30 Mart 2009 Pazartesi

Then & Now


Kalin Lucas falan iyi çocuk da başarının mimarı kesinlikle Tom Izzo... Magic Johnson kaynaklı bir MSU sempatim vardır ama tüm tarafsız izleyiciler gibi Villanova'ya kaydım sanıyorum ben de. Tam bir kolej takımı hüviyetinde!


28 Mart 2009 Cumartesi

Nicht Nur Eine Trikot-Farbe! Tabi...


"Weiß. Nicht nur eine Trikot-Farbe! Für eine echte NATIONAL-Mannschaft!"

Bu slogan 2006 Dünya Kupası arefesinde Almanya'nın çeşitli kesimlerinde sıkça duyulur olmuştu. Saldırının hedefi açıktı. Jürgen Klinsmann tarafından aday kadroya çağrılan siyahi oyuncu Patrick Owomoyela... 25 numaralı beyaz bir milli takım formasının hemen yanında yazıyordu yukarıdaki cümle: "Beyaz! Yalnızca bir forma rengi değil! Gerçek bir ULUSAL takım için!" Bu dahiyane sloganın fikir babası da elbette ki aşırı sağcı NDP Genel Başkanı Udo Voigt.


Bugün nihayet Alman Futbol Federasyonu ve Owomoyela'nın açtıkları davaya bir cevap geldiği haberini aldık. Voigt, iki kurmayı ile birlikte 3 yıla kadar hapis cezasıyla yargılanıyor. Aslında Owomoyela olayı pek de münferit sayılmaz, en azından Dortmund oyuncusu bu konuda yalnız değil. Gerald Asamoah, Marvin Matip ve alt liglerdeki birçok siyahi oyuncu benzer saldırılara maruz kalıyorlar. Bunu basın yoluyla biz öğrenebiliyoruz, ancak adli bir makama taşınmadan da geçiştiriliyor genelde...


Sadece futbolla sınırlı da değil bu. Sosyal hayatın yanında yamacındaki her insan hedef haline gelebiliyor. Geçen sezonun son yarışı sonrası, kendisini savunma konusunda motivasyon sorunları yaşasam da bunlardan biri de Timo Glock. Bildiğim kadarıyla, ki çok da ilgilenmem ama, Glock'un en azından yakın geçmişinde Neo-Naziler için sorun teşkil eden bir durum yok. Her ne kadar son yarış sonrası "Glock, you don't look German, more like a Polish toilet cleaner" gibi bir hakaretle karşılaşmış olsa da, bu sadece bir hakaret. Kendisine tehdit mektupları yollayan, "Ailenin nerede oturduğunu biliyoruz, gaz odasına aitsiniz" diyenlerin temel mantığı gerçekten çok ilginç. Kızgınlıklarının sebebi, Glock'un yavaşlaması sonrası tarihte ilk kez siyahi bir pilotun F1 şampiyonluğuna erişmesi. Onların deyimiyle Glock, bu organizasyonun tarihine bir leke olarak geçecek bu talihsiz olayın faili.


Sinirlenmeyeyim diyorum da elimde değil. Aslında bu konuyu Mithat'a bıraksaydım da, güzelinden birkaç küfür gelseydi. Hatta Barış Özbek ve bilime inanan üniversite öğrencilerinden sonra yumurtanın fırçalanmayan tarafının yeni konuğu konusunda adres gösteriyorum. Bulun getirin o herifi!

27 Mart 2009 Cuma

Moment of Zen #11


"I've lost my way, it's hard to find it through.
I see the night, but I'm lost outside of you."

Ladyhawke

Countdown to Tip-Off



Yarını sabırsızlıkla bekliyoruz, özellikle de TRT'nin oluşturduğu ekibi gördükten sonra... Yeni kurallar da yetişmedi Erhan'ın da yazdığı üzere, çok güzel oldu çok. Ne Jenson Button'ı, ne de Rubens Barrichello'yu severim. Ancak Ross Brawn'ın hatrına bu yıl sempatimizin odak noktası Brawn GP olacak gibi gözüküyor... Sezona batug.com da fırtına gibi girdi. Forumda Yavuz Abi'nin paylaştığı yukarıdaki video da ağzımızı sulandırdı son bir kez. Tabi keşke son sahne hiç olmasaydı... Let's Get It Started!

22 Mart 2009 Pazar

Make It Double






Kura şansına ihtiyacımız vardı. Hiç olmadığı kadar... Ve daha da şanslı olamazdık açıkçası. Old Trafford'da ezeli rakipten yenen 4 gol, hemen üzerine Fulham karşısında Paul Scholes'ün tartışmalı kırmızı kartı sonrası alınan mağlubiyet. Tartışmalı dediysek, kırmızı kart net de taraftarlar o insanın bildikleri Scholes olup olmadığını tartışıyor. Hala inanamayanlar varmış. Mark Schwarzer da dünyaları kurtardı bu arada, United için zaten siyah olan günler artık daha da siyah... Ay lav kelime oyunu...

Neyse efendim, gayet güzel bir kura çekmişiz. Bu sancılı dönemde, tam 4 yıl sonra ligde üst üste iki mağlubiyet almışken Porto eşleşmesi çok güzel oldu... Porto'yu küçümsüyorum. Hiç lafı dolandırmayalım. Bugüne kadar yaptıkları hiçbir şey de beni etkilemiyor. Atletico Madrid'i elemeleri de... Gelenekleriyle buradalar, ama daha fazlası olmaz. Ben yarı final geldiğinde de, Sir'ün orta saha konusunda doğru formülü bulmuş olacağına inanıyorum. Oradan sonra da final çok zor değil.

Make it double... Or triple!


Neyse ben gideyim de bir sakal tıraşı olayım...

21 Mart 2009 Cumartesi

Türk Telekom ve Maddesel Açılımlar


TBL'de 23. hafta çok güzel bir maçla açıldı. 39 dakika boyunca çok güzel mücadele ortaya koydu hem Fenerbahçe Ülker hem de Türk Telekom. Sonuçta kazanan -kesinlikle hak ederek- Türk Telekom oldu ve üst üste 10. galibiyetlerini almış oldular. Maçtan akıllarda kalanları madde madde yazalım:

Ömer Aşık: Milli takım kampında sakatlanmıştı ve play-offlara ancak yetişir deniliyordu. Fakat Telekom maçında sahaya çıktı. Performansının zirvesindeyken yaşadığı sakatlık ne kadar üzücüyse, beklenenden erken dönmesi hem Fenerbahçe Ülker adına hem de Türk basketbolu adına bir o kadar sevindirici. Umarım en kısa sürede sakatlıktan önceki formunu yakalar.

Bench Faktörü:
Maç başında ilk beşleri incelerken, Gordan Giricek gibi, Serkan Erdoğan gibi oyuncuların olmadığını görünce benchlere de bir göz gezdireyim dedim de iki takımın benchlerinde de en az ilk beşteki kadar kaliteli oyuncular olduğunu gördüm. Emir Preldzic, Mirsad Türkcan, Erwin Dudley gibi isimler birçok TBL takımında rahatlıkla ilk beşte çıkabilecek kalitedeki oyuncular.

