23 Nisan 2010 Cuma

More News from Nowhere #11: Alemitu Bekele


Normalde bu dönemlerde biraz daha aktif dinlenme moduna geçiyordum, bu yarıyılda sekiz tane falan proje yapmam bekleniyor ki blogun belini doğrultamıyoruz doğal olarak. Kendi belimiz de daha iyi durumda değil ya neyse. Sorarım size, öğrencilerine 'spring break' vermeyen üniversite olur mu? Bunu tartışalım...


Güzel gidiyor play-off muhabbeti şu ana kadar. Kamuoyunun ugly game yaftası yapıştırdığı maçlar benim en sevdiklerim oluyor ekseriyetle. Dün gece biraz uykudan feragat ettim ve Magic-Bobcats maçına takıldım mesela. Larry Brown'ın sarkık liberolu, adam markajlı sistemiyle ilk çeyrek sonunda 18-14 gibi absürd bir skor oluştu. Yine de benim play-off basketbolundan anladığım da aşağı yukarı böyle bir şey. En azından birkaç sene önceki Suns-Mavericks konferans yarı finallerinden çok daha yakım kafamdaki tanıma böyle 'çirkin maçlar'. Lakers-Thunder serisinden de acayip derecede zevk alıyorum paralel olarak, desteklediğim takım hala şampiyonluk senesindeki görüntüsünü aratsa da. Tabi ikinci maçın son çeyreğini biraz dışarıda tutmam gerekir, faul düdüklerinin şut denemelerini sayıca geride bıraktığı 6 dakikalık bir seans yaşadık ki düşman başına... "Sen o düdüklere kurban ol, takımın maçı o sayede aldı" diyenlere saygı duyuyor, şapka çıkarıyorum. Ama konumuz o değil. İlerleyen turlarla birlikte hakemlerin standartlarını oturtacağını ummakla birlikte birer adet Lakers-Thunder ve Nuggets-Jazz maçının heba edildiğini de söylemek zorundayım. Yakışmıyor...


Bir geceyarısı operasyonuyla bu işlerden anlayan birisini bağlamazsak play-off sırasında çok fazla yazı okuyamayacaksınız yine burada. Dönemsel yürek patlamaları yaşanacaktır elbette... O yüzden Dr. Gürkan Kubilay'ın mükemmel anasayfa tasarımıyla batug.com olabilir adresiniz. Ben de 2-0 ile Oklahoma City'ye taşınan bizim seriyle ilgili bir yazı gönderdim. Tık!


Evladım Mark Allen, kendisinden şüphe duyanlara, yorum yoluyla saçına, tipine yakışıksız benzetmelerle sataşanlara en güzel cevabı verdi. İlk turda talihsizce kaçan bir yeşille 147 hayallerini erteleyen Kuzey İrlandalı çocuğumuz, ikinci turda Mark Davis önünde Crucible tarihinin ilk 146'lık serisine imza attı. Kariyerinde otuzuncu kez Sheffield'da bulunan Steve Davis ne kadar büyük bir efsane olduğunu Mark King'i geçerek gösterirken, bir başka eski şampiyon Graeme Dott da kifayetsiz Ryan Day'in biletini kesti ilk turda. Steve Davis'in karşısında son şampiyon John Higgins olacak, ilk seans da fazlaca uzun framelere tanıklık etmiş olsa da çok heyecanlıydı. Yakalamak lazım bir şekilde... O'Sullivan-Williams erken final gibi. The Rocket ilk turda bolca sol el çalıştı ve çok kısa bir bölüm dışında yükselen Çinliler'den Liang Wenbo'nun maçın içine girmesine izin vermedi. Bu sezonun belki de en formda oyuncusu olan Mark Williams ise ilk turda beklenenden fazla zorluk yaşadı Marcus Campbell önünde. Campbell da o 'sakallı tavernacı' imajıyla benim için idol gibi bir şey olurdu heralde snooker kariyeri düşünsem, göbek de kontrolden çıkmış vaziyette zaten... Neyse ki farklı bir kariyer düşünüyorum, derslere zaman zaman takım elbiseyle girip uzaklara bakıyorum. Geri dönelim. Selby-Hendry maçı da güzel olacak. The Golden Boy da ilk turu zorlu geçirenlerden, 1991 doğumlu Zhang Anda bu oyunun gördüğü en başarılı Çinli bile olabilir. Bunu efsane karşısındaki ilk dünya şampiyonası maçında da gösterdi. Stephen Hendry kişisel sempati olarak aktif oyuncuları listelesem... Dominic Dale, Mark Allen, Ronnie O'Sullivan, Ken Doherty, Stephen Hendry. Evet, ilk beşimde yer buluyormuş. Şutör guard olur muhtemelen.


