25 Mart 2010 Perşembe

Samhanized!


Güney bölgesinin 10 numaralı seribaşı St. Mary's yoluna devam ediyor ve ikinci turda Villanova'ya karşı aldıkları galibiyet turnuvanın bugüne kadarki en büyük sürprizlerinden. İlk turda Richmond'ı yenerek, 1959 yılındaki Idaho State galibiyetinden beri beklenen bir zaferi öğrencilerine ve mezunlarına hediye eden Gaels devamını da getirmeyi bildi. Özellikle bugüne kadar mock draftlerde pek ismi anılmayan son sınıf öğrencisi Omar Samhan, Nova maçındaki 32 sayısı ve pota altındaki dominant oyunuyla bir anda tüm gözlerin üzerine çevrilmesini sağladı. Bu performanstan sonra bir GMin ikinci turda Samhan kartına başvurmaması sürpriz olur...

J.E. Skeets'in ayrılmasından sonra kan kaybetmiş Ball Don't Lie blogunun küçük kardeşi The Dagger, eğlenceli bir yazıyla bu kabına sığmaz gencin geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamalardan bir derleme yapmış. Genelde çeviri sırasında komik yanını kaybediyor bu tarz demeçler, orijinal haline dokunmuyorum bu yüzden... Oyunu da elbette NBA geleceğine göz kırpıyor, fakat ben biraz daha bekleme taraftarıydım. Bu açıklamalarından sonra onayı veriyorum, başımızın üstünde yeri var.



5. "We're so old school, our point guard is named Mickey."

Takımın eski usul tarzını vurgularken.

4. "That and a bunch of bad-tasting food. Vegemite."

Kadrodaki Avustralyalı oyuncuların takıma yeni bir hava getirip getirmediğinin sorulması üzerine.

3. "Bed time. I'm trying to win a Sweet 16 game and still have to be up till 2 am finishing a paper for class! Gotta love the mid majors."

Salı sabahı Twitter aracılığıyla "St. Mary's beni neden yoruyorsun" buyururken.

2. "That's not saying much, but thank you."

Bir muhabirin kendisini -San Francisco'yu da içine alan- East Bay bölgesindeki en iyi center olarak nitelemesi üzerine.

Ladies and gentlemen, please welcome your Golden State Warriors!

1. "I think the paint's sexy."

Pota altından oynama eğiliminin nedeni sorulduğunda.

2010 Miami Masters Kuraları - Kadınlar


Kadınlar kurasına geçelim...

1 numaralı seribaşı Caroline Wozniacki olacak demiştik, ancak seribaşılar pazartesiden önce belirlendiği için burada da, Indian Wells'te olduğu gibi 1 numaralı seribaşı Svetlana Kuznetsova. İkinci turda Shuai Peng ile oynayabilir, tehlikeli olabilir Çinli oyuncu Sveta için. Üçüncü turda Agnes Szavay, dördüncü turda Bondarenko-Bartoli zor rakipler değil. Kuznetsova, Indian Wells'te ilk maçında elendikten sonra daha yoğunlaşmış olacaktır burada. Eğer ikinci turu geçerse çeyrek final yolu açık.

Kuznetsova'nın çeyreğindeki diğer isim, 8 numaralı seribaşı Na Li. İkinci turda Timea Bacsinszky ile oynayabilir Çinli. Bacsinszky geçen sezonun sonunda çok iyi çıkış yapmış, ekim ayında Lüksemburg'da ilk WTA şampiyonluğunu da kazanmıştı. Bu seneye iyi giriş yapamadı ama... Üçüncü turda Aleksandra Wozniak, dördüncü turda Wickmayer-Rezai tehlikeli olabilecek rakipler. Dengesizliğiyle bildiğimiz Li burada erken elenebilir, Yanina Wickmayer'i bekliyorum bu çeyrekten.

Kuznetsova-Li çeyreğinin karşısında Venus-Radwanska çeyreği bulunuyor. Venus, ikinci turda Michelle Larcher de Brito ve Sorana Cirstea'dan biriyle oynayacak. İki genç ve gelecek vaat eden tenisçi ama Venus'ün karşısında durmaları zor. Üçüncü turda Anabel Medina Garrigues, dördüncü turda Hantuchova-Petrova, tecrübeli Amerikalı için muhtemel rakipler. Özellikle dördüncü turda iyi bir Petrova, Venus'ü zorlayabilir. Bu çeyrekte 38 yaşındaki Date Krumm da bulunuyor ayrıca. İlk turda Anna Chakvetadze ile oynuyor Krumm, onu geçerse de Nadia Petrova ile oynayacak. Krumm-Petrova arasındaki son karşılaşmada gülen taraf Krumm olmuştu.

Agnieszka Radwanska'nın kurası bir hayli çetin. Üçüncü turda Ana Ivanovic, dördüncü turda Flavia Pennetta ve Sabine Lisicki, Polonyalı raketin muhtemel rakipleri. Andrea Petkovic ve Yaroslava Shvedova gibi sağlam, genç raketler bu bölümde. Tahmin yapması çok güç bir çeyrek ama geçen hafta Indian Wells'te yarı final gören Radwanska'nın buradan çıkmasını zor görüyorum.


Alt tarafa turnuvanın 2 numaralı seribaşı olan Wozniacki'nin kurasından başlayalım. İkinci turda Heather Watson ile oynayabilir Woz. Watson, 2009 Amerika Açık junior şampiyonu. Üçüncü turda Maria Kirilenko, dördüncü turda Schiavone-Pavlyuchenkova muhtemel rakipler. Alize Cornet, Stefanie Vögele ve Arantxha Rus gibi genç dimağlar da bu bölümde. Bir daha baktım da bildiğin junior turnuvası gibi olmuş kuranın bu bölümü. 16-20 arası epey oyuncu var burada. Çok çok zor bir kura değil ama Wozniacki buradan çıkamazsa çok da şaşırmamak lazım.

Wozniacki'nin çeyrek finaldeki muhtemel rakibi olan Elena Dementieva'nın kurasında, kötü bir sürpriz bekliyor Rus raketi. İkinci turda Justine Henin ile oynayacak Dementieva. Avustralya Açık'ta çekişmeli geçen ikinci tur maçını Henin iki sette kazanmayı başarmıştı. Ama Avustralya'dan bu yana Henin'in form durumu çok iyi gitmezken, Dementieva iyi başladığı sezonu iyi götürüyor. Üçüncü turdaki Dominika Cibulkova buradan çıkacak galip için çok zorlayıcı olmayacaktır. Dördüncü turda ise sağlam raketler bulunuyor. Alisa Kleybanova, Sara Errani, Melanie Oudin ve Vera Zvonareva gibi. Gerçi Oudin ve Zvonareva sağlam düşüşte ama özellikle Kleybanova, bu seneye iyi giriş yaptı.

Bu çeyreğin karşısında 4 numaralı seribaşı Victoria Azarenka'nın çeyreği arz-ı endam eyliyor. İkinci turda Alexandra Dulgheru, üçüncü turda Martinez Sanchez-Safarova isimleri Azarenka'nın muhtemel rotasında. Hepsi sakatlık çıkartabilecek oyunculardır ama Azarenka da çoğu zaman ilk turlarda çok fazla zorlanmayan, genelde çeyrek-yarı safhalarında turnuvalara veda eden bir rakettir. Kadınlar tenisindeki genel dengesizliğe baktığımızda bu yönden iyi olduğunu söyleyebiliriz Azarenka'nın. Buradan çıkabilirse dördüncü turda karşısında Kim Clijsters'ı bulabilir ama. Clijsters da bu seneye iyi başlayamadı. Görkemli Amerika Açık zaferinden sonra Brisbane'da aldığı bir şampiyonluk var, onun dışında oynadığı iki turnuvada ilk turlarda kaybetti. Avustralya Açık'a da üçüncü turda veda etmişti... Ayrıca, Belçikalı'nın çeyreğinde Shahar Peer gibi formda bir oyuncu da bulunuyor...

Indian Wells şampiyonu Jelena Jankovic burada 7 numaralı seribaşı. İkinci turda Kristina Barrois veya elemelerden gelen bir oyuncuyla oynuyor. Üçüncü turda Elena Vesnina da zor bir rakip sayılmaz. Dördüncü turdaki muhtemel rakibi için birden fazla ihtimal göze çarpıyor. Indian Wells'te yarı finalde yendiği Sam Stosur bunlardan biri, Jie Zheng ve Carla Suarez Navarro da diğerleri. Ama diğer çeyreklere nazaran daha kolay bir çeyrek tabi. Dördüncü turda Jankovic-Stosur eşleşmesi olmaması sürpriz olur...

Yarı final tahmini: Wickmayer-Williams, Jankovic-Dementieva
Final tahmini: Williams-Dementieva
Şampiyonluk tahmini: Dementieva

Not: İkinci turda Henin, Dementieva'yı yenerse fena patlayacak tahminler, biliyorum.