Mr. Miss Match:
Kenan Bajramovic hücumda Fenerbahçe Ülker'e, savunmada da kendi takımına sorun oldu. Fenerbahçe'de hücumda karşısında duracak bir oyuncu olmamasına rağmen, savunmada da -özellikle ilk dakikalarda- Fenerbahçe uzunlarına da kendisi karşı koyamadı. Neyse ki, Mirsad oyunca girince her iki sorunu da ortadan kaldırdı. Bu arada Bajramovic'i görünce aklıma Lakers'tan Lamar Odom geldi nedense!

Fenerbahçe Ülker'in Kocası: Kris Lang Türk Telekom'a geldiğinden beri Fenerbahçe Ülker maçlarında çok iyi oynuyor. Bugün de geleneği bozmadı ve özellikle Tutku Açık ile oynadığı pick 'n roll oyunları ile etkili oldu. FB Ülker'in pick 'n roll savunmasındaki zaafı düşünülünce bile, adamlar Lang'den çok çekiyor be abi! Ligin ilk yarısındaki maçta da 22 sayıyla oynamıştı Lang.


Her Eve Lazım: Bekir Yarangüme TBL'nin en underrated oyuncularından biri benim gözümde... Her zaman görevini yapan, skorunu üreten, savunmasını yapan, topun kıymetini bilen Bekir benzerindeki oyuncular her eve lazım. Fenerbahçe'de forma giyen ve şimdilerde Mersin semalarında dolaşan Eddie Basden'dan farkı yoktur benim için Bekir'in. Belki biraz eksik, belki biraz fazla. Basden'a düzülen methiyelere bakınca, Bekir'in de bu övgüleri almak için Amerikalı olması gerektiğini düşünmüyor değilim.

Yıllanmış Şarap: Damir Mrsic ve Serkan Erdoğan yaşlarına rağmen takımlarının çok değerli parçaları. Biri Fenerbahçe Ülker'in kaptanı ve 38 yaşında. Diğeri en değerli Türk skorerlerden biri, 31 yaşında. İkisi de takımlarının skor yükünü taşıdı bugün. Skorerliklerine ve karakterlerine saygı duyuyoruz! Serkan'ı milli takıma almayan Tanjevic'e de!

Rotasyon, Rotasyon, Rotasyon: Ben Bogdan Tanjevic'in rotasyonunu eleştirmekten bıktım, adam rotasyon konusunda saçmalamaktan bıkmadı. İlk 3 dakika boyunca Bajramovic'e hücumda inanılmaz bir üstünlük sağlayıp 6 sayı üreten Oğuz Savaş sahada sadece 10 dakika kaldı! Kenardan gelen Giricek 27 dakikayla takımın en çok süre alan ismi, prensi dediğimiz Preldzic de sadece 10 dakika sahada kalıyor! Tamam rotasyon geniş, iyi güzel de bunu verimli şekilde kullanmak lazım.


Guard Farkı:
Tutku Açık ve Marques Green bugünkü maçın galibini ve mağlubunu belirlediler demek çok da yanlış olmaz. Maç başında driveları ile etkili olan Tutku, maçın devamında skor üretmenin yanısıra takım arkadaşlarını da oyuna sokarak etkili oldu. Green ise hem Tutku'yu savunamayarak, savunma delisi coachu tarafından benche çekildi ve dolayısıyla takımını guardsız oynattı. Hem de oynadığı dönemlerde Tutku'nun kendisine büyük üstünlük kurmasına neden oldu. Ayrıca Tutku takımının hücumda çok hareketli, çok efektif bir oyun oynamasına yardımcı olurken, Marques Green takımına son derece durağan ve bire birlere dayalı bir oyun oynattı oyunda kaldığı süre boyunca.

Barney Stinson feat. Mike Giderciksin



ABD'de herkes bracket yapmakla meşgul duyduğumuz kadarıyla. Hayır, bana ileten arkadaş da güçlü konferansının da etkisiyle kaybetmeye mahkum bir kolejde okuyor. Northwestern... Ama o da almış eline kağıdı kalemi, "North Carolina çok farklı abi" muhabbeti yapıyor. Sana ne oluyor birader?


Barack Obama bile yapmış, hatta üzerine Mike Krzyzewski'nin giderinden de kurtulamamış. Barack, Final-Four mücadelesinde Duke'u değil de Pittsburgh'ü favori gösterince Coach K de dayanamamış ve açmış ağzını:

"Somebody said that we're not in President Obama's Final Four, and as much as I respect what he's doing, really, the economy is something that he should focus on, probably more than the brackets."

Bu arada, Obama'nın 'bracket' da ilk geceden patlayanlardan. Dick Vitale!

Ve FIA Geri Adım Attı


Henüz 2 gün önce FIA'in Formula 1 şampiyonasına getirdiği kural değişikliğinden bahsetmiştik. En çok yarış kazanan pilotun, elde ettiği puana bakılmaksızın şampiyon ilan edileceği yeni sistem hakkında hiçbir takım patronundan olumlu görüş gelmemişti. Ve Mark Webber'ın "Ne iyi, ne de kötü" demesi dışında padokta da yeni sistem hakkında olumsuz olmayan bir söz çıkmadı. Buna tüm zamanların en çok yarış kazanan pilotu Michael Schumacher ve yeni sisteme göre 2008'de kendi pilotunun şampiyon olması gereken Ferrari başkanı Luca Di Montezemolo gibi isimler de dahil...

Ve FIA bugün geri adım attı:

2009 Formula 1 sezonunda eski sisteme devam edilecek. Yani şampiyonu puan belirleyecek, puan sistemi de aynı şekilde 10-8-6-5-4-3-2-1 olarak kalacak.

FIA'in aynı hafta içinde radikal bir karar verip bozmasının ardında hukuki açıdan köşeye sıkışmışlık yatıyor. Formula 1'in kendi tüzüğüne göre, sezonun başlamasına az bir zaman kala 'tüm takımların onayı olmaksızın' kuralları değiştirmek mümkün değil. Yani FIA 2009 yılı için şampiyona kurallarını kendi kafasına göre değiştirmek için geç kaldı.

Ancak 2010 için tabi ki geç değil. FIA, takımlar birliği FOTA'nin 12-9-7-5-4-3-2-1 önerisine kulak vermeyi yine seçmedi ve 2010'dan itibaren en çok yarış kazanan pilotun otomatikman şampiyon olacağı sisteme geçileceğini açıkladı. Yani FIA'in attığı geri adım, takımlarla birlikte F1'i daha çekici hale getirecek bir paket üzerinde uzlaşma arzusundan değil, tamamen hukuki engeller yüzünden kendi dayatmalarını bir yıl geciktirmek zorunda olmaktan.

Yeni sistemin F1'de çok kalıcı olmayacağını söylemiştik. Ancak sadece 3 gün süreceğini de beklemiyordum açıkçası. 2010 sezonunda yeni sisteme geçileceğinden de elbette ki şüphem var. FIA'in yapboz tahtasına çevirdiği ortamı görünce "Hele bir o gün gelsin de" demekten ötesi de gelmiyor zaten aklıma...