Şike söylentileriyle başı derde giren Stephen Maguire, aynı dertten muzdarip Stephen Lee önünde iyi bir görüntü verdi. Fakat çeyrek final için tercih edilebilecek bir isimdir şu şartlar altında. Hatta bana kalırsa favori de değil The Pocket Dynamo karşısında ikinci tur maçında. Yürüyedur be çocuk, bir haftadır bilgisayarımın duvar kağıdını süslüyorsun. Guy Love!


Yedek kulübesinde Mert Nobre'den medet uman Beşiktaş bir yana, sağ beki 17 milyon değerinde olup forveti sakatlanınca David N'Gog'a kalan Liverpool nedir? Tehlikenin farkında mısınız? Peki ya Tuna Kiremitçi'nin Cumhuriyet gazetesinde yazması?

18 Nisan 2010 Pazar

Toffee Nut Latte: Batı Konferansı


Batı konferansı için birer sezon değerlendirmesi vermeyeceğim, çünkü orası için net öngörülerde bulunmamıştım. Sevgili Emre Özcan üstlenmişti o görevi burada, hesap vermesi gereken de o... Ben eşleşmelerden başlayayım vakit kaybetmeden, play-off havasına girmek lazım.

(1) LA Lakers - (8) Oklahoma City
Lakers şu anda en çok soru işareti yaratan iki takımdan biri konumunda. İşin ilginci ikinci takım da sezon başında burada Lakers'a kafa tutabilecek tek takım olarak öne çıkan, sezon başında bunu destekler mahiyette maçlar da çıkaran Nuggets... Her ikisi de play-off öncesi çok arzulanmayacak durumdalar ve bu kaos ortamı kimilerinin ellerini ovuşturmasına zemin hazırlıyor. Thunder bu takımlardan biri olacak kalibrede mi? Rakibinin kartlarının Fisher-Farmar-Brown üçlüsüyle en zayıf olduğu pozisyonda potaya gitme konusunda çok etkili bir oyun kurucuya sahipler. Her ne kadar sezon sonunda bir duvara çarpmış gözükse de, bu durumdan çıkabilecek bir karakteri olduğunu kısa kariyerinde birçok kez gösterdi Russell Westbrook. Hakeza UCLA yıllarında da bu durum böyleydi. Kevin Durant bu seneyle birlikte LeBron James'in arkasından ligin en imrenilen süperyıldızı haline geldi, ona sahip olmak başlı başına büyük şans. Bunun yanında Scott Brooks'un takımına hiç geri adım atmayan bir kimlik kazandırdığını da izledik. Sefolosha-Westbrook-Green üçlüsü sezonun en iyi üç savunma beşini oluşturacak olsam mutlaka burada kendilerine yer bulurlar. Kenardan gelen çaylak Serge Ibaka'nın da her seferinde büyük bir enerji getirdiği ortada.