24 Mart 2010 Çarşamba

2010 Miami Masters Kuraları - Erkekler


Teniste mart ayı demek, Amerika sert kort sezonu demektir. Martın ilk iki haftasında Indian Wells Masters, son iki haftasında Miami Masters oynanır. Bu iki turnuva, grand slamlerden sonra ana tablosunda en fazla oyuncu barındıran turnuvalardır tenis takviminde. (96 oyuncu ve 32 seribaşı ilk turu bay geçer.) Bir önceki hafta Indian Wells'ı erkeklerde üst üste Novak Djokovic, Rafael Nadal ve Andy Roddick'i yenen 31 yaşındaki Hırvat Ivan Ljubicic kazandı. Bu onun kariyerindeki ilk Masters Series şampiyonluğuydu. Kadınlarda ise gülen Jelena Jankovic olmuştu. Sırp raket uzun bir aranın ardından şampiyonluğa uzanmıştı finalde Caroline Wozniacki'yi 2 set sonunda geçerek...

Miami Masters'da kadınlar ilk tur maçları dün başladı. Bugün de kadınlar ve erkekler ilk tur maçları oynanıyor. Kuralar ve elemelerden gelen oyuncuların yerleri de belirlendi. Erkeklerde Marsel İlhan, elemelerde Brian Dabul ve Marcos Daniel'ı geçerek ana tabloya kaldı. Marsel, ana tablodaki ilk maçında yarın Pablo Cuevas ile oynayacak. Biz ana tablo kuralarını seribaşı raketler üzerinden giderek değerlendirelim...

Turnuvanın 1 numaralı seribaşı Roger Federer, ilk turu bay geçiyor. İkinci turda Potito Starace veya elemelerden gelen bir oyuncuyla oynayacak. Indian Wells'te üçüncü turda Marcos Baghdatis'e elenen Federer'in bu kez üçüncü turdaki muhtemel rakibi çok daha kolay olacak: Albert Montanes. Dördüncü turda Simon-Berdych ikilisinden biriyle oynaması muhtemel. Gilles Simon geçtiğimiz hafta Sunrise'da final oynamıştı. Tomas Berdych de Indian Wells'te çeyrek final oynadı. Özellikle Berdych zorlayabilir Federer'i.

Federer'in çeyrekteki muhtemel rakibi ise Marin Cilic. Üçüncü turda Baghdatis ile eşleşmesi muhtemel görünüyor Hırvat raketin. Dördüncü turda Verdasco-Melzer ikilisi, Cilic'i en fazla zorlayabilecek oyuncular. Indian Wells'te ilk maçında feci bir yenilgi almıştı Guillermo Garcia-Lopez karşısında. Burada da zor kurası onun ilerlemesine engel olabilir.

Federer ve Cilic'in bulunduğu çeyreğin karşısında Andy Murray ve Robin Söderling'in çeyreği bulunuyor. Murray'den başlayalım... İkinci turda Leonardo Mayer, Murray'i zorlayabilir. Üçüncü turda Lopez-Lacko-Berrer üçlüsünden herhangi biriyle oynayabilir, üçü de birbirine çok yakın oyuncular. Dördüncü turda Wawrinka-Youzhny ikilisi olası rakipler arasında. Burada da zorlanacaktır. Özellikle Indian Wells'teki yetersiz oyunundan sonra burada erkenden kazaya gitmesi çok büyük bir sürpriz olmaz. Gerçi Murray geçen senenin şampiyonu ve puanlarını korumak için iyi konsantre olacaktır. Belirtelim, Murray şampiyon olamazsa bu hafta aldığı 3 numarayı Nadal'a tekrar geri bırakacak. Hatta Murray burada kazanır Nadal da yarı final oynarsa, Nadal yine 3 numara oluyor turnuva ardından.

Murray'nin eğer gelebilirse oynayacağı çeyrek finalde en muhtemel rakibi Söderling. Üçüncü turda Janko Tipsarevic ile muhtemel maçı gözüküyor İsveçli'nin. Dördüncü turda ise Fernando Gonzalez ile oynayabilir. Gonzalez Indian Wells'te oynamamıştı ülkesindeki depremden dolayı, burada iyi kura çektiğini söyleyebiliriz. Dördüncü tura kadar zor rakiple oynamıyor. Söderling-Gonzalez eşleşmesi olağan görünüyor o yüzden ki o maç çekişmeli geçebilir.


Geldik çeyreğin alt tarafına. 2 numaralı seribaşı Djoker'dan başlayalım. Djokovic Indian Wells'te dördüncü turda Ivan Ljubicic'e yenilmişti. Son zamanlarda hiç formda değil ve burada da zor kura çekmiş. İkinci turda Richard Gasquet ile oynayabilir, üçüncü turda da Thomaz Bellucci veya James Blake... Burada zorlanacaktır Djokovic şu oynadığı oyunla. Bu engelleri geçebilirse dördüncü turda Querrey-Monfils ikilisinden birini daha rahat geçecektir diye tahmin ediyorum. Geçen sene burada finali vardı Djokovic'in. O da Murray gibi herkesten daha fazla konsantre olacaktır.

Djokovic'in çeyreğinde Roddick bulunuyor. İkinci turda Igor Andreev, üçüncü turda Julien Benneteau muhtemel rakipleri Roddick'in. Bunları geçebilirse dördüncü turda Indian Wells finalinin rövanşı olabilir Ljubicic ile. Tabi Ljubicic'in de ikinci ve üçüncü turları geçmesi lazım bunun için. Ljubicic'in kurası da güzel, Simon Greul ve Tommy Robredo en ciddi rakipler. Hatta sonrasındaki Roddick-Djokovic de kötü kura sayılmaz. Eğer gevşeme yaşamazsa burada da belli bir yere kadar gelebilir. Ama genelde bu tür oyuncular büyük turnuvaları kazandıktan sonraki ilk turnuvalarında ilk turda saçma sapan maçlar kaybederler. Beklememiz gerek.

Roddick-Djokovic'in karşısında Tsonga-Nadal çeyreği. Nadal'ın çeyrekte Jo-Wilfried Tsonga'yı çekmesi iyi kura bence, önden bunu söyleyeyim... İlk turu bay geçen Nadal, ikinci turda Taylor Dent veya elemelerden gelen bir oyuncuyla oynuyor. Üçüncü turda David Nalbandian ile oynayabilir ki gayet de güzel maç olur eğer olursa. İlk iki turda Kubot-Troicki önünde olacak Arjantinli. İkisi de zorlayabilecek rakipler, bunları geçerse zaten iyi oynuyor demektir. Bu da üçüncü turda iyi bir Nadal-Nalbandian maçına işarettir. Nadal'ın dördüncü turda muhtemel rakipleri David Ferrer ve Ivo Karlovic, çeyrekte ise başta yazdığımız gibi Tsonga. Gerçi oradan Tsonga dışında bir oyuncunun gelmesi de mümkün. Tsonga'nın çeyreğini değerlendirirken değinelim ona.

Tsonga, ikinci turda Indian Wells'te dördüncü tur gören Garcia-Lopez ile oynayabilir. Üçüncü turda ise, Florian Mayer ve Philipp Kohlschreiber muhtemel rakipleri. Bunlar da iyi oyuncular. Dördüncü tur için Juan Carlos Ferrero ve John Isner en güçlü adaylar. Tsonga, Kohlschreiber, Ferrero veya Isner... Buradan hepsi gelebilir. Bütün oyuncular birbirine çok yakın ve buradan gelen oyuncu çeyrek finale yıpranmış bir şekilde çıkabilir.

Yarı final tahminleri: Federer-Murray ve Nadal-Djokovic
Final tahmini: Federer-Nadal
Şampiyonluk tahmini: Federer

20 Mart 2010 Cumartesi

Bahar Klasikleri 1: Milan - Sanremo

Bahar geldi!
Darmstadt'ın sınav takvimi ne kadar acımasız olsa da, beni bahar klasiklerine yetiştirmeyi başardı.

Rüzgarın hüküm sürdüğü Paris - Nice ve sulu karın hüküm sürdüğü Tirreno - Adriatico'nun geride kalmasıyla, sezona hazırlık evresi de son bulmuş oldu. 20 Mart'ta Milan'dan Sanremo'ya uzanan 298 kilometrelik bahar klasiği ile 2010 bisiklet sezonunu Numaraiki'de açıyoruz.


La Gazzetta dello Sport kaynaklı bu harita, bu yıl yüzbirincisi düzenlenen Milan - Sanremo'nun turistik açıdan ne kadar büyük bir şölen olduğunu zaten anlatıyor aslında. Ligurya Denizi kıyısı boyunca İtalya'nın kuzeybatısında, Fransa'dan 20 kilometre uzaklıktaki Sanremo kasabasına uzanan etap, tüm kara kışın etkilerini bir günde silebilir.

Vikipedi Sanremo'yu 'Kuva-yi Milliyecilerce vatan haini ilan edilenlerin yerleştiği şehir' olarak nitelerken, Almanya versiyonu oryantal etkilerin hissedildiği dar sokaklarla betimliyor. 2003 ve daha öncesinde WRC izleyenler de Sanremo'nun ne kadar ekol bir yer olduğunu biraz anımsayacaktır.

40 saniyelik bir gezinti yapalım (Tavsiyem 720p seçeneğiyle izlemeniz yönünde):



Bu tip videolar, bu sezonun bize getirdiği ilk yenilik olsun.

Yarışa odaklanacak olursak:

Bahar klasiklerinin profili düz olur. Ya sprinterler kazanır, ya da düz profilde kaçış yapmasını becerebilenler.