That's Fucking Madness



"March Madness" adına çok uygun bir şekilde başladı açıkçası. Daha önce bu blogda Angel Matos'un Pekin'de hakeme olan saygısızlığı beni WWE'ye götürmüştü... Orada bir 'sweet chin music' sezmiştim, ama heralde şu yukarıdaki hareket gibisini de görmedim hiçbir profesyonel spor organizasyonunda. Turnuvada hiçbir şekilde söz sahibi olmayan Morgan State, konferansının 2 numaralı seribaşı Oklahoma karşısındaydı dün akşam... Takımın 24 sayı gerideyken ve bu ilk tur maçı da kimsenin umrunda değilken, adından bir şekilde söz ettirmen gerekiyor. Kimi hedef seçersin? Ameer Ali de herkesin aklına gelen ilk isimde karar kıldı ve tamamen oyun dışı bir harekette bulundu Blake Griffin'e... Evet, 2009 draftinin ilk sıra seçimi olması kuvvetle muhtemel Blake Griffin'e. Çok ucuz bir hareket!

Bu yaptığı hareket Ali'yi birkaç günlüğüne basının manşetlerine taşıyacaktır belki. Biz bile burada onun adını zikrettik iki kere. Ama o kadar! Griffin ise profesyonel basketbola mental olarak ne kadar hazır olduğunu göstermiş oldu. Bir ihtimal, Griffin hiçbir zaman üzerinde yoğunlaşan beklentilere cevap veremeyen bir oyuncu olarak terk edebilir parkeyi. Ama buradaki soğukkanlılığı kesinlikle hatırlanacaktır. Kaç kolej oyuncusu bu duruşu sergileyebilir ki? Öte yandan, az önceki ihtimalin çok da kuvvetli olmadığını düşünmekteyim. Tabi, yeterince veri de yok elimizde. Ama bu aslanı bir farklı izleyeceğiz bundan böyle, orası kesin...


İlk günün en büyük sürprizi, South Region'ın 5-12 eşleşmesinde Western Kentucky'den geldi... Daha önce de Louisville'i yenmişlerdi... Underdoglardan Orlando Mendez-Valdez şugar topçu galiba, adı da güzel. NBA'de tutturamazsa gelsin bizim ligde oynasın. Aynı şey Jarvis Varnado için de geçerli, bu güzel isimli güzel adam hakkında ayrıca bir yazı yazasım da var. Murat Murathanoğlu'na geçmiş olsun demeyi de ihmal etmeyelim... Galatasaray Cafe Crown da Demetri McCamey ile bir kez daha şansını deneyebilir. "Illini Prince" sonrası ne görsek şaşırmayız zaten.

Bu arada şu anda kulağıma gelen son dakika haberine göre, favorimiz Pittsburgh bu yükü sırtlamakta zorlandığını göstermiş ilk geceden. Maçtaki 10 sayı fark tatmin edici gözükebilir, ancak son 4 dakikaya önde giren taraf East Tennessee State idi. Neyse, ilk geceler hep zor geçer. Ben DeJuan Blair ve tayfasına halen güveniyorum... 27 sayı, 16 rebound da güzelmiş.


Bu gecenin 5-12 eşleşmelerinden birinde de Arizona, Utah önünde şu an çok rahat bir şekilde götürüyor maçı. Chase Budinger'ın ağırlığını koymasını bekliyordum zaten... Onun hakkında da yazı yazalım. Bu senenin en iyi beş takımından ikisi olan Memphis ve Pittsburgh'ün yaşadığı korkulu anlar da göz önüne alınınca bu ay çok büyük sürprizlere gebe diyebiliyoruz gönül rahatlığıyla... Ama ikisi de toparlanacaktır. Memphis benim için Final-Four adayı olmaktan uzak olsa da, ilk turdaki rakipleri Cal State de çok boş değildi bence. Faul problemi de yaşadılar oyunun erken bölümlerinden itibaren. Bu arada maçı da Tyreke Evans veya Robert Dozier değil de, kimsenin beklemediği bir isim Roburt Sallie kazandırdı. Dün geceye kadar kariyer yükseği 13 olan genç adam, çıktı 35 sayısıyla takımını ipten aldı. Yine de Derrick Rose olmadan zor. Hakeza Joey Dorsey... Sahi nerede o?

20 Mart 2009 Cuma

2009 Formula 1: Yeni Şampiyona Sistemi


Formula 1'de puanlama sisteminin değiştirilmesi çok da alışkın olmadığımız bir durum değil aslında. Sırf yakın tarihe bakarsak, seksenli yıllar boyunca birincinin 9 puan kazandığı ve bir pilot için en iyi 11 sonucun sayıldığı bir sistem vardı. Doksanlar sadece ilk 6 sıradaki pilotların puan alabildiği 10-6-4-3-2-1 sistemiyle geçti. Aslında bu sistem, yarış kazanmanın hak ettiği değeri aldığı bir sistemdi. 2003'e kadar da devam etti. Fakat orta sıra takımları ve küçük takımlar puan almakta zorlanıyordu. Böylelikle 2003 yılında, ilk 8 pilotun puan aldığı ve bugün de geçerliliğini koruyan 10-8-6-5-4-3-2-1 sistemine geçildi. Bu sefer de yarış kazanmakla ikinci olmak arasındaki fark azalmıştı.

Lewis Hamilton'ın Felipe Massa'dan daha az yarış kazanarak şampiyon olduğu 2008 Formula 1 sezonu kafalarda puanlama sistemi hakkında da birçok soru işareti bıraktı. 2009'da son yarışa kadar kafa kafaya giden rekabet sonucu, yarış kazanma konusunda zirvede bulunmayan bir pilotun şampiyon olması, puanlama sisteminin değişmesini gündeme getirdi. Her kafadan bir sesin çıktığı süreç de işte böyle başladı...

Öncelikle yeni kararın alınmasından önce yaşanan kaostan kısaca bahsedecek olursak...

Bernie Ecclestone, yalnızca ilk 3 pilotun madalya aldığı bir sisteme geçilmesini önerdi. Bunca yıl Formula 1'in patronu olarak tanıdığımız bir kişinin Formula 1'i olimpiyat sporu sanması çok acı.

Ardından Formula One Teams Association (FOTA), Cenevre'de toplanarak 12-9-7-5-4-3-2-1 sistemini FIA'e önermeye karar verdi. Bu sistemle yarış birincileri ve podyumdaki diğer iki pilot nispeten daha çok ödüllendirilmiş olacaktı.

Fakat FIA, FOTA'nın önerilerini dikkate almaksızın, hiçbir takım patronunu memnun etmeyen, seyircilerin de çoğunlukla hoş karşılamadığı, iyice düşünüldüğünden şüphe duyulan kararını verdi...


SONUÇ: Puanlama sistemi aynı şekilde 10-8-6-5-4-3-2-1 şeklinde kalacak. Fakat puana bakılmaksızın, sezon içinde en çok yarış kazanan pilot şampiyon olacak. Birden fazla pilotun eşit sayıda yarış kazanması halinde puanlar şampiyonu belirleyecek. Diğer pilotlar arasındaki sıralama eskisi gibi puan üzerinden olacak.