Yine de kaybedecek şeyleri olan takım Lakers ve seri Lakers'ın serisi. Andrew Bynum ve Kobe Bryant bedenen ve zihnen sağlıklı bir seri geçirdiği müddetçe kapı Thunder için açılmadan seri noktalanacaktır. Fakat esas oğlanın All-Star sonrasında belki de kariyerinin en dağınık görüntüsünü vermiş olması endişe verici. Ron Artest savunmada tek tük örnekler dışında bir katma değer yaratamadığı gibi, hücumda üçgenin işlerliğini sağlayacak 3 numara olmak için de doğru isim gibi gözükmedi. John Hollinger ESPN'deki 'online chat' olayında Lakers'ın son dönemdeki düşüşünün birinciliği garantilemiş takımın gireceği türden tipik bir rölanti halinden ayrıldığını söyledi ki ben de bu görüşe katılıyorum. Lakers'ın oyunu istemli bir frenlere basmayla elde edilemeyecek kadar kötüydü, gerçekten sadece kötü takımların sahneleyebileceği bir şeydi. Ve itiraf etmek gerekir ki Lakers son birkaç aydır iyi oyunculardan kurulu kötü bir takım... King Bron'ı dinlendirdiği maçlarda bile Cavs için böyle bir şeyi söylemeye cüret edemezsiniz, fakat Lakers bize bu imkanı verdi.

Thunder adına ümitlenmek isteyenlere Kobe birçok sebep sundu, bunları Chris Ballard Sports Illustrated için şurada derlemiş. Yine de benim tahminim Lakers'ın iş başa düştüğünde gerek şampiyon karakteriyle, gerekse de kadrodaki büyük kariyere sahip winner oyuncularıyla bu seriye tutunup yoluna daha büyük bir özgüvenle devam edeceği yönünde... Çok somut şeylere dayanan bir tahmin gibi gözükmüyor, farkındayım. Lakers in 6.


(2) Dallas - (7) San Antonio
Lakers arkasına dizilmiş takımların birbirlerine yakın görüntüsü, son dönemde zenginin krizden etkilendiği, kimi fakirlerinse borsadan köşeyi döndüğü bir ortamda daha da pekişti. Bu nedenle yeni bir talihsizlikle karşı karşıya olan Portland'ın serisi dışında kesin konuşmak kolay değil. Yine de ben birçoklarının aksine bu seride 7 maçı görmeyeceğimiz konusunda kullanmak istiyorum kesin konuşma hakkımı. Mavs'e çok inandığımdan değil. Hepimizin hakkında zaman zaman "Keşke dünyayı da onlar yönetseydi, hiç savaş olmazdı" diye içinden geçirmesini sağlayan Spurs organizasyonunu küçümsemem teklif bile edilemez zaten... Bu ahval ve şerait içinde dahi vazifem, seneye Spurs şarkılarıyla başlayan, ardından Nets mağlubiyetiyle "Tony Parker bütün golleri nikahtan önce atmış" seviyesizliğine geçiş yapıp yine aynı Spurs'ü dalga konusu haline getiren, vazgeçmeyip iyi bir seriyle girilen play-off zamanında tahmini sorulduğunda Spurs'ü favori gösterebilecek kadar ileri giden adamların varlığında tutarlı birkaç şey söylemek...

Dallas'ın her şeyden önce kadrosunda franchise player olarak Dirk Nowitzki'yi bulunduran her takım gibi sonunu görme konusunda çok şey vadetmediğini kabulle başlıyorum. Fakat Donnie Nelson'ın burada yarattığı çete Nowitzki'nin daha önce hiç sahip olamadığı nitelikte. Jason Kidd'in son dönemde biraz vites düşürdüğünü gözlemledik, fakat karşısındaki Parker'ın geçen sene bıraktığı yerden devam etmesiyle bir sıkıntı haline gelebilir ancak bu formsuzluk, yavaşlık, yaşlılık ya da adı her neyse... Ben bu varsayımı yapmamız için ortamın çok elverişli olduğunu sanmıyorum. Sakatlıktan sonra kendini hiç rahat hissetmediğini gördüğümüz Parker'ın bu sezonki sağlıklı günlerinde gösterdiği grafiğin bile kariyerinde uzun yıllardır düşmediği kadar aşağılarda olduğunu da izledik. Manu Ginobili acayip bir oyun oynayarak play-off yapma ihtimali sorgulanan takımına resmen kademe atlattı. Şu anda konuşulan ihtimal, takımın seri geçme ihtimali ise bunu en çok Manu'ya borçlular. Tim Duncan gençlik iksirini bulmuş değil, ama yıllardır 'artık yaşlandı' geyiklerine tokat gibi cevapları var. Özellikle savunmada ayakları yavaşlasa da çok daha komple bir oyuncuya dönüştüğünü söyleyebiliriz oyunun bu safhasında. Savunmayı beyinle yapmayı öğrenebilirsen yaşlılık hakikaten başa çıkılmayacak bir problem değil... Bahse konu geyikleri sürdürenleri anti-klişe timine havale ediyorum.

