31 Aralık 2010 Cuma

HEDİYE PAKETİ YAPALIM MI?


Bu yılbaşında en güzel hediyeyi Fenerbahçe Ülker taraftarı alıyor gibi.

Panathinaikos'ta özellikle son senesinde kısıtlı sürelere verdiği reaksiyon soru işaretlerine yol açmış olabilir ama büyük sahneye yeniden çıkmak için son fırsatını burada elde edeceğinin farkında gözüküyor. Yani doğru kafa yapısıyla burada olacaktır. Bizim için de onun gibi bir virtüözü izlemek için son fırsatlar, orada olacağız.

Foto: rewixas.deviantart.com

THE SEASON WITHIN A SEASON: Hoşgeldin Pac-10


Geçen sezon büyük turnuvaya sadece iki takımla iştirak edebilen ve özellikle elinde bulundurduğu yetenek portföyü açısından tarihinin en kötü görüntülerinden birini veren Pac-10 bu sezon silkinmenin yollarını arıyor. Bahsettiğimiz iki biletten birinin sahibi olan Washington, bu yaz Quincy Pondexter'ı kaybetmiş olsa da konferansın en büyük güç merkezi görünümünü koruyor. Geçen sezon konferans turnuvası finalinde Washington'a kaybetmiş olmasına rağmen, komitenin davetiyle NCAA turnuvasına katılma şansı bulan Mike Montgomery yönetimindeki California ise onları konferans şampiyonluğu başarısına taşıyan iskeletin büyük bölümünü (Jerome Randle, Theo Robertson, Patrick Christopher) yaş haddinden emekli ettikten sonra epey irtifa kaybetmişe benziyor. Kolej seviyesindeki 28 sezonunda çalıştırdığı takımları tam 27 defa 50% üstü derecelere taşıyan Montgomery, Notre Dame karşısında bir devrede yalnızca 5 sayı üretebilen takımını izlerken o istisnai sezonlardan birine adım attıklarını düşünmüş olsa gerek... Bir diğer zorunlu inişe ise Stanford taraflarında rastlıyoruz. Bunun nedenini ise bu sezon herhangi bir New York Knicks maçına denk gelmiş olanlarınız çabucak fark edeceksiniz: Landry Fields!

Biz pusulayı esas odak noktamız olan UCLA'e çevirelim yavaş yavaş. Pac-10 bu sezon da şu anda ülke çapındaki mevcut Top 25 sıralamasında bir takım bulundurmuyor olmasına karşın, geçen sezonki o berbat görüntüyü biraz olsun aşmışa benziyor ve bunu sağlayan yükselişteki takımlardan biri de gerek saha üzerindeki vasat altı performansla, gerekse de sadece okulun değil kolej basketbolunun en büyük efsanesi John Wooden'ın vefatıyla unutmak istediği bir seneyi geride bırakmaya hazırlanan UCLA. O sezonla ilgili cesur kalemimden çıkmış son yazıyı hatırlayacaksınız. Tık! Orada da geride bırakılan sezonun beraberinde getirdiği buruk tada rağmen yeni sezondan daha büyük beklentiler içine girilebileceğinden bahsetmiştim. Zira kaybedilen oyuncuların hiçbiri -o günkü ifademe sadık kalarak- 'arkasından ağıtlar yakılacak' isimler değillerdi. Şu anda -eğer hala kovulmadıysa- eylemlerine Rusya'da Spartak St. Petersburg formasıyla devam eden Nikola Dragovic'ten kurtulduğuna sevinmeyen bir Westwood sakini olacağını sanmıyorum. Michael Roll son senesinde gösterdiği karakterle, son mağlubiyet sonrası duruşuyla falan beni kazanmıştı ama UCLA gibi bir takımın 1 numaralı silahı olmak için gerekli spesifikasyonları göstermediği de ortadaydı. Jason Keefe ise sadece bir isimdi zaten, hayatının geri kalanında başarılar.


