
Bugünün ilk çeyrek finaline aile yemeğinde yakalandık, yine de ikinci ve üçüncü çeyrekleri tüm masaya izletmeyi başardım. Yeni doğan yeğenim de basketbola ilk tepkisini bir Chauncey Billups üçlüğünde verdi, 2010 jenerasyonu sağlam geliyor...
Arjantin-Litvanya maçını da yarısında yakaladım. Daha skora bakamadan gelen acayip Martynas Pocius smacı da çok geç kaldığımın göstergesiydi. Maçın anlamlı yarısının da tekrarını izledim az önce, yarın bir şeyler yardırırız o yarı final hakkında da.
Bugün ise biraz Mike Krzyzewski-David Blatt gerginliğine değinmek istiyorum. Krzyzewski'nin ucuz milliyetçilikleri bana yabancı değildi, birçok basın toplantısında konuşmalarına bu sosu yedirmeye çalışırken komik durumlara düştüğünü görmüştüm. Son kitabı "The Gold Standard" içerisinde bu vurguların iç bayıcı, 'of be abi' dedirtici boyutlara ulaştığını da duymuştum. O yüzden bu yaşananlar çok şaşırtıcı değil. "Neden bahsediyor bu adam?" Tamam sakin olun, önce özet geçiyorum.
Her zaman Amerikalı kimliğiyle gurur duyan, zamanında 2007 finalinde oradaki az sayıda Amerikalı'dan Chris Sheridan'a yaptığı içten açıklamalarda da bunu hissettiren bir adam Blatt. Aynı zamanda İsrail pasaportu da var. Fakat Massachusetts'dan yetişme, Princeton'dan mezun ve Yahudi olan -yani NBA'de esaslı bir yer edinmek için tek başına yetebilecek üç etiketi üzerinde taşıyan- bu adam yaşadığı uluslararası deneyimden o kadar haz alıyor ki, ülkesine dönmek hiçbir zaman yakın dönem planları içine girmedi. Bunu denese bugün çok daha büyük bir repütasyona ve daha fazla sıfır barındıran bir maaşa sahip olabilirdi belki... Yine Sheridan'a verdiği röportajda, efsanevi İspanya maçı sonrasında İstanbul'a henüz yerleşmiş ailesine müjdeli haberi verdiğinde evdeki dört çocuğunun aynı anda dört farklı dilden -İbranice, İngilizce, Rusça, Türkçe- bağırışlarını duymanın eşsiz bir zevk olduğunu söylüyordu. O şampiyonanın elemelerinde Belçika maçı sonrasında soyunma odasında terör estiren ve "Herkesin size neden loser dediğini şimdi anlıyorum ve bugünden itibaren ben de onlara katılıyorum" sözleriyle ülke basketbolunun 10 yıllık fetret devrini resmen sonlandıran kurşunu atan bu adamdı. Fakat bu şampiyona öncesinde elindeki yeni çocuklarla aynı şeyleri yeniden tecrübe ettiğini ve canının bu işe çok sıkıldığını anlamamak mümkün değildi. O mucizevi başarının kahramanı olan Kirilenko-Holden-Khryapa üçlüsünden yalnızca biri kadrodaydı ve o da sahaya adımını atamıyordu. Bu çaresizlik onu bundan böyle milli takım çalıştırmama kararına itti. (Seneye Maccabi Tel Aviv'in başında olacak Blatt.)

1972 senesindeki ABD-SSCB finalinde üç kez tekrarlanan son hücumlardan Sovyetler lehine sonuçlanan tek senaryo onanınca ve Alexander Belov'un topu çemberin içinden geçip de Amerikalılar için kutsal olan altın madalya rakibe gidince bu 'hırsızlık' yıllarca manşetlerden düşmedi. Adeta Soğuk Savaş'ta yeni bir dönemin sembolü oldu o maç. Kendisini belki de her şeyden önce bir 'yurtsever' olarak niteleyen Krzyzewski ve bu takımdaki asistanı Chris Collins -doğru tahmin, babasının adı Doug- için en güzel hatıralar değil. O kirli takımın bugünkü uzantısının başında bir Amerikalı'yı görmek bile onlar için kaldırılabilir bir şey değilken, o Amerikalı'nın "Gerçekten maçın sonlarında komik şeyler yaşandı fakat bunu bir Amerikalı olarak söylemekten nefret ediyorum ki sonuç adildi" demesi küplere binmek için yeterli sebep.
Fakat bu cümleleri sarf etmek için yeterli bir sebep mi?
"O bir Rus. Rus takımını çalıştırıyor ve muhtemelen artık onların bakış açısına sahip. Gözleri şimdi daha net görüyordur, çünkü artık onu engelleyen gözyaşları yok."
Avrupa basketbolu hakkındaki ilk izlenimini o meşhur 1972 finalinde edindiğini ve o sırada Massachusetts'da transistörlü bir radyo başında olabilecek en tutkulu Boston Celtics taraftarı olduğunu söyleyen Blatt, o gün ekran karşısında ağlayan Amerikalı çocuklardan birini olduğunu söylüyordu. Ve Krzyzewski'ye bir çocuğun gözyaşları üzerinden de siyaset yapabileceğini gösterme fırsatı sundu. Blatt yeteri kadar Amerikalı değildi. Belki çocukken öyleydi ama sonra şeyleri olduğu haliyle görme yetisini kazandı. Aynı gün Krzyzewski'nin anlayışına göre gerçek bir yurttaş olma şansını da kaybetti.