Öncelikle biraz uçlarda düşünelim:

* 17 yarışlık sezonda ilk 9 yarışı kazanan pilot, sezonun geri kalanını tatil yaparak geçirebilir. Yine de şampiyondur.

* Yarışların bir kısmını kazanıp çoğunda istikrarsız olan, hatta finiş göremeyen bir pilot, adını tarihe altın harflerle yazdırabilir.

Ve şimdi biraz daha gerçekçi düşünecek olursak:

* BMW Sauber gibi yarış kazanmasa da istikrarı sayesinde pilotları başa oynayan takımlar cezalandırılmış olacak. Bir pilotun yarış kazanamayıp sürekli podyumda yer alarak iddialı durumda olması sıkıcı gözükebilir. Ancak Formula 1 mühendisliğin en yüksek noktalarından biri, istikrar da mühendis ve pilotların ilk amaçlarından biri değil midir? Gözünü karartıp birkaç yarış kazanması dışında sürekli arabasını parçalayan bir pilotun başarısı, istikrarlı gidişatın ödüllendirilmesinden daha mı önemlidir?


* Yeni sistem, gizli takım emirlerini de adeta teşvik ediyor. Artık dublelerin sadece takımın birinci pilotunun birinciliğiyle yapılmasına şaşırmamalı. Takımın ikinci pilotunun kazandığı bir duble, şampiyonluk adayı lider pilot için eskiden 2 puanlık bir fark yaratırken, artık birinci pilotu şampiyonluktan edebilecek. Takımlar buna seyirci kalmayacaktır! Ayrıca, sezon şartları ne olursa olsun birinci pilot uygulaması yapmayan Formula 1 takımlarının içine düşeceği dezavantajı da göz ardı etmemek gerek.

* Şampiyonada iddialı konumdaki bir pilot, bir yarış sırasında arka sıralara düştüğünde zorlamak istemeyecektir. Hele ki getirilen yeni dayanıklılık standartlarında... Şampiyonluğun kazanılan yarış sayısına bağlı olduğu bir sistemde, arka sıralardan toplanacak birkaç puan için, bir sonraki yarışta da kullanılacak olan motoru zorlamaya değecek mi?

* FIA, Formula 1'e heyecan katmak için 2008 sezonundan hareketle kuralları değiştirirken, birkaç yıl öncesine bir göz atmayı da ihmal etmişe benziyor. 2003 yılında Michael Schumacher, Juan Pablo Montoya ve Kimi Raikkonen'in son iki yarışa şampiyonluk iddiasıyla girdiği bir sezon izledik (o hafta itibarı ile puanlar: 82-79 -75). Şampiyonu da son yarış belirledi. Oysa son iki yarışa kadar Schumacher'in 5, Montoya'nın 2, Raikkonen'in 1 yarış birinciliği bulunuyordu. Yani yeni sistemde Schumacher şampiyonluğunu önceden ilan etmiş olacaktı.


Yeni sistemin ne getireceği şimdilik sadece tahminlerden ibaret. Bilmiyoruz, daha önce puana dayalı olmayan bir Formula 1 izlemedik. Pilotların birincilik için savaşacağı ve bunun olaya heyecan katacağı kesin. Fakat aynı heyecan, birinciyle ikincinin kazandığı puanlar arasındaki farkı artırarak da sağlanabilirdi, ki FOTA'nın önerisi de bundan ibaretti.

Ancak son yıllarda F1 Bernie Ecclestone'un deneme tahtasına dönmüş durumda. En başta sadece ilk üç pilota madalya, geri kalanlara 0 verilmesini önerdiğini düşünürsek, yine buna da şükür. Fakat yaşlandıkça radikal karar alması da kolaylaşıyor maalesef.

FIA de Max Mosley skandalından sonra güçlenmiş, hatta F1 takımlarına kafa tutar hale gelmiş belli ki...

Yeni sistemin çok uzun süre dayanmayacağını düşünmekle beraber, sezon içinde en çok puan alan, en istikrarlı pilotun aynı zamanda en çok yarış kazanan pilot olmasını diliyorum.

18 Mart 2009 Çarşamba

Anket Durumları #3


Bu anket sonuçlarını toparlama işini de sürekli erteledik. Halbuki sizin fikirleriniz bizim için çok değerli... Neyse, bir mini anketi sağ tarafa aşk ettim. Bilindiği üzere kediler dama çıktı, March Madness adı verilen NCAA şenlikleri de kapıda. Turnuvaya son bilet de şu sıralarda sahibini buluyor. Muhtemelen de 64. takım Morehead State Eagles olacak gibi bitime 15 dakika kala. Neyse canlı skor işlevimizi de yerine getirdikten sonra soruya geçelim:


Bilindiği veya bilinmediği üzere, NCAA Turnuvası dört adet konferans şeklinde düzenleniyor. Doğunun bağrından kopup gelmiş bir Pittsburgh Panthers var elde, kendileri naçizane favorim de olurlar... Louisville Cardinals, Connecticut Huskies, North Carolina Tar Heels diğer seribaşı okullar. Bunlardan hangisini mutlu sona daha yakın gördüğünüzü bir yoklayalım dedim. Kısa bir süre yayında kalacak anket... Final-Four zamanı gelince bir daha sorarız belki...

Yarın ya da ertesi gün bu mesajı düzenleyip eski sonuçları vermek üzere ayrılmaktayım...

17 Mart 2009 Salı

Happy St. Patrick's Day!


Douglas McGiven ve bilumum içimizdeki İrlandalı'nın bu mübarek gününü kutlamadan geçemedik. İçelim dayı! Good things come to those who wait...

Alttaki ürünümüz de hoşgörüler şehrinden bir jest olarak kayıtlara düşülsün.

Dodisi Gelene Dido


Galatasaray-Trabzonspor maçı derbi midir? Türkiye'de derbi diye adlandırılıyor, ama derbinin tanımı aynı şehir takımları değil midir? Her neyse yazıya geçelim. Sabah gazetede Lincoln yedek diye okuyunca, "Öyle bir şey yap(a)maz Bülent Hoca" diye düşünmüştüm. Yaptı. Doğru mu yaptı yanlış mı yaptı, aralarında ne geçti bilemiyorum ama basına yansıyan çok önemli bir şey yok. Ama yine yarın "İşte Lincoln Gerçekleri" diye bir haber okursak şaşırmam. Lincoln bu, her an her şeyi yapabilir. Bülent Korkmaz'ın kadrosu iyiydi aslında, Mehmet Güven'i oynatmasını eleştiremeyeceğim. Üç tane mücadeleci orta saha oyuncusunu tercih etmesi Trabzon'un hızını kesme amaçlı iyi bir düşünceydi. Ancak bence Lincoln mevzuu dışında bir hatası daha vardı Korkmaz'ın... Mehmet Güven-Hasan değişikliğini anlayamadım. Ümit'i oyundan çıkarıp, Arda'yı ileri çekmesi maçın o anda aldığı görüntü düşünülürse daha mantıklı olurdu.