Bu yeni takım eğer ortaya geçen senenin her türlü kalıntısını unutturacak şeyler koyacaksa, bunun iki sophomore Tyler Honeycutt ve Reeves Nelson'ın gösterecekleri gelişimle mümkün olabileceği ortadaydı. Konferans dışı fikstür geride kalırken, bu yaz lotaryadan seçilmesi sürpriz olmayacak Honeycutt takımın en iyisi görünümünde. Geçen sezon bana mental olarak çok kuvvetli gözüken Nelson'da ise oyun kimliğini oluşturması adına çok kritik olan bu sezonda bir kaybolmuşluk hakim. İki kez çok ciddi sakatlıklardan dönerek, hiçbir gelecek vadetmeyen sezonda büyük bir özveri göstererek genç kariyerini belki de riske atan Nelson portresine uygun olarak tekrar vites yükseltmesini ve konferans fikstüründe kendini bulmasını bekleyebiliriz. Bu paralelde ilk konferans maçında Washington State'e karşı oynadığı ikinci devre olumlu bir işaret.

Fakat eğer WSU maçından bahsetmeye başlayacaksak, Honeycutt-Nelson ikilisi kadar vurguyu hak eden iki oyuncu var. Bunlardan biri eski bir yüz. Ve açıkçası içimde Dragovic ölçüsünde nefret tohumlarına sebep olmasa da, geçen sezon Jerime Anderson'la birlikte her fırsatta bu formayı hak etmediğini söylediğim iki isimden biri: Malcolm Lee. Westwood'a Anderson'la kıyaslanmayacak bir beklentiyle adım atan Lee, iki hayal kırıklığı sezonun ardından NBA hayalleri için bu sene bir iddia göstermek zorundaydı. Sezona başlangıcı da bu paralelde kendisini motive ettiğinin göstergesi. Fakat dün 3/7 üçlükle 21 sayı attığı ve özellikle de rakibin hücumunun sürükleyicisi Klay Thompson üzerindeki savunmasıyla manşetleri süslediği bir karşılaşmada bile hayli tartışılır bazı tercihleri oldu. Üzerine fazla kafa yorulmadan yapılmış bu tercihler, muhtemelen oyun kimliğinin bir parçası olarak onu kariyerinin sonuna kadar takip edecek. Fakat sezon sonunda kritik konferans turnuvası maçları oynanırken, takımın kilit skorerlerinden birinin böyle bir özellikle bezenmiş olmasını yeğlemezsiniz. Bu beni Lee konusunda endişeye sevk eden hususlardan en önemlisi. Fakat özellikle Ben Howland, bu sezonki savunma prensiplerinde zone yerine adam adama merkezli bir savunma şablonuna geçiş yapmışken Lee'nin savunma yetenekleri de çok kritik olacak. Özellikle konferanstaki birçok takım hücumlarını 2-3 numaralı pozisyonlarındaki oyuncular üzerinden şekillendirirken, büyük bir savunma içgüdüsüne sahip olmayan fakat uzun kollarıyla doğal bir savunma tehdidi olan Honeycutt ile birlikte güzel bir ikili oluşturacakları kesin. Bitirim ikilinin diğer parçası Anderson ise her ne kadar Arsenal maçında çok büyük övgü almış olsa da... Pardon, bitirim ikililer karıştı. Buradaki Anderson da geçen sezon Jrue Holiday'in beklenenden erken ayrılma kararı üzerine, yeteneklerinin üzerinde bir yükü üstlenmek zorunda kalmıştı. O yükün altında kaldığı için onu da suçlamamak gerek, bu sezon yedek oyun kurucu olarak sınırlı da olsa katkılar verebileceğini Cougars'a karşı da gösterdi.


Adını anmamız gereken ikinci oyuncu ise, yazın yapılan iki şaşaalı recruitment hamlesinin gölgesinde kalan fakat ilk günden bu yana en sorunlu bölgeye zamanında bir takviye görüntüsü vermiş Lazeric Jones. Ona sezon boyunca "Laz" diye hitap edeceğim, yanlış anlaşılmalara mahal vermesin. Chicago doğumlu olan ve o civarda John A. Logan College'da geçirdiği iki yılın ardından takıma kazandırılan Laz, uzun süredir bir UCLA guardında göremediğimiz bir oyun zekasına haiz. (Darren Collison için ciddi argümanlar sunanlarınız olabilir. Fakat ne Jordan Farmar'ın, ne de The Jruth'un pür birer oyun kurucu gibi gözükmedikleri noktasında bana hak vereceksiniz.) Dün de 11 asist -ve yalnızca 1 top kaybıyla- oynayarak, ilk Pac-10 maçında müthiş bir 'merhaba' demiş oldu. Kerata çok da sevimli bir şey maşaallah. Yetenekleri parantez içinde saydığım oyuncular kadar gelişkin olmayabilir. Zor zamanlarda başvurduğu bir floater dışında güvenilir bir hücum silahından bahsetmemiz kolay değil örneğin. Fakat bu sezonun kanatlarda Lee, Honeycutt gibi zor oyuncuları, pota altında da uzun süre top almayınca soğuyan ve kontrolü kaybeden isimleri barındıran UCLA kadrosu için en uygun oyuncu prototipini alıp getirenlerin alnından öpüyorum.


