Resim: Stretford End iş başında. Yer Anfield Road, Tottenham maçı sırasında yakalanan bir kare. Açıklamaya ihtiyaç duymuyor.Premier League'de şampiyon belli oldu (üstteki resmi kesiniz) ve tablonun üst kısmında savaşılacak çok az şey kaldı. Fair-Play tablosuna göre şekillenecek son Europa League bileti için Fulham uzun süredir
pole-position koltuğunda oturmakta ve son hafta içlerindeki canavarı salıvermezlerse iki sene önce finalini oynadıkları lige bir kez daha katılacaklar. Sevdiğim menajerlerden Mark Hughes'un takımı oynadığı futbolla da bu ödülü fazlasıyla hak ediyor aslında. Bu hafta can derdindeki Birmingham'ı da deplasmanda yendiler ve Stoke City'yi altlarına aldılar. Futbolun selameti için böylesi daha güzel... Bir de çekiciliğini Şampiyonlar Ligi'ne direkt katılmaya imkan vermesinden alan lig üçüncülüğü için Manchester City salı akşamı aldığı galibiyetiyle büyük bir avantaj kazandı. Arsene Wenger ve öğrencileri lige bakışlarını seyircileri önünde aldıkları Aston Villa mağlubiyetiyle açık etmişlerdi zaten...
Yolculuğun son haftasına 2 puan dilimini doldurarak giren beş takımdan iki tanesi Championship futbolunda geçecek bir senenin kendileri için daha hayırlı olacağını 2-3 sezondur belli eden West Ham'e katılmak durumunda olacak. Paraşüt yardımları falan güzel gözüküyor ama biraz işsizlik maaşı gibi onlar da, çok fazla güvenirsen soluğu birkaç küme aşağıda bulabiliyorsun. Bunun yanında doğru yapıyı oluşturamadığın müddetçe, çok fazla para harcamanın doğrudan seni yukarıya taşımadığı bir lig Championship. Bu sezon Premier League'e çıkan Norwich'in kadrosu oyuncu değerlerini toplayacak olursak, ligin son çeyreğine ait gözüküyor mesela. Wembley'de son bilet için Reading karşısına çıkacak Galler temsilcisi Swansea için de bu durum böyle... Roberto Martinez zamanında oluşturulan yapının, yeni menajer Brendan Rodgers tarafından da işlemeye devam ettirilmesiyle Swansea Galler'i Premier League'de temsil edecek ilk takım olma onuruna çok yakın. Birkaç sene öncesine kadar bunu Cardiff'in önünde başaracaklarına dair bahis oynasaydınız, şimdi bu yazıyı okumayacak kadar meşgul olurdunuz. Yani düşenleri çok kolay bir yolculuk beklemiyor.

Resim: Afacan Millwall taraftarı iş başında. DW Stadium'da Wigan ikinci golü attığı gibi "Avram Grant - Millwall Legend" yazısını herkese okutuyorlar, hatta yayına bile çıkıyor bu uçak.Her şeye rağmen Avram Grant'ten birkaç saat içinde kurtulan ve Akademi'den gelmeye devam eden her biri Championship'te patlamaya aday yetenekleriyle West Ham, geri dönüşe diğerlerine oranla daha yakın olacaktır. Steve McClaren'ın Hammers'ta boşalan pozisyonla ilgilenmediğini açıklamasının ardından güçlü adaylar Martin O'Neill ve Chris Hughton olarak ön plana çıkmış durumda. Elinde bulacağı genç oyuncu grubundan daha iyi faydalanacağını düşündüğüm Hughton, Championship'teki başarıyla biten tecrübesiyle de bence daha doğru isim. Aynı zamanda Big Four ile bile adı geçerken, bir anda İngiliz futbolunun ikinci kademesindeki hedefe adaptasyon göstermesi çok kolay olmayabilir O'Neill'ın. Ancak bunu yapabilirse de Premier League'i de sarsabilecek bir birlikteliğin başlangıcı olabilir bu düşüş. Korkuya mahal yok, "Fight Club" alıntısı yapmayacağım. Fakat Zavon Hines (88), Jack Collison (88), James Tomkins (89), Junior Stanislas (89), Freddie Sears (89), Jordan Spence (90), Frank Nouble (91) ve belki gelecek seneden itibaren adını duyurmaya başlayacak daha fazla altyapı kaynaklı isim büyük bir potansiyelin göstergesi.
(Yukarıda sıraladıklarımdan Nouble dışında hepsi Akademi çıkışlı ve bazıları kiralık dönemleri boyunca Championship düzeyinde önemli etki gösterdiler.)Şimdi tekrar yazının ana konusuna geçelim ve pazar günü nasıl bir heyecanla karşı karşıya olduğumuza göz atalım. Bir de aşırı subjektif değerlendirmeler katmayı planlıyorum, rahatsız olanlar okumasın.
Fikstür:Manchester United - Blackpool
Tottenham Hotspur - Birmingham City
Stoke City - Wigan Athletic
Wolverhampton Wanderers - Blackburn Rovers
Blackburn (
40 puan, -14 averaj)Geçen haftasonu kendilerini emniyet altına almaya çok yaklaşmışlardı aslında. Hala kendi göbeklerini kesme şansına sahipler, fakat gidilecek Wolves deplasmanı puan durumunun gösterdiği kadar rahat olmadıkları anlamına geliyor. Ada futbolunda son haftalardaki hedefsizlik, doğrudan yatışa zemin hazırlamıyor. Özellikle kendi evinde sahaya çıkıyorsan, veda maçında taraftarının ağzında buruk bir tat bırakmak istemiyorsun. Buna paralel olarak Stoke veya Tottenham deplasmanları, takımların hedefsizliklerine rağmen zorlayıcı deplasmanlar. Fakat Blackburn, Wolves yerine bu takımlardan birini ziyaret etmeyi tercih eder miydi? Muhtemelen.
Kulübü satın alan Hindistan şirketinin apar topar kovduğu Sam Allardyce'ın ahı bir yana, geçen hafta da deplasman fakiri United'ın golü bulduktan sonra maçı Galatasaray-Sturm Graz haline getirmelerini sadece izlemeleriyle de tarafsız futbolseverlerin kanına dokunmuş olmalı Blackburn. Ben bu tavırlarından gayet hoşnuttum, fakat kendi evinde oynarken ve rakip golü bulmak için yaptığı değişiklikler sonrası gardını o denli indirmişken doğru tercihin bu olduğunu da pek düşünmüyorum. Tehlikeli sularda yüzüyorlar. Bu sene '88 doğumlu Martin Olsson ve '90 doğumlu Junior Hoilett gibi güzel çocukları seyrimize sunmamış olsalar, sempatimi de hayli kaybetmişlerdi. Ama pazar günü düşseler üzülürüm sanırım....
Wolves (40 puan, -19 averaj)"Mick, you're a liar... You're a fucking wanker. I didn't rate you as a player, I don't rate you as a manager, and I don't rate you as a person. You're a fucking wanker and you can stick your World Cup up your arse. The only reason I have any dealings with you is that somehow you are the manager of my country! You can stick it up your bollocks."Mick McCarthy'yi pek sevmem, bu düzeyi hak edecek bir futbol adamı olarak da görmem. Fakat bu seneki görüntüde onu suçlamanın çok adil olduğunu düşünmüyorum. Son hafta evinde oynayacak olması, Steven Fletcher ve Jamie O'Hara gibi oyuncularının yüksek formları ile Wolves şu anda belki de en güvende gözüken takım.
(Fletcher'a ödedikleri para kulüp rekoruydu ve O'Hara da Tottenham'dan mevsimlik işçi olarak alındı. Yani?) Blackburn'ün de kötü durumda olduğunu söyleyemeyiz ve işler bir anda tersine dönebilir ancak bu takımın kümede kalma savaşı vermesini yadırgayanları anlamak zor. Newcastle gibi büyük bütçeli bir kulübün geri dönmesi ve Wolves'un yerel rakibi West Brom'un da -ilki tartışmaya açık olsa da bence öyle- gerek Roberto Di Matteo, gerekse de Roy Hodgson dönemlerinde belli bir futbol anlayışını sahaya koyup bunu skora da yansıtmasıyla meşhur "ikinci sezon sendromu"nun bazı kurbanlar vereceğini öngörmek güç değildi. Bugün aynı sendromu yaşayan bir diğer ekip Birmingham'a baktığımızda Wolves
hem finansal açıdan daha iyi bir durumda, hem de elinde Championship ihtimalinde de büyük oranda koruyabileceği potansiyelli bir oyuncu grubu var. Tarihi bunun aksini iddia ediyor olsa da bugün Wolves Ada futbolunun küçük balıklarından ve başlarında McCarthy yerine bir taktik deha da olsaydı tablonun ilk yarısına kapak atmaları falan söz konusu olmayacaktı.
--- Sıkılma eşiği ---
Bize kötü bir mağlubiyet yaşattılar, Kevin Doyle da o gün bayağı bir küfür yedi benden.
(Gerçi yanımdaki Mancunian'ın George Elokobi'ye atfettiği hem ırkçılıkta, hem de homofobide sınırları zorlayan küfür kombinasyonundan sonra benden gelen prick, twat falan bayağı sıradan kalmıştı.) Mick the Prick'in kenarda Hikmet Karaman edasıyla gerinerek dolaşması can sıkıcı olabilir ama Wolves'un düşmesi de beni bayağı üzer galiba.
