22 Mayıs 2011 Pazar

YF 2011 Blog #1


Çocuklar çok konu eksiğimiz var, hemen başlayalım.

- Lotaryanın kazananı Cleveland oldu. Geçen hafta bu cümleyi yazacağımı söyleseniz büyük bir hayretle karşılamazdım, fakat bunu LA Clippers üzerinden gelen nispeten kötü haklarıyla -tam olarak 3.8% şansla- elde etmiş olmaları bayağı büyük olay. Geçen sene merhum Abe Pollin'in eşinin Wizards için kazandığı birinci sıra hakkından sonra, bu sene de top pick Dan Gilbert'ın 14 yaşındaki nörofibromatoz hastalığıyla doğmuş çocuğu Nick'in temsil ettiği Cavs'e gitti. Gecenin en büyük kaybedenlerinden David Kahn da mikrofonu görünce kendisini tutamadı: "Ligin zaten böyle hikayeler yaratma konusunda bir alışkanlığı olduğunu biliyorduk, 14 yaşındaki çocuğu görünce 'işimiz bitti' demiştim." Karadenizli türkücünün söylediklerinde haklılık payı var ama bunları dillendirmek için pek doğru bir zaman değildi sanırım. Çocuk Yahudi olmasına rağmen Kahn bu açıklamalarından dolayı persona non grata ilan edilmedi. Sanırım bunun için birincil olarak sözü söyleyenin Yahudi olmaması şartı aranıyor... Konu bu değil, biliyorum.


- Enes Kanter bence şu sınıfta ikinci numarada seçilmesine yetebilecek malzemeye sahip. Fakat Minnesota'nın #2 için takas arayışına girdiği dedikoduları oldukça yoğun olarak yer almaya başladı basında. O hakkın alıcısı Derrick Williams'ı çok isteyen bir takım olacakmış gibi gözüküyordu. Fakat resmi draft öncesi kampı (draft combine) en iyi kullanan isim olarak Enes de birkaç genel menajeri havaya sokmuş olsa gerek. Enes için tırmanmayı düşünen takımlar da olabilir.

Birkaç gün önce yaptığı Wizards açıklamasına gelince. Ben onu daha çok CM'deki toy dönemlerimizde, sadece maç öncesinde Mircea Lucescu'ya övgü dolu sözler söylemek için ilk iş olarak Beşiktaş'la hazırlık maçı ayarlamamıza benzetiyorum. Enes muhtemelen Lexington aşiretinden kardeşi John Wall'a bir selam çakmasının repütasyonu adına olumlu olacağını düşündü. Ya da böyle yapmasını tembihleyen birileri peydahlandı çevresinde, olabilir. Ancak bu mavi boncuk olayını abartıp, Ricky Rubio'nun yaptığı gibi takım seçme raddesine taşıyacağını düşünmüyorum. Zaten ABD hedefine en sıkı tutunması gereken bu dönemde böyle bir saçmalığı kaldıramayabilir kariyeri. Zaten Washington'ın kadro yapısı Blatche-McGee ikilisinin varlığında Enes için en az cazip gözükenlerden. (Derrick Favors'a güven seviyelerine göre belki Utah da yeterince cazip olmayabilir.) Yi Jianlian gibi "Büyük pazarda oynayayım da belki bir iki sponsordan para gelir" deme ihtimali de olmadığından, neden Washington vurgusu yapsın ki diyor insan içinden. Selçuk Ormancı alınmasın ama, Mike Bibby'nin başkent ekibinde oynamamak için cebinden para verdiği günler çok uzak değil sonuçta...