Galatasaray'ın yediği iki golün şöyle bir benzer tarafı vardı ki, ilk golün gelişimi sırasında Sabri, ikinci golde ise Ayhan topu uzaklaştırmak yerine önlerinden geçen topa bakmayı tercih ettiler. Zaten Ayhan maç boyunca çok kötüydü, bu maç maratonu o yaştaki Ayhan'ı yormuş olmalı.


Trabzonspor ilk yarıda ciddi bir baskı kurdu. Ersun Yanal'ın maçtan önce de belirttiği gibi, ilk yarıda işi bitirmek için maça saldırarak başladı. İkinci yarı yorulabilecekleri gibi bir gerçek vardı ortada, fakat Galatasaray ikinci yarıda yorulan rakibin üstüne gidecek dinçliğe sahip değildi. Zira onlar da Perşembe günü zorlu bir Hamburg maçı oynamışlardı. O yüzden ikinci yarıda da devam etti evsahibinin bu baskısı, özellikle 60. dakikaya kadar iyi hapsettiler Galatasaray'ı... Şu 61. dakika zımbırtısıyla oyun soğumamış olsa, o baskının sonu gol olabilirdi. Taraftar demişken, Gökhan da çok fazla provoke etti tribünleri. Her faulden sonra el kol hareketleri, taraftarı hakeme karşı doldurma falan. Antipatik oluyor bir süre sonra... Diğer tarafta da aynı şeyleri Ümit Karan yaptı. Hakeme abuk subuk bakışlar attı, sürekli konuştu. Adam gibi bir şey oynasa gam yemeyeceğim. Son olarak Alanzinho'dan bahsedeyim, top kayıplarına rağmen adam eksiltme yeteneği hoşuma gitti. Ayağında topu biraz fazla tutuyor ancak tekniği sağlam, çok kıvrak. Ellerinde patladı derken bu maçta 1 gol 1 asist yapıverdi. Takipteyiz.


Şampiyonluk yarışı da iyice karıştı. Trabzonspor, Sivasspor, Beşiktaş, Galatasaray, Fenerbahçe. Hepsi şampiyonluk potasında. En şanslı hangisi diye sorarsanız, şimdilik Beşiktaş olur cevabım. Bütün büyükleri evinde ağırlayacak olması, taraftar desteği ve ikinci yarıda kulübe zenginliği sayesinde maçı değiştirebilme özelliği. Bu üçüncüsü çok önemli. Galatasaray'da Yaser ile Serkan girerken, Beşiktaş'ta Yusuf ile Holosko giriyor. Delgado da iyi döndü. Ernst zaten harika, inanılmaz bir tek top yapma özelliği var. En uygun adama tek pası yapıveriyor. Fenerbahçe, Sivasspor maçları ve üzerine Kayserispor maçında oynadığı topu Kocaelispor maçında oynayamadı. Bir fikstür dezavantajı da söz konusu. Sivasspor her ne kadar hakemler tarafından kollansa da, son haftalarda form düşüklüğü var. Bir de sezonu Inter-Toto sebebiyle çok erken açtılar. Fiziksel düşmeler de olacaktır. Trabzonspor iyi takım, şampiyonluk şansları var. Ancak onlar da Song dışında tecrübesiz bir takım. Son haftalardaki gergin maçlarda ne yaparlar, kestirmek zor.

Son olarak, Eskişehirspor-Bursaspor maçında Emre'nin kendi kalesine attığı iki golü mutlaka izleyin... İkisi de bilinçli vurulmuş gibi çok ilginç. Kahrolduk stadda.

15 Mart 2009 Pazar

Perhaps Vampires Is A Bit Strong But...




Geçtiğimiz hafta LA Lakers, Portland deplasmanında yaşanan bozgun, Lamar Odom'ın eksik uzun rotasyonunda fazlasıyla can sıkan 1 maçlık cezası, Fernandez-Ariza Vakası derken son derece sıkıntılı bir Toyota Center deplasmanındaydı. O maça gayet formda gelen Rockets mücadeleye de hızlı girdi. Tam "Bu maç da gidiyor" derken Ron Artest geldi ve takımı adına harakiriyi gerçekleştiren isim oldu. Yukarıdaki videoda da The Basketball Jones karakutuyu bulmuşa benziyor...

Texas'ta üst üste iki gece kazanılan Houston ve San Antonio maçlarından sonra bir başka Texas ekibi var sırada. Mekan bu sefer Staples Center. Bir ihtimal, play-off ilk turu için bir ön hazırlık anlamına da gelebilir bu akşamki Dallas maçı... Trevor Ariza'nın ilk beşe yerleştiği Spurs karşılaşmasındaki formu sevindirici. Powell-Mbenga ikilisi Andrew Bynum'ın yokluğunda beklentilerin üzerine çıkmış durumdalar. Saha avantajı bu sezon hiç olmadığı kadar kritik. Bakalım neler olacak.

Ron Ron olayına dönecek olursak, kesinlikle yanlış bir hamleydi. Kobe Bryant'ı kızdırmayı göze almak... Açıyorum maçın son periyodunu, fonda da Arctic Monkeys çalıyor... "I love this game" bile derim!

Well I've seen your eyes as they fix on me
What is he doing? What on earth's the plan? Has he got one?
You'd better give me some pointers
Since you are the big rocket launcher and I'm just the shotgun

Well I ain't got no dollar signs in my eyes
That might be a surprise but it's true
That I'm not like you and I don't want your advice
Or your praise or to move in the ways you do
And I never will

Arayı Açma Kaptan


"Seit eineinhalb Jahren bin ich in Köln. Das ist die Stadt, die ich liebe, das ist die Mannschaft, die ich liebe. Ich bin stolz darauf, der Mannschaft geholfen zu haben, in die Bundesliga aufzusteigen. Ich möchte mich beim gesamten 1. FC Köln und seinen Fans für die tolle Unterstützung bedanken. Es hat mich und meine Familie sehr stolz gemacht, der erste türkische Kapitän in der Bundesliga sein zu dürfen. Meine Fußballer-Karriere ist leider zu Ende. Das ist natürlich sehr traurig, besonders in meinem jungen Alter. Aber jetzt beginnt, meine zweite Karriere, die auch mit Fußball zu tun haben wird."

Diyor ki:
"Bir buçuk yıldır Köln'deyim. Bu şehir aşık olduğum şehir, bu takım aşık olduğum takım. Öncelikle takıma Bundesliga'ya çıkması yolunda yaptığım katkılar için gurur duyuyorum. Tüm 1. FC Köln camiasına ve taraftarlarına bu süreçteki müthiş desteklerinden dolayı teşekkür etmek istiyorum. Bundesliga tarihindeki ilk Türk kaptan olmak benim ve ailemin koltuklarını kabarttı. Futbol kariyerim ne yazık ki sona erdi. Bu durum tabi ki üzüntü verici, hele bu genç yaşımda başıma gelmesi. Ama şimdi ikinci kariyerim başlıyor ve bu kariyer de futbol ile alakalı olacak."