O şaşaalı recruitment hamleleri ise geçen sezonki yazıda da bahsettiğim gibi Joshua Smith ve Tyler Lamb. Memeli çaylağımız Smith, dünkü WSU maçında da sezonun ilk bölümünü göz önüne alacak olursak olağan bir şekilde faul problemine girdi ve yalnızca 17 dakika sahada kalabildi. Bu sıkıntıya rağmen 3/3 ile bulduğu 8 sayı, 6 rebound, 2 top çalma ve 1 blok neden bu sezon Pac-10'deki en yetenekli freshman tartışmalarında hep uzak ara önde olduğunun göstergesi. Dragovic'in yerine geldiğini de hesaba katarsak 10.1 sayı, 6.8 rebound ve 1 top çalma ortalamalarıyla sezonun bu bölümüne kadar en az Laz'ın oyun kurucu bölgesinde sağladığı kadar büyük bir upgrade anlamına geldiği söylenebilir.

4 numaralı Kansas ve 7 numaralı Villanova'ya karşı dirense de kaybeden, All-American adayı Jimmer Fredette'in takımı BYU önünde önemli bir galibiyet alarak genel olarak başarılı bir konferans dışı fikstürü geride bırakan UCLA, Washington State sonrasında bu öğleden sonra da Washington'ı konuk edecek Pauley Pavilion'da. (Türkiye saatiyle 23:00 elbette onların öğleden sonrası, Digiturk sahipleri 70. kanaldan yani Fox Sports'dan canlı izleyebilir. Size mükemmel bir yılbaşı planı sunmadığımın farkındayım, fakat 2010'a nasıl girdiğimin anıları tazeyken bu hasta halimle benim için güzel bir plan.) Top 25 listesinde kendisine yer bulamasa da konferansın bu en büyük güç merkezine karşı verilecek sınav, sezonun geri kalanına da önemli derecede ışık tutacak. WSU önünde ilk yarıdaki 11 sayılık dezavantajı kapatacak müthiş bir hücum performansı ile geri döndü UCLA. Jones bulduğu üçlük sonrası, hızlı gelerek Lee ve Honeycutt'a yarattığı iki üçlük pozisyonuyla bu geri dönüşün baş tetikleyicisi olmuştu. Yani ikinci yarıdaki 4/7 üç sayı isabetini dışarıdan bakıp şans olarak yorumlamak yanlış olacaktır. Direkt olarak Laz'ın doğru oyun kuruculuğunun meyvesiydi o dört isabetin üçü.


Bugün de eğer kısa savunmasında bu düzey korunabilirse ve geçen sezon pek durdurulamayan Isaiah Thomas'ın hayatı zorlaştırılabilirse 'neden olmasın' diyorum. Bu anlamda da WSU maçının ikinci yarısında yine Laz merkezli başlayan yoğun perimetre savunması ve oyun kurucu Reggie Moore üzerinden oynanan transition hücumlarından gelen sayıların neredeyse sıfıra çekilmesi ümit verici. Zaten arka alan savunması Howland takımlarının hep en güçlü yanlarından biri olmuştur. Öte yandan konferansın en sert takımlarından bir diğeri olan ezeli rakibimiz U$C de, Washington için kolay bir fikstür başlangıcı olmadı. Vidaların sıkıldığı maçı Huskies ancak uzatmada 73-67 kazanabildi. Washington'ın en büyük sıkıntısı halen 5 numarayı doldurabilecek bir kütle yoksunluğu. Bunun için rotasyona dahil ettikleri Senegal boğası Aziz N'Diaye de çok ham bir oyuncu ve orayı dolduracak bir kütle olmaktan başka çok az şey yapıyor hakikaten. Yani Smith'in faullerden olabildiğince uzak durup sahada kalmaya çalışması ve Huskies'i içeriden işlemesi şart. Onlar adına ilk maçın yıldızı Matthew Bryan-Amaning ile de Nelson-Smith ikilisinin iyi derecede boğuşması gerekiyor.

Pac-10 bu sezon John Wooden'ın anısını yüceltmek adına oynanıyor ve bu sezonun konferans adına geçen sezonki kadar vasat geçmesi o anının koruyucusu olarak en çok UCLA'i üzer. O yüzden... Go Bruins!

24 Aralık 2010 Cuma

When the Game Was Ours #3


2.08 boyundaki çaylak [Kevin] McHale'in öyle geniş omuzları vardı ki, dışarıdan bakınca gömleğin askısını çıkarmayı unuttuğunu düşünebilirdiniz. Uzun ve çevikti, fakat bunların yanında Bird ne kadar azimliyse bir o kadar rahat ve gamsız bir yapıdaydı. Bu birkaç saniyede bile fark edilebilecek temel zıtlıklara rağmen, ustalıklarını tamamen farklı birer yaklaşımla yerine getiren iki başarılı forvetin kurdukları ilişki tek kelimeyle büyüleyiciydi.

"Larry dur durak bilmiyordu," diyor M.L. Carr. "Antrenmana geldiğimizde onu orada bulurduk, bitirdiğimizde de o hala orada olurdu. Bir gün Kevin'ın yanına gidip sordum: 'Neden Larry gibi olamıyorsun?' 'Hey, benim bir hayatım var.'*"

("When the Game Was Ours", J. MacMullan, p. 84)

* Dublaj yaptım McHale'e resmen, hiç samimi olmadı. "Hey, man, I've got a life" diyor yoksa.

When the Game Was Ours #1
When the Game Was Ours #2

Numaraiki'de Yazıyorum, Manipülatif Yazıyorum


Dersi yarıda kestim, daha iyi bir işim olmadığına kanaat getirip bloga bir şeyler karalamaya karar verdim. Orlando'nun yeni yapısı hakkında sadeleştirilmiş bir formatta olsa da Salsa Basket'e yazmıştım yazacağımı genel hatlarıyla. Biraz da sıktı zaten muhabbet. Farklı bir kafada yaşayan John Hollinger'ın bile ikinci takas daha kesinleşmeden sorguladığı bir şeydi Ajan Zero'nun ne kadar elzem olduğu. En azından NBA'in açık ara en berbat kontratının talibiysen bir aciliyetten bahsetmek güçtü, bunu irdelemek de çok radikal bir bakış açısının sonucu değil. Öte yandan olaya çok fazla sayılarla bakıp rasyonalize etme çabası da her zaman iyi sonuç vermez. Sakatlıklar sonrası hız kesmiş olsa da ona çizilen sınırlar dahilinde yaşamayı kabul eden bir Gilbert Arenas'ın, o gece takım değiştiren oyuncular arasında bir takımı tek başına -gerçekten- şampiyonluk adayı haline getirebilecek kudretteki yegane isim olduğu gerçeği biraz fazla kulak arkası ediliyor bu bakışın kaçınılmaz sonucu olarak. Evet, 2009 ile kıyasladığımızda daha palazlanmış ve işin içine entegre olmuş bir oyun kurucu zaten Hidayet Türkoğlu'nun eski rolünü üstlenmesinin önünde bir engel olarak duruyorken Rashard Lewis gibi kendi şutunu bekleyerek de mutlu olabilen birinin yerine böyle bir azgın tekenin eklenmesi işleri daha da zorlaştıracak. Fakat Shard'ın 1.5 senedir ne oynadığının biraz farkındaysanız ve yine de Hedo'nun geri dönüşüyle tekrar eski güzel günlerine depar atacağını umuyorsanız, kıskanılacak bir hayat yaşıyorsunuz. Öte yandan Stan Van Gundy'nin 4 şutör ve 1 bekçiye dayalı sisteminden vazgeçişi de sezon başına kadar uzanıyor. Takas sonrası Lewis ile çalışmayı hayatının fırsatı olarak gördüğüne dair açıklamalarını gereğinden fazla yorumlamanın manası yok. Zira SVG kendisinin eski rolünde eski etkinliğini göstereceğine artık inanmadığını sene başında yaptığı oynamalarla açık etmişti. O yüzden Arenas'ın buradaki kimyayı nasıl bozacağından bahsetmeyelim şimdiden, ya da 'oysa ki Lewis olsa böyle mi olurdu' muhabbetlerine yeltenmek için de erken. Biliyorum birçoğunuz Peja Stojakovic, Carlos Boozer, Jameer Nelson ve Jose Calderon diye uzayıp giden listeye yeni birisini eklemek istiyorsunuz ve Ajan Zero da özgeçmişiyle buna en yatkın isimlerden. But still...

