
Long time no see...
"Şunu belirtmek isterim ki birisi bundan 1 yıl kadar önce, bir blogda yazacağım ilk basketbol yazısının Vujacic hakkında olacağını söylese, vücudumun hangi uzvuyla güleceğimi şaşırırdım muhtemelen."
Haziran 2008. Sasha Vujacic'in kariyeri inişler ve çıkışlar gördüyse, bir daha ulaşmayı bile hayal edemeyeceği zirvesine 2008 yılının play-off performansı denk geliyordu. Ortalama 21.7 dakika, 8.8 sayı, 2.2 rebound, 39% ile atılan maç başına 1.5 üçlük. Aynı zamanda bunların yanına eklenen ve tüm bu rakamların içinden sıyrılarak en beklenmedik parametre olmayı başaran bir savunma direnci. Hani NBA'deki çaylak sezonunu izledikten sonra hangi oyuncunun bir dönem boyunca istikrarlı olarak averaj üstü savunma yeterliği göstereceğini hiç düşünmezdin deseler, sayacağım ilk üç oyuncu arasında yerini alırdı Vujacic. (Belki buraya girecek isimlerden biri de J.J. Redick olurdu ki onun da beni yanılttığı çok verimli play-off dönemleri oldu. Hatta Vujacic'in aksine onun her zaman iyi bir savunma malzemesine sahip olduğunu, ancak kariyerini ayağa kaldırması için göstermek zorunda olduğu dönemde bunu gösterdiğini düşünüyorum şimdilerde.) Bu arkaplanda düşünecek olursak, o dönemde açtığımız blogun ilk cümlelerinden birinin yukarıda alıntıladığım şekilde kurulması çok büyük sürpriz olmamalı...

Fakat o 2008 baharında, özellikle de konferans finalinde Manu "King of the Flop" Ginobili'yi dahi deliye döndüren numaralarını cebinden çıkaran Vujacic tablosunu betimlerken yukarıda değindiğimiz 'dönemsellik' boyutunun altını bir kez daha çizmeliyiz. Anne karnında kazanılan yetilerden hırs etmenini Vujacic söz konusuysa hiçbir zaman bir kenara itemeyiz. Bana Vujacic'in oyununun en güçlü yönleri sorulduğunda a) hırs, b) özgüven diye maddeliyorum hemen. (Fakat devamını getirmek çok kolay olmuyor ve dönemsel olarak sunulan birtakım iyi performanslara rağmen onu külliyen "iyi savunmacı" olarak nitelemeye de dilimiz varmıyor.) Yani temelde sahaya konan şeye herhangi bir somutlukla dahil olamayacak iki nitelik oluyor saydıklarım. Elbette hırs ve özgüven bir sporcuyu yeteneklerinin taşıdığı noktada devralıp, yeni bir düzleme geçmesine hiç azımsanmayacak birer yardım eli olan kaldırıcı etkenlerdir. Fakat henüz oyuncu yapısı olarak sağlam bir temele oturamamış iseniz ve NBA kalitesi gösterecek kalifikasyonlara sahip değilseniz bunların pek bir anlamı olmaz. Yani size uzun süreli kontratlar sağlamaya yetmez. Yetmemeli... Vujacic bu önermeyi tekzip etme konusunda yeni bir çığır açan ve NBA şampiyonu takımdan 3 yıllığına 15 milyon dolar koparabilen bir adam. O kaliteyi iyi niyetle zorladığı tek sezonun üzerine hem de. (Kabul ediyorum, sahada gösterilen eforu taraftarı olduğum takımın oyuncusundan beklediklerim arasında ilk sıraya koyan biri olarak o gün bunları görmekte zorlanıyordum. Hatta verilen kontratta da Mitch Kupchak'in arkasında durmuştum. O günkü argümanlarımdan biri nispeten kısa süreli bir kontratın masaya gelmiş olmasıydı. Bugün bakınca halen anlamını koruyabilen tek argümanım da o gibi görünüyor.)
