
İspanyol basketbolcular ağlak olur. Zaten altyapılarda tiyatro eğitimi de veriyorlarmış.
Amerikalı sprinterler doping kullanır. Belki biz yakalayamayız, ama onlar mutlaka kullanır.
Finlandiyalı cirit atıcılar kaslı ve... Neyse, ana fikri çözmüşsünüzdür. Bir ulusun gen haritasını şıp diye çizmekle yetinmeyip, bu basmakalıplar üzerinden birtakım yargılara varmak bizim yorumcularımıza özel bir hareket değil. Fakat son dönemde yolu Ada futboluyla kesişen Amerikalılar'a baktığımızda, belli bir prototipten çok fazla sapma göstermediklerini fark edebiliyoruz. Bunlar içerisinden bu sezon -en azından 19 Mart'a kadar- en çok konuşulanı ise Bolton ile geçirdiği ilk senede takımı baş altına taşıyan Owen Coyle stratejisinde temel taşlardan biri haline gelen Stuart Holden... Sky yorumcularının bir masanın etrafına toplanıp "ABD pasaportlu orta saha buluyorsan, düşünmeden alacaksın" gibi cümleler kurması için erken olabilir, fakat özellikle krallık coğrafyasında Clint Dempsey ve Maurice Edu'nun son yıllarda gösterdikleri formun ABD menşeli orta sahalara bakışı geliştirdiğini söyleyebiliriz. Rijit orta sahalar kurmak hala ligde yaşamınızı idame ettirebilmeniz için birincil hedef olmayı sürdürüyor, fakat bunu sağlayan oyuncularınızın uzun toplarla etkinlik gösterebilmesi, iyi duran top kullanabilmesi de sizi baş altına yaklaştıran yan getiriler olarak kesinlikle önemli. Aslında Fulham da yukarı çıkarken bir anlamda bu formülü kullandı, fakat Dempsey'nin orta saha içindeki işlevi biraz daha farklıydı. Rangers'da Edu'nun, Bolton'da Holden'ın yapmaya devam ettikleri ise meramımıza daha çok hizmet ediyor. Halen tam anlamıyla karşılığını alamamış olsalar da, Aston Villa'ya Michael Bradley zarını attıran da tam olarak bu. Amerika çıkışlı oyuncuları taraftar favorisi haline getiren ise, karakteristik olarak bulunan sıkı çalışma etiği ve sahada her an aynı yoğunluğu gösterebiliyor olması. Holden'a bu konu hakkındaki fikri sorulduğunda şöyle yaklaşıyor:
"Bence de belli bir kalıp var. Amerikalı oyuncular günlerinin çoğunu spor salonunda geçiren, bunun sahaya yansımasında takımın en çalışkan oyuncusu gibi görünen tipler. Futbolda öğretemeyeceğiniz bazı şeyler vardır, fakat genç oyunculara iyi bir çalışma etiğini empoze edebilirsiniz." Türkiye'deki beş Fulham taraftarından biri olan
Mehmet "Zubi" Gürsoy'un favori oyuncusunun Dempsey olmasının arkasında bu yatıyordur belki de. Yeteneklerinden bağımsız olarak sahada olan biteni her an umursayan topçular... Bunu ABD'de futbolun halen Hispanik azınlığın domine ettiği bir oyun olmasına bağlayabilir miyiz? Belki biraz fazla ileri gitmiş oluruz. Şimdi Holden'ın hayli ilham verici 25 senesine bakış atmayı tercih ediyorum.

Aslında bizim radarımıza yeni takılmış olmasına rağmen, diğer yurttaşlarının aksine İngiliz futboluyla münasebeti çok daha eskiye gidiyor. Aberdeen'de doğan Holden futbolu burada tanır ve sever. Manchester United taraftarı babasının içine tohumlarını serptiği bu tutku, ancak yine babasının petrol endüstrisinde bulduğu iş pozisyonu için aileyi taşıdığı Houston'da açığa çıkabilecektir. Pankreas kanseriyle olan altı yıllık savaşını 2009'da kaybederek hayata gözlerini yuman Brian Holden'ın aileyi ABD'ye taşırken, en azından futbol kültürü gelişmiş bir çevreyi seçmiş olmasının arkasında oğulları için yaptığı gelecek planlarının payı var mıdır bilinmez. Ancak hastalığının belki de en sıkıntılı dönemlerinde, eşiyle birlikte Houston'dan Pekin'e uçarak oğlunu olimpiyat oyunlarında Japonya'ya karşı izleme fırsatını kaçırmayı göze alamaması bir ipucu veriyor olabilir. Turnuvanın açılış maçında takımına galibiyet golünü getiren Holden, annesinden bu golün hikayesini ve babasının verdiği tepkileri ne zaman dinlese harap olduğundan bahsediyor. Her maça onun kanserle mücadele bilekliğiyle çıkıyor olması, anısını yaşatmak için bulduğu yollardan yalnızca biri. Fakat ailesine duyduğu hayranlığın tamamını görünür kılmasının mümkün olmadığını söylüyor. Tamamen yeni bir düzen içine girdikleri Houston'da, şehrin varoşlarındaki evlerinden 90 dakikalık mesafeyi haftada üç gece alarak çocuklarının içindeki futbol sevgisini canlı tutmaya çalışan ailesine bundan daha fazlasını borçlu. Ve belki bundan da önemlisi ona aşıladıkları sınırsız özgüven...