Dallas bana pek play-off takımı gibi gelmiyor hala ama bu seride takılmalarını sağlayacak kadar güçlü bir rakip göremiyorum karşıda. İyi bir üçlü var ama yardımcı roller yetersiz oyuncuların üzerine kalmış gibi. Richard Jefferson'ın koyacağı her olumlu performans seriyi biraz daha uzatabilir ama buna karşılık verebilecek bolca oyuncu diğer cephede de mevcut. Mavericks in 5.


(3) Phoenix - (6) Portland
Sene boyunca sakatlıklardan en çok çeken takım olan, Rose Garden'ın bir yatır üzerine inşa edildiği söylentilerine önayak olan Blazers, kaybettiği iki uzununun yokluğunu Marcus Camby ile nihayet doldurabilmiş gözükürken bu sefer de süperyıldızı Brandon Roy'un sakatlığıyla sarsıldı. Onun yokluğunda oynamaya da alışıklar, fakat kolay olmayacak. Oyunu forse eden bir kısaya ihtiyaç duyarlarsa Andre Miller her zaman orada, fakat bunun doğru formül olmadığını Sixers taraftarları da onaylayacaktır. LaMarcus Aldridge böyle durumlarda en iyi ihtimalle işini yapmaya devam etti, farklı bir karakter göstermesini beklemek doğru olmaz. Sezon boyunca formsuz gözüken ve Avrupa'ya geri dönüş senaryoları alevlenen Rudy Fernandez'in vereceği reaksiyon dışında fazla bir merak konusu yok bu seride Blazers'ın bana sunduğu... Seriyi alacak değiller ya!

Arizona taraflarında ise yine sezonu en formda bitiren takımlardan biri var. Kimya için tek tehdit olarak gözüken Amare Stoudemire'ın kontrat sezonunda bir sevgi kelebeğine dönüşmesiyle birlikte çok mutlu bir takım haline geldiler. Ve büyük usta Kayahan'ın, pardon Burak Bıyıktay'ın çok güzel bir sözü var: "Spor mutlu insanlarla yapılır." (Beşiktaş taraftarı -varsa Cola Turka taraftarı da- böyle bir Zen Master'a sahip olduğu için çok şanslı. Bugün herkes ne kadar mutluydu.) Uçak yolculuklarında çekilen "Steve Nash'le Olacak O Kadar" skeçleri, Utah maçı öncesinde basına sızdırılan Hollywood kokan hikayeler, maç sonrası çiğ köfte partileri, komiklikler şakalar... Birçok otoritenin de final için sleeper adayı haline geldiler ki konferans finalinin çok uzak durduğunu düşünmüyorum ben de. Yukarıda bahsettiğim -gerçekliğinden emin olmadığım- hikayeye göre konferansın play-off tablosunu çizecek Utah maçından önce Steve Kerr soyunma odasına iner. Kilit oyuncuları dinlendirerek o gün için daha iyi bir eşleşme olarak gözüken Denver eşleşmesi için -tabir yerindeyse- yatmayı önerir... George Karl'ın eksikliğinden ve Kenyon Martin'in sağlık durumundan kötü etkilenmiş gözüken ve Portland'ın aksine hızlı tempo tercih etmesiyle de Phoenix için biçilmiş kaftan olan Denver karşısında takımın şansı daha yüksek olacaktır planlanana göre. Fakat soyunma odasında herkes oynamak istemektedir ve maç için büyük bir heyecan duymaktadır. 20 sayı farkla da kazanırlar. Bayağı bir hikaye. Bakalım nereye kadar gidecekler? Robin Lopez'in ikinci turdaki olası geri dönüşü bu takıma seviye atlatabilir, hakeza Leandro Barbosa'nın biraz olsun silkinmesi de. Goran Dragic ve Jared Dudley takım içerisinde birer yapıştırıcı haline geldiler ve bu tip oyuncular Phoenix'in geçen sezon arayıp da bulamadığı şeydi. Bir de istekli bir Amare. Hepsini buldular.