Nasıl olsa Vujacic'in takımın yakın geçmişindeki en kritik serbest atışlar olan ve bu özelliğini muhtemelen daha uzun bir süre koruyacak iki serbest atışı, kenardan çok soğuk bir şekilde gelmesine rağmen Celtics çemberinin göbeğine aşk eylediği O 7. MAÇ dışında hemen hemen hiç katkı vermediği iki şampiyonluğun rahatlığıyla konuşuyoruz. Vujacic 5 milyonluk adam kalıbında bir etkinlik göstermese de takıma pek köstek olmadığını da söyleyebiliriz. Elbette burada geçen sezon, vatandaşı Goran Dragic ile girdiği manasız horoz dövüşü sonrasında neredeyse bir mağlubiyete mal olacağını görmezden geliyoruz. O mağlubiyetin kolaylıkla Phoenix serisinin elden gitmesine, dolayısıyla efsanevi Boston finali sonrası ulaşılan Larry O'Brien kupasının da bir hayal olarak kalmasına yol açabileceği gerçeğini de yok sayıyoruz. Ortada bir ihanet yoksa, ayrılıklardan sonra böyle bir tutum sergilenir. En azından genel eğilim bu olur. İçinde bulunduğumuz durumda her şeyden biraz var ama ihanet? Brown-Blake-Barnes üçlüsü, nam-ı diğer Killa B's sezona böyle başlamışken yedek sırasında hak ettiği bir koltukla ödüllendirilmiş Vujacic için bu takas bir fırsat aksine.
----- Kırmızı Çizginin Çok Ötesinde Konuşmalar ------
Slovenya'dan ABD'ye adım attığı günden beri kendisine ev olan, başka bir ortamda görmesi mümkün olmayan bir ilgi yumağı hazırlayan, bununla da kalmayıp iki şampiyonluk yüzüğü ve tüm erkek türünün en azından bir kez derin biçimde arzuladığı bir kadın hediye eden bir takımdan bahsediyoruz. Böyle bir şeyi terk edince, içinizden bir şeylerin koptuğunu hissetmemeniz düşünülemez. Vujacic'in bugün tüm ailesi ve ülkesi için yarattığı mirası, ancak Lakers camiasının büyüklüğünden güç alarak bugünkü boyutlarına ulaşabilirdi. Belki de sadece Lakers camiasının... Yine de profesyonel spor dünyasında tanımlaması ve sınırlarını çizmesi zaten güç olan 'ihanet' mefhumundan bahsedebileceğimiz son durumlardan biri budur. Her iki taraf adına da...
Fakat Lakers-Vujacic ikilisi arasında yukarıda kastettiğimiz kadar tek taraflı bir ilişki mi mevzubahisti gerçekten de? Yani Vujacic bugün olduğu oyuncuya dönüşürken Lakers'ın kudretini sınırsız biçimde kullandı ve birkaç üçlük, iki serbest atış ve sayısız yalancı pres dışında bunun karşılığını geri ödeyemedi diyebilir miyiz hocam? "Yani dersek, kimse de ağzını açıp bir şey söyleyemez Güntekin." Ancak bu saha içindeki durum sadece. Hırs ve özgüven. Rakip takımda topa hükmetmeyi seven bir guard varsa, elinizde Vujacic gibi birisine sahip olmanın çok değerli olduğunu bugün dahi söyleyebilecek genel menajerler vardır muhtemelen ligde. Halbuki içten yanmalı bir savunmacı olan Vujacic'in bu ön alan baskılarından kazanılan top sayısı neyse, bu sayının iki katı kadar manasız faulün mevzubahis olduğunun garantisini verebilirim. Biraz Mert Nobre kuralı geçerli aslında savunmadaki Vujacic'i değerlendirirken. Staples Center'da en ateşli seyircinin bulunduğu kapalı tribün civarının önünde yaptığı topa baskıyla dikkatleri üzerine çeken Vujacic'in net kazanç tablosunu ele aldığımızda negatif değerleri gördüğümüz maçların sayısı az değildir. Hatta kimden çekiniyorum, çoğunluktadır yahu!