Bir de Phil Jackson'ın Christmas yorumlarına değinecektim, özellikle ESPN'den çıkan şu İlker Acun niteliğindeki yazıya kafayı taktım da 140 karakterle mikro bir iç dökmede bulunuverdim. Bu sözden yola çıkıp David Stern dönemini ele alacak esaslı bir makale de yazılabilir ama gece için planlarım var.


Taslaklarda şunu buldum bu düşünceler içinde boğulmuşken. 6 Ekim itibarıyla Euroleague'deki en iyi transferleri dizmişim kendimce. Şimdi bakınca Marko Keselj konusunda nasıl bu kadar ümitli olduğuma biraz şaşırıyorum, sonuçta favori oyuncularımdan biri sayılmaz. Ama onun dışındakilerin birçoğunu isabetli buluyorum, en azından arkasındaki düşünüşü takip edebiliyorum. Marko Tomas pek uymadı ama ya, Top 16 da çok büyük bir çıkış getirmeyecek gibi gözüküyor...

1. Vassilis Spanoulis, Olympiakos

2. Romain Sato, Panathinaikos

3. Aleks Maric, Panathinaikos

4. Jamont Gordon, CSKA Moskva

5. Marko Keselj, Olympiakos

6. Marko Tomas, Fenerbahçe Ülker

7. D'or Fischer, Real Madrid

8. Terrell McIntyre, Unicaja Malaga

9. Brad Newley, Lietuvos Rytas

10. Bo McCalebb, Montepaschi Siena

18 Aralık 2010 Cumartesi

Õhus (2009)


Manipülasyonun rahatsız edici yüzünü dışarıdan bir gözle deneyimleme ve bunu 10 dakikalık bir animasyonun yoğunluğuyla yapma. Estonyalı Martinus Klemet'in yazıp yönettiği bu film gibilerini bugün ve yarın da 6. Animasyon Film Festivali kapsamında Pera Müzesi'nde görebilirsiniz.

Kobe Bryant's My New BFF (Season 1)


Long time no see...

"Şunu belirtmek isterim ki birisi bundan 1 yıl kadar önce, bir blogda yazacağım ilk basketbol yazısının Vujacic hakkında olacağını söylese, vücudumun hangi uzvuyla güleceğimi şaşırırdım muhtemelen."

Haziran 2008. Sasha Vujacic'in kariyeri inişler ve çıkışlar gördüyse, bir daha ulaşmayı bile hayal edemeyeceği zirvesine 2008 yılının play-off performansı denk geliyordu. Ortalama 21.7 dakika, 8.8 sayı, 2.2 rebound, 39% ile atılan maç başına 1.5 üçlük. Aynı zamanda bunların yanına eklenen ve tüm bu rakamların içinden sıyrılarak en beklenmedik parametre olmayı başaran bir savunma direnci. Hani NBA'deki çaylak sezonunu izledikten sonra hangi oyuncunun bir dönem boyunca istikrarlı olarak averaj üstü savunma yeterliği göstereceğini hiç düşünmezdin deseler, sayacağım ilk üç oyuncu arasında yerini alırdı Vujacic. (Belki buraya girecek isimlerden biri de J.J. Redick olurdu ki onun da beni yanılttığı çok verimli play-off dönemleri oldu. Hatta Vujacic'in aksine onun her zaman iyi bir savunma malzemesine sahip olduğunu, ancak kariyerini ayağa kaldırması için göstermek zorunda olduğu dönemde bunu gösterdiğini düşünüyorum şimdilerde.) Bu arkaplanda düşünecek olursak, o dönemde açtığımız blogun ilk cümlelerinden birinin yukarıda alıntıladığım şekilde kurulması çok büyük sürpriz olmamalı...