Portland ligin en karakterli takımlarından... Oyuncu yapısı da genel anlamda buna müsait, coachun felsefesi de. Geçen sene Houston'ın yaptığını yapıp böyle bir sakatlığın yaratacağı şok etkisine olumlu reaksiyon gösterebilecek bir karakterden bahsediyoruz. Fakat bunu sezon boyunca defalarca yaptılar zaten. İmkansızı başarma hedefi her zaman çekici gelir insana, fakat bir noktadan sonra bu imkansızlık içine yeni olumsuzluklar dahil olduğunda devam etmek zorlaşır ve umut kırılır. İlki ne kadar insan doğasının parçası olarak algılanıyorsa, ikincisi de öyle algılanmalıdır. Suns in 5.


(4) Denver - (5) Utah
Yahu benim görüşüm Utah'ın ağır bastığı yönündeydi burada da, o cephede de bir sürü belirsizlik var. Kimin ne kadar sağlıklı olduğunu kestiremiyoruz, yetkililer de açık vermemeye niyetli. Maça da az zaman kaldı, ben sizi bilen birilerine yönlendireyim. Adet yerini bulsun diyenlere... Jazz in 6.

"Nuggets'ı sık takip edenler mutlaka birini çekip çıkaracaktır kadrodan ama beni Nuggets takımında rahatsız eden oyuncu sayısı Fener takımındaki oyuncu sayısından daha azdır. Beşiktaş takımı da iyi futbol oynamıyor ama rakibi de oynatmıyor. Bunun konuyla ilgisi yok. J.R. Smith oyuncusu da TBL liginde oynasa her gün dayak yer taraftar seyircisinden. Sergen Yalçını..."

Esas konu şu, batug.com yeni bir yürek patlaması sonucunda dergileri ikiledi ve sezon başındaki muazzam -tık- 'season preview' sayısına bir de 'season review' ve 'play-off preview' içerikli çalışma ekledi. Ödüller de güzel insan Şaban Işık'ın kaleminden çıktı, benim sezon ödüllerimi de derginin sonuna iliştirilmiş tablodan görebilir özel hayranlarım. Acayip yazılar var, tamamını okuyamadım ama şovu çalan yine Denver yazısıyla Gökhan Özşahin olmuş gibi. Sergen Yalçını! Oytun "Kaptan" Özdemir'den daha nitelikli şeyler yazmamız da pek mümkün değil konu Utah ise. Gidin orayı okuyun... Herkes bir yana, Gürkan Menteş ve Kubilay Kahveci bir yana tabi her zaman olduğu gibi. Ben anasayfaya aşık oldum bir de.

16 Nisan 2010 Cuma

Toffee Nut Latte: Doğu Konferansı


Eşleşmelere geçmeden önce bu konferansa özel olarak sezon sıralamasını verelim ve bu vesileyle tahminlerimizin gerçekleşenden ne ölçüde sapmış olduğunu kontrol edelim. Sezon başında -ne yazık ki proje aşamasından öteye gidemeyen- bir e-dergi için incelemiştim doğu konferansını ve daha sonra buraya da taşımıştım o yazıyı. Şu şekilde dizmişim:

1. Cavaliers (61-21) (1)
Bingo! Çok zor bir tahmin değildi elbette, fakat burası için Celtics'i aday gösteren çok fazla kişi olduğunu hatırlıyorum. Oraya sonra geliriz... Anthony Parker'ın altını çizmişim, beklediğim kadar iyi değildi ancak Delonte West de sezon öncesindeki psikolojik buhranları geride bırakıp yardıma yetişti. Antawn Jamison takası mükemmel hamle değildi, ancak LeBron James serbest kalmadan önceki son takas şansını pas geçemezlerdi. Shaquille O'Neal rotasyona dönünce deste yeniden karılacak ama buradan göründüğü kadarıyla şampiyonluğa gidiyorlar. Buna rağmen esas oğlanı tutmaya yetmeyebilir.

2. Celtics (50-32) (4)
55-60 galibiyet bekliyordum doğrusu. Şu sezonun son bölümündeki performansın etkisiyle 50 galibiyeti gördüğümde bile şaşırdığımı söyleyebilirim. Rasheed Wallace geçtiğimiz yazın patlak lastiği oldu, sağ taraftaki ankette de onu zorlayabilmek için Gordon-Villanueva koalisyonunu devreye sokmak zorunda kaldım. Okurdan gerekli ilgiyi görmemiş... Bu seviyede olmasa da Marquis Daniels da kadroda bir yapıştırıcı olması beklenirken, tamamıyla etkisiz eleman oldu. O yazıyı yazdığım sırada, Paul Pierce takımının 'team to beat' olduğunu açıklamıştı. Sırada ne var? Garden'a gelen takımlar ayrı bir motivasyonla oynuyor. Belki her şeyin nedeni bu... Motor City'de bir enkazı geride bırakan Sheed burayı da bozmuşa benziyor. Bill Simmons'ı bile çileden çıkardılar, yazık... Çok acayip şeyler olmazsa Cavs yolun sonu anlamına gelecektir. Doc Rivers için de.

3. Magic (59-23) (2)
Magic konusunda sezon başında da birçok soru işareti vardı ve bir süre boyunca iki adım geri adım atıp izledik takımın yeni görüntüsünün nasıl sonuç vereceğini. Vince Carter standartlarının çok altında bir grafikle giriş yaptı Magic kariyerine, All-Star arasına kadar da tam anlamıyla yükseltemedi yüzdesini. Sezona geç giren Rashard Lewis play-off kapıdayken hala geçen sezonki oyununu göstermekten uzak. Dwight Howard'ın tek başına konferans finalini kazanmasını bekliyorlarsa, bu sene o kadar kolay olmayacağı aşikar... Horford-Howard eşleşmesi konferans yarı finalinde erken bir geri dönüşe imkan tanımayacaktır fakat bu sene finale çıkmalarını çok olası bulmuyorum. Yalnız bir türlü işin içine giremeyen Brandon Bass süre almaya başlayabilir, ligin rotasyondaki yerine göre en fazla para kazanan adamlarından Marcin Gortat play-off basketbolunda işlevsellik kazanabilir ve böylece sezon öncesinde vurgulanan o geniş kadro ciddi bir avantaja dönüşebilir. NBA'in en iyi ikinci derecesini yaptılar tüm olumsuzluklara rağmen, saygıyla eğiliyoruz...

4. Heat (47-35) (5)
Bu benim eleştirilen tahminlerimdendi, ancak Jermaine O'Neal beklediğimden de iyi top oynayıp sakatlık sonrası dönemindeki en iyi sezonunu geçirince beklediğim galibiyet sayısını yakaladılar. Biz kısa forvet pozisyonu için endişelenirken, esas darbeyi oyun kurucularından yediler. Mario Chalmers çaylak sezonunun üzerine hiçbir şey koyamazken, Rafer Alston hamlesinden de bir şey çıkmayınca Carlos Arroyo ile bitirdiler sezonu. Porto Rikolu'ya direksiyonu bırakıp da play-off başarısı beklemek çok tutarlı bir iş gibi gelmiyor. Yine de iyi bir bitiriş yaptılar ve mevsimin en formda takımı olarak geliyorlar.

5. Wizards (26-56) (14)
Yuh! Böyle bir organizasyon görmedim. Olayları biliyorsunuz, tekrