18 Aralık 2010 Cumartesi

Õhus (2009)


Manipülasyonun rahatsız edici yüzünü dışarıdan bir gözle deneyimleme ve bunu 10 dakikalık bir animasyonun yoğunluğuyla yapma. Estonyalı Martinus Klemet'in yazıp yönettiği bu film gibilerini bugün ve yarın da 6. Animasyon Film Festivali kapsamında Pera Müzesi'nde görebilirsiniz.

Kobe Bryant's My New BFF (Season 1)


Long time no see...

"Şunu belirtmek isterim ki birisi bundan 1 yıl kadar önce, bir blogda yazacağım ilk basketbol yazısının Vujacic hakkında olacağını söylese, vücudumun hangi uzvuyla güleceğimi şaşırırdım muhtemelen."

Haziran 2008. Sasha Vujacic'in kariyeri inişler ve çıkışlar gördüyse, bir daha ulaşmayı bile hayal edemeyeceği zirvesine 2008 yılının play-off performansı denk geliyordu. Ortalama 21.7 dakika, 8.8 sayı, 2.2 rebound, 39% ile atılan maç başına 1.5 üçlük. Aynı zamanda bunların yanına eklenen ve tüm bu rakamların içinden sıyrılarak en beklenmedik parametre olmayı başaran bir savunma direnci. Hani NBA'deki çaylak sezonunu izledikten sonra hangi oyuncunun bir dönem boyunca istikrarlı olarak averaj üstü savunma yeterliği göstereceğini hiç düşünmezdin deseler, sayacağım ilk üç oyuncu arasında yerini alırdı Vujacic. (Belki buraya girecek isimlerden biri de J.J. Redick olurdu ki onun da beni yanılttığı çok verimli play-off dönemleri oldu. Hatta Vujacic'in aksine onun her zaman iyi bir savunma malzemesine sahip olduğunu, ancak kariyerini ayağa kaldırması için göstermek zorunda olduğu dönemde bunu gösterdiğini düşünüyorum şimdilerde.) Bu arkaplanda düşünecek olursak, o dönemde açtığımız blogun ilk cümlelerinden birinin yukarıda alıntıladığım şekilde kurulması çok büyük sürpriz olmamalı...


Fakat o 2008 baharında, özellikle de konferans finalinde Manu "King of the Flop" Ginobili'yi dahi deliye döndüren numaralarını cebinden çıkaran Vujacic tablosunu betimlerken yukarıda değindiğimiz 'dönemsellik' boyutunun altını bir kez daha çizmeliyiz. Anne karnında kazanılan yetilerden hırs etmenini Vujacic söz konusuysa hiçbir zaman bir kenara itemeyiz. Bana Vujacic'in oyununun en güçlü yönleri sorulduğunda a) hırs, b) özgüven diye maddeliyorum hemen. (Fakat devamını getirmek çok kolay olmuyor ve dönemsel olarak sunulan birtakım iyi performanslara rağmen onu külliyen "iyi savunmacı" olarak nitelemeye de dilimiz varmıyor.) Yani temelde sahaya konan şeye herhangi bir somutlukla dahil olamayacak iki nitelik oluyor saydıklarım. Elbette hırs ve özgüven bir sporcuyu yeteneklerinin taşıdığı noktada devralıp, yeni bir düzleme geçmesine hiç azımsanmayacak birer yardım eli olan kaldırıcı etkenlerdir. Fakat henüz oyuncu yapısı olarak sağlam bir temele oturamamış iseniz ve NBA kalitesi gösterecek kalifikasyonlara sahip değilseniz bunların pek bir anlamı olmaz. Yani size uzun süreli kontratlar sağlamaya yetmez. Yetmemeli... Vujacic bu önermeyi tekzip etme konusunda yeni bir çığır açan ve NBA şampiyonu takımdan 3 yıllığına 15 milyon dolar koparabilen bir adam. O kaliteyi iyi niyetle zorladığı tek sezonun üzerine hem de. (Kabul ediyorum, sahada gösterilen eforu taraftarı olduğum takımın oyuncusundan beklediklerim arasında ilk sıraya koyan biri olarak o gün bunları görmekte zorlanıyordum. Hatta verilen kontratta da Mitch Kupchak'in arkasında durmuştum. O günkü argümanlarımdan biri nispeten kısa süreli bir kontratın masaya gelmiş olmasıydı. Bugün bakınca halen anlamını koruyabilen tek argümanım da o gibi görünüyor.)