Herkesin yurt sevgisinin sınandığı, bu işin kalleşçe insanların kökenini sorgulayan bir kafatasçılığa götürüldüğü ve bunun sonucunda da bazılarının bazı diğerlerine hedef gösterildiği bir ülkede yaşıyoruz biz de. Coach K gibi adamlar gelecek ve vatanı uğruna kendini feda etmeye amade yurttaşlarına bu bazılarını işaret edecek. Bu işleyişe aşinayız sanırım.

Milliyetçiliğin milliyeti olmadığını görerek böylelerine verilecek en güzel cevaplardan birini Blatt'in verdiğini fark ediyoruz. Oyunun değerini yerle yeksan eden Jonas Kazlauskas'a oyuncuları yoluyla sahada en güzel cevabı veren ve bu oyunun sadece kazanmak için oynandığı takdirde onurunu koruyabileceğini ifade eden Blatt, İstanbul'daki son ayarını vererek uzaklara gidiyordu. Kendisine karşı hala öfkeli Efes Pilsen taraftarlarına aldırmadan. Arkasında bir Red Kit silüeti bırakarak... (Jean Tigana'nın Beşiktaş kariyerini ve David Blatt'in Efes Pilsen kariyerini hep benzetmişimdir.)
"Anlaşılan Mike benim de en az onun kadar Amerikalı olduğum gerçeğini kaçırıyor. Amerika'da bize düşünce ve ifade özgürlüğünü öğretiyorlar, böylece olanlara karşı tarafsız bir bakış edinip kendi düşüncelerimizi üretmemiz ve onları ifade etmemiz mümkün oluyor. Bunu yaparken herhangi bir şekilde yurttaşlığımızın sorgulanmasını göze almamız da gerekmemeli ama ona karşı bu mümkün olmayacak sanırım."
"Ben Rus değilim. Ama olaylara tarafsız yaklaşabilmekten ve kimseye hakaret içermediğini umarak kendi düşüncelerimi oluşturabilmekten dolayı gurur duyuyorum. Fakat bu ancak insanların en azından bazı konularda daha açık fikirli ve hakkaniyetli davranması halinde anlamlı."
"Son otuz yılda Avrupa'da yaşamak bana bir şey öğrettiyse o da olaylara tüm perspektiflerden bakabilmek ve tamamen gerçekler üzerinde bağımsız fikirler üretebilmek olmuştur. Bunlar popüler düşüncenin karşıtı da olsa, genel temayülün dışında da olsa bunu söyleyebilmek... Yaşamda ilerleme sağlayabilmemizin tek yolu bu."
"Bunların geride kaldığını düşünmüştüm. Mike bir Amerikalı antrenörün Avrupa'da sıfırdan bir kariyer yaratıp da Rus milli takımının başına geçmesini gururla karşılamalı değil mi? İnsanlar hala 40 yıl önceki hadiseler konusunda hislerine kapılabiliyor ve bunları argümanlarını ileri götürme yolunda kullanabiliyorsa, öyle olsun."
Peki Koç-Ka galibiyet sonrası ne diyor?
"We're friends."
Amerikan basının cesur kalemi, LeBron James ve Chris Paul konularında da her zaman yazılamayanları yazacağını gösteren aslan yürekli Adrian Wojnarowski de güzel bir yazı yazmış, ilham kaynağım oldu. Tık!
Kevin Durant üzerinde "1972" yazan ayakkabılarla sahaya çıkmış, 38 yıl sonra vatanın onurunu kurtarmış falan filan. Bugüne kadar desteklediğim bu ABD takımı, Litvanya maçı öncesi beni kaybetti. Çünkü Krzyzewski'nin üst üste iki dünya şampiyonasında altınsız eve dönen ilk ABD coachu olması yönünde duyduğum istek daha şiddetli.
4 yorum:
"Patriotism is the last refuge of a scoundrel"
Samuel Johnson
harika olmus yazi.
bizde de tanjevic'e karsi milliyetci bel alti vurmalar yapildi cok. kendim de tanjevic'in sistemini cok elestirmis biri olmama ragmen, bu tarz bel alti vurmalara karsi durmak onemli.
hatirladiklarimdan en adisini ergin ataman "milli takimin basinda bir sirp'in bulunmasi kanima dokunuyor" diyerek yapmisti.
kevin durant bunu gerçekten yapmış mı ya ?
da mekanika,
güzel katkı ama kronoloji bazılarında öyle işlemiyor olabilir..
tarski,
yani ergi nataman ile david blatt'in dünya görüşleri arasında kıyas yapabilmek için sayın ataman'ı twitter'da 15 dakika boyunca takip etmek yeterli.. ben yaptım, oradan biliyorum :)
türkiye'de bunun örneklerini her sahnede görüyoruz, basketbol da bunlardan yalnızca biri..
miella,
"pics or it didn't happen" diyecekleri düşünüp fotoğraf koymuştuk :)
Yorum Gönder