Kimin kazanacağı konusunda çok fazla tahmin yürütmek istemiyorum. Ekim 2009'daki Dünya Şampiyonası'nda Fabian Cancellara'yı bireysel zaman disiplininde tek aday gösterip, kazandığını görmekten onur duymuştum. Kaç kişinin dikkatini çekti bilmiyorum ama ertesi gün yarış disiplininde şansımı zorlayıp 'şans vermediğim' birkaç isim sıralamıştım burada. Bu isimlerden Cadel Evans, Dünya Şampiyonu oldu ve tüm sezon boyunca gökkuşağı renkli mayosuyla beni utandıracak.

Fakat öne çıkan isimleri sıralayalım:

2009'da sprinter Mark Cavendish (Team HTC-Columbia), 2008'de kaçış ustası Fabian Cancellara (Team Saxo-Bank) kazanmış. İkisi de burada pelotondaki yerini alıyor. İtalyanlar'dan Alessandro Ballan (Team BMC), Alessandro Petacchi (Team Lampre), Damiano Cunego (Team Lampre), Daniele Bennati (Team Liquigas) kendi memleketinde yarışa heyecan katacak olan isimler. Kokain günahkarı Tom Boonen'in (Team Quick Step) bir türlü gelmeyen geri dönüşü için bir fırsat da burası.

101. Milan - Sanremo'yu 20 Mart'ta Eurosport'tan takip edebilirsiniz...

17 Mart 2010 Çarşamba

Hatırlamalı, Sevgiyle Anmalı



Bir de bu var tabi de onu geçen sene yazmıştık, kendimizi bu kadar da tekrar etmeyelim...

SansürSensin: http://www.youtube.com/watch?v=bvTpj2j0q7o

In Heavy Rotation - Ekim 2009


1. Danger Mouse and Sparklehorse - Dark Night Of The Soul (2009)
Top 2: Little Girl (feat. Julian Casablancas), Dark Night Of The Soul (feat. David Lynch)

2. Dirty Three - Dirty Three (1995)
Top 2: Better Go Home Now, Everything's Fucked

3. Haggard - Tales Of Ithiria (2008)
Top 2: Chapter IV - The Sleeping Child, Chapter III - La Terra Santa

4. Them Crooked Vultures - Them Crooked Vultures (2009)
Top 2: Mind Eraser, No Chaser, Scumbag Blues

5. Fuck Buttons - Tarot Sport (2009)
Top 2: Flight Of The Feathered Serpent, Surf Solar


6. Fates Warning - Still Life (1998)
Top 2: The Ivory Gate Of Dreams, Monument

7. The Doors - Morrison Hotel (1970)
Top 2: Queen Of The Highway, Roadhouse Blues

8. Flight Of The Conchords - Flight Of The Conchords (2008)
Top 2: The Most Beautiful Girl (In The Room), Ladies Of The World

9. Dire Straits - Communiqué (1979)
Top 2: Follow Me Home, Lady Writer

10. Frágil - Avenida Larco (1981)
Top 2: Oda Al Tulipán, Mundo Raro

Yeryüzünde Fuck Buttons ve Fates Warning'in aynı anda bulunduğu muhtemelen tek liste, tadını çıkarın... Gerçekle pek alakası yok elbette zaman aşımından dolayı.

Anket Durumları #7 - Bracket 2010


Şuradaki benim hazırladığım, değerlendirmeler daha sonra gelir kendimi yeterli görürsem... Komite de Duke için öyle bir yol haritası çizdi ki, gece en rahat uyuyan Coach K olmuştur.

...

Ortabatı (St. Louis)

Biraz dengesiz bir dağılım olduğunu kabul etmek gerekiyor. Duke'un olası rakiplerinden ilerleyen kısımlarda bahsedeceğiz, fakat bu dengesizliği sağlayan bölgelerden biri de Ortabatı bölgesi. Kansas şu andaki tüm anketlerde ağır favori olarak ön plana çıkıyor. Geçen sene şimdiki gibi büyük bir ağırlıkları olmasa da birçoklarının kafasında Final-Four oynayabilecek bir takım gibi gözüküyorlardı. Bu sene ise ülkenin en yetenekli oyuncu grubundan oluşan dengeli ve derin bir rotasyona sahip oldukları hemen herkes tarafından kabul ediliyor. Bunu garantilemeleri için sezon boyunca istikrarlı bir grafik çizmeleri gerekti ve iyi yönetilen bu takım sezon boyunca sadece Oklahoma State ve Tennessee deplasmanlarından mağlup ayrılarak bunu başardı. Big 12 turnuvasında da Texas A&M ve Kansas State gibi NCAA turnuvasında sürprize imza atabilecek takımlar karşısında zorlanmadan şampiyonluğa koştular. Bill Self yönetiminde çok sınırlı kadrolarla dahi başarıya koşabildiler. Takımın başında bulunduğu dönemde 201-42 gibi muazzam bir dereceye sahip olan Self, bu sezon ikinci NCAA şampiyonluğunu kazanırsa okul tarihinde Roy Williams düzeyinde bir efsane olma yolunda büyük bir adım atacak. Raef LaFrentz ve sınıfındaki diğer elemanları iç saha maçı kaybetmeden mezun eden bir coachun mirasından bahsediyoruz, Self'e saygı duymamak imkansız.


Fakat Ortabatı bölgesi açık ara en çok prospecti içinde barındıran ve gelenek sahibi okullarla dolu bir bölge oldu. Ülkenin dört bir yanından scoutların da şimdiden St. Louis'de kendilerine uygun otel arayışında olduğunu tahmin etmek güç değil. Bu noktada Chad Ford'un Twitter üzerinden açıkladığı teorisini hatırlatmak lazım:

"Did David Stern make the brackets? NBA GMs and scouts can camp out in two regions (East and Midwest). Committee did them big favor."

Burası öyle bir oyuncu cenneti ki 13 numaralı seribaşı bile kadrosunda eyaletin sayı kralını barındırıyor. Houston, guardı Aubrey Coleman'ın önderliğinde Conference-USA'de Memphis ve UTEP'yi geride bırakarak şampiyonluğu kazandı. İlk turda buradaki en büyük yeteneklerden biri olan Greivis Vasquez'i zor bir görev bekliyor. Fakat bugüne kadar savunmada geri adım atmamasıyla dikkatimi çekmiş karakterli Venezuelalı'nın takımı Maryland'in ilk turu zorlanmadan geçeceğini ve hatta yarı finaldeki Kansas maçına kadar yoluna devam edeceğini düşünüyorum. İkinci turda büyük bir sürpriz olmazsa izleyeceğimiz Ohio State-Oklahoma State kapışmasında geçtiğimiz haftasonunda bolca bahsettiğim Evan Turner'ın karşısında 2010 draftinin bir diğer lotarya adayı James Anderson olacak mesela. Anderson büyük maçlarda sinebilen bir yapıya sahip -ya da haksızlık etmeyelim, bu yönden Turner kadar kuvvetli değil diyelim- fakat buradaki hiçbir sonuç da kimseyi şaşırtmamalı. Turner'ın takımı kısalarına fazlasıyla bağımlı ve ben Sweet Sixteen'i bile bu kadro için başarı olarak görürüm. Fakat bu sınıfta en beğendiğim elemanlardan olan Greg Monroe ve Georgetown -tıpkı Batı bölgesindeki Pittsburgh gibi- birçok 2 numaralı seribaşından daha iyi durumda gözüken bir 3 numaralı seribaşı anlamına geliyor. İkinci turdaki Northern Iowa maçı bile büyük bir test olacaktır Self'in öğrencileri için. Turnuvanın en büyük iki favorisi Kansas ve Kentucky'yi sezon içinde mağlup eden Tennessee'den, güç kaybetse ve kötü bir sezonu geride bırakmış olsa da Tom Izzo'nun yönetiminde her zaman potansiyel tehlike olan son finalist Michigan State'ten daha bahsetmedim bile... Bahsetmeyelim de zaten.

My Pick: Georgetown Hoyas
My Watch List: Evan TURNER (Ohio State), Greg MONROE (Georgetown), Xavier HENRY (Kansas)

Batı (Salt Lake City)

Buranın 1 numaralı seribaşı ise iyi götürdükleri sezonun sonunda önce Louisville'e, sonra da konferans turnuvasının ilk turunda Georgetown'a kaybettikten sonra birçoklarının güvenini kaybeden Syracuse. Bu takım iyi basketbol da oynayınca çok desteklenesi bir takım oluyor hakikaten, belki Gürkan Menteş'in sürüklediği turuncu sempatisinin de payı vardır bunda. 2003 şampiyonu olan Carmelo Anthony ve Hakim Warrick takımı böyle bir takımdı, bazılarına göre finalde Kansas'ı yenerek şampiyon olan o kadrodan bu yana yakalanan en iyi Orangemen kadrosu burada. Fakat otoriteler korkunun kokusunu aldı mı onları ikna etmek zordur, bu konferansın Amerikalılar'ın deyimiyle birçok 'upset' hadisesine sahne olacağı konuşuluyor. Henüz ilk turda özellikle yeni yüzyılda çıkışa geçmiş ve bu turnuvaya bir ayak alışkanlığı geliştirmiş Vermont'la eşleşmek de Orangemen camiasını çok mutlu etmedi. 1 numaralı seribaşı oldukları bir sezonda daha kolay bir ilk tur eşleşmesi bekliyor olmaları anlaşılabilir, özellikle de Vermont'ın okul tarihindeki tek NCAA galibiyetini Syracuse'a karşı yine bir ilk tur mücadelesinde aldığı gerçeği düşünülürse... Marqus Blakely diye ismini çok duyduğumuz bir eleman var mesela, savunmadaki bloğun üzerine tam saha koşup üzerinden vurur, ne olduğunu anlayamazsın. Takımın pota altında önemli bir role sahip olan senior Arinze Onuaku'nun son maçta dizinden bir sakatlık geçirip oyuna geri dönmediğini ve bu maç için ne derece hazır olduğunun bilinmediğini de ekleyelim. NBA basketbolunun aksine genellikle daha dar rotasyonlarla oynayan takımlar için bu ölçüdeki sakatlıklar gerçekten çok yıpratıcı oluyor.


Andy Rautins benim beğendiğim, fakat zayıf fiziği ve yavaş ayakları nedeniyle NBA için ne kadar uygunluk gösterdiğinden emin olmadığım güzel bir adam. Aynı zamanda 2 numara oynamak için boyu da sıkıntı yaratacaktır NBA'de. Fakat bunları bir kenara koyarsak bu takımda liderliğini -skor liderliğinden bahsetmiyorum- kabul ettirmiş durumda ve takımı iyi yönetiyor. Jim Boeheim'in kenardaki varlığı, önümüzdeki draftte ilk 5 sıradan gitmesi beklenen junior Wesley Johnson'ın yeteneği ve ilk turda kardeşine karşı mücadele edecek Kris Joseph, Scoop Jardine, Rick Jackson, Brandon Triche gibi rol oyuncularıyla ben bu takımın sonuna kadar gidip, bu bölgeyi kazanacağını düşünüyorum. Sağlıklı kalabildikleri takdirde pek tabi...

Vanderbilt'e 4 numaralı seribaşı koltuğunu yakıştırabilen pek fazla kimse yok. Aşağıdan gelen 3 numaralı seribaşı Pittsburgh'ün Syracuse'a göre daha başarıya yakın bir kadro olduğunu savunanların sayısı ise oldukça fazla... Kansas ile Big 12 finalinde başa baş mücadele eden Kansas State, Jimmer Fredette'i kadrosunda bulunduran Brigham Young, 'kolej takımı hüviyetindeki' Butler ve hatta Gonzaga buradan çıkacak takım olma noktasında birtakım otoritelerden geçer not almış. Dick Vitale Kansas State demiş mesela, bir köşeye not etmek lazım...

My Pick: Syracuse Orangemen
My Watch List: Wesley JOHNSON (Syracuse), Matt BOULDIN (Gonzaga), Jimmer FREDETTE (BYU)

Doğu (Syracuse)

Burayı kimin kazanacağını tahmin etmek çok kolay değil, özellikle Kentucky -benim de dahil olduğum bir çoğunluğa göre- ülkenin en yetenekli oyuncu grubuna sahip, fakat bu oyuncuların yeterli tecrübeye sahip olup olmadığı tartışmaya fazlasıyla açık. Fakat sizi temin ederim ki tüm bölgelerdeki en zevkli ilk tur maçlarından biri Temple ile Cornell arasında olacak. Geçmiş yıllardaki veriler incelendiğinde 5-12 eşleşmelerinin istatistik bilimini küçük düşürecek bir seyir gösterdiğini fark ediyoruz. Son yıllarda 5-12 eşleşmelerinden çıkan sürpriz sayısı, 8-9 eşleşmelerinden çıkanları geride bırakıyor ki biz onları sürpriz diye bile nitelendirmiyoruz aslında. Tam çözemiyorum bu 5-12 olayındaki gizemi, biraz efsane pokerci Sammy Farha'nın eline her 2-6 geldiğinde istisnasız olarak pota girmesine benzetiyorum. Bu seneki 12 numaralardan sadece UTEP'ye Butler önünde şans tanımışım kendi hazırladığım bracket için, fakat buradan gelecek bir sürpriz de aslında pek fazla kimse için sürpriz olmayacaktır. Pota altında Jeff Foote adında, çok sık rastlanmayan aktiflikte bir 7-footer bulunduruyorlar. Oyun kurucuları Louis Dale ve dışarıdan skor yaratırken hiç zorlanmayan Randy Wittman ile birlikte bir 12 numaradan beklenmeyecek kadar güvenilir silahla buraya geliyorlar. Fakat Jeff Van Gundy'nin Final-Four adayı olan bu takımın avantajlarından bahsederken söylememiz gereken ilk şeyi sona sakladık: Takım kimyası.


Ivy League'de Penn ve Princeton'ın dominasyonunu kırmayı başaran ve geçtiğimiz ocak ayında Kansas'ı yenerek sükse yapan Cornell'in kadrosunda sekiz adet son sınıf öğrencisi bulunuyor ve bu oyuncular dört yıldır kampüs yakınlarında "The Dog Pound" olarak anılan 14 yatak odalı bir evde birlikte yaşıyorlar. Yahoo! Sports yazarı Jeff Eisenberg'ün haberine göre 13 kişilik takım kadrosu ve head coach Steve Donahue böyle bir yaşam stilini benimsemişler. Düzenlenen LOST geceleriyle ve Nintendo turnuvalarıyla, koltuk üzerindeki boş pizza kutuları ve dolaptaki son kullanma tarihi geçmiş sütlerle İstanbul'daki herhangi bir öğrenci yurdundan çok farklılık göstermiyorlar. PES oynadıklarını sanmıyorum, fakat gündemin geri kalanı aşağı yukarı aynı... Bir deplasman turunda takım elemanlarının 'doğruluk mu cesaret mi' oynamış olmalarını ise pek tasvip etmiyorum, biz burada bile bu şebeklikleri lisede bıraktık ki kız bulundurmayan bir ortamda bu oyunun işlevsizliğine hiç girmiyorum.

"Geoff Reeves was picked on early and often: he was dared to simultaneously wear an article of clothing from each participating player until his next turn, then one turn later was required to give himself a toothpaste mustache. I was dared to let a blindfolded Ryan Wittman draw a highlighter mustache on my face. He didn’t do a terrible job either. (The color was green, if you were curious.)"

Forvet Jon Jaques'ın New York Times'daki bloguna yazdığı bu ibretlik satırların üzerine tekrar turnuva atmosferine giriyoruz ve bir gözünüzün hak ettiklerinin aşağısında sıralanarak bu eşleşmeye zorlanmış iki takımın maçında olmasını öneriyoruz... Kentucky'de John Calipari'nin ilk senesinde John Wall, DeMarcus Cousins ve Eric Bledsoe gibi ülkenin en önemli birkaç liselisinden üçüyle ihya edilmesi çıtayı da yukarı çekiyor ister istemez. Fakat 'sekiz adet son sınıf öğrencisi' dedik biraz yukarıda, genç uzun Cousins'ın da işler mental açıdan güçleştiği zaman takıma ne kadar zarar verebildiğini SEC turnuvasında tecrübe etmiş olduk. Bu noktada uzatmaya giden o finali kaybeden Mississippi State'i ve evladım Jarvis Varnado'yu dışarıda bırakan komiteye selamlarımı gönderiyorum. Kentucky'nin ikinci turda büyük bir hayal kırıklığı olmaktan öteye gitmeyen Wake Forest veya Doğuş Balbay'ın uzun süreli sakatlığıyla iyiden iyiye kaosa sürüklenen Texas ile eşleşecek olması bu genç takımın ritm bulması adına avantaj. Sweet Sixteen aşamasındaki olası Wisconsin maçını kazandıkları takdirde Final-Four'da olacaklarını düşünüyorum Wall ve çetesinin, açıkçası oradaki favorim de Kentucky olacak... Fakat Wisconsin ülkenin en iyi savunma yapan takımlarından biri ve bu genç oyuncuların karşısında görmeyi kesinlikle istemeyeceği bir oyun stiliyle başarıya gitmeyi biliyorlar. Aşağı tarafta Pac-10 şampiyonu Washington'ı ve Pondexter-Thomas ikilisini ayrı bir gözle izleyeceğiz. Bir başka gurbetçi topçunun takımı West Virginia da Big East turnuvasını kazanarak geçen haftanın en çok konuşulan takımlarından biri olmayı başarsa da o yolda son topların büyük bir katkısıyla ve biraz da ağır aksak ilerlemiş olduğunu söyleyebiliriz. Bu bölge de bir prospect cenneti bu arada, yukarıda kaçırmış olanlar için bir kez daha hatırlatayım.

My Pick: Kentucky Wildcats
My Watch List: John WALL (Kentucky), Damion JAMES (Texas), Quincy PONDEXTER (Washington)

Güney (Houston)

Şu bölge ile Ortabatı bölgesine arka arkaya bakıp da komitenin aslında ağır saçmalamadığını savunabilecek biri olduğunu düşünmüyorum. Burada dengesiz dağılımdan çok, bu dengesizlikten en büyük yararı görenin Mike Krzyzewski ve Duke olmasına takılıyor Amerikalılar. Ülke çapındaki en büyük rakibi UCLA'in ve bölgesel kanlısı North Carolina'nın olmadığı bir turnuvada seyirciyi ekran başına çekmek için eldeki reytingi en yüksek okula olabildiğince fazla maç oynatmak istemiş olmaları kulağa en makul gelen komplo teorisi durumunda... Aslında komplo teorisi demek bile haksızlık olabilir, biraz görünen köy durumu söz konusu. Lafı Coach K'in milli takımdaki statüsüne getirenler de var ki biz bu muhabbete ülkemizden de aşinayız, o biraz daha sığ bir eleştiri gibi sanki...