Nasıl olsa Vujacic'in takımın yakın geçmişindeki en kritik serbest atışlar olan ve bu özelliğini muhtemelen daha uzun bir süre koruyacak iki serbest atışı, kenardan çok soğuk bir şekilde gelmesine rağmen Celtics çemberinin göbeğine aşk eylediği O 7. MAÇ dışında hemen hemen hiç katkı vermediği iki şampiyonluğun rahatlığıyla konuşuyoruz. Vujacic 5 milyonluk adam kalıbında bir etkinlik göstermese de takıma pek köstek olmadığını da söyleyebiliriz. Elbette burada geçen sezon, vatandaşı Goran Dragic ile girdiği manasız horoz dövüşü sonrasında neredeyse bir mağlubiyete mal olacağını görmezden geliyoruz. O mağlubiyetin kolaylıkla Phoenix serisinin elden gitmesine, dolayısıyla efsanevi Boston finali sonrası ulaşılan Larry O'Brien kupasının da bir hayal olarak kalmasına yol açabileceği gerçeğini de yok sayıyoruz. Ortada bir ihanet yoksa, ayrılıklardan sonra böyle bir tutum sergilenir. En azından genel eğilim bu olur. İçinde bulunduğumuz durumda her şeyden biraz var ama ihanet? Brown-Blake-Barnes üçlüsü, nam-ı diğer Killa B's sezona böyle başlamışken yedek sırasında hak ettiği bir koltukla ödüllendirilmiş Vujacic için bu takas bir fırsat aksine.
----- Kırmızı Çizginin Çok Ötesinde Konuşmalar ------
Slovenya'dan ABD'ye adım attığı günden beri kendisine ev olan, başka bir ortamda görmesi mümkün olmayan bir ilgi yumağı hazırlayan, bununla da kalmayıp iki şampiyonluk yüzüğü ve tüm erkek türünün en azından bir kez derin biçimde arzuladığı bir kadın hediye eden bir takımdan bahsediyoruz. Böyle bir şeyi terk edince, içinizden bir şeylerin koptuğunu hissetmemeniz düşünülemez. Vujacic'in bugün tüm ailesi ve ülkesi için yarattığı mirası, ancak Lakers camiasının büyüklüğünden güç alarak bugünkü boyutlarına ulaşabilirdi. Belki de sadece Lakers camiasının... Yine de profesyonel spor dünyasında tanımlaması ve sınırlarını çizmesi zaten güç olan 'ihanet' mefhumundan bahsedebileceğimiz son durumlardan biri budur. Her iki taraf adına da...


Fakat Lakers-Vujacic ikilisi arasında yukarıda kastettiğimiz kadar tek taraflı bir ilişki mi mevzubahisti gerçekten de? Yani Vujacic bugün olduğu oyuncuya dönüşürken Lakers'ın kudretini sınırsız biçimde kullandı ve birkaç üçlük, iki serbest atış ve sayısız yalancı pres dışında bunun karşılığını geri ödeyemedi diyebilir miyiz hocam? "Yani dersek, kimse de ağzını açıp bir şey söyleyemez Güntekin." Ancak bu saha içindeki durum sadece. Hırs ve özgüven. Rakip takımda topa hükmetmeyi seven bir guard varsa, elinizde Vujacic gibi birisine sahip olmanın çok değerli olduğunu bugün dahi söyleyebilecek genel menajerler vardır muhtemelen ligde. Halbuki içten yanmalı bir savunmacı olan Vujacic'in bu ön alan baskılarından kazanılan top sayısı neyse, bu sayının iki katı kadar manasız faulün mevzubahis olduğunun garantisini verebilirim. Biraz Mert Nobre kuralı geçerli aslında savunmadaki Vujacic'i değerlendirirken. Staples Center'da en ateşli seyircinin bulunduğu kapalı tribün civarının önünde yaptığı topa baskıyla dikkatleri üzerine çeken Vujacic'in net kazanç tablosunu ele aldığımızda negatif değerleri gördüğümüz maçların sayısı az değildir. Hatta kimden çekiniyorum, çoğunluktadır yahu!

Şimdi ikinci maddeye atlayalım: Özgüven. Muhtemelen Maria Sharapova'yı tavlamasının arkasında yatan sebeplerin başında bu geliyordur. En azından erkek dergilerinde böyle şeylerin yazıldığından haberdarız, seksi olmanın yolu özgüvenden geçiyormuş. Fakat saha içine geldiğimizde bu özgüvenin Vujacic'in oyunculuğunu besleyen bir faktör olmak şöyle dursun, özellikle 2008 sezonuna kadar oyunculuğunu büyük sekteye uğratan bir bela olarak hayatında yer ettiğini söylemeliyiz. Shaquille O'Neal sonrası sancıları atlatamamış ve bir takım kimliği oluşturamamış kadroda aldığı sürelerde, şut atmaktan hiçbir zaman çekinmeyen bir adamdı. Oyunun -tırnak içinde- olgunluk dönemi hafızalarımızda tazeyken bu benzetmeye hak vermek zor olabilir, fakat Vujacic ilk senesinde bir Von Wafer ikinci senesinde ise bir Nick Young'dan halliceydi. Hücumda şut atmadan da bir değer yaratacağına basbayağı inanmıyordu. Uzunca bir süre de onu ikna edebilen birileri çıkmadı. Bunu savunmadaki 'her topu çalabilirim' ve 'her oyuncuyu durdurabilir, Michael Jordan'ı ise en azından yavaşlatmayı umabilirim' felsefesi takip ediyordu. Bu hırs ve özgüven bileşiminin takım için en tatsız halini aldığı maçtan bahsetmiştik. Kazanma derdinin olmadığı 2005-07 dönemindeki tüm saçmalıklar kabul edilebilirdi, fakat geçen sezonki o Phoenix serisinde her güzel şeyi berbat edebilecek bir noktada geldi Vujacic'in büyük burnu. Bahse konu maç farklı bir seyirde gelişse Vujacic'in Los Angeles'ta aynı ölçüde popüler bir figür olarak kalabileceğini ise hiç sanmıyorum. O gaflet anlarını gelin, hep birlikte tekrar izleyelim. Tık! (Uyarı: Eser miktarda Craig Sager Fail içerir.)

"We have something between us going, rivalry or something. Every game, he pressures me so hard and I try to penetrate. I would say it is personal. I don't know why but maybe because last year we were together on the national team..." - Goran DRAGIC


Vujacic'in Lakers'a verdiklerinin büyük kısmı ise saha dışından kök alıyordu doğrusu. NBA'in en görkemli iki organizasyonundan biri olan takımın tarihinde Vujacic gibi oyunculardan yüzlerce bulabilirsiniz. İnanması güç ama Lakers tarihinden bir "yenge takımı"* oluşturacak olsak, Sharapova'nın listedeki yeri tartışılır. Küçük şehirden melekler şehrine adım attığı ilk günden itibaren, Magic Johnson'a yöredeki tüm doğal güzellikleri göstermek adına Jerry Buss'ın ne büyük çabalara girdiğini biyografilerden okuyoruz. ("Hergelelik, kumarbazlık, ahlaksızlık... Hepsini öğreneceğim.") Sportif başarılar güzel de, bu renkler biraz da Lakers kültürünü yaşatan. Biz buradan "Kusur kalsın böyle renk, siyah beyaz izleyelim" diye söylensek de, bunlar olmasa bir takımı diğerinden ayıramayacağınız yavan bir lige dönüşürdü NBA de. Basketbolculuğun takım elbiseyle gidilen bir iş halini aldığı, hakeme mimik yapmanın cezasının 6 ay hak mahrumiyetinden başladığı, "Chris Andersen damat tıraşı olsun, o dövmeleri de sildirsin" diye Facebook gruplarının kurulduğu bir ortamda bazılarının bunu görmek istediğinin farkındayım. Fakat ben aynı isteği paylaşmıyorum. En çok da o yüzdendir belki tüm saydıklarıma rağmen Sasha'yı şimdiden özlemiş olmam. Çünkü bir Lakers duruşu varsa, kendimizi hiç kandırmayalım ki onu sendika başkanı Derek Fisher, basketbol kariyeri boyunca sevişmemiş A.C. Green veya -çok özür dileyerek- Ukrayna köylüsü Stanislav Medvedenko taşımıyor. Doğu Avrupa'dan gelip Amerikan Rüyası'nı yaşayan, Paris Hilton'la görüntülenip çok daha iyisini yavuklusu yapan bu kült adam onu yansıtan. Yüreğine sağlık. New Jersey'de, Brooklyn'de, her nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsan aynı desteksiz özgüvenle devam et. (Kardeşim sanma ki yollarımız ayrılıyor tadında bitiriş.) O tribündeki yenge takımının da evelallah hepsini...


Blogger fotoğraf altı yazı konuda bir yeniliğe gitmiş aslında, ama biz çok uzak kaldık. Şu yukarıdaki fotoğraf da tek başına Lakers'ın Vujacic'e büyük bir katkısını belgeliyor aslında. Cristiano Ronaldo gibi Manchester'a ayak bastığında Almancı modasını takip eden bir adamı Oasis dinleyicisi olarak Madrid'e göndermek nasıl bir tedrisatın göstergesiyse, bu adama bu tişörtü giydirmek de öyle bir şey. Bir üstteki fotoğrafa iliştirilecek şeyse belli: Wedding Crashers!

Türübüt Şov (by ImadoggyDogg)

* Literatüre katkılarından dolayı hakem hocası, basketbol otoritesi, güzel insan Orkun Çolakoğlu'na minnet duyuyoruz.


Kobe Bryant yeni bir BFF (Best Friend Forever) arayadursun, Allen Iverson kendisininkini bulmuş gibi. Yalnız Iverson'ın sabahtan akşama Etiler TGI Friday's'de cheese wrap yiyerek Philadelphia nostaljisi yaşattığı kulağımıza çalınıyor. Sen o adamı kolundan tutup Bambi'ye götüremiyorsan, kankalık meramına sığmaz bu sevgili Cüneyt Erden.

16 Kasım 2010 Salı

Erken All-American Adayları

Ay lav mot à mot çeviri. Ay lav veri veri mot à mot çeviri. Sezon 25 saat aralıksız basketbolla başlamaktayken bundan da eksik kalmayalım istedik...

Jacob PULLEN (Kansas State, Sr.)
6-0, PG
Maywood, IL
2009-10: 31.6 dakika, 19.3 sayı, 2.6 rebound, 3.4 asist, 1.8 top çalma

Kalin LUCAS (Michigan State, Sr.)
6-1, PG
Detroit, MI
2009-10: 31.1 dakika, 14.8 sayı, 1.9 rebound, 4.0 asist, 1.2 top çalma

Harrison BARNES (North Carolina, Fr.)
6-7, SF
Ames, IA
2009-10: -

Kyle SINGLER (Duke, Sr.)
6-8, SF/PF
Medford, OR
2009-10: 35.9 dakika, 17.0 sayı, 7.0 rebound, 2.4 asist, 1.0 top çalma

Jared SULLINGER (Ohio State, Fr.)
6-9, PF
Columbus, OH
2009-10: -

Bay Tahmin

Dergi için yapılmıştı aslında bu tahminler, farklı bir kaderi yaşıyor. Burada paylaşmış olalım, takibi daha kolay olur...


MVP: Kevin Durant (Oklahoma City Thunder)
Burada iki kutuplu bir rekabet öngörüyorum. Sayı departmanındaki muhtemel düşüşe rağmen LeBron James’in istatistiklerinin, ihtişamını kaybedeceğini pek sanmıyorum. Yine de jüri, bu sene Durant’in zamanının geldiğine ikna olacaktır.