Fakat o 2008 baharında, özellikle de konferans finalinde Manu "King of the Flop" Ginobili'yi dahi deliye döndüren numaralarını cebinden çıkaran Vujacic tablosunu betimlerken yukarıda değindiğimiz 'dönemsellik' boyutunun altını bir kez daha çizmeliyiz. Anne karnında kazanılan yetilerden hırs etmenini Vujacic söz konusuysa hiçbir zaman bir kenara itemeyiz. Bana Vujacic'in oyununun en güçlü yönleri sorulduğunda a) hırs, b) özgüven diye maddeliyorum hemen. (Fakat devamını getirmek çok kolay olmuyor ve dönemsel olarak sunulan birtakım iyi performanslara rağmen onu külliyen "iyi savunmacı" olarak nitelemeye de dilimiz varmıyor.) Yani temelde sahaya konan şeye herhangi bir somutlukla dahil olamayacak iki nitelik oluyor saydıklarım. Elbette hırs ve özgüven bir sporcuyu yeteneklerinin taşıdığı noktada devralıp, yeni bir düzleme geçmesine hiç azımsanmayacak birer yardım eli olan kaldırıcı etkenlerdir. Fakat henüz oyuncu yapısı olarak sağlam bir temele oturamamış iseniz ve NBA kalitesi gösterecek kalifikasyonlara sahip değilseniz bunların pek bir anlamı olmaz. Yani size uzun süreli kontratlar sağlamaya yetmez. Yetmemeli... Vujacic bu önermeyi tekzip etme konusunda yeni bir çığır açan ve NBA şampiyonu takımdan 3 yıllığına 15 milyon dolar koparabilen bir adam. O kaliteyi iyi niyetle zorladığı tek sezonun üzerine hem de. (Kabul ediyorum, sahada gösterilen eforu taraftarı olduğum takımın oyuncusundan beklediklerim arasında ilk sıraya koyan biri olarak o gün bunları görmekte zorlanıyordum. Hatta verilen kontratta da Mitch Kupchak'in arkasında durmuştum. O günkü argümanlarımdan biri nispeten kısa süreli bir kontratın masaya gelmiş olmasıydı. Bugün bakınca halen anlamını koruyabilen tek argümanım da o gibi görünüyor.)

Nasıl olsa Vujacic'in takımın yakın geçmişindeki en kritik serbest atışlar olan ve bu özelliğini muhtemelen daha uzun bir süre koruyacak iki serbest atışı, kenardan çok soğuk bir şekilde gelmesine rağmen Celtics çemberinin göbeğine aşk eylediği O 7. MAÇ dışında hemen hemen hiç katkı vermediği iki şampiyonluğun rahatlığıyla konuşuyoruz. Vujacic 5 milyonluk adam kalıbında bir etkinlik göstermese de takıma pek köstek olmadığını da söyleyebiliriz. Elbette burada geçen sezon, vatandaşı Goran Dragic ile girdiği manasız horoz dövüşü sonrasında neredeyse bir mağlubiyete mal olacağını görmezden geliyoruz. O mağlubiyetin kolaylıkla Phoenix serisinin elden gitmesine, dolayısıyla efsanevi Boston finali sonrası ulaşılan Larry O'Brien kupasının da bir hayal olarak kalmasına yol açabileceği gerçeğini de yok sayıyoruz. Ortada bir ihanet yoksa, ayrılıklardan sonra böyle bir tutum sergilenir. En azından genel eğilim bu olur. İçinde bulunduğumuz durumda her şeyden biraz var ama ihanet? Brown-Blake-Barnes üçlüsü, nam-ı diğer Killa B's sezona böyle başlamışken yedek sırasında hak ettiği bir koltukla ödüllendirilmiş Vujacic için bu takas bir fırsat aksine.
----- Kırmızı Çizginin Çok Ötesinde Konuşmalar ------
Slovenya'dan ABD'ye adım attığı günden beri kendisine ev olan, başka bir ortamda görmesi mümkün olmayan bir ilgi yumağı hazırlayan, bununla da kalmayıp iki şampiyonluk yüzüğü ve tüm erkek türünün en azından bir kez derin biçimde arzuladığı bir kadın hediye eden bir takımdan bahsediyoruz. Böyle bir şeyi terk edince, içinizden bir şeylerin koptuğunu hissetmemeniz düşünülemez. Vujacic'in bugün tüm ailesi ve ülkesi için yarattığı mirası, ancak Lakers camiasının büyüklüğünden güç alarak bugünkü boyutlarına ulaşabilirdi. Belki de sadece Lakers camiasının... Yine de profesyonel spor dünyasında tanımlaması ve sınırlarını çizmesi zaten güç olan 'ihanet' mefhumundan bahsedebileceğimiz son durumlardan biri budur. Her iki taraf adına da...