Akıcı Almanca, akıcı İtalyanca... Hepsi bu blogda. Bilmiyorum katılacak mısın Mithat?

Konuya dönecek olursak, o üzücü güne tekrar geri dönmeye gerek yok. İsterseniz durum şurada açıklanmıştı. Beklenen karar da buydu. Ümit Özat, bu topraklardan çıkmış futbolcular arasında belki de en profesyonel düşüneniydi, işine duygularını en az karıştıranıydı. Bu adamdan da tam olarak bu beklenirdi. Helal olsun! Yüzde yüz Türk futbolunun ürünü bir Bundesliga kaptanını bir daha ne zaman görebileceğiz kimbilir... Tugay Kerimoğlu, Nihat Kahveci, Ümit Özat. Böyle adamlar saygıyı en çok hak edenler. Birisi futbol yaşamına bugün son verdi, Tugay da artık son demlerinde. Aşağısı ise nedense çok karanlık geliyor bana...

Mark Van Bommel, sen insan mısın?

Irish Açılımı Vol. 1 - Nemanja Vidic Has A Brain Melt!


Evet, bu başlığı tahmin etmek gerçekten de çok zordu. Maçtan önce birisi Stretford End sakinlerinin takımlarının kalesinde 4 gole tanıklık edeceklerini söylese, 'her şey olur' mantığıyla yaklaşıp ağır tepki göstermezdim belki. Ama bunun son aylarda insan üstü bir istikrar yakalayan ve Rio Ferdinand'ı bile gölgede bırakan bu Sırp'ın hataları sonucunda geleceğini söylese, o birisi ile arkadaşlığımı gözden geçirirdim muhtemelen... Nemanja Vidic oldu sana bir İbrahim Toraman. Ama ne şekilde olursa olsun, Old Trafford tarihindeki en karanlık günlerden birisi olarak tarihe not düşüldü 14 Mart 2009...


Bu sezon Manchester United'ı biraz uzaktan takip etmek durumunda kalıyorum açıkçası. Malum Spormax etkisi... Aslında sene başında takım hakkında daha karamsar bir moddaydım, hatta şöyle bir yazı da çıktı klavyemden kaybedilen Süper Kupa sonrası. Tabi sezon başındaki eksik oyuncular sahaya çıktıkça görüntü daha pozitif bir hal aldı. Cristiano Ronaldo'nun sahada olması elbette önemli, o gün planlara dahil olmayan Dimitar Berbatov'un da geldikten sonra o formayı 40 yıldır giyiyormuş hissiyatı yaratması bu pozitif tabloda büyük bir etken. Ancak United'ın, Avrupa'daki zirve hedefi yolunda mücadele ettiği rakiplerine en büyük farkı attığı bölge Van Der Sar-Ferdinand-Vidic tandemi... Düşünün, bu sezon bir dönem insanların kendileri için 'rüya takım' tabiri üzerinde birleştiği Barcelona'nın kalesini bir bostan korkuluğu koruyor. Diğer tarafta ise her zaman sarı görmek istediğimiz Edwin Van Der Sar'ı görüyoruz. Bugünü bir unutun. Ya unutun işte, hep beraber unutalım... Neyse, Ferdinand-Vidic ikilisinin bir benzeriyle karşılaşmıyorum nereye baksam. Manchester United'ı dün itibarıyla en yakın rakibinden 1 maç eksiğiyle 7 puan öne fırlatan, Inter önünde turu hiçbir zaman gerçek anlamda tehlikeye atmadan infaz yapan o görüntüsüne de bu savunma kurgusu kavuşturmuştu. Bugüne istisnai bir gün olarak bakmak lazım, unutmama konusunda ısrarcıysanız. Hem Vidic, hem United, hem de Old Trafford açısından.


Peki bu suçu sadece ve sadece Vidic'in üzerine zimmet etmek ne derece doğrudur. Vidic dün geceyi nasıl geçirmiş, onu merak etmekteyim fakat pek adil olmaz söz konusu zimmet eylemi. Çünkü, futbolda tecrübeyle sabit bir kural vardır ki savunma oyuncularının verdiği verim direkt olarak orta sahanın ortasında oynayan ikiliyle ilintilidir. Orada bir ikilisi bile olmayıp, kanatlarda da forvetten bozma isimler kullanan takımların çöküşüne bu coğrafyada da rastladık yakın geçmişte. United'ın bir ikilisi vardı. Kağıt üzerinde... Michael Carrick, bu sezonki en iyi oyununu oynamadı. Kabul. Ama Anderson sen neden böylesin güzel kardeşim? O bölgede oynayan bir oyuncu olarak sahip olman gereken en önemli iki özellik doğru pası doğru yere vermek ve rakip ataklarda da direnç koymak. Direnç koyma işini zaman zaman iyi yapıyorsun, ama senin tekniğin bu şekilde ziyan edilmeyi hak etmiyor. Beynin tarafından. Verdiğin pasların hiçbiri doğru pas değil, dolayısıyla doğru adamla buluşması da çoğu zaman mümkün olmuyor. "BAKALIM BU İŞE ADA BASINI NE DİYOR" sorusuyla gittiğim sitelerde Carrick'e Anderson'dan daha az puan verildiğine tanıklık ettim an itibarıyla. Beklentiler ölçüsünde Carrick daha kötü bir öğleden sonra geçirdi benim için de, ama biz buna göre puan vermiyoruz. Yazık!


"Kısa zamanda Scholes-Giggs ikilisinin yerini alacak" dediğim Anderson-Nani ikilisinin bugünkü durumundan çıkarılacak ders şudur ki efsaneler kolay yetişmiyor. Bu iki adam, seleflerinden yetenek olarak çok mu geride? Bence değil. Ama o yeteneğin sahaya yansıması öyle kendiliğinden gerçekleşmiyor. Buna en büyük katkı koyabilecek isimlerden birinin yönetiminde o atılımı yapamıyor, Cristiano'nun ikinci sezonunda attığı o büyük adımı hala atamıyorsan kariyerinde bundan sonra görebileceğin en büyük kulüp Newcastle United olur, Sporting Lisbon olur. Ama bu kulüpte daha fazla barınamazsın. Yazık!

Aslında özellikle ilk yarı boyunca kafamda bir sürü muhakeme yaptım, düşünceler geliştirdim, yazıya başlarken de yazasım vardı. Ama şu aşağıdaki kareyi gördükçe... Çok yazık! Premier League tarihinde ilk kez bir takım Old Trafford'a geldi, 4 attı ve geri döndü. Buna tanıklık etmek hoş değil tabi. Ama United-Pool rekabetine de hep saygı duymuşumdur. Bir takım yapacaksa Liverpool yapsındı bunu. Onlar yaptı. Zaten nerede durmaları gerektiği konusunda pek bir fikirleri yok, onu bir Beşiktaş taraftarı olarak da gayet net anladık. Yine de birkaç not verelim hadi:


- Alex Ferguson ve Phil Jackson. Bu adamlar, bir taraftar olarak en büyük meşgalem olması beklenen teknik direktör eleştirilerine imkan tanımıyor. Öyle büyük bir kredileri var ki, salt isimleri dahi öyle bir saygınlık uyandırıyor ki... Ama bir anlığına kulübedekinin Sir olduğunu unutursak, çıkan onbirde belli marazlar olduğunu söyleyebiliriz. Carlos Tevez iyi adam, Wayne Rooney de iyi adam... Ama ikisi olmuyor, bir Berbatov'a ihtiyaç duyuyorlar. Zaten bu yüzden çoğunlukla kenarda olan Carlitos için üzülüyoruz hep beraber.

Carling Cup finaline Danny Welbeck'le çıkman hiç umrumda değil. Ama bu maça esas oğlanı yanında tutarak başlama üstad! Vidic hiç gününde değildi de, onu o hatalara zorlayan da Torres&Gerrard ikilisiydi. Steven Gerrard kadar yeteneklisi bizde de var. Ama Fernando Torres'in kartvizitinde yazanlar, sahadaki kırmızı formalıların hiçbirisi tarafından karşılanmıyordu. Böyle bir ortamda Berbatov kenarda olmamalıydı.

- Ryan Giggs ve Paul Scholes. Şu yaşlarında zaman zaman çok doğal olarak gösterdikleri performans düşüklüklerine burun kıvırmak bile United taraftarlarınca aforoz edilmene yetecek bir sebep. Bunu geçen sezon şampiyonluğun kutlandığı Wigan Athletic maçında Scholes'ü eleştirme gafletine düşmüş Şansal Kulabaş, bu sezonki son Inter mücadelesinde de top Giggs'e geldiğinde kendini hafiften mırın kırın ederken bulmuş bendeniz yaşadık. Ki ikimiz de çok büyük United taraftarlarıyız. Valla öyleyiz... Bu maçta kenardaydılar. Mutlu muyduk? Açıkçası alternatifi şu Anderson olacaksa Paul Scholes futbolu hiç bırakmasın. Ama Darren Fletcher şugar çocuk, alttan da Darron Gibson geliyor. Fletcher denenebilirdi. Giggs-Park değişikliği ise daha bir makuldür, sonuçta bu adam çarşamba gecesi üst düzey bir maçtan çıktı ve biraz dinlenmeyi hak ediyor. Koreli'yi de severim açıkçası...


- Çocukluğu boyunca ateşli bir Everton taraftarı olmuş, en büyük hayallerini Everton formasıyla gerçekleştirmiş bir adam United'ın 10 numarası. Maç öncesi sarfettiği sözler bu bağlam içerisinde anlaşılabilir. Maçı birlikte izlediğim Genç Subay Gani, bu durumu biraz Michael Ballack'ın malum açıklamalarına benzetti. Ballack olayında olduğu gibi kapak geldi, hatta sağlamından bir kapak. Ama bence bu ligin kültüründen, geçmişinden bihaber bir Alman'ın yaptığı açıklama ile işte o ilk cümledeki Everton taraftarı çocuğun açıklamalarını aynı kefeye koymak biraz haksızlık olur. Bunda iflah olmaz bir Rooney apaçisi olmamın payı da vardır, inkar etmiyorum. Yalnız Gani demişken, Fergie oyunu 72 dakika müdahale etmeksizin izledikten sonra Giggs-Scholes-Berbatov üçlüsünü aynı anda kenara yolladığında gelen tepki mükemmeldi:

- Ferguson boşaldı!
- Haydaaa...

- Sözü gelmişken, maçı eski adıyla James Joyce Irish Bar, şimdilerdeki haliyle The Irish Centre'da izledik. Ben aynı mekanda daha önce NBA 2008 Finals Game 4 görmüş bir Laker olarak mekana olabildiğince antipatik yaklaşıyorum... Çok da güzel Editors coverlayan bir grup varmış mesela orada çıkan. Editors'ı çok seviyorum, sürekli yeni Taksim grupları keşfetmek istiyorum ama gitmedim. Bugün mekana ikinci bir şans verdim. Onlar her şeyi doğru yapmış olsa da, mekana sinmiş İrlanda kokusundan mıdır, çalınan yöresel türkülerden midir, yoksa dekordaki leprechaun motiflerinden midir bilmiyorum ama mekan bana bariz bir şekilde uğursuzluk getiriyor. Artık uğursuzluğun resmini çizmem istendiğinde, Irish Centre fotoğrafını çıkarıyorum cebimden. Çok somut... Yeni bir Irish Centre bozgununa da hiç meraklı değilim. O yüzdendir ki Davos moduma geçmek istiyorum. Benim için... Neyse bu espri de yapıldı.


İşte o mekanda farklı renklerden ama çok güzel beş insan olarak izledik maçı, Genç Subaylar ve Genç Subay Dostları olarak... Hepsinin yüreğine sağlık! Arsenal, Tottenham Hotspur, Liverpool, Manchester United... Hiç önemli değil. Aslında aynı mekanda bir Kuzey Londra derbisi iyi gider, tuzum kuru nasılsa...

Joseph Joseph. Come on Rooney!

Bir de Gürkanello, bu gri forma resmen kötü, her şeyiyle kötü...

Manchester United XI vs. Liverpool FC:
1 Van Der Sar
22 O'Shea - 5 Ferdinand - 15 Vidic - 3 Evra
7 Ronaldo - 16 Carrick - 8 Anderson - 13 Park
10 Rooney - 32 Tevez

13 Mart 2009 Cuma

Bülent Uygun ve Sivasspor


Bülent Uygun... Kendi dediğine göre en iyi yerli hoca. Doğru olabilir. Ancak bu adam kontrolünü kaybetti, az önce biten maçta anladım ki. Sen Kadıköy'de 1-0 geridesin, zaten 2 forvetin yanında Mohamed Ali Kurtuluş ile başlayıp geçen sene Sivas'ta oynanan maçtan ders almadığını göstermişsin, üstüne bir de orta sahadan adam çıkarıp Yannick Kamanan'ı alıyorsun. 4 forvet gibi bir şey oluyor sahada. Sonra 2-0 oluyor, daha çok risk alacağın yere Mehmet Yıldız'ı oyundan alıp Onur Tuncer'i alıyorsun oyuna. Sonra Pini Balili alıyorsun, İbrahim Dağaşan'ı çıkarıp... Oyuncu değiştirme hakkın bitti. Fabio Bilica inanılmaz bir gol atıyor, 2-1 deplasmanda gayet iyi sonuç. Ama oyuncu değiştirme hakkın yok ki skoru koruyasın, 4 kişi ileride. Beklerinin dilleri ikiye bir yemekten dışarıda, Gökhan Gönül de sürekli bindiriyor. Dördüncü golü yemediklerine dua etsin Sayın Uygun. Zira üçüncü golden sonra da Sivasspor defanstan çıkamadı uzunca bir süre. Fenerbahçe de iki maçtır geçen seneden kesitler sunuyor, o harika tek pas organizasyonu bugün de sahadaydı. Alex, Semih Şentürk'le oynayınca çok rahat, bu maçta da çok iyiydi. Fenerbahçe hak ettiği galibiyetler aldı son 4 gün içinde.

Bugün Fanatik'te Bülent Uygun'un son demeçlerinden sonra okurların görüşleri alınmış, bir okur da "Sivasspor senin için amaç değil, Fenerbahçe'yi çalıştırmak için bir araç" demiş. Muhtemelen haklı da, bu adam bir gün Fenerbahçe'yi çalıştıracak... Belki bu sezon sonunda geçer, belki Sivasspor düşüşe geçmeye başladığında. Son olarak şunu söyleyeyim Bülent Uygun hakkında, biraz nefes al be birader! Sürekli demeç sürekli demeç, hayret bir şey. Ne zaman gazeteyi açsam Bülent Uygun'dan olay yaratacak açıklamalar... Ben okumaktan sıkıldım artık.

Editörün Notu: Yazı yaklaşık 10 gün taslaklarda bekletilmiştir. Okurlardan özür diliyoruz...

11 Mart 2009 Çarşamba

Adım Adım The Revolters




Geçtiğimiz cumartesi gecesi Peyote'deydik. Joy Division önünde bir kez daha saygı duruşunda bulunmak isteyen herkes de oradaydı. Daha önce yine Peyote'de dinleme fırsatı bulduğum DDR de oradaydı. Opal ve Post Dial benim için yeni tecrübelerdi. Onların da geceyi renklendirdiğini söyleyebiliriz. Ama kitleyi en çok eğlendiren The Revolters oldu galiba. En azından bizim için durum böyleydi.

Geçen sene Taşkışla Şenlikleri'ne teşrif etmişlerdi de orada tanımıştık ilk kez kendilerini. Artık cover grubu kimliğinden de sıyrılıp iyiden iyiye kendi bestelerine odaklanmış durumdalar anladığım kadarıyla... 3 adet şarkı da arz-ı endam etmekte grubun MySpace sayfası üzerinde... Ama yukarıdaki gibi coverları tekrar dinleyebileceksek, bıraksınlar beste yapmayı falan demek geliyor insanın içinden. Grubu daha yakından tanımak isteyenler için de Reset! önereceğim.


Bizim keşfettiğimizi NME de keşfetmiş tabi ve derginin sayfalarında yer bulmayı başaran ilk Türkiye grubu olmuşlar böylelikle. "Çok merak ettik, nasıl adamlar bunlar" diyenler için de 13 Mart'ta bir fırsat daha var. Mekan yine Peyote... "Step By Step" de ne şarkıymış arkadaş!

4 Mart 2009 Çarşamba

Rashid Atkins, Emre Belözoğlu, Adam ve Çocuk

Öncelikle bir süredir pek ilgilenemiyorum blogla, kusura bakmayın... Heroes'a sardım, sonra doğum günüm girdi araya, All Star'dan sonra da NBA izleyesim pek yok açıkçası sezon sonuna kadar. Neyse, yazıya geçelim hemen. Bu arada başlık ne alaka demeyin hepsinden bahsedeceğim işte sırayla...


Taze olduğu için Rashid Atkins'ten başlayalım. Galatasaray bu gece Cüneyt Erden, Antonio Graves ve Hüseyin Beşok gibi üç çok önemli oyuncusundan yoksun çıktığı maçta Avrupa defterini kapadı. Eee, Rashid Atkins 30 mu atacaktı da demeyin, devamı geliyor. Rashid Atkins'in rakamlarına bakmadım ama 6-10 sayı atmış, 3-4 asist yapmıştır ancak ben alan savunmasına bu kadar kötü hücum ettiren bir guard görmedim. Alan savunmasını dağıtmak için önde hızlı pas yaparsın, bu herif 15 saniye top sürüyor. Saha görüşü iyi tamam, şutları da istikrarlı olmasa da kötü denemez ama Efes maçında da aynısını yaptı... 1 dakika kala takım gerideyken adam hala yavaş yavaş top getiriyor, topla oynamaya çalışıyor. Al eve götür! Son olarak, bu adam fast break sırasında nereye gideceğini bilmiyor, birinin bu adama "Sen guardsın arkadaş, ortaya penetre etmen lazım ki koşan adamlara koridor kalsın ki sen de onlara pas atabilesin" demesi lazım... Lisedeki oyuncular bilir bunu be!


Galatasaray demişken, hemen Emre Belözoğlu'na geçelim... Yıl 1998. 6 yaşında ufacık veletim. Galatasaray aşkım yeni yeni kabarıyor, o zaman da maçları Cine 5 veriyor yanılmıyorsam, evde izliyoruz babamla. Ancak bir sorun var. 38 dereceye yakın ateşim var, yatarak alnımdaki bezle izliyorum. Four-peatin temelleri yeni yeni atılmışken, Ali Sami Yen'de Beşiktaş'ı ağırlıyoruz. İlk golü Hagi atıyor sanırım... O taç çizgisinin oralardan gelen frikik golü olmalı, tam hatırlamamakla beraber. Ardından Şifo'nun attığı golleri hatırlıyorum, biri rövetaşa tarzı... Maçın bitmesine yakın Emre Belözoğlu yazıveriyor golü, bende ne ateş kalıyor ne hastalık. İyileşiveriyorum resmen. O zamandan sonra Fenerbahçe'ye gelene kadar hep çok sevdim Emre'yi. "Bu adam yetenekli, fazla kilolarından kurtulsun Avrupa'da rahat oynar" dedim ama Fenerbahçe'ye geldikten sonraki söylemleri ile Emre Belözoğlu benim için bitmiştir! Sivasspor maçında iyi oynayınca, aklıma İspanya maçları kadrosuna girmek için yavaş yavaş form tutuyor olabileceği geldi. Olur olur. Son notlar, Aziz Yıldırım'la 'baba oğul' ilişkisine girmesi ve sonunda milli takım kaptanlığından alınması yönünde.


Yeri gelmişken, "Adam ve Çocuk" diye bir kitap okudum 1-2 hafta önce. Pek niyetli değildim aslında, klasik aşk romanlarından sandım... Uşak bahçıvanı sevmiş, bahçıvan hizmetçiyi, hizmetçi şoförü sonra hepsi şoförü... Bir dakika ya bu sevmek değildi sanki? Ne diyorduk, bir evliliği anlatıyor kitap Harry adında bir adamın, ilk defa yaptığı tek gecelik bir iş(!) yüzünden başına gelenler, karısını kaybedişi, oğluyla yaşantısı falan. Zaman zaman güldüm, zaman zaman da gözlerim doldu. Erkek adam ağlamaz demeyin, ağlamadım çünkü ama esprili yerler olduğu kadar hüzünlü yerler de var. Tabi bir de devamı olan" Adam ve Karısı" var, arkasından da onu okursanız pişman olmazsınız diyorum. Tony Parsons yazarı.

Yeni Yazıhane Diyorsak...

Bir yılı geride bıraktığımız gibi soluğu yeni tasarımda aldık. Kubilay Kahveci'nin yeni oyuncakları için buradan yakın. Yazıhan...