Yılın Savunmacısı: LeBron James (Miami Heat)
Dwight Howard yine tek başına Magic’in normal sezonda bir savunma takımı olarak nam salmasını sağlayacaktır, fakat Wade-Bosh ikilisinin yanında oyunu evrim gösterecek James savunmacı yönünü daha fazla gözümüze sokup bu ödülü de koleksiyonuna katabilir.

Altıncı Adam: Anthony Randolph (New York Knicks)
Eğer sezon içerisinde Randolph’ü ilk beş çıkarmanın daha yararlı olacağına kanaat getirilirse bilemem, fakat Mike D’Antoni’nin hücum rakamlarını şişiren sisteminde A-Dolph’ün fazlaca kredi alması sürpriz olmaz. Sahada yeterince kararlı davranabilirse elbette...

Çaylak: Blake Griffin (Los Angeles Clippers)
Kenarda geçen bir senede otoriteler onu unutmuş olsa gerek, bu ödülde adı yeni çocuklar kadar sık geçmiyor. Kendisini hatırlatması ve pota altında bir 20-10 makinesine dönüşmesi fazla uzun sürmeyecektir.


MIP: Jrue Holiday (Philadelphia 76’ers)
UCLA’de geçirilen tek sezonun ardından erken bir ayrılma kararı alan Holiday, ilk sezonunda henüz oyunu öğrenme sürecini geçiriyordu. Ne kadar eleştirilse de, bu süreçte sağlıklı ve nispeten hızlı yol aldı. Yaz Ligi ve sezon öncesi performansları der ki, bu çocuktan birkaç triple-double bile görebiliriz.

Coach: Tom Thibodeau (Chicago Bulls)
Erik Spoelstra’nın elindeki kadroyu verimli kullanacağını ve başarılı olacağını düşünüyorum. Fakat Bulls’un rekorunu kırmalarını bekleyenlerin dahi olduğu bir ortamda hakkı verilmeyebilir. Bu yüzden adayım, takımına galibiyet anlamında en büyük yükselişi sağlayacak Thibs.

Genel Menajer: Pat Riley (Miami Heat)
Ya kim olacaktı? Deniz-kum-güneş, bizatihi kendinden menkul Riley fenomeni ve biraz da vergi kolaylıkları her şey için yetti.

Sayı Kralı: Kevin Durant (Oklahoma City Thunder)
20.3, 25.3, 30.1... Bu çocuğun ortalamaları Fibonacci dizisi gibi ilerliyor, bu sene de ödülün karşısına şimdiden adını yazmalı. Sakatlıklardan uzak durursa, sadece işi resmiyete dökmek kalacak.


Rebound Kralı: Dwight Howard (Orlando Magic)
Sene sonunda yanılmayacağımı düşünüyorum. Tabi Kevin Garnett’in gençlik iksirini icat etmediği varsayımıyla...

Asist Kralı: Chris Paul (New Orleans Hornets)
Öncelikle kendisine sağlıklı bir yıl diliyorum. İyi şeylerin iyi insanların başına geleceğine inanıyorsak, Louisiana’ya sadakat gösterirse bu unvanı da almalı. Mantıken...

Top Çalma Kralı: Chris Paul (New Orleans Hornets)
Sağlıklı bir CP3 için bir önceki maddeden de güvenli bir kategori. Üst üste 2.71 ve 2.77 ortalamalarla gövde gösterisi yaptığı senelerden sonra, emaneti geri alma vakti.

Blok Kralı: Dwight Howard (Orlando Magic)
Amway Arena çemberleri, D12 gibi bir savunucuya -hatta kaleciye- sahip oldukları için çok şanslılar. Magic’le oynarken arka alan savunmasını aşmak öyle çok zor değil, ama istediğinizin bu olduğundan emin misiniz?