- Beşe beş maçların yıldız adaylarından ilgi görmemeye başlamasının ardından, bugünkü haline evrilen draft combine oyuncuların yeteneklerini görebilmek için en ideal ortam değil. Ayrıca yeni düzenlemede de yıldızlar kaytarmaya devam ediyor. Bu sene Kyrie Irving atletizm testlerine dahi girmemeyi seçti. Daha doğrusu menajerleri öylesini daha uygun gördü, o da itaat etti. (Hocam her zaman söylüyoruz, artık futbolumuzun bu menajerlerden kurtulması şart.) O yüzden daha çok ön plana çıkan, kamp sonunda verilen röportajlar oluyor. Geçen sene kampa DeMarcus Cousins fenomeninden bihaber gelen genel menajerler -ki mutlaka vardır, gereğinden fazla gerizekalı genel menajer var- şurada ve şuradaki röportajdan sonra göreceğini görmüş oldu mesela. Bu seneki röportajlardan düşülen olumlu notlar arasında 2009'da İsviçre kampındaki Hakan Şükür düzeyinde İngilizce konuşabilen Enes'in bunu geliştirirken gösterdiği kararlılık büyük bir yer kaplıyordu. İçerikte de bir WWE hayranına göre oldukça zeki gözüktüğünü söylemek lazım. (Macho Man ölmüş, tanımazdım ama toprağı bol olsun.) Chad Ford kırmızı halıda kazananlar arasına Tristan Thompson, Jimmer Fredette, Kemba Walker, Jordan Hamilton ve Josh Selby'yi de eklemiş. Sonuncusu dışında her biri güçlü karakterler olduklarını kolej kariyerleri boyunca göstermişlerdi zaten. Fakat yine aynı yazıda bir muhabirle bir oyuncu arasındaki şu dialoga da isim telaffuz etmeden yer vermiş Çet:

Reporter: Do you have any friends in the NBA?
Player: Yes.
Reporter: Have they told you anything about making it in the league?
Player: They told me it's going to be easy. The NBA is the easy life.

Bunun üzerine NBA kulislerinin etkin ismi Kubilay "Mark" Kahveci'ye danışmayı uygun gördüm:

C: Kim sence bu? Enes olsa ya...
K: "Cal bana öyle söyledi."
C: "Hedo'yla konuştum hocam ben. 'Utah'ta Mehmet abinin yanında başlarsın, rahat geçer' diyor."
K: Jordan Williams olabilir.
C: Yok ya. Yani olabilir de kafası daha güzel çocuklar var, Norris Cole falan.

Gerçi ben Jordan değil, Derrick okumuşum. Aslında güzel tahminmiş. Fakat aşağıdaki fotoğrafı görünce tüm soru işaretleri dağıldı...


- Bir de ölçüm muhabbetleri var. Bu işin doktorasını yapmış Can Birand imkan bulursa bu konuda daha yetkin sözler söyleyecektir. Fakat hem Kyrie'nin, hem de Derrick'in vücudunda 10% üzerinde yağ oranı çıkması biraz ilginç. Ben ilk duyduğumda Kyrie'ye daha çok şaşırdım, itiraf edeyim. Fakat sakatlık nedeniyle idmansız geçirdiği uzun süreyi hesaba katınca, bunu zamanla aşabileceğini düşünüp geleceğe umutla bakmak Derrick vakasına nazaran daha kolay oluyor. Bir de Kawhi Leonard ve Nikola Vucevic'in ucubelik sınırlarında dolaşan kulaç uzunlukları var sanırım konuşmaya değer. Zaten atletizm testlerinin birçoğunun sonuçları henüz açıklanmadı. "Finallerden önce odamın kapısına asacağım" demiş David Stern.


Doğru ya benim finallerim vardı, esen kalın...

Not: Fotoğrafların birçoğu çeşitli kaynaklardan aşırma. Cole ile ilgili olanı bizim mutfaktan çıktı, yarın Spor Servisi'nde bekliyoruz.

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Burası Survival Sunday, Burada Şaka Yok!


Resim: Stretford End iş başında. Yer Anfield Road, Tottenham maçı sırasında yakalanan bir kare. Açıklamaya ihtiyaç duymuyor.