Özgüven kelimesini birçok başarılı sporcunun hikayesinde masaya getirebiliriz. Zaten bu yönden eksik olanların büyük çoğunluğunun, bu tip yazıların öznesi olamadan doğal seleksiyonun kurbanı olması da bir etken. Fakat bu sezon Bolton orta sahasında sağa sola koşuştururken dikkatinizi çekmiş bu sarı saçlı ufaklığın hikayesinden daha fazla detayı öğrendikçe, bu kelimeyi salt yazıyı süslemek için kullanmadığımı göreceksiniz. ABD'de oyuncu yetiştirme konusunda tescil sahibi fabrikaların varlığından bahsedemeyiz. Özellikle Holden'ın gelişim sürecine tekabül eden yıllarda bu sektör, göçmen ailelerin çocuklarının yoğunlukta olduğu futbol okulları tarafından sürükleniyordu. Holden da Texas'taki temel eğitimini böyle okullarda aldı ve ileri adımları atmak için mümkün olan her kapıyı zorlaması gerekiyordu. Elit bölgesel ya da ulusal takımlara hiçbir zaman davet edilmemiş olsa da, Stuart daha ortaokul sıralarındayken de yeteneğine tam güven duyuyordu. Bu dönemde West Ham ve Manchester United'ın bölgede yaptığı seçmelere katılıyor, hatta Man United yetkililerinden bir alt yaş turnuvası için de teklif alıyordu. Fakat fiziksel olarak çok ham olduğu için, kendisine 'büyü de gel' dediklerini söylüyor. Fakat bu hiçbir zaman gerçekleşmeyecekti. Holden nihayet bu sezon West Ham ve Man United gibi takımların başına iş açarken de 1.78 boyunda bir enerji topu olarak yapacaktı bunları...

Liseye geldiğinde gelişimi iyi programların radarına girecek kadar kuvvetliydi. North Carolina, Notre Dame ve Wake Forest gibi okulların yetkilileri okul maçlarına gidip geliyordu. Fakat üçüncü sınıfta yaşadığı diz sakatlığı sonucu, doktorlar menisküsüne bir kıkırdak nakli operasyonu gerektiği teşhisini koydular ve bu nedenle 8 ay futbol oynayamaması birçok gözlemciyi Holden'dan uzaklaştırmaya yetti. Gerçek dünyadaki hayalleri sekteye uğrayınca, tipik bir Y jenerasyonu erkeği olarak sanal dünyaya kanalize oldu. Bugün Wikipedia sayfasından o bilgileri kaldırmakla ilgili şakalar yapsa da, o dönemlerde sağlam bir Counter Strike oyuncusu oldu. Girdiği oyun takımıyla bir ulusal yarışmada ikinci oldular ve bu işten iyi bir para kazandı.
Her şeyi değiştirense Adeks'te geçirilen bir sakatlık döneminden sonra, son sınıfın sonlarına doğru katıldığı bir özel maç oldu. Holden'ın takım arkadaşlarından birini izlemek için orada olan Clemson yardımcı antrenörünün dikkatini çeken -belki saçlarının da yardımıyla- Holden oluyordu. Sahadaki her dakikasından keyif alıyordu ve boyuna rağmen çok güzel de bir kafa golü atmıştı o gün. Hiç beklemediği bir anda keşfedilen yeteneği sonrası yeniden futbola sarıldı. Clemson'daki ilk senesinin sonunda ilk onbire çıktı ve baş antrenör Trevor Adair'den burs teklifi aldı. Adair'in yaptığı bir başka şeyse ABD 20 yaş altı takımının hocasına Holden'ı tavsiye etmesiydi. Aldığı ilk davette Jamaika ile yaptıkları özel maçta verdiği spektaküler çapraz pasla tek golün asistini yapıyor ve o gün piyasasını neredeyse ikiye katlıyordu. Her zaman bir gözünün çevrili olduğu İngiltere'yi denemenin tam vaktiydi. En azından Stu böyle düşünüyordu. Sunderland'le idmanlara çıkmaya başlamışken, taksi kuyruğunda İngiliz gençlerin dayağını yedi. Nedenini hala bilmiyor... Fakat orbital kemiği kırıldı ve gözündeki hasar onu üç ay sahalardan uzak tuttu. Geri döndükten hemen sonra, bu kez de dizini sakatladı. Sunderland'in daha fazla beklemeye niyeti yoktu. Acı vatana geri dönüyordu.