"But let's deal with the reality of why Duke was given a favorable draw. The NCAA is desperate for television ratings. The $6 billion CBS paid over 11 years financed a lot of things the NCAA likes to do - stuff like propping up nonrevenue sports.

Honestly, it wouldn't surprise me if the NCAA mandated that Christian Laettner, Grant Hill and Shane Battier referee all of the Blue Devils' tournament games."

Fakat basında herkes söz birliğine varmışçasına Final-Four gelene kadar turnuvanın Duke için zorlayıcı olmaktan çok uzak olacağını ve Duke'un elini kolunu sallaya sallaya son dört içine kendisini atacağını yazıyor ki bunu biraz anlamsız buluyorum. 1 numaralı seribaşları arasında da birinci muamelesi gördükleri bir kuranın sonrasında dahi asıl mesele Duke'un 1 numarayı gerçekten hak edip hak etmediğiydi. Bu düşünceye sahip adamlar, yazının sonunda da bu konferansta Blue Devils için tehdit unsuru olabilecek tek takım bile olmadığını iddia ediyorlar. Garip... Duke'un ihtimaller dahilinde en rahat rakiplerle çevrelendiği açık, fakat Duke için hiçbir grubun walk-over anlamına gelmesi de mümkün değil. Benim tahminlerimde bir 'early upset' söz konusu hatta Coach K için, burada o tahminlerin henüz kuranın dumanı üzerindeyken yapılmış olmasının da payı büyüktür. Tim Montgomery ve Rick Pitino gibi NBA seviyesinde de çok başarısız olmamış, fakat kolej basketbolunda çok daha değerli iki coachu karşı karşıya getirecek California-Louisville eşleşmesinden gelen takım, Blue Devils'ın ikinci turdaki rakibi olacak ve kamuoyunun takım hakkındaki şüpheleri oyuncular üzerinde bir güvensizlik yaratacaktır. Aslında ilk tur bu güvensizliği ortadan kaldırmak için var, fakat play-in galibiyle oynanacak ilk tur maçı kaç farkla kazanılırsa kazanılsın o soru işaretlerini dağıtmaya yetmeyecektir.


Son yıllardaki en zayıf Pac-10 oynandı bu sezon, orada parlayan tek takımdı belki de California. NBA'de Jerome Randle tarzında birçok oyuncu kontrat buluyor. Jannero Pargo'yu örnek gösterebilirim mesela dün geceden anıları tazeyken... Fakat Pargo'nun türünün şanslı bir örneği olduğunu kabul etmek gerek, daha ziyade Avrupa için spesifikasyon gösteren bir guard. Yalnız yanında yıllardır birlikte oynadığı Patrick Christopher ve takımın mental lideri Theo Robertson ile çok tehlikeli bir dış üçlü oluşturuyorlar. Randle tam bir catch-and-shoot adamı, buna karşın Robertson ise pozisyonu hazırladığınızda setin bitiminde cezayı kesen adam konumunda. Christopher'ın ise bu üçlü arasında yapıştırıcı görevini layıkıyla yerine getirdiğini söyleyebiliriz. Fakat pota altında ilk maçta Samardo Samuels bile büyük sıkıntı yaratacaktır, bu yetersizliğin bedelini çapsız UCLA kadrosuna karşı bile ödediler ilk yarıda. Purdue'da Robbie Hummel'ın sakatlığı çok büyük bir sıkıntı yaratacaktır ki ilk turda Siena'yı daha şanslı gördüğümü söylemeliyim. Daha önce de bahsettiğim gibi dar rotasyonlarla oynamaya alışık takımlarda bu ölçüde sakatlıklara sağlıklı reaksiyonlar verilemiyor. Geçen sene drafte katılacağı söylenen fakat istediği garantileri alamayınca geri çekilen Luke Harangody'nin takımı Notre Dame da burada konuşulmaya değer takımlardan biri olacaktır. Geçen sene Lakers için de adı geçen 2008 Big East Player of the Year, sezon sonuna doğru beş maç kaçırmasına yol açan bir sakatlık geçirmişti ve bu sakatlık sırasında takımın rol oyuncuları büyük gelişme gösterdiler. Pittsburgh'ü yenerek Big East turnuvası finaline çıkarken, fiziken hazır olmayan Harangody'den sadece 20-25 dakikalık bölümlerde faydalanabildiler. O dakikalar da takım adına en güzel dakikalar olmadı doğrusu. Harangody sezon başındaki görüntüsüne dönerse hem Irish tarihinde Pat Garrity ve Troy Murphy ile birlikte çok büyük bir yere sahip bu adamın draft sırası artacaktır, hem de takım bir sürprize imza atacaktır. Ülkenin en iyi pota altı silahlarından junior Ekpe Idoh'a sahip savunmacı Baylor, Donald Sloan'un takımı Texas A&M ve birçok otoritenin Final-Four adayı durumundaki Reynolds-Fisher ikilisiyle bölgenin en sağlam backcourtuna sahip Villanova sürprize imza atabilecek takımlar. Villanova'nın geçen seneki yapısını bulabileceğini düşünmüyorum, Richmond maçı bile yolun sonu anlamına gelebilir. Turnuvadaki en iddialı seçimim, bir başka deyişle dark horse adayım California.

My Pick: California Golden Bears
My Watch List: Jon SCHEYER (Duke), Theo ROBERTSON (California), Ekpe UDOH (Baylor)

14 Mart 2010 Pazar

Big Ten Final Preview


Sezon başındaki görüntünün aksine bugünlerde bir şampiyonluk adayı olarak ciddiye alınmayan Celtics için Murat Kosova'nın tabirinin hakkını verecek bir "mesaj maçı" olacaktır Cavs kapışması. Fakat ileride de favorilerimden biri olacağını düşündüğüm Evan Turner'ın Big Ten finalinde neler yapacağını izlemek olacak benim aynı saatlerdeki tercihim... Ohio State yarı finaldeki gibi işi uzatmazsa son çeyrek için Quicken Loans Arena'ya uğrayabiliriz, maç o zamana kadar kopmamış olursa elbette.

Ohio State-Minnesota maçından biraz bahsedecek ve kalan kısıtlı sürede ön incelemeye girişemesek de daha uzaktan ilgilenenler için birkaç ipucu verecek olursak, bu maçın Minnesota için daha önemli olduğunu söyleyebiliriz kolaylıkla... Zira Ohio State bu maçı kaybetse bile bu başarılı sezon sonrasında NCAA turnuvasına bir bilet alacak, hatta 1 numaralı seribaşlarından biri olması da sürpriz olmaz. Kansas, Kentucky ve Syracuse üçlüsü bu alanda favori olarak gösteriliyor, yanında #1 ibaresiyle yarışacak dördüncü takımınsa Duke, West Virginia ve Ohio State'ten biri olması bekleniyor. Bugün gelecek konferans şampiyonluğu Buckeyes'ın hanesine bir artı olarak yazılacaktır, Turner ve arkadaşlarının en büyük motivasyonu da bu olacak iki uzatma sonucunda kazanılabilen Illinois maçı sonrasında. Fakat yine de RPI derecesinin de etkisiyle zikrettiğim diğer iki takımın bu yer için daha büyük favori oldukları konuşuluyor.


Üst üste iki turda ve toplam üç kez takımını ipten alan ve bunu yıldız oyuncuların en büyük karakteristiklerinden biri olarak söylenegelen bir şekilde, olabildiğince kolay göstererek yapan Turner, bu yılın draftinde çok sıradışı şeyler yaşanmazsa ikinci sıradan seçilecek. John Wall yıllardır çok büyük bir repütasyona sahip ve başarılı geçen bir sezonun ardından bu sınıftaki tek güçlü oyun kurucuyu kimse ıskalamak istemeyecektir. Fakat arkasındaki elemanlara göre çok daha büyük bir potansiyel gösterdiği de ortada Turner'ın... Joe Dumars'ın Carmelo Anthony'yi es geçip Darko Milicic'i alması gibi istisnai bir durum engelleyebilir sadece Turner'ın ismini ikinci sırada görmemizi, fakat ikinci sırada çok büyük ihtimalle bir lotarya takımını göreceğimizden bu da pek mümkün gözükmüyor. Önceki yıllarda yapılan bir takastan dolayı, New York'un hakkı Utah'ta olacak, ancak Utah'ın da 2003 sonundaki Detroit olmadığı ve takım yapısı itibarıyla da Turner için çok ideal bir yer olduğu söylenebilir.