Premier League'de şampiyon belli oldu (üstteki resmi kesiniz) ve tablonun üst kısmında savaşılacak çok az şey kaldı. Fair-Play tablosuna göre şekillenecek son Europa League bileti için Fulham uzun süredir pole-position koltuğunda oturmakta ve son hafta içlerindeki canavarı salıvermezlerse iki sene önce finalini oynadıkları lige bir kez daha katılacaklar. Sevdiğim menajerlerden Mark Hughes'un takımı oynadığı futbolla da bu ödülü fazlasıyla hak ediyor aslında. Bu hafta can derdindeki Birmingham'ı da deplasmanda yendiler ve Stoke City'yi altlarına aldılar. Futbolun selameti için böylesi daha güzel... Bir de çekiciliğini Şampiyonlar Ligi'ne direkt katılmaya imkan vermesinden alan lig üçüncülüğü için Manchester City salı akşamı aldığı galibiyetiyle büyük bir avantaj kazandı. Arsene Wenger ve öğrencileri lige bakışlarını seyircileri önünde aldıkları Aston Villa mağlubiyetiyle açık etmişlerdi zaten...

Yolculuğun son haftasına 2 puan dilimini doldurarak giren beş takımdan iki tanesi Championship futbolunda geçecek bir senenin kendileri için daha hayırlı olacağını 2-3 sezondur belli eden West Ham'e katılmak durumunda olacak. Paraşüt yardımları falan güzel gözüküyor ama biraz işsizlik maaşı gibi onlar da, çok fazla güvenirsen soluğu birkaç küme aşağıda bulabiliyorsun. Bunun yanında doğru yapıyı oluşturamadığın müddetçe, çok fazla para harcamanın doğrudan seni yukarıya taşımadığı bir lig Championship. Bu sezon Premier League'e çıkan Norwich'in kadrosu oyuncu değerlerini toplayacak olursak, ligin son çeyreğine ait gözüküyor mesela. Wembley'de son bilet için Reading karşısına çıkacak Galler temsilcisi Swansea için de bu durum böyle... Roberto Martinez zamanında oluşturulan yapının, yeni menajer Brendan Rodgers tarafından da işlemeye devam ettirilmesiyle Swansea Galler'i Premier League'de temsil edecek ilk takım olma onuruna çok yakın. Birkaç sene öncesine kadar bunu Cardiff'in önünde başaracaklarına dair bahis oynasaydınız, şimdi bu yazıyı okumayacak kadar meşgul olurdunuz. Yani düşenleri çok kolay bir yolculuk beklemiyor.


Resim: Afacan Millwall taraftarı iş başında. DW Stadium'da Wigan ikinci golü attığı gibi "Avram Grant - Millwall Legend" yazısını herkese okutuyorlar, hatta yayına bile çıkıyor bu uçak.


Her şeye rağmen Avram Grant'ten birkaç saat içinde kurtulan ve Akademi'den gelmeye devam eden her biri Championship'te patlamaya aday yetenekleriyle West Ham, geri dönüşe diğerlerine oranla daha yakın olacaktır. Steve McClaren'ın Hammers'ta boşalan pozisyonla ilgilenmediğini açıklamasının ardından güçlü adaylar Martin O'Neill ve Chris Hughton olarak ön plana çıkmış durumda. Elinde bulacağı genç oyuncu grubundan daha iyi faydalanacağını düşündüğüm Hughton, Championship'teki başarıyla biten tecrübesiyle de bence daha doğru isim. Aynı zamanda Big Four ile bile adı geçerken, bir anda İngiliz futbolunun ikinci kademesindeki hedefe adaptasyon göstermesi çok kolay olmayabilir O'Neill'ın. Ancak bunu yapabilirse de Premier League'i de sarsabilecek bir birlikteliğin başlangıcı olabilir bu düşüş. Korkuya mahal yok, "Fight Club" alıntısı yapmayacağım. Fakat Zavon Hines (88), Jack Collison (88), James Tomkins (89), Junior Stanislas (89), Freddie Sears (89), Jordan Spence (90), Frank Nouble (91) ve belki gelecek seneden itibaren adını duyurmaya başlayacak daha fazla altyapı kaynaklı isim büyük bir potansiyelin göstergesi. (Yukarıda sıraladıklarımdan Nouble dışında hepsi Akademi çıkışlı ve bazıları kiralık dönemleri boyunca Championship düzeyinde önemli etki gösterdiler.)

Şimdi tekrar yazının ana konusuna geçelim ve pazar günü nasıl bir heyecanla karşı karşıya olduğumuza göz atalım. Bir de aşırı subjektif değerlendirmeler katmayı planlıyorum, rahatsız olanlar okumasın.

Fikstür:
Manchester United - Blackpool
Tottenham Hotspur - Birmingham City
Stoke City - Wigan Athletic
Wolverhampton Wanderers - Blackburn Rovers


Blackburn (40 puan, -14 averaj)

Geçen haftasonu kendilerini emniyet altına almaya çok yaklaşmışlardı aslında. Hala kendi göbeklerini kesme şansına sahipler, fakat gidilecek Wolves deplasmanı puan durumunun gösterdiği kadar rahat olmadıkları anlamına geliyor. Ada futbolunda son haftalardaki hedefsizlik, doğrudan yatışa zemin hazırlamıyor. Özellikle kendi evinde sahaya çıkıyorsan, veda maçında taraftarının ağzında buruk bir tat bırakmak istemiyorsun. Buna paralel olarak Stoke veya Tottenham deplasmanları, takımların hedefsizliklerine rağmen zorlayıcı deplasmanlar. Fakat Blackburn, Wolves yerine bu takımlardan birini ziyaret etmeyi tercih eder miydi? Muhtemelen.

Kulübü satın alan Hindistan şirketinin apar topar kovduğu Sam Allardyce'ın ahı bir yana, geçen hafta da deplasman fakiri United'ın golü bulduktan sonra maçı Galatasaray-Sturm Graz haline getirmelerini sadece izlemeleriyle de tarafsız futbolseverlerin kanına dokunmuş olmalı Blackburn. Ben bu tavırlarından gayet hoşnuttum, fakat kendi evinde oynarken ve rakip golü bulmak için yaptığı değişiklikler sonrası gardını o denli indirmişken doğru tercihin bu olduğunu da pek düşünmüyorum. Tehlikeli sularda yüzüyorlar. Bu sene '88 doğumlu Martin Olsson ve '90 doğumlu Junior Hoilett gibi güzel çocukları seyrimize sunmamış olsalar, sempatimi de hayli kaybetmişlerdi. Ama pazar günü düşseler üzülürüm sanırım....


Wolves (40 puan, -19 averaj)

"Mick, you're a liar... You're a fucking wanker. I didn't rate you as a player, I don't rate you as a manager, and I don't rate you as a person. You're a fucking wanker and you can stick your World Cup up your arse. The only reason I have any dealings with you is that somehow you are the manager of my country! You can stick it up your bollocks."

Mick McCarthy'yi pek sevmem, bu düzeyi hak edecek bir futbol adamı olarak da görmem. Fakat bu seneki görüntüde onu suçlamanın çok adil olduğunu düşünmüyorum. Son hafta evinde oynayacak olması, Steven Fletcher ve Jamie O'Hara gibi oyuncularının yüksek formları ile Wolves şu anda belki de en güvende gözüken takım. (Fletcher'a ödedikleri para kulüp rekoruydu ve O'Hara da Tottenham'dan mevsimlik işçi olarak alındı. Yani?) Blackburn'ün de kötü durumda olduğunu söyleyemeyiz ve işler bir anda tersine dönebilir ancak bu takımın kümede kalma savaşı vermesini yadırgayanları anlamak zor. Newcastle gibi büyük bütçeli bir kulübün geri dönmesi ve Wolves'un yerel rakibi West Brom'un da -ilki tartışmaya açık olsa da bence öyle- gerek Roberto Di Matteo, gerekse de Roy Hodgson dönemlerinde belli bir futbol anlayışını sahaya koyup bunu skora da yansıtmasıyla meşhur "ikinci sezon sendromu"nun bazı kurbanlar vereceğini öngörmek güç değildi. Bugün aynı sendromu yaşayan bir diğer ekip Birmingham'a baktığımızda Wolves hem finansal açıdan daha iyi bir durumda, hem de elinde Championship ihtimalinde de büyük oranda koruyabileceği potansiyelli bir oyuncu grubu var. Tarihi bunun aksini iddia ediyor olsa da bugün Wolves Ada futbolunun küçük balıklarından ve başlarında McCarthy yerine bir taktik deha da olsaydı tablonun ilk yarısına kapak atmaları falan söz konusu olmayacaktı.

--- Sıkılma eşiği ---

Bize kötü bir mağlubiyet yaşattılar, Kevin Doyle da o gün bayağı bir küfür yedi benden. (Gerçi yanımdaki Mancunian'ın George Elokobi'ye atfettiği hem ırkçılıkta, hem de homofobide sınırları zorlayan küfür kombinasyonundan sonra benden gelen prick, twat falan bayağı sıradan kalmıştı.) Mick the Prick'in kenarda Hikmet Karaman edasıyla gerinerek dolaşması can sıkıcı olabilir ama Wolves'un düşmesi de beni bayağı üzer galiba.


Birmingham (39 puan, -20 averaj)

Son yıllarda Premier League'de düşme korkusu yaşayan takımlar belirli karakteristikler gösteriyorlar. İkinci sezon sendromundan bahsettim. Birmingham vakası buna uyuyor. Fakat bununla birlikte, kupa peşinde koşarken ligi boşlayıp sene sonunda babayla tanışan birçok takım oldu. Carling Cup finalinde Obafemi Martins'in vuruşu Arsenal ağlarıyla buluştuğunda sevindik. Ucu bize dokunmadığı müddetçe underdog kazanınca aptal bir şekilde sevinen sıradan insanlarız en nihayetinde. Ama şu anda Wenger'in "Ya cepte en azından Lig Kupası olsaydı da taraftarlara gösterirdik" diye düşündüğünü sanmıyorum. Gerçi Birmingham çapındaki kulüpler için bu tip onurlar daha değerli. Küme düşmek istemeyen bir takım gibi gözükmedikleri ve seyircileri önünde 2-0 kaybettikleri Fulham maçı sonrası, taraftarın Alex McLeish'i alkışlamasının arkasındaki motivasyon da büyük ölçüde o onurla ilintili olmalı.

Martins'in sakatlığıyla o kiralamadan ligde yeteri kadar yararlanamadılar. Fulham maçına ileri uçta başlayan Kevin Phillips ve Matt Derbyshire da sezon boyunca hiçbir zaman birinci veya ikinci tercih olabilecek gibi görünmemişlerdi. Yani bir şanssızlık yok değil. Hayır, Lee Mason aynı anda hem ofsayt, hem faul, hem de elle oynama gerekçesiyle geçersiz sayılması gereken Nikola Zigic golünü verip beni üzdüğü için Brum'ın düşmesini istemeyeceğim. Ama yukarı çıkan oyunculara saygı göstermeyip, Bülent Uygun gibi 20 tane yeni transfer yapan hocaları oldum olası sevmemişimdir. Geçen sene 17.5 milyon, bu sene ise 22.5 milyon harcamışsın. Hala Phillips'in golleriyle kümede kalmanın peşindesin. David Bentley'yi kiralık alıyorsun, Aliaksandr Hleb'in oynamasını bekliyorsun falan... Düşseler yeridir. Birmingham'ın büyükleri sahip çıkmazsa hasarlı bir düşüş olur, Charlton tecrübesi yaşarlar gibime geliyor ama.


Blackpool (39 puan, -21 averaj)

Son hafta şampiyona konuk olacaklar ve Sir Alex Ferguson'ın başvurmayı çok sevdiği o zayıflatılmış onbirlerden birini karşılarında bulma ihtimalleri oldukça yüksek. Bunun yanında iç sahadaki namağlup unvanı dışında koruyacak bir şey olmadan girilen bu maçta, Paul Scholes ve Edwin van der Sar'ın Old Trafford zeminine son kez adım atma fırsatı bulacağına inanıyorum. Hem Şampiyonlar Ligi finaline -adı VDS de olsa- üç haftadır rekabetçi bir maçta kaleyi korumamış bir kaleciyle çıkmak pek akıl karı olmaz, hem de her iki oyuncuyu maç boyu ayakta alkışlatmak için güzel bir imkan ıskalanmamış olur. Scholes'un Barcelona onbirinde yer bulamayacağı varsayımıyla konuşuyorum, fakat güçlü bir varsayım bu...

Blackpool adına bence güzel bir şans oldu bu. Fikstürün herhangi başka bir bölümünde karşılaşıldığı takdirde -klişe tabirle- üstü çizilecek bir maç belki de takımın kurtarıcısı olacak. Daha önce 2007'de West Ham taraftarının "The Great Escape" olarak nitelediği, son dokuz maçta alınan yedi galibiyetle kazanılan kümede kalma savaşının son halkasına benzer bir şekilde zayıflatılmış bir United kadrosu...

Kişisel istek kısmına gelecek olursak, Ian Holloway'in yaptıklarını küçümseyecek değilim. Ancak bugün kümede kalacaklarsa, bunun kenardaki ismin taktik dehasının sonucu olduğunu söyleyen birisine de hayli şüpheyle bakıyorum. Oyunun bir yanını gerçekten çok iyi oynayan bir takım, ancak bunun her futbol romantiğini uyaracak bir yaklaşım olduğunu varsaymak da bence gülünç. Eğer takımdan kapasitesinin çok üstünde verim alma argümanı ortaya atılarak yılın en iyi menajeri titrine aday gösterilecekse, bunu kabul edebilirim. Ancak oraya aynı futbol romantiklerinin midesini bulandıran bir yöntemle daha büyük bir başarıya ulaşan Tony Pulis'in de adını eklemiyorsanız, doğrusu buna ikiyüzlülük denir. 2005 yılındaki Phoenix-Dallas konferans yarı finalini izlerken gerçekten acı çeken bir adam olarak Blackpool benim damak zevkime pek hitap etmiyor. Ancak Gareth Bale pozisyonunda gösterdiği zalim yüzüne rağmen gerçek bir kazanan olan Charlie Adam'ın bireysel savaşının mutlu sonla bitmesiyle de yaşayabilirim. Ki bana kalırsa fikstürden aldığı yardımla, son haftaya avantajlı giren takımlardan biri Mandalinalar.

"We're going to try and outscore this lot in front of us. And when we have got a goal let's go try get another one... Because we are no good at shutting up shop. Our shop is never closed. Like the Kwik-E-Mart."


Wigan (39 puan, -22 averaj)

Düşmesinler.

Neden?


Yazının ilk bölümünde adını andığım Martinez'in yeteneklerinin Championship düzeyinin hayli üstünde olduğuna inanıyorum. Steve Kean, Mick McCarthy, Alex McLeish ya da Ian Holloway'in küme düşmediği bir ortamda, onun hak ettiği takdiri tam olarak göremediği bir sezonun sonunda bunu yaşamasını istemem. Olur da bugünkü başarısında kredilerin bir bölümünün sahibi olduğu Swansea'yi, Premier League'de başında başka biri varken aşağılardan bir yerden izlemek durumunda kalırsa bayağı acı verici olabilir. Ya da ben fazla dramatize ettim. "Kızımız olacaktı!"

Bir kötü transfer bazen her şeyi berbat edebilir. Küçük ölçekli bir kulübün imkanlarını zorlayarak, kulüp rekoru haline gelecek bir transferi yapıyorsan ve bir yetenek için bazı şeyleri riske ediyorsan yokuş aşağı gitmen çok alışılmadık bir senaryo olmaz. Martinez de Arjantin pazarının en parlak gençlerinden birine güvendi. Bir İngiliz takımının karar vericisi olarak başlangıçta çok sağlam bir hedef gibi gözükmüyordu. Ancak çoğunlukla o coğrafyadan gelen genç yetenekler için her şeyin kötüye gitmesi dil bariyeriyle başlar, oyuncu kendisini kültüre adapte etmekte güçlük çeker ve kayış kopar. Bir İspanyol olarak bu duruma engel olabileceğini düşünmek çok mu iyimser? Zamanın bu tarafından bakan bir gözün öyle olduğunu söylemesi çok zor değil, ama o gün gerçekten de fazla iyimsermiş gibi gözükmüyordu. Albert Serran ya da Angel Rangel gibi vatandaşlarını Ada futboluna başarılı bir şekilde entegre eden Martinez'in kendine güveninin altı çok boş sayılmazdı. Fakat Mauro Boselli'nin psikolojisi kenardayken bile çevresine hastalık yayabilen bir noktaya geldiğinde ipler koptu ve kendisini Genoa'da buldu. Oyuncuyla dört yıllık bir sözleşmeye imza atıldığı düşünülünce, bu kiralama da çok mantık dışı değil. Fakat Wigan küme düşerse Martinez 6.5 milyon pound değerindeki bu transferi üzerinden çok fazla darbe alacağa benziyor.


Resim: Persona non grata... (Here we go. Cannes style.)

Takım öyle göze çok hoş gelen bir futbol oynamıyor belki. Charles N'Zogbia'nın -ki en az Adam kadar kümede kalmayı hak eden bir tek kişilik gösteri sunuyor- ve pek istikrar taşımasa da Old Trafford'dan yardıma koşan kiralık yetenek Tom Cleverley'nin ferdi çabaları dışında çok fazla kanat varyasyonu izleyemiyoruz. Ağırlıklı olarak fizik güçleriyle ön plana çıkan merkez elemanları sahiden de "İyi ki Wigan var da gözlerimiz futbola doyuyor" demeyi imkansız kılıyor. Ancak aşağısı o kadar da kötü değil. Gelecek sene -hangi ligde oynarsa oynasın- patlama sezonunu yaşayabileceğini düşündüğüm Victor Moses var mesela. Geçen sene de Crystal Palace performansıyla bu blogda övgü almıştı. Ya da geçen hafta Wigan için ilk golünü, en çok ihtiyaç duyulduğu anda atan Conor Sammon... Kabul etmek gerekir ki, Wigan'ın mütevazı imkanlarıyla daha "güzel" bir takım kurulmuyor. En azından kazanmaya önem veriyorsanız.

Stoke'un son maçtaki onbiri Martinez'e bir soluk aldırmıştır muhtemelen. Ancak böylesine başarılı geçen bir sezonda Pulis'in as oyuncularından bazılarını, gün boyu stadyum ve çevresini şenlik yerine çevirecek taraftarının huzuruna çıkarması çok acayip olmaz. Yine de bence Wigan için umut var. Wayne Bridge sağolsun.

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Our Perch


"My greatest challenge is not what's happening at the moment, my greatest challenge was knocking Liverpool right off their fucking perch. And you can print that."

Sir Alex Ferguson
2002

Yeni Yazıhane Diyorsak...

Bir yılı geride bıraktığımız gibi soluğu yeni tasarımda aldık. Kubilay Kahveci'nin yeni oyuncakları için buradan yakın. Yazıhan...