Şans genç adama yüzünü sık sık gösteriyordu, ama belalı bir kız arkadaş gibiydi adeta. O ise geleceğe sürekli pozitif bakıyordu.
"Önce Dynamo'dan kontrat alacağım, onların yıldızı olacağım. Sonra olimpiyat takımıyla Pekin'e gideceğim, 2010'da Güney Afrika'da parlayacağım. Ve bir İngiliz kulübüne transfer yapacağım." ESPN Magazine'deki yazıya göre, Houston'daki yakın arkadaşı Josh Reagan İngiltere'de başarısız olup geri dönen Stu'ya moral vermek için onunla bir buluşma ayarladığında yukarıdaki bu cümleleri duyuyordu. Biraz o meşhur "Her Şey Çok Güzel Olacak" repliğini hatırlatan cümleler, ancak beş sene içerisinde tüm bu beklentilerin gerçeğe dönüştüğünü görüyoruz. Belki bir istisnayla. 2010'da milli takımın 23 kişilik kadrosunda yer bulan Holden, yalnızca İngiltere maçında beş dakika oynayabildi. Çünkü belalı kız arkadaş hayatına yeniden girmişti ve Mart ayındaki bir hazırlık maçında Nigel De Jong'un tekmesi fibula kemiğini kıracaktı. Gerçi
bunu şansla açıklamak çok kolay değil, her genç futbolcu bir gün De Jong'un kramponunun çivisini tadacaktır... Yine de hayatının en güzel altı haftası olarak bakıyor Güney Afrika deneyimine Holden. "2014'te Brezilya'da ideal onbirin bir parçası olmak istiyorum. Sebat etmek çok önemli. Ve aynı zamanda o Amerikan kalıbının bir başka boyutu."
Birçokları Güney Afrika'da Holden'ın kullanılması gerektiğini söylüyor ve bu tercihinden dolayı Bob Bradley'yi eleştiriyor. Holden'ı bir sağ kanat alternatifi olarak gören Bradley, orta sahanın ortasında oğlunu ve Edu'yu kullanıyordu. Bu ikiliden kalan süreleri, ara transfer döneminde Blackburn'e kiralanan Jermaine Jones alıyordu.
(Jones diğerlerinin aksine Alman futbolunun ürünü bir orta saha olarak bu yazıda kendisine pek yer bulamadı.) Kanatlarda ise henüz bir yerel futbol yeteneğinin Donovan-Dempsey ikilisine tehdit olması pek mümkün değildi. Fakat bundan böyle durum bu değil ve Jozy Altidore'un yanındaki vasıfsız ikinci forvetlerdense, sistemi Holden'ı kullanacak şekilde modifiye etmek Bradley için bir zorunluluk. Bunun sahaya yansıyacağı ilk turnuvanın Gold Cup olacağı düşünülüyordu. Fakat 19 Mart'ta, belki de futbolu ona sevdiren stadyuma babasının anısını yaşatmak için çıktığında onu tatsız bir sürpriz bekliyordu. Maçın sonlarına doğru Jonny Evans, iyi niyetli ama biraz sakar bir hamle yaparken aynı niyetteki Stu'nun ayağından da bir parça aldı. Evans'ın burada kırmızı kartı hak edecek bir şey yaptığı tartışılır, ancak görüntü çok kötüydü. Korkulan oldu ve Holden sezonu kapattı, hatta gelecek sezonun başına yetişebilmesi de çok kolay gözükmüyor...

Böyle bir sakatlığa rağmen onu gözümde büyüten ve gelecekte bir gün Old Trafford'un düzenli bir ziyaretçisi olmasını ümit etmemi sağlayansa herkes Evans'ın hareketini olabildiğince abartırken, kötü günler geçiren meslektaşından gelen özrü kabul etme erdemini göstermesiydi. Ve bunu Twitter'daki yüzbinlerce takipçisiyle paylaşmayı da ihmal etmedi.
(Landon Donovan'ın bu iletiye cevabını da bir kenara not ettik, akıllı olsun.)"Just had a sincere phone call from Jonny Evans wishing me the best in my recovery, def wasn't intentional, just unfortunate part of the game."
Elbette bahse konu ümitlerim yalnızca Fevzi Tuncay'ı Manisa'ya getiren transferdeki gibi bir merhametle ilintili değil. Paul Scholes'un veliahtı olabileceğini falan söylemiyorum, zaten densizlik olur. Ancak bir toparlanma sürecine girse de hala eski günleri aratan Michael Carrick'in, bu seviyenin hakkını vereceği hala şüpheli Darron Gibson'ın iyi bir alternatifi olabilir. En azından Anderson'dan kötü olmaz.
Gel be sarı...
(Aynı zamanda yazının son cümlesi olan başlık oley!)
Kaynakça:
Made in America - ESPN Magazine
Stuart Holden'la Uzun Top Oynuyoruz - Noat Samisa
Hair Holden - Twitter