakibin zaman zaman getirilecek yardımları kompanse edecek bir savunma yapısı da var bununla birlikte. 2008 final serisinde Kobe Bryant'a yapılan yardımların devamında dış oyuncular üzerindeki kaymayı nasıl becerdiğini hatırlayacaksınız Celtics'in. Belki savunmada aynı derecede korkutucu değiller, ancak Cavs serisiyle o günleri hatırlamaya başlayan takım Rasheed Wallace'ı da işin içine sokmayı başarınca hangimiz paniğe kapılmadık?


- Yukarıdaki fotoğrafların yuvası burada: Brain On Funk

6 Mayıs 2010 Perşembe

Muy Bien Sarver!


Steve Nash'in komuta ettiği takımları izlemekte zorlandığım yılların üzerine dün geceki Suns-Spurs karşılaşmasında açıkça Arizona ekibini destekledim. Sebebi Orkun Çolakoğlu-Kaan Kural ikilisinin maçın başında değindiği forma tercihleriydi. Normalde sadece "Latino Night" adı verilen gecelerde giyilmesine izin verilen Los Suns yazılı formayla çıktı sahaya ev sahibi özel izinle. Sebebi ise Arizona senatosundan geçen ve göçmenleri konu alan yeni kanundu. Her ne kadar Steve Kerr bu uygulamanın amacını "Arizona'daki Latin halkı onurlandırmak ve ligimizdeki, eyaletimizdeki ve ulusumuzdaki çeşitliliği kutlamak" olarak gösterse de burada tartışmalı yeni kanuna bir tavır olduğu da aşikar.


İllegal göçmenliği ortadan kaldırmaya yönelik olan fakat yerel polise 'illegal olmasından şüphe duyulan' her bireyden imigrasyon statüsünü ve diğer belgelerini talep etme özgürlüğü tanıyarak haddini aşan ve ırkçı bir boyut kazanan yasaya karşı oluşturulan bu tutumun başmimarı olan Sarver takdiri hak ediyor. Kerr'ün de organizasyonel hamlelerini ne kadar eleştirsek de bu uygulamada en ufak bir payı varsa kredileri gönderiyoruz. Hakeza yukarıda bahsettiğim üzere oyununa çok saygı duymasam da, aktivist kişiliğiyle bu ligde çok önemli bir figür olan Kanadalı'ya da selamı çakıyoruz. Latin ağırlıklı bir taraftar grubu olduğu bilinen Spurs'ün de basın toplantısındaki destekleyici açıklamaların ötesine geçerek Arizona'daki bu olaya tepkilerini koymasını bekliyorum üçüncü maçla birlikte... Yine de bu durumun bir PR çalışmasının ötesine geçmesi ve gündemi oluşturmadığı dönemlerde de azınlık haklarına yönelik belli hareketler yapılması yönündeki arzumuz çok gerçekçi durmuyor. Bu yüzden Michael Jordan gibi Jesse Helms'e oy verebilen apolitik süperyıldızların yerini Hair Canada gibilerinin almasını umuyoruz.


"The frustration with the federal government’s failure to deal with the issue of illegal immigration resulted in passage of a flawed state law. However intended, the result of passing this law is that our basic principles of equal rights and protection under the law are being called into question, and Arizona’s already struggling economy will suffer even further setbacks at a time when the state can ill-afford them."

Robert Sarver

Başlık: Peter May, HoopsHype.com

Redeem Team 2010 #1


Kulüp yarışmalarında yavaş yavaş finale doğru ulaşırken bir yanımız da Güney Afrika'daki heyecana kaymış durumda... Modern algıya göre dört yılda bir düzenlenen bir turnuvanın futbolun en büyük organizasyonu olarak kabul edilmesi mümkün değil. Esas amaç tüketici topluma her an yeni bir motivasyon sağlamak ve her doğan gün karşısına yeni bir suni gündemle çıkmak. Dünya Kupası benzeri turnuvalarsa bugün için fazla demode. Bu yüzden çağın en önemli aktörlerinden medyayı kullanarak bindirilmiş kıtaları harekete geçirmek ve heyecanı diri tutmak gerekiyor. Yine de o dört yılda bir düzenlenen futbol karnavalı geldiğinde görmezden gelmek ve sömürülmemiş en küçük bir parçasını bırakmak kabul edilemez. Hello Africa, what's up Roger Milla?

Telegraph okuyucularına soruyor: Fabio Capello'nun 23 kişilik kadrosu sizce nasıl olmalı? Biz de başlıyoruz kadroyu oluşturmaya. Gerçekten fark edecekmiş gibi... Yine de beyin fırtınası için güzel bir yöntem, buraya da yansıtalım o fırtınayı. Fırtına demişken hücumunu Umut Bulut, Burak Yılmaz ve Alanzinho'ya emanet etmiş bir takımı da safdışı bırakamadıktan sonra Fenerbahçe yönetiminin yerinde olsam kupadan affımı isterdim. Bize başka seçenek bırakmadınız...


Robert GREEN (West Ham United), Joe HART (Birmingham City), David JAMES (Portsmouth)

Bu üçlü net biçimde sıyrılıyor diğerlerinden benim görüşüme göre. Telegraph'ın sunduğu diğer adaylara bakıyorum. Nasıl 41 kez milli formayı giymiş oladuğuna akıl sır erdiremediğim vasıfsız Paul Robinson var. Kariyerinin iyi sezonlarından birini geçirdi aslında Blackburn Rovers formasıyla, yine de Capello'nun böyle bir hata yapacağını sanmıyorum. Chris Kirkland var. Kendisiyle iyi anıları olan bütün CM tutkunlarına son kez söylüyorum ki o iş olmadı... Bir de bir dönem Sir Alex Ferguson'dan Britanya tarihinin eşini benzerini görmediği bir mahalle baskısı sonucunda formayı alan Ben Foster var ki o da buraların adamı değil. Aslında bu üçlüden önce aklıma gelecek isim Scott Carson olurdu benim, fakat onun da zamanı var gibi...

Ben 1 numaralı formayı Robert Green'e verir, gerisini düşünmem. Norwich City ile Premier League'e adım attığı günden beri takipçisiyim ve onun kalitesine yaklaşan bir yerli kaleci görmüyorum Premier League'de. Belki David James zaman zaman o seviyeye çıkmıştır ama onun da milli formayla yaptığı ve "Calamity James" başlıklarına sebep olan başlıkları düşününce mental kararlılık yönünden formayı Green kadar hak etmediğini söyleyebilirim. Bu sezon da önündeki kötü savunma kurgusuna rağmen yapabileceğinin en iyisini yaparak takımın ligde kalmasında önemli rol oynadı. Joe Hart mutlaka kadroda bulunmalı, birkaç hazırlık maçında milli formaya ısıtılmalı ki geçen ayki Mısır maçında Capello'nun da bu eğilimde olduğunu gördük. Kulübünde eldivenleri Shay Given'dan aldığı gün 1 numarayı da uzunca bir süre için devralacaktır, bence o kaliteyi bu sezon fazlasıyla gösterdi.


Glen JOHNSON (Liverpool), John TERRY (Chelsea), Joleon LESCOTT (Manchester City), Ashley COLE (Chelsea), Micah RICHARDS (Manchester City), Rio FERDINAND (Manchester United), Stephen WARNOCK (Aston Villa)

Capello'yu en çok düşündüren konulardan birisi defans oyuncularının sağlık ve form durumları olsa gerek. Hatta endişe verici noktalar saha içiyle sınırlı da değil, buna takımın eski kaptanının özel hayatında yaşadığı çalkantılı dönemleri de eklemek gerekir ki patlak veren skandaldan sonra John Terry eski günlerini aratır bir performans ortaya koyuyor. (Bu cümleyi yazarken The Dø'dan "The Bridge Is Broken" çalıyordu. Yorum yok.) Bundan birkaç sene öncesine kadar Terry-Ferdinand ikilisi bir takımın hayal edemeyeceği kadar güzel bir ikiliydi ve arkalarındaki Sol Campbell ve Jamie Carragher gibi isimler de ancak böyle bir takımda yedek kulübesine mahkum olabilirlerdi. Bugünse formuyla soru işaretlerine sebebiyet veren sadece eski kaptan değil, kaptanlık görevini onun elinden alan Rio Ferdinand da bu sezon ligde sadece 11 maça ilk onbirde çıkabildi. Profesyonel Futbolcular Birliği'nin seçtiği yılın takımında uzun yıllar sonra Ferdinand ya da Terry ismine rastlamadık. (Yılın takımındaki Ivanovic-Dunne-Vermaelen-Evra dörtlüsü Capello'nun endişelerinin çok haksız olmadığına işaret ediyor olsa gerek.) Joleon Lescott sezonun geri kalan bölümünde olmayacak ve Capello sürekli olarak Güney Afrika'ya sağlıklı oyunculardan gitmek istediğini, şu an için sadece o sağlıklı oyuncuların eldeki en iyi oyuncular olmasını umut edebildiğini belirtiyor. Ben de kendisini kadroya koysam da sağlık durumunun detaylarını çok iyi bilmiyorum.