Birmingham (39 puan, -20 averaj)Son yıllarda Premier League'de düşme korkusu yaşayan takımlar belirli karakteristikler gösteriyorlar. İkinci sezon sendromundan bahsettim. Birmingham vakası buna uyuyor. Fakat bununla birlikte, kupa peşinde koşarken ligi boşlayıp sene sonunda babayla tanışan birçok takım oldu. Carling Cup finalinde Obafemi Martins'in vuruşu Arsenal ağlarıyla buluştuğunda sevindik. Ucu bize dokunmadığı müddetçe
underdog kazanınca aptal bir şekilde sevinen sıradan insanlarız en nihayetinde. Ama şu anda Wenger'in "Ya cepte en azından Lig Kupası olsaydı da taraftarlara gösterirdik" diye düşündüğünü sanmıyorum. Gerçi Birmingham çapındaki kulüpler için bu tip onurlar daha değerli. Küme düşmek istemeyen bir takım gibi gözükmedikleri ve seyircileri önünde 2-0 kaybettikleri Fulham maçı sonrası, taraftarın Alex McLeish'i alkışlamasının arkasındaki motivasyon da büyük ölçüde o onurla ilintili olmalı.
Martins'in sakatlığıyla o kiralamadan ligde yeteri kadar yararlanamadılar. Fulham maçına ileri uçta başlayan Kevin Phillips ve Matt Derbyshire da sezon boyunca hiçbir zaman birinci veya ikinci tercih olabilecek gibi görünmemişlerdi. Yani bir şanssızlık yok değil. Hayır, Lee Mason aynı anda hem ofsayt, hem faul, hem de elle oynama gerekçesiyle geçersiz sayılması gereken Nikola Zigic golünü verip beni üzdüğü için Brum'ın düşmesini istemeyeceğim. Ama yukarı çıkan oyunculara saygı göstermeyip, Bülent Uygun gibi 20 tane yeni transfer yapan hocaları oldum olası sevmemişimdir. Geçen sene 17.5 milyon, bu sene ise 22.5 milyon harcamışsın. Hala Phillips'in golleriyle kümede kalmanın peşindesin. David Bentley'yi kiralık alıyorsun, Aliaksandr Hleb'in oynamasını bekliyorsun falan... Düşseler yeridir. Birmingham'ın büyükleri sahip çıkmazsa hasarlı bir düşüş olur, Charlton tecrübesi yaşarlar gibime geliyor ama.
Blackpool (39 puan, -21 averaj)Son hafta şampiyona konuk olacaklar ve Sir Alex Ferguson'ın başvurmayı çok sevdiği o zayıflatılmış onbirlerden birini karşılarında bulma ihtimalleri oldukça yüksek. Bunun yanında iç sahadaki namağlup unvanı dışında koruyacak bir şey olmadan girilen bu maçta, Paul Scholes ve Edwin van der Sar'ın Old Trafford zeminine son kez adım atma fırsatı bulacağına inanıyorum. Hem Şampiyonlar Ligi finaline -adı VDS de olsa- üç haftadır rekabetçi bir maçta kaleyi korumamış bir kaleciyle çıkmak pek akıl karı olmaz, hem de her iki oyuncuyu maç boyu ayakta alkışlatmak için güzel bir imkan ıskalanmamış olur. Scholes'un Barcelona onbirinde yer bulamayacağı varsayımıyla konuşuyorum, fakat güçlü bir varsayım bu...
Blackpool adına bence güzel bir şans oldu bu. Fikstürün herhangi başka bir bölümünde karşılaşıldığı takdirde -klişe tabirle- üstü çizilecek bir maç belki de takımın kurtarıcısı olacak. Daha önce 2007'de West Ham taraftarının "The Great Escape" olarak nitelediği, son dokuz maçta alınan yedi galibiyetle kazanılan kümede kalma savaşının son halkasına benzer bir şekilde zayıflatılmış bir United kadrosu...
Kişisel istek kısmına gelecek olursak, Ian Holloway'in yaptıklarını küçümseyecek değilim. Ancak bugün kümede kalacaklarsa, bunun kenardaki ismin taktik dehasının sonucu olduğunu söyleyen birisine de hayli şüpheyle bakıyorum. Oyunun bir yanını gerçekten çok iyi oynayan bir takım, ancak bunun her futbol romantiğini uyaracak bir yaklaşım olduğunu varsaymak da bence gülünç. Eğer takımdan kapasitesinin çok üstünde verim alma argümanı ortaya atılarak yılın en iyi menajeri titrine aday gösterilecekse, bunu kabul edebilirim. Ancak oraya aynı futbol romantiklerinin midesini bulandıran bir yöntemle daha büyük bir başarıya ulaşan Tony Pulis'in de adını eklemiyorsanız, doğrusu buna ikiyüzlülük denir. 2005 yılındaki Phoenix-Dallas konferans yarı finalini izlerken gerçekten acı çeken bir adam olarak Blackpool benim damak zevkime pek hitap etmiyor. Ancak Gareth Bale pozisyonunda gösterdiği zalim yüzüne rağmen gerçek bir kazanan olan Charlie Adam'ın bireysel savaşının mutlu sonla bitmesiyle de yaşayabilirim. Ki bana kalırsa fikstürden aldığı yardımla, son haftaya avantajlı giren takımlardan biri Mandalinalar.