Fakat Lakers-Vujacic ikilisi arasında yukarıda kastettiğimiz kadar tek taraflı bir ilişki mi mevzubahisti gerçekten de? Yani Vujacic bugün olduğu oyuncuya dönüşürken Lakers'ın kudretini sınırsız biçimde kullandı ve birkaç üçlük, iki serbest atış ve sayısız yalancı pres dışında bunun karşılığını geri ödeyemedi diyebilir miyiz hocam? "Yani dersek, kimse de ağzını açıp bir şey söyleyemez Güntekin." Ancak bu saha içindeki durum sadece. Hırs ve özgüven. Rakip takımda topa hükmetmeyi seven bir guard varsa, elinizde Vujacic gibi birisine sahip olmanın çok değerli olduğunu bugün dahi söyleyebilecek genel menajerler vardır muhtemelen ligde. Halbuki içten yanmalı bir savunmacı olan Vujacic'in bu ön alan baskılarından kazanılan top sayısı neyse, bu sayının iki katı kadar manasız faulün mevzubahis olduğunun garantisini verebilirim. Biraz Mert Nobre kuralı geçerli aslında savunmadaki Vujacic'i değerlendirirken. Staples Center'da en ateşli seyircinin bulunduğu kapalı tribün civarının önünde yaptığı topa baskıyla dikkatleri üzerine çeken Vujacic'in net kazanç tablosunu ele aldığımızda negatif değerleri gördüğümüz maçların sayısı az değildir. Hatta kimden çekiniyorum, çoğunluktadır yahu!

Şimdi ikinci maddeye atlayalım: Özgüven. Muhtemelen Maria Sharapova'yı tavlamasının arkasında yatan sebeplerin başında bu geliyordur. En azından erkek dergilerinde böyle şeylerin yazıldığından haberdarız, seksi olmanın yolu özgüvenden geçiyormuş. Fakat saha içine geldiğimizde bu özgüvenin Vujacic'in oyunculuğunu besleyen bir faktör olmak şöyle dursun, özellikle 2008 sezonuna kadar oyunculuğunu büyük sekteye uğratan bir bela olarak hayatında yer ettiğini söylemeliyiz. Shaquille O'Neal sonrası sancıları atlatamamış ve bir takım kimliği oluşturamamış kadroda aldığı sürelerde, şut atmaktan hiçbir zaman çekinmeyen bir adamdı. Oyunun -tırnak içinde- olgunluk dönemi hafızalarımızda tazeyken bu benzetmeye hak vermek zor olabilir, fakat Vujacic ilk senesinde bir Von Wafer ikinci senesinde ise bir Nick Young'dan halliceydi. Hücumda şut atmadan da bir değer yaratacağına basbayağı inanmıyordu. Uzunca bir süre de onu ikna edebilen birileri çıkmadı. Bunu savunmadaki 'her topu çalabilirim' ve 'her oyuncuyu durdurabilir, Michael Jordan'ı ise en azından yavaşlatmayı umabilirim' felsefesi takip ediyordu. Bu hırs ve özgüven bileşiminin takım için en tatsız halini aldığı maçtan bahsetmiştik. Kazanma derdinin olmadığı 2005-07 dönemindeki tüm saçmalıklar kabul edilebilirdi, fakat geçen sezonki o Phoenix serisinde her güzel şeyi berbat edebilecek bir noktada geldi Vujacic'in büyük burnu. Bahse konu maç farklı bir seyirde gelişse Vujacic'in Los Angeles'ta aynı ölçüde popüler bir figür olarak kalabileceğini ise hiç sanmıyorum. O gaflet anlarını gelin, hep birlikte tekrar izleyelim. Tık! (Uyarı: Eser miktarda Craig Sager Fail içerir.)