Doğu Top 8:

1- Miami
2- Orlando
3- Chicago
4- Boston
5- Atlanta
6- New York
7- Milwaukee
8- Philadelphia

Batı Top 8:

1- LA Lakers
2- San Antonio
3- Oklahoma City
4- Dallas
5- Portland
6- Utah
7- Denver
8- New Orleans

Final:

LA Lakers-Miami: 3-4

14 Kasım 2010 Pazar

Büyük Takımın Küçük Hocası!

Blog olarak kısır günleri geride bıraktığımız bu dönemde, Hürriyet yazarı Meriç Tunca'dan Miami Heat'i konu alan bir yazı istedim. Sağolsun, ricamızı geri çevirmedi. Şimdi sözü üstada bırakma vakti!


Dorell Wright'ı, Earl Barron'ı yönetmeye çalıştığın gibi, LeBron James'i, Chris Bosh'ı yönetmeye çalışırsan olacağı budur..

Neresinden başlayayım..


Sezon başında kurduğun, ya da kuramadığın takımdan mı?.


Bu takıma gelmiş geçmiş en iyi oyuncular arasında olan LeBron'ı bitirme planlarından mı?


Sahaya çıkardığın yanlış 5'lerden mi?.


Yaptığın hatalı değişikliklerden mi?..


Taktiksel hatalarından mı?..


Oyunu hiç okuyamamandan mı?


Basketbolu hiç bilmediğinden mi?..


Neresinden, evet neresinden..


Sakın ola ki, ''Sakatım çok, ben ne yapayım?'' deme..


Sakın ola ki, ''Oyuncu kalitesi bu'' deme..


Sakın ola ki, ''Daha yeni kurulmuş bir takımız'' deme..


Sakın ola ki ''Buraya devrim yapmaya geldim.. İleride düzeleceğiz'' falan deme.


Çünkü ne olursa olsun, bu takım, hiç bir zaman bu kadar rezil durumlara düşmedi..


Çünkü bu takım hiç bir zaman taraftarını bu kadar umutsuzluğa sevketmedi..


Çünkü bu takım, kendisine gönül verenleri, kendisinden bu kadar nefret ettirmedi..


Bu takımın senin yönetiminde düzeleceği falan da yok..


Bak arkadaş..


Senin yaptığını Van Gundy bile yapmadı.


Senin basketbol bilgin sıfır..


Senin saha kenarındaki duruşun rezalet.


Senin karizman falan da yok..


Sen en fazla ''Küçük'' takımların, ''Küçük'' hocası olabilirsin..

Lütfen bu büyük takımın yakasından düş!!!

8 Kasım 2010 Pazartesi

31 Songs #1


"Led Zeppelin'i yeniden keşfetmek -ve Chemical Brothers'ı ve The Bends'i dinlemek- konusunda en çok hoşuma giden şey bunların artık hayatımda kolayca kendilerine yer bulamamaları. Yaşınız ilerledikçe tükettiklerinizin çoğu rahatlıkla ilgili oluyor: çocuklarım, komşularım ve hayatında bir daha herhangi bir blues-metal melodisi ya da block-rockin' beat duymasa hiç üzülmeyecek olan bir sevgilim var. Artık daha az zamanım var, saçmalığa eskisi kadar tahammül edemiyorum, zevklere daha düşkünüm, kendi yargılarıma daha çok güveniyorum. Etrafımda bulundurmayı seçtiğim kültür benim kişiliğimin ve içinde yaşadığım koşulların bir yansıması... Bir açıdan da böyle olması gerek. Ancak bunu yapmayı öğrenirken bazı şeyler kaybediliyor, kaybolan şeylerden biri de -mesela hasta çocukları anlatan hastane dizileri ve deneysel filmlerin yanında- Jimmy Page. Onun çıkardığı gürültü artık beni ifade etmiyor ama yine de dinlemeye değer bir gürültü; ayrıca akıllı bir adam olarak büyümeye çalışmanın da bir bedeli olduğunu hatırlatıyor."

"31 Şarkı", Nick Hornby
Sel Yayıncılık, Çeviren: Betül Kadıoğlu, s. 25

2 Kasım 2010 Salı

We Are Globally Yours: Who's Hot, Who's Not?

Her maçı izleyemiyorum, o yüzden buraya sadece geride bıraktığımız hafta özelinden bir şeyler yazabilmem pek mümkün değil. Yapmaya çalışacağım, ama mutlaka idealden uzak bir liste olacaktır servise sunulan. Periyodik bir şeyler yaratma arzusundayım, belki başlangıç olur...


HOT


Nathan JAWAI (Partizan):

Aborijin asıllı oyuncu için ortaya ilk çıkışından bu yana söylenegelen "Baby Shaq" tanımlaması çok şaşırtıcı değil. Öte yandan ilginç ya da rastlanılmayan bir lakap da değil. Fakat bu bebeklerin NBA'de başarılı olmasının çok kolay olmadığını gösteren örneklerden sonuncusu olmuştu Jawai, Toronto'da ve Minnesota'da bulduğu şansları çok da iyi kullanamayarak. D-League yerine Avrupa'yı tercih etmesine çok sevinmiştim, burada özellikle size konusunda sıkıntılı pota altı rotasyonlarını yakaladığında çok etkili olacaktır.

İlk hafta Zalgiris deplasmanında onun için ideale yakın bir ortam vardı aslında. Fakat ancak 6 sayı ve 5 reboundla bitirebilmiş maçı. Bu hafta ise Khimki önünde 15 sayı ve 8 reboundla seyircisine güzel bir selam çaktı. Euroleague'in resmi sitesindeki yazısında Jiri Zidek, kilo vermesini öğütlemiş Nathan'a. Kendisi büyük bir pivottu, düşüncesine saygı duyuyorum ama bana kalırsa kilo vermesi oyununun en güçlü yanını zayıflatacak bir gelişme olabilir. İlk iki haftada 10 kez faul alan bir oyuncudan bahsediyoruz, Yıldıray Baştürk görse kıskanır. Partizan'a son maçtakine benzer katkılar vermeye devam edecektir, haftaya ise karşısında Sofoklis Schortsanitis olacak. Sadece bu eşleşme için bile izlemek isterim o maçı...

Bootsy THORNTON (Efes Pilsen):

Çarşamba gecesi Sinan Erdem'e gittiğimde şu mevcut kadroda içimi ferahlatabilen tek oyuncuydu. Kendisine meydan okuyan birileri varsa, oyununun nasıl boyut değiştirebildiğini en iyi gördüğümüz seri 2-0 geriden gelerek kazanılan Fenerbahçe Ülker serisiydi kuşkusuz. Çarşamba gecesi ilk çeyreğin sonlarında sanırım Omar Cook'la bir gerginlik yaşadı ve o challenge maçı Power Electronics Valencia'dan Efes Pilsen'e çeviren andı sanırım. Elbette kimseden destek almasaydı bu kadar kolay olmazdı, fakat Kerem Tunçeri'nin Euroleague kariyerindeki en iyi 7-8 maçından birini sergilemesi yeterli oldu.

Şimdi Efes Pilsen'in Kutsi'ye bir galibiyet borcu var. Üçüncülük yolundaki diğer rakip Armani Jeans Milano ile oynanacak kritik iç saha maçı öncesinde rollerin Velimir Perasovic tarafından yeniden belirlenmesi ve Igor Rakocevic'in şutlarına bir ket vurması şart. Efes Pilsen mevcut sistemde volume shooter tanımının Sırpça'daki karşılığına katlanması mümkün değil. Tempoyu hızlandırma ve top adedini yükseltmeye yönelik ayarlamalarsa kısa vadede Rakocevic'in hasarını azaltabilir belki. Ama o sistemle sene sonunu ne biz görebiliriz, ne de Perasovic görebilir gibime geliyor.

Andrea CROSARIOL (Virtus Roma):

Ben bu çocuğun yeteneklerine hiçbir zaman güvenmemiştim. Benetton altyapısından yetiştiği günlerden sonra bir ABD seyahati de olmuştu yanlış hatırlamıyorsam. Tam ümidi kesmişken, Air Avellino'daki kiralık sezonunda bir çıkış gösterip tekrar gündeme geldi. Bu seneyse 26 yaşında nihayet beklentilere cevap verebileceği bir sezon kapıda anlaşılan. İlk iki haftadaki 12 sayı-7 rebound ortalamalarını sürdürmesi çok olurlu değil belki, zira Brose Baskets ve Spirou Charleroi gibi takımlar pek de büyük baş belası sayılmaz. Fakat bu gidişle 20-25 dakika gibi süreler alıp, Ali Traore'yi de hayli zorlayacaktır.

Sofoklis SCHORTSANITIS (Maccabi Electra):

Jawai'den bahsederken adını anmıştık ama Schortsanitis'in bu haftaki performansına da ayrı bir parantez açalım. David Blatt'in sistemine ne kadar uyum gösterebileceği bir endişe konusuydu, fakat özellikle Zalgiris gibi yumuşak pota altına sahip takımlarla karşılaşırken ne olursa olsun hücumu Big Sofo üzerine temellendirmeli. Perşembe akşamı Blatt'in yaptığı da buydu. Lior Eliyahu'nun iyi gününde olmasına ve Richard Hendrix sürprizine rağmen Schortsanitis sahada kaldığı 22 dakikaya 13 şut denemesini sıkıştırabildi. Aynı zamanda rakip uzunlara 7 faul aldırdı ve bunun neticesinde 9 kere faul çizgisine gitti. Euroleague seviyesinde ancak istisnai isimlerde bulabileceğiniz bir dominasyon gücü. Belki mevcut sisteme Eliyahu kadar, ya da kısalardan Doron Perkins kadar uygunluk göstermeyebilir ancak iş skor bulmaya geldiğinde takımdaki en güvenilir adresin Big Sofo olacağı kesin.


Leon RADOSEVIC (Cibona Zagreb):

Sonunda Radosevic büyük sahnede ilk beş oyuncusu olarak ilk gösterimini vermeye başladı. Takım adına defterde üzeri çoktan çizilmiş Barcelona deplasmanındaki etkileyici 15 sayı, 9 rebound, 5 top çalmalık performansının devamını bu sefer oyununun gerçekten fark ettiği bir maçta Fenerbahçe Ülker'e karşı ortaya koyduğu 8/13 şut isabetiyle 16 sayılık elit bir hücumla getirdi. 1990 doğumlu yıldızı zaten takip etmeye çalışıyorduk, artık fazla çaba sarf etmemize de gerek yok.

Jonas VALANCIUNAS (Lietuvos Rytas):

Burada daha önce gerek benim tarafımdan, gerekse de Oktay -neredesin- tarafından sıkça dile getirildiği üzere jenerasyonunun Enes Kanter'le birlikte en güçlü parlayan cevheriydi Valanciunas. Hala da öyle, bilmiyorum nereden geldi hikaye geçmiş zaman kipi? Hazır şimdiki zamandan bahsetmişken, geçen hafta Montepaschi Siena'ya beklenilenden daha fazla zorluk çıkaran Litvanya temsilcisinde ilk kez ilk beş çıktı ve güçlü bir istatistik kağıdı elde etti. Ben maçın tamamını izleyemedim, fakat ilk haftaki performansıyla da birleştirince işler onun adına çok iyi gidiyor. Türk basını da bunu keşfettiği takdirde "İşte bak, Enes yanlış yaptı demiştik" üzerine kurulu milyonlarca makale yazılabilir...

NOT

Oliver LAFAYETTE (Partizan)

David LOGAN (Caja Laboral)

Igor RAKOCEVIC (Efes Pilsen)

Bobby BROWN (Asseco Prokom)

Milos TEODOSIC (Olympiakos)

Marko TOMAS (Fenerbahçe Ülker)

Yeni Yazıhane Diyorsak...

Bir yılı geride bıraktığımız gibi soluğu yeni tasarımda aldık. Kubilay Kahveci'nin yeni oyuncakları için buradan yakın. Yazıhan...