Buckeyes cephesinde Turner dışında izlenmesi gereken bir diğer isim dünün kahramanlarından William Buford olacak ki kendisinin kariyer rekoru da bir Minnesota maçında gelmişti. Minnesota cephesinde ise Blake Hoffarber son maçta formda gözükmese de Ohio State'e karşı son üç maçında 18.7 sayı ortalamasıyla oynadığından bir karı-koca ilişkisinden bahsetmek yersiz olmayacaktır. Geçen hafta konferansında All-Defense Team seçilirken görmezden gelinen Damian Johnson ise gerçekten saygıdeğer bir savunmacı... Savunmasıyla ünlü oyunculardan bahsederken genelde birkaç yönden ihya edersiniz bahse konu ismi, Johnson ise komple bir savunmacı ve bugün bunu Turner'a karşı göstererek savunma takımını seçen jüriye bir mesaj yollamak isteyecektir. Oyun kurucu Devoe Joseph hafta boyunca mükemmeldi ve Purdue önünde rakibine oranla çok daha rahat bir yarı final geçirmiş olan Gophers, öldürücü savunmasıyla Turner-Buford ikilisi dışında bu hafta çok da iyi hissediyor gibi görünmeyen Buckeyes'a karşı benim favorim olacak Conseco Fieldhouse'da... Eğer kazanırlarsa turnuva tarihindeki ilk finallerinde hedefi vurmuş olacaklar, Ohio State ise 2002 ve 2007'de kazandıktan sonra konferansına en büyüğün kim olduğunu bir kez daha göstermek istiyor. Pota altında Ralph Sampson III ve Colton Iverson'a karşı koymalılar ve Turner-Buford ikilisinden rakibin yıpratıcı savunmasına rağmen her zaman olduğu gibi maksimum verim almalılar.

Gypsy



Yakışır Rafa'ya, koçum, aslanım... GOTOTENNIS blogundan apardım. Tamamı sığmadı gerçi de TRT'de izlediğin maçın skorunu göremiyorsun, biz burada yürek işi yapıyoruz.

Asırlar sonra sığdırdım, bayağı da basitmiş...

Geldi Bahar Ayları - Roadhouse Blues


İkinci dönem başlar, mevsim bir anda değişir ve Formula 1 sezonunun açılması, futbolda yerel liglerde ve Avrupa kupalarında haritanın yavaş yavaş belirginleşmesi, NBA'de play-off yarışının sırra kadem basması ve yine buna paralel olarak fantezi liglerde canlar alınıp canlar verildiği dönemlere girilmesiyle yine siz anlamadan bambaşka bir gündem ile karşı karşıya bulursunuz kendinizi... Film festivallerinde salondan salona koşarken, bazen güzel bir kitap elinizde sabahı ederken değişen gündemle bunları yapmaya yeteri kadar fırsat bulamamaya başlarsınız. Her an, her yerde acayip bir hikayesi olan, izlemediğin takdirde bir hafta başkalarından dinleme gibi bir riskle karşı karşıya kalacağın maçlar, yarışlar devreye girer, uykudan ve hatta zaman zaman hayattan çalar. Bolca da not ortalamasından... Blogda bisikletle kafayı bayağı bozmuş arkadaşlar var, onlar için de fikstürün yoğunlaştığı bir dönem sanıyorum. Neyse, ben kendimden bahsediyorum, yoksa bambaşka şeyler devreye girecektir. Benim için bu mevsim değişikliğinin habercisi ne yere düştüğü iddia edilen cemre, ne de UGG botların yerini rengarenk konverslere bırakması oluyor. Bir kez daha "Vay anasını, March Madness da kapıda ha" ünlemiyle karşılıyorum baharı...

Bu haftasonu da konferanslarda normal sezonun nihayetlendiği ve ülke çapındaki NCAA turnuvasının sıcaklığının tavan yaptığı bir haftasonu... Ben de bir istisna yaparak, çarşamba gecesi Dinar Bandosu konserinden sonra doğrudan eve gelerek koltuğuma kuruldum. Birkaç gündür de oradaydım, merak eden arkadaşlara haber vermiş olayım.

Sabaha karşı Indian Wells, tenis dünyasının efsanelerinden birkaçının "Hit for Haiti" organizasyonunda bir araya gelişine tanıklık etti. Olabilecek en eğlenceli biçimde. Kadınlarda Martina Navratilova, Steffi Graf, Lindsay Davenport ve Justine Henin, erkeklerde ise Pete Sampras, Andre Agassi, Roger Federer ve Rafael Nadal sahne aldılar. Özellikle erkekler maçında Federer ile Agassi arasındaki geyikler ile uykuya meydan okumakta güçlük çekmedik, fakat bir noktadan sonra Agassi'nin Sampras'a karşı kitabında olduğu gibi belden aşağıya vurması rahatsız bir hava oluşturmadı değil. Benim için en büyük spor efsanelerinden biri -muhtemelen birincisi- olan Sampras bunları yine soğukkanlılıkla karşılasa da bahşiş esprisine biraz bozulmuş gibiydi açıkçası. Bu organizasyona ve Big Ten konferansında iki gecedir çılgın atan adamım Evan Turner'a daha sonra döneriz. Kim bilir, belki de dönmeyiz fakat canım şimdi başka bir şey yazmak istiyor.


Fox Sports Pac-10 ve Big Ten turnuvalarının play-off heyecanına ayırmış haftasonunu. NTV Spor ACC maçlarını banttan veredursun, streame de inanmayan biri olarak 70 numaralı kanalda sabitlendim uzunca bir süre... NCAA tarihinin en çok şampiyon çıkaran konferansı olan Pac-10 bu sene o kadar da tat vermedi açıkçası, az önceki sıfatı kazanmasında başrolü oynayan okul UCLA'in görece zayıf bir kadroyla sezona girmesi bunun en büyük sebebiydi kuşkusuz. Turnuva tarihinde 18 kez Final-Four oynayan, 11 kez de büyük ödülle Los Angeles'a dönen okul şimdilerdeki coachu Ben Howland ile de John Wooden yönetimindeki efsanevi takımın modern zamanlara bir izdüşümünü yaratmış ve üç sene üst üste Final-Four organizasyonuna adını yazdırmıştı. 2006 finalinde Joakim Noah, Corey Brewer ve Al Horford gibi NBA oyuncuları çıkaran Florida takımına karşı hezimetle dönülürken, ertesi sene çekirdeğini koruyan aynı takıma bu kez yarı finalde kaybediliyordu. Jordan Farmar ve Ryan Hollins'in yolcu edildiği, buna karşın Russell Westbrook ve Josh Shipp gibi isimlerin rotasyonda yer bulmaya başladığı bu sezondaki teselli, mağlubiyetin daha saygın bir sayı farkıyla elde edilmesiydi. 2008 sezonunda ise 38-1 ile gelen Derrick Rose ve arkadaşlarına karşı teslim bayrağı Final-Four'un ilk maçında çekilirken drafte girmesi beklenmeyen Russ-West'in o Memphis maçındaki müthiş performansı bir anda fikrini değiştirmesine sebep oluyor ve belki de UCLA için sonun başlangıcı anlamına geliyordu. Şüphesiz Kevin Love ve Luc Richard Mbah a Moute'nin ayrılması da burada önemli bir etkendi. 2008'deki turnuvanın en büyük hayal kırıklarından biri olan Darren Collison'ın direksiyonu aldığı bir sonraki sene de ikinci turda köklü Big East okullarından Villanova'nın kusursuz bir paylaşım üzerine kurulu çılgın hücumlarına karşı koyamayan Bruins, Howland ile yakaladıkları üç senelik seriyi de sona erdiriyordu. Şimdilerin en çok konuşulan gençlerinden Collison bu maçta da yerlerde sürünürken, UCLA yandaşları bunu bir köşeye yazıyordu. Gelecek adına ümit veren freshman Jrue Holiday de pozisyonu olan 1 numarada süre alamayıp verim vermekten uzak geçirdiği tek sezonun ardından NBA kapısına dayanıyor ve yazın recruitment faaliyetlerinde Tyler Honeycutt dışında pek kayda değer ismi bağlayamamış UCLA böyle bir sezonun geleceğini önceden haber veriyordu.

Yine de beklediğimiz tam olarak bu değildi. 2003-04 sezonundan bu yana ilk kez kaybeden bir dereceyle sezonu kapadı Bruins. NCAA turnuvasında bir başarı beklemek haksızlık olurdu fakat bu kadar düşük kalibredeki bir konferansta gelen 14-18 derece ve turnuvanın tamamen dışında kalınması biraz hayal kırıklığı yarattı. 5 numaralı seribaşı olarak geldiği ve çeyrek finalinde bir nevi underdog olarak sahaya çıktığı turnuvaya güzel bir başlangıç yaptı aslında Bruins. Yeteneklerini bir yana koyacak olursak, her zaman 'çok sağlam bir çocuk' olarak nitelendirdiğim birinci sınıf öğrencisi Reeves Nelson ciddi bir göz sakatlığından beklenenden önce dönmekle yetinmedi ve takımın sezon içinde iki maçta da kendilerine üstünlük sağlayan Arizona'ya cevap verebilmesini sağladı. Pota altında aldığı her topun kıymetini bilen, kazanılan her rebounda bir şekilde katkı veren bu gencin eforları fazlasıyla dışa meyilli bir oyun tarzı olan Nikola Dragovic'in varlığında daha da anlamlıydı. Bu Belgrad doğumlu çocuğun bir sezon boyunca takımın birinci skor opsiyonu olarak ortada gezinmesi, kampüste muhtemelen en güzel kızlarla yatması şanlı Bruins tarihini zedeleyen bir durumdur, bu kadar konuşuyorum. 3/12 şut isabetiyle oynadığı (2/9 üçlük isabeti şaşırtıcı değil) bu maçta da takımın yoluna taş koymaya çalışan Sırp'a engel olansa takımdaki bir başka karakterli eleman Michael Roll oluyordu.