Şimdi ikinci maddeye atlayalım: Özgüven. Muhtemelen Maria Sharapova'yı tavlamasının arkasında yatan sebeplerin başında bu geliyordur. En azından erkek dergilerinde böyle şeylerin yazıldığından haberdarız, seksi olmanın yolu özgüvenden geçiyormuş. Fakat saha içine geldiğimizde bu özgüvenin Vujacic'in oyunculuğunu besleyen bir faktör olmak şöyle dursun, özellikle 2008 sezonuna kadar oyunculuğunu büyük sekteye uğratan bir bela olarak hayatında yer ettiğini söylemeliyiz. Shaquille O'Neal sonrası sancıları atlatamamış ve bir takım kimliği oluşturamamış kadroda aldığı sürelerde, şut atmaktan hiçbir zaman çekinmeyen bir adamdı. Oyunun -tırnak içinde- olgunluk dönemi hafızalarımızda tazeyken bu benzetmeye hak vermek zor olabilir, fakat Vujacic ilk senesinde bir Von Wafer ikinci senesinde ise bir Nick Young'dan halliceydi. Hücumda şut atmadan da bir değer yaratacağına basbayağı inanmıyordu. Uzunca bir süre de onu ikna edebilen birileri çıkmadı. Bunu savunmadaki 'her topu çalabilirim' ve 'her oyuncuyu durdurabilir, Michael Jordan'ı ise en azından yavaşlatmayı umabilirim' felsefesi takip ediyordu. Bu hırs ve özgüven bileşiminin takım için en tatsız halini aldığı maçtan bahsetmiştik. Kazanma derdinin olmadığı 2005-07 dönemindeki tüm saçmalıklar kabul edilebilirdi, fakat geçen sezonki o Phoenix serisinde her güzel şeyi berbat edebilecek bir noktada geldi Vujacic'in büyük burnu. Bahse konu maç farklı bir seyirde gelişse Vujacic'in Los Angeles'ta aynı ölçüde popüler bir figür olarak kalabileceğini ise hiç sanmıyorum. O gaflet anlarını gelin, hep birlikte tekrar izleyelim. Tık! (Uyarı: Eser miktarda Craig Sager Fail içerir.)
"We have something between us going, rivalry or something. Every game, he pressures me so hard and I try to penetrate. I would say it is personal. I don't know why but maybe because last year we were together on the national team..." - Goran DRAGIC

Vujacic'in Lakers'a verdiklerinin büyük kısmı ise saha dışından kök alıyordu doğrusu. NBA'in en görkemli iki organizasyonundan biri olan takımın tarihinde Vujacic gibi oyunculardan yüzlerce bulabilirsiniz. İnanması güç ama Lakers tarihinden bir "yenge takımı"* oluşturacak olsak, Sharapova'nın listedeki yeri tartışılır. Küçük şehirden melekler şehrine adım attığı ilk günden itibaren, Magic Johnson'a yöredeki tüm doğal güzellikleri göstermek adına Jerry Buss'ın ne büyük çabalara girdiğini biyografilerden okuyoruz. ("Hergelelik, kumarbazlık, ahlaksızlık... Hepsini öğreneceğim.") Sportif başarılar güzel de, bu renkler biraz da Lakers kültürünü yaşatan. Biz buradan "Kusur kalsın böyle renk, siyah beyaz izleyelim" diye söylensek de, bunlar olmasa bir takımı diğerinden ayıramayacağınız yavan bir lige dönüşürdü NBA de. Basketbolculuğun takım elbiseyle gidilen bir iş halini aldığı, hakeme mimik yapmanın cezasının 6 ay hak mahrumiyetinden başladığı, "Chris Andersen damat tıraşı olsun, o dövmeleri de sildirsin" diye Facebook gruplarının kurulduğu bir ortamda bazılarının bunu görmek istediğinin farkındayım. Fakat ben aynı isteği paylaşmıyorum. En çok da o yüzdendir belki tüm saydıklarıma rağmen Sasha'yı şimdiden özlemiş olmam. Çünkü bir Lakers duruşu varsa, kendimizi hiç kandırmayalım ki onu sendika başkanı Derek Fisher, basketbol kariyeri boyunca sevişmemiş A.C. Green veya -çok özür dileyerek- Ukrayna köylüsü Stanislav Medvedenko taşımıyor. Doğu Avrupa'dan gelip Amerikan Rüyası'nı yaşayan, Paris Hilton'la görüntülenip çok daha iyisini yavuklusu yapan bu kült adam onu yansıtan. Yüreğine sağlık. New Jersey'de, Brooklyn'de, her nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsan aynı desteksiz özgüvenle devam et. (Kardeşim sanma ki yollarımız ayrılıyor tadında bitiriş.) O tribündeki yenge takımının da evelallah hepsini...

Blogger fotoğraf altı yazı konuda bir yeniliğe gitmiş aslında, ama biz çok uzak kaldık. Şu yukarıdaki fotoğraf da tek başına Lakers'ın Vujacic'e büyük bir katkısını belgeliyor aslında. Cristiano Ronaldo gibi Manchester'a ayak bastığında Almancı modasını takip eden bir adamı Oasis dinleyicisi olarak Madrid'e göndermek nasıl bir tedrisatın göstergesiyse, bu adama bu tişörtü giydirmek de öyle bir şey. Bir üstteki fotoğrafa iliştirilecek şeyse belli: Wedding Crashers!
Türübüt Şov (by ImadoggyDogg)
* Literatüre katkılarından dolayı hakem hocası, basketbol otoritesi, güzel insan Orkun Çolakoğlu'na minnet duyuyoruz.

Kobe Bryant yeni bir BFF (Best Friend Forever) arayadursun, Allen Iverson kendisininkini bulmuş gibi. Yalnız Iverson'ın sabahtan akşama Etiler TGI Friday's'de cheese wrap yiyerek Philadelphia nostaljisi yaşattığı kulağımıza çalınıyor. Sen o adamı kolundan tutup Bambi'ye götüremiyorsan, kankalık meramına sığmaz bu sevgili Cüneyt Erden.
10 yorum:
okumadım kardeş, çok uzun.
resimlere baksaydın..
ama yazma şevkini kırmak istemem sen güzel şeyler anlatmak istemiştirsinde beni yoruyor bu kadar uzun yazılar
özet geçseydin iyiydi
Ben keyifle okudum.Özellikle sondaki tribute videosu harika olmuş.Pek çok efsane sahne var.JRich ile Kobe'nin tartışmasında araya girip JRich'e atar yapması,basket sonrası sevinçte Ariza ile havaya zıplayıp çarpışmadan sonra yere düşmesi,1.18'deki Ray Allen savunması(!) vs. Yolun açık olsun Sasha.
özet geç piç
@6 güldürdün piç. kap şukuyu.
sağol panpa
yalnız ben ivy'nin kanka olarak hep chatman'ı düşündüm. adam ottan resmi ceza almış, en sevdiği basketbol oyuncusu bizzat iverson, alemcilik işinde de iyi bildiğim kadarıyla, ee daha ne? hala bekliyorum, iverson ve chatman, mekanda çıkarken ... diye bir haber. iverson çıktı da ikili olarak henüz değil:)
bir gün vujacic için yazılmış hemde baya uzun yazılmış bir yazıyız evkle okuyacaksın deseler o güne kadar varlığını bilmediğim organlarımla bile gülebilirdim. ama heyhat hayat insana her daim şaşırtıyor :D
çok güzel bir yazı hemde hiç hakkında yazılması beklenmeyecek bir adam için olmasına rağmen :d
Yorum Gönder