"We have something between us going, rivalry or something. Every game, he pressures me so hard and I try to penetrate. I would say it is personal. I don't know why but maybe because last year we were together on the national team..." - Goran DRAGIC


Vujacic'in Lakers'a verdiklerinin büyük kısmı ise saha dışından kök alıyordu doğrusu. NBA'in en görkemli iki organizasyonundan biri olan takımın tarihinde Vujacic gibi oyunculardan yüzlerce bulabilirsiniz. İnanması güç ama Lakers tarihinden bir "yenge takımı"* oluşturacak olsak, Sharapova'nın listedeki yeri tartışılır. Küçük şehirden melekler şehrine adım attığı ilk günden itibaren, Magic Johnson'a yöredeki tüm doğal güzellikleri göstermek adına Jerry Buss'ın ne büyük çabalara girdiğini biyografilerden okuyoruz. ("Hergelelik, kumarbazlık, ahlaksızlık... Hepsini öğreneceğim.") Sportif başarılar güzel de, bu renkler biraz da Lakers kültürünü yaşatan. Biz buradan "Kusur kalsın böyle renk, siyah beyaz izleyelim" diye söylensek de, bunlar olmasa bir takımı diğerinden ayıramayacağınız yavan bir lige dönüşürdü NBA de. Basketbolculuğun takım elbiseyle gidilen bir iş halini aldığı, hakeme mimik yapmanın cezasının 6 ay hak mahrumiyetinden başladığı, "Chris Andersen damat tıraşı olsun, o dövmeleri de sildirsin" diye Facebook gruplarının kurulduğu bir ortamda bazılarının bunu görmek istediğinin farkındayım. Fakat ben aynı isteği paylaşmıyorum. En çok da o yüzdendir belki tüm saydıklarıma rağmen Sasha'yı şimdiden özlemiş olmam. Çünkü bir Lakers duruşu varsa, kendimizi hiç kandırmayalım ki onu sendika başkanı Derek Fisher, basketbol kariyeri boyunca sevişmemiş A.C. Green veya -çok özür dileyerek- Ukrayna köylüsü Stanislav Medvedenko taşımıyor. Doğu Avrupa'dan gelip Amerikan Rüyası'nı yaşayan, Paris Hilton'la görüntülenip çok daha iyisini yavuklusu yapan bu kült adam onu yansıtan. Yüreğine sağlık. New Jersey'de, Brooklyn'de, her nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsan aynı desteksiz özgüvenle devam et. (Kardeşim sanma ki yollarımız ayrılıyor tadında bitiriş.) O tribündeki yenge takımının da evelallah hepsini...


Blogger fotoğraf altı yazı konuda bir yeniliğe gitmiş aslında, ama biz çok uzak kaldık. Şu yukarıdaki fotoğraf da tek başına Lakers'ın Vujacic'e büyük bir katkısını belgeliyor aslında. Cristiano Ronaldo gibi Manchester'a ayak bastığında Almancı modasını takip eden bir adamı Oasis dinleyicisi olarak Madrid'e göndermek nasıl bir tedrisatın göstergesiyse, bu adama bu tişörtü giydirmek de öyle bir şey. Bir üstteki fotoğrafa iliştirilecek şeyse belli: Wedding Crashers!

Türübüt Şov (by ImadoggyDogg)

* Literatüre katkılarından dolayı hakem hocası, basketbol otoritesi, güzel insan Orkun Çolakoğlu'na minnet duyuyoruz.


Kobe Bryant yeni bir BFF (Best Friend Forever) arayadursun, Allen Iverson kendisininkini bulmuş gibi. Yalnız Iverson'ın sabahtan akşama Etiler TGI Friday's'de cheese wrap yiyerek Philadelphia nostaljisi yaşattığı kulağımıza çalınıyor. Sen o adamı kolundan tutup Bambi'ye götüremiyorsan, kankalık meramına sığmaz bu sevgili Cüneyt Erden.

Yeni Yazıhane Diyorsak...

Bir yılı geride bıraktığımız gibi soluğu yeni tasarımda aldık. Kubilay Kahveci'nin yeni oyuncakları için buradan yakın. Yazıhan...