Dün gece NCAA'in en saygın coachlarından Mike Montgomery'nin konferansı en iyi dereceyle bitirmiş çocukları vardı Staples Center'da karşımızda. (ABD coğrafyasına hakim olmadığım dönemlerden kalma Duke sempatimi unutmaya çalışıyor ve UCLA için birinci çoğul kullanıyorum. Normalde yapmazdım, ama adamlar bildiğin ezeli rakip çıktı sonradan.) Howland ile birlikte takım başarıya giderken de en büyük karakteristik olarak ortaya çıkan sıkı savunma, pota altında çok fazla kendini göstermese de özellikle guard savunmasında iyi iş çıkardı çocuklar. Sezon içinde deplasmanda kazandığımız California maçındaki kilit savunma performansları Honeycutt ve sophomore Jerime Anderson'dan gelmişti. Rakibin hücumlarının merkezini oluşturan Jerome Randle 5/18 şut isabeti, 1/8 üçlük isabetinde tutulurken Anderson büyük katkı koymuş, son dönemde patlayan Tayshaun Prince klonlarından biri gibi gözüken freshman Honeycutt da her iki çember altında -4 savunma, 6 hücum ile- reboundlarda hakimiyetini ilan etmişti. Dragovic'in iyi üçlük performansı da galibiyeti getirmişti.

Bu maçta Honeycutt ilk maçta olduğu gibi yokları oynayınca, Anderson'ı kullanarak daha kısa bir beşle guard baskısını üst seviyeye taşımayı amaçlayan Howland, Randle'a pek bir çözüm üretemese de diğer dış oyuncuların skorunu minimize etmeyi başarmıştı. İlk yarıda işler UCLA lehine gitmekteydi ve skorda erken elde edilen çift haneli farklar takımın özgüvenini de yerine getirmişti. Bu maçın kariyerinin son maçı olmasını istemeyen Roll, adeta yanıyordu ve ilk yarıyı da 16 sayıyla tamamladı... Fakat ilk yarının sonu yeteri kadar iyi oynanmadı ve verilen birkaç ikinci şans sonrasında devreye sadece 4 sayı önde girildi...


İkinci yarıda aynı savunma sertliğini sürdürmek çok kolay gözükmüyordu ve Honeycutt-Nelson ikilisi iyi gözükmezken pota altı savunmasında da açıklar verilebilirdi. Beklendiği gibi başlayan devrede, içeride Cal uzunlarıyla boğuşurken dış adamlarıyla birlikte fazla gömülen UCLA son sınıf öğrencisi Theo Robertson'ın dış şutlarını izlemekle yetindi. Buna karşılık vermeyi anlamsız bir şekilde gurur meselesi haline getiren Dragovic'in başarısız dış şut denemeleri takımı öldürürken, Montgomery de yedekten getirdiği Meksikalı işçi Jorge Gutierrez ile ilk yarının yıldızı Roll'e kelepçeyi vuruyordu. Montgomery'nin deyimiyle takımın ruhani lideri olan Robertson yalnızca ikinci yarıda 15 sayı bulurken, UCLA hücumları Dragovic'in saçmalamalarını saymazsak Anderson'ın hiç hesapta olmayan penetrelerine kalmıştı. (Dragovic bu maçta da bir pota altı oyuncusu olarak 3/12 şut isabeti, 1/8 üçlük isabetiyle çıkarak kendini aştı.) Eleman da her içeri girişinde bir şeyler yaratmayı bildi, fakat böyle önemli bir maçta B planı bu olan bir takımın daha ileriye gitmesi mümkün değildi. Bakın, "Howland'ın B planı yoktu" demiyorum.

Mike Montgomery'nin yarattığı bu yakışıklı takımın finali kazanmasını isterdim, ancak Isaiah Thomas ve Washington'a karşı koyamayarak kaybetmişler finali... Onlar için son kurşundu bu sene, en azından bir süre konferans şampiyonluğu için iddialı olmaları beklenemez. Bundan önce de 50 yıllık bir bekleyiş söz konusuydu, California Mezunlar Derneği bu durumdan rahatsız olmalı... Gutierrez-Amoke dışında geriye kalan tüm rotasyon parçaları yazın mezun oluyor ve elde pek bir şey kalmıyor. Bu arada Isaiah Thomas'ın hikayesi de ilginç, Caner Eler ya da İsmail Şenol vasıtasıyla şöyle bir link geçmişti elime...


Peki UCLA ne yapmalı? Bizim de elimizde çok büyük bir yetenek ordusu kalmayacak, ancak Roll, Keefe ve Dragovic'in arkasından ağıtlar yakılacak isimler olmadığı açık. Geriye kalan isimler bugüne kadar seneye alacakları sorumluluğun bir benzeriyle karşılaşmadılar ve bu durum seneye de bunun gibi bir dereceye götürebilir. Ancak Howland'ın iki hayal kırıklığı sezonun ardından, yönetimden aldığı güvenoyuyla "UCLA'de transfer bitmez" felsefesiyle recruitment hareketlerine erkenden başladığı biliniyor. Eyaletin en sağlam 5 numaralarından biri olduğu söylenen Josh Smith beklentilerin odağı konumunda. Çantasını hazırlayan bir diğer isim de Georgetown, Arizona, Louisville ve Ohio State'in elinden kapılan, ESPN'e göre sınıfındaki sekizinci en iyi SG konumundaki Tyler Lamb. Profili bunlar kadar ışıltılı gözükmese de Lazeric Jones ile de oyun kurucu bölgesine bir takviye söz konusu. Honeycutt birçok scoutun yakın takibinde fakat onun da, bir başka önemli freshman Nelson'ın da takımdan ayrılması çok olası değil... Brendan Lane de şu son iki maçta gözüme girdi gibi, hoş çocuk. Seneye o da rotasyonda daha anlamlı süreler bulacaktır.

Bu yazı planlanandan uzun oldu, pek derli toplu da olmadı. Belli prospectler üzerine yoğunlaştığımız yazılar da gelebilir, bunların yıllar sonra tatsız geri dönüşleri olabildiği için temkinli yaklaşıyorum. Taslaklarda hala bir Jarvis Varnado yazısı var mesela... Dediğim gibi pek tatmin olmadım, ama bu yazıyı şu anda vatani vazifesini yerine getiren UCLA Genel Kurulu Üyesi Bülent Bedri'ye ithaf ediyorum. Çocuklar onu bekliyor belli ki...

Bu da bir NBA geleceği falan göstermese de son iki maçında koyduğu karakterle kalitesini gösteren ve son maçında 1000 sayı barajını da aşan Roll için gelsin:

Let it roll, baby, roll
Let it roll, baby, roll
Let it roll, baby, roll
Let it roll, all night long

12 Mart 2010 Cuma

Bisiklet Geyikleri...


Bisikleti özlemişiz, çok açık. Katar ya da Algarve gibi turlar aylar boyunca duyduğunuz o büyük özlemi sadece biraz dindiriyor ama Paris - Nice arkasından da Tirreno - Adriatico izleyince dünyanın en şahane insanı oluyorsunuz. Kişisel bir not belki ama, şu dünyada beni zirve finişi olan bir bisiklet etabı izlerkenki kadar mutlu yapan başka hiçbir şey yok. Asosyalliğin kısa tarihi.

Alberto Contador mesaj verdi, bu da çok açık. Bu blog okuyucularının çok iyi bildiği üzere "mesaj", Murat Kosova'nın "jest ve mimik"ten sonra en sık başvurduğu kalıptır. Tim Duncan blok koyar, o sadece bir blok değildir, rakip oyunculara verilen 'burası girilmez bölge' mesajını da içeren bir pakettir. Her klişe gibi bu da biraz doğrudur ve Contador'un son atağı için kullanmakta sakınca görmüyorum.


Dördüncü etaptan (Maurs - Mende etabı) bahsediyorum. Son bölümde, işin kızıştığı o noktada, Contador çok rahat bir şekilde atağını yaparken ve yüz ifadesinden anladığımız kadarıyla hiç de zorlanmazken öteki favorilerin tel tel dökülmesi manidar. Frank Schleck ve Levi Leipheimer patladı, iki Sanchez biraz geride kaldı, bir tek Alejandro Valverde kendi meşrebince bir cevap verdi denilebilir, Joaquin Rodriguez'in de katkısıyla güzel güzel takip ettiler Conta'yı. (Lakabı El Pistolero biliyorum ama ben Conta diye sesleniyorum kendisine, hiç de sevmem halbuse.)

İlginç bir nokta da, Contador tüm büyük sporcular gibi, yaptığı işi o kadar kolaymış gibi gösteriyor ki bir yerden sonra ''Ne var canım ben de yapabilirim'' diyeceğiniz geliyor. Oysa kamera az aşağılara gittiğinde 38'lik Jens Voigt'un -ona da kocaman alkış- acı içindeki yüz ifadesini görmek ya da dağlarda bisikletiyle neredeyse yek vücut olan Valverde'yi izlemek tabloyu daha da net hale getiriyor.