"We're going to try and outscore this lot in front of us. And when we have got a goal let's go try get another one... Because we are no good at shutting up shop. Our shop is never closed. Like the Kwik-E-Mart."
Wigan (39 puan, -22 averaj)
Düşmesinler.
Neden?
Yazının ilk bölümünde adını andığım Martinez'in yeteneklerinin Championship düzeyinin hayli üstünde olduğuna inanıyorum. Steve Kean, Mick McCarthy, Alex McLeish ya da Ian Holloway'in küme düşmediği bir ortamda, onun hak ettiği takdiri tam olarak göremediği bir sezonun sonunda bunu yaşamasını istemem. Olur da bugünkü başarısında kredilerin bir bölümünün sahibi olduğu Swansea'yi, Premier League'de başında başka biri varken aşağılardan bir yerden izlemek durumunda kalırsa bayağı acı verici olabilir. Ya da ben fazla dramatize ettim. "Kızımız olacaktı!"
Bir kötü transfer bazen her şeyi berbat edebilir. Küçük ölçekli bir kulübün imkanlarını zorlayarak, kulüp rekoru haline gelecek bir transferi yapıyorsan ve bir yetenek için bazı şeyleri riske ediyorsan yokuş aşağı gitmen çok alışılmadık bir senaryo olmaz. Martinez de Arjantin pazarının en parlak gençlerinden birine güvendi. Bir İngiliz takımının karar vericisi olarak başlangıçta çok sağlam bir hedef gibi gözükmüyordu. Ancak çoğunlukla o coğrafyadan gelen genç yetenekler için her şeyin kötüye gitmesi dil bariyeriyle başlar, oyuncu kendisini kültüre adapte etmekte güçlük çeker ve kayış kopar. Bir İspanyol olarak bu duruma engel olabileceğini düşünmek çok mu iyimser? Zamanın bu tarafından bakan bir gözün öyle olduğunu söylemesi çok zor değil, ama o gün gerçekten de fazla iyimsermiş gibi gözükmüyordu. Albert Serran ya da Angel Rangel gibi vatandaşlarını Ada futboluna başarılı bir şekilde entegre eden Martinez'in kendine güveninin altı çok boş sayılmazdı. Fakat Mauro Boselli'nin psikolojisi kenardayken bile çevresine hastalık yayabilen bir noktaya geldiğinde ipler koptu ve kendisini Genoa'da buldu. Oyuncuyla dört yıllık bir sözleşmeye imza atıldığı düşünülünce, bu kiralama da çok mantık dışı değil. Fakat Wigan küme düşerse Martinez 6.5 milyon
pound değerindeki bu transferi üzerinden çok fazla darbe alacağa benziyor.
Resim: Persona non grata... (Here we go. Cannes style.)Takım öyle göze çok hoş gelen bir futbol oynamıyor belki. Charles N'Zogbia'nın -ki en az Adam kadar kümede kalmayı hak eden bir tek kişilik gösteri sunuyor- ve pek istikrar taşımasa da Old Trafford'dan yardıma koşan kiralık yetenek Tom Cleverley'nin ferdi çabaları dışında çok fazla kanat varyasyonu izleyemiyoruz. Ağırlıklı olarak fizik güçleriyle ön plana çıkan merkez elemanları sahiden de "İyi ki Wigan var da gözlerimiz futbola doyuyor" demeyi imkansız kılıyor. Ancak aşağısı o kadar da kötü değil. Gelecek sene -hangi ligde oynarsa oynasın- patlama sezonunu yaşayabileceğini düşündüğüm Victor Moses var mesela. Geçen sene de Crystal Palace performansıyla bu blogda övgü almıştı. Ya da geçen hafta Wigan için ilk golünü, en çok ihtiyaç duyulduğu anda atan Conor Sammon... Kabul etmek gerekir ki, Wigan'ın mütevazı imkanlarıyla daha "güzel" bir takım kurulmuyor. En azından kazanmaya önem veriyorsanız.
Stoke'un son maçtaki onbiri Martinez'e bir soluk aldırmıştır muhtemelen. Ancak böylesine başarılı geçen bir sezonda Pulis'in as oyuncularından bazılarını, gün boyu stadyum ve çevresini şenlik yerine çevirecek taraftarının huzuruna çıkarması çok acayip olmaz. Yine de bence Wigan için umut var. Wayne Bridge sağolsun.