16 Haziran 2011 Perşembe

Dreileben


Goethe Institut'un İstanbul Modern işbirliğiyle "Ölüm Bizi Ayırana Dek" adıyla sunduğu Almanya'dan yeni filmler seçkisi 9 Haziran'dan bu yana devam ediyor. Programın en merak uyandıran gösterimlerinden biri ise ilk olarak bir televizyon projesi olarak düşünülmüş fakat Berlinale'de Forum bölümünde gösterildikten sonra büyük beğeni toplamış "Dreileben" üçlemesi. Son dönem Alman sinemasının iki büyük yönetmeni Christian Petzold ve Dominik Graf'ın yanı sıra son filmi "Unter dir die Stadt" Cannes'da Un Certain Regard dahilinde gösterilmeye layık görüldükten sonra ismi bu ustalarla birlikte anılmaya başlayan Christoph Hochhäusler'i biraraya getiriyor.


Alışılmışın dışında bir orijin noktasından can bulan proje, Hochhäusler'in deyimiyle klasik bir trilojiden ziyade kardeş filmlerden oluşuyor. Alman sinemasına Rönesans'ı getiren Berlin Okulu'nun bir parçası olan Petzold ve Graf'ın estetik anlayışı ve duyması gereken kaygılar üzerine yapılan bir seyahatten peydahlanan proje, her ne kadar farklı birer üslup geliştirmiş olsa da Alman sinemasına getirilen yeni bakışın oluşmasında aynı doğrultuda hizmet vermiş isimler. Bu sebeple Petzold başta olmak üzere hepsine ayrı ayrı saygı duymam gerekiyor sanırım. Zira lisemde Alman kültürünü tanıyacağız derken izlediğimiz filmler sonrasında, Alman yönetmenlerin hala sadece ve sadece "Drittes Reich" ve Doğu Almanya'nın komünist tarihi odaklı filmler çekebildiğini düşünmüştüm. Neyse ki daha sonra Rainer Werner Fassbinder'i fark ettim ve her şey daha güzel oldu. Ancak dönemsel olarak bu trende karşı koymaya çalıştığını hissettiğim ilk yönetmen, 2003 yapımı filmi "Wolfsburg" ile tanıdığım Petzold idi. İsminden de anlaşılacağı üzere otomobil şehri Wolfsburg'da geçen film, bir Audi çalışanının hayatını -bir ölüm üzerinden- et fabrikasında kalite kontrolcülük yapan bir kadınınkiyle kesiştirir. Belki yaygın kullanılmış mazmunlar değil bahsettiklerimiz, fakat filmin içine zerk edilmiş Marksist tekinsizlik atmosferinin de ötesinde bir sosyoekonomik anlam barındırdıklarını görmek çok zor değil. Zaten daha sonra -çokça bir film noir denemesi olarak lanse edilmiş- 2007 yapımı "Jerichow"u izlediğinizde Petzold'ün derdini kolaylıkla anlayabiliyorsunuz. Tätergeneration ile de, onların çocuklarıyla da hesaplaşmayı aslında çoktan bitirmiş bir ülkenin, girdiği çağdaş kapitalist düzenin de anlatmaya değer şeyler taşıdığını savunan bir yönetmen Petzold. Bunu yaparken bu filmde kirli bir servet sahibi olmuş Türk göçmeni Ali, onun o kirli parayı kullanarak anlaşmalı evlilik yoluyla adeta satın aldığı Laura ve bu ikilinin evinde çalışmaya gelen çulsuz Thomas'ı biraraya getiriyor. Kurulu düzenin çıkardığı ucubik bir para babası göçmen ve bu düzene entegre olamadıktan sonra onun tarafından dışlanan iki Alman... Bir "The Postman Always Rings Twice" uyarlaması olan "Jerichow"un aksine, karakter seçiminde nispeten daha büyük bir serbestlik yakaladığında ise Petzold'ün sistemin çatlaklarına ulaşması ve ara mekanlarda alışveriş merkezi anonsçusu, et fabrikası kalite kontrolcüsü şeklinde tanımlanabilecek karakterlerle asıl iddiasına yardım edebilecek anlamlar yaratması da daha kolay oluyor. Hatta bunu bazen doğrudan hayalet bir aileyi kullanarak bile yapabiliyor.


Hiç Graf filmi izlemedim galiba, sonuçta kimse bana film izleyeyim diye para vermiyor. Aksine parayı veren ben oluyorum. Hochhäusler ise "Falscher Bekenner" ile dikkatimi çekmişti. Cannes'dan yayılan şöhretini duyduktan sonra, bir kopyasını ülkeye getiren ve gösteren Randevu Film Festivali vesilesiyle izleyebildiğim "Unter dir die Stadt"ı da başarılı buldum. Aslında daha önce değindiğim o Marksist tekinsizliği en az "Jerichow" kadar başarıyla sunabilmiş bir yapıttı. Petzold gibi yönetmenler sayesinde yaygınlaşan bu yeni dalga Alman sinemasına katkıda bulunduğunu söyleyebiliriz kolaylıkla. Tıpkı Benjamin Heisenberg ya da Valeska Grisebach'ın son dönemde ortaya koydukları gibi. Hochhäusler'in şansı ise 2006'da bir şekilde Petzold ve Graf'ın e-posta ortamında başlattığı muhabbette kendisine yer edinebilmesi olmuş gibi. Yanıtı tüm alıcılara gönder! Buradaki tüm tartışmaların, fikir teatilerinin ve daha fazlasının somutlaşmış hali ise "Dreileben" projesi...


Yarın ve 19 Haziran Pazar günlerinde Tophane'de üst üste gösterilecek bu üç kardeş film. Ayrıntılar için Goethe-Institut İstanbul'un ya da İstanbul Modern'in resmi sitesini kullanın. Burası öyle bir site olmadı...

Hiç yorum yok:

Yeni Yazıhane Diyorsak...

Bir yılı geride bıraktığımız gibi soluğu yeni tasarımda aldık. Kubilay Kahveci'nin yeni oyuncakları için buradan yakın. Yazıhan...