İçinde Contador geçen bir yazı yazıyorsanız Lance Armstrong'a da lafı getirmelisiniz bir şekilde. İşin raconu bu. Biz istemesek bile onlar seviyor bunu, son yılların en gözde rekabeti hiç kuşkusuz. Murcia'daki vasat performansı sonrası hafif hafif eleştiriler alan ''Tanrım'' Lance, El Pais'e yaptığı, L'Equipe'in altıntıladığı, bizim de L'Equipe'ten çaldığımız açıklamalarında ''Ben 38 yaşındayım, Alberto ise 27'lik çıtır delikanlı. Her sene kendini geliştiriyor. Ben bunu görüyorum, herkes bunu görüyor, Alberto bunu görüyor. 2010 zorlu bir sene olacak'' diyerek tevazunun dibine vurdu. (Şair, burada blogu okuyan genç kızlara sesleniyor, "L'Equipe'ten de çeviri yapabiliyorum" diyor.)

Tevazu dedik ama Lance'in burada gizliden gizliye bir taktik uyguladığını söyleyenler de olmadı değil, oldular, zaten Lance insanlar üzerinde öyle bir intiba bırakmış ki ne söylerse söylesin insanlar bir bit yeniği arıyor. "Burn After Reading" gibi azizim, komplo içinde komplo.



Bundan gayrı, bir de Peter Sagan vakası var ki üzerine ne yazsak boş. Adam 90'lı, benden sadece bir yaş büyük ve ben oturup televizyon izlerken o gidip Paris - Nice'te iki tane etap birden kazanabiliyor. Tebrikler diyoruz ve üzerine daha sonra başka bir yazıda eğilmenin sözünü veriyoruz. ''Bisikletçinin Bir Genç Adam Olarak Portresi'' olur başlık da.

Yarın en önemli etap koşulacak belki de Paris - Nice'te. Televizyon başında olmanızı salık veriyorum. (Salık vermek, tavsiye etmekten daha güzel.) Özellikle birinci kategoriden tırmanışların şahı olan Col de Vence (9.7 km sürüyor, eğim 6,6%) hakikaten çok keyifli olacak. Bunun dışında istemediğiniz kadar ikinci ve üçüncü kategoriden tırmanış var. Kaçanlar, uçanlar, dökülenler ve Contador, Paris Nice'te sizi bekliyor olacak. Rodriguez'den bir sürpriz bekliyorum. Janez Brajkovic'e de ''Biraz kendini göster be abi'' diyorum. Arayı soğutmayalım.

8 Mart 2010 Pazartesi

Paris - Nice 2010


Sezonun ilk büyük etap yarışı Paris - Nice başladı. Team Rabobank'tan Lars Boom, Team Saxobank'tan Jens Voigt'un 3 saniye önünde prolog etabını kazandı. Team Radioschack'in kozu Levi Leipheimer ve Team Astana'dan Tour de France şampiyonu Alberto Contador, aynı zaman derecesiyle 3. ve 4. sıradalar. Paris - Nice 2010'u 7-14 Mart arası her gün Eurosport'tan takip edebilirsiniz.

Mart 6, 2010


1964 - Mart 6, 2010
1964 - Mart 6
1964 -


1 Mart 2010 Pazartesi

Kupa Bu Adamın Evine Gitsin


İngiltere'de sezonun ilk kupası Manchester United'ın oldu, üst üste ikinci kez Wembley'den mutlu döndü çocuklar... Genelde kupa konusunda doygunluk hissetmeme yol açan takımları desteklemesem de United bunlardan biri. Bugün de daha önce Leicester City'de bu kupayı iki kez kaldırmış olsa da, Martin O'Neill'ın Aston Villa'da yarattıklarının somut bir karşılığını alması beni üzmezdi. Aslında maçtan önce Wayne Rooney'nin dinlendirileceğini duyduğumda, bahis oynayan bir adam olsam arabayı Villa'ya basabilirdim. Ancak maçın hemen başında gelen penaltı kararının kırmızı kartla tamamlanmaması ve Michael Owen'ın sakatlanmasının ardından Sir Alex Ferguson'ın Roo kartını planladığından önce devreye sokması bu kupanın ellincisini de United'ın müzesine götürdü. İlk kupanın sahibi Villa ise belki uzunca bir süre daha bu sevinçten mahrum kalacak. Diğer yanda çok büyük bir sevinç var mıydı, pek emin değilim. Rafael ve Owen'ın sakatlıklarının ciddi olmaması beni daha çok sevindirir...


Burada yıllardır sahaya genç takım ağırlıklı kadrolar sürerek kişisel tepkisini koyan Arsene Wenger'in hafta arasında yine üçüncü kupayı hedef alan sözleri vardı, ancak final oynayacak meslektaşları bu açıklamaları saygısızlık olarak nitelendirdi. Haksız değiller, en azından uygun bir zaman değildi bu sözler için bence de. Fakat Alman sınırına yakın bir Fransız köyünden çıkan bir adamdan bahsediyoruz, böyle bir kişiliğin ortaya çıkması kimseyi şaşırtmamalı. Kupanın boyutları da bugün Vancouver'da Kanada buz hokeyi takımının her elemanının boynuna takılan madalyalardan büyük değil, benim önerim kupayı Park Ji-Sung'un evine göndermek. Patrice Evra'nın kaptan olarak çıktığı finali kazanmamız ve kupanın çok sevdiğim Fransız tarafından havaya kaldırılması beni çok mutlu etti. Ancak bugün maçın adamı resmi olarak Antonio Valencia seçilmiş olsa da, esas kahramanın Koreli olduğu gerçeğinde maçı izleyen gözlerin büyük bölümü birleşecektir. Evra'yı kaptanlık pazu bandıyla görünce, Park'ın neden düşünülmediğini merak ettim aslında. Takımda daha eski olan ve bunun yanında Evra'dan yaşça daha büyük olan Park'ın o denli bir ağırlığı yoktu belli ki. Fakat Ferguson'ın neredeyse her kritik maçta joker olarak sahaya sürdüğü, kimi zaman yıpratıcılığıyla sol ileride, kimi zaman bitmek bilmeyen enerjisiyle içte yararlandığı bu adam United tarihinde unutulmazlar arasına girecektir. Sezon başına neredeyse 25 resmi maça çıkmıyor Park... Bugüne kadar hiçbir zaman kenarda oturmaktan şikayet etmedi ve United'ın onu tutma sebebi de kesinlikle Uzakdoğu seferlerinde potansiyel müşterilerine şirin gözükmek değildi. Tamam, belki işin bir boyutu buydu ama bu noktadan sonra vefanın onun için ne kadar önemli olduğunu bize çok uç örneklerle gösteren Fergie'nin ondan kolay kolay vazgeçmeyeceğini söyleyebiliriz.



Rooney de bu kafa olayına iyi alıştı yalnız. Bugün son dönemdeki açık ara en kötü maçını oynarken iki tane insan beyninin kolay kolay anlamlandıramadığı kafa vuruşu çıkardı. Gol olanında Valencia'ya da şapka çıkarmak lazım, Wigan gibi bir kulüpten buraya David Beckham, Cristiano Ronaldo gibi adamların yerini doldurmak için geldi. Halbuki bir Andrei Kanchelskis olabilse taraftar mutlu olacaktı, fakat herkes Ronaldo'yu özlerken o psikolojiye girmemesi düşünülemezdi. Şimdi kendi yeteneklerinin farkına varmış ve özgüvenini geri kazanmış gibi gözüküyor bir süredir. İsabetli bir orta göndermek için rakibini geçmek zorunda olmaması, Becks'e yakınsayan bu stili onu sağ açık için rakipsiz kılıyor. Umarım, Milan rövanşında hafta arasında Nani'yi bir kez daha görmeyiz onun yerinde... Rooney diyorduk, esas konuşulmaya değer olan kafa vuruşu bence direkten dönen ikincisi. Brad Friedel zaten ülkenin en iyi kalecilerinden ama fiziksel olarak çıkarılması güç bir kafa vuruşuydu o daha çok. Bu yeni oyuncağını çok sevdi ama öyle bir versatiliteye ulaştı ki sizi hangi silahıyla vuracağını hiçbir zaman tahmin edemezsiniz...



Yukarıdaki en güzel karenin üzerine oyuncuların performansını notlandırayım bir kez daha, Tom Jenkins'in diğer muazzam fotoğrafları için buraya tıklayabilirsiniz.

Manchester United vs. Aston Villa:
29 Kuszczak 7
21 Rafael 5.5 (2 Neville 6) - 15 Vidic 6 - 23 Evans 7 - 3 Evra 6.5
25 Valencia 7.5 - 16 Carrick 7 - 24 Fletcher 6.5 - 13 PARK 8.5 (28 Gibson NE)
7 Owen 6.5 (10 Rooney 7) - 9 Berbatov 8

Yeni Yazıhane Diyorsak...

Bir yılı geride bıraktığımız gibi soluğu yeni tasarımda aldık. Kubilay Kahveci'nin yeni oyuncakları için buradan yakın. Yazıhan...