Onun yokluğunda gidilebilecek en kaliteli isim Ledley King gibi görünüyor, ancak o da haftada iki maç temposuna girebilmiş durumda değil. Juande Ramos'un zamanında kendisi için yaptığı "Garajda Rolls-Royce bulundurmak bazen göründüğü kadar iyi değildir" açıklamasını düşünürsek Capello için ideal isim olduğunu söyleyemiyoruz. Bu durumda Michael Dawson ve Phil Jagielka gibi isimler tartışmaya dahil oluyor. Dawson zaman zaman aday kadroda yer alsa da henüz milli forma bakiri. Tottenham kadrosundaki en kaliteli üçüncü stoper olan bu adamın milli takımla Güney Afrika'ya gitmesi büyük olay olur. Jagielka ise 10 aylık bir sakatlıktan çıkmış olmasına rağmen Capello'nun göreve geldiği ilk günden bu yana takip ettiği oyunculardan ve eğer sağlık durumu konusunda ikna olursa ona şans vereceğine kuşku yok. Capello böyle kritik bir dönemde haftasonu fikstüründen Arsenal-Fulham maçını seçti ve buradaki odak noktasının Theo Walcott ya da Bobby Zamora'dan çok tecrübeli Sol Campbell olacağı söyleniyor. Morcambe'da yerel futbol oynayarak başlanan sezon Rustenburg'da biterse yeni bir Hollywood senaryosu ile karşı karşıya kalırız. Bu sakatlıklar sonrasında eskisi kadar ihtimal dışı gelmiyor kulağa. Milli takım tarihinin Bobby Moore'dan sonraki en genç kaptanı ve 1996-2006 arası üst üste altı majör turnuvada kadroda yer bulmuştu... Bir önceki mucizesini Fabio Cannavaro ile yaşayan Capello'nun böyle bir tecrübeyi es geçmesini beklememek lazım bu kadar formdayken.

Bek bölgesinde ise Glen Johnson ve Ashley Cole'un uzun süreli sakatlıkları atlatması, özellikle de Cole'un çok iyi bir tempoyla geri dönüş yaparak iki tane üst düzey doksan dakikalık performans vermesi Capello için bu bölgedeki tek sevinç unsuru... Micah Richards'ı hem stoper, hem de sağ bek alternatifi olarak düşünüp bir adet sol bek yedeğiyle savunma rotasyonun tamamladım. Leighton Baines de düşünülebilirdi ama ben Cole'un arkasında daha savunma ağırlıklı bir bek olan Stephen Warnock'ı tercih ettim. Gerçi Richards'ın durumu da çok net değil, orada da başka isimler devreye girebilir. Capello'nun kadroda sıkça yer verdiği Wes Brown da sağlık sorunlarını atlatırsa düşünülebilir, Fergie'nin tüm propagandalarına rağmen Gary Neville'ın Güney Afrika'ya gitmesi için Capello'nun günde 24 saat Old Trafford'daki Milan maçının görüntülerini çeviriyor olması lazım.


Orta saha ve forvet bölgelerinde ise teknik direktörümüz Mustafa Denizli tatlı bir sıkıntıyla karşı karşıya... Ona da geliriz, beklediğimden uzun sürdü bu fasıl.

2 Mayıs 2010 Pazar

The Color of Money



Liverpool-Chelsea maçında biraz kafamızı dağıtalım, dönüşte bu olaydan bahsederiz. En çok da Neil Robertson'a üzülüyorum, bugün manşetlerde Eddie Charlton'ın 1975 yılındaki finalinden sonra ülkesi adına dev bir adım atmış bu parlak çocuk olmalıydı...

SansürSensin: http://www.youtube.com/watch?v=NvBdq3A3Qpk

Yeni Yazıhane Diyorsak...

Bir yılı geride bıraktığımız gibi soluğu yeni tasarımda aldık. Kubilay Kahveci'nin yeni oyuncakları için buradan yakın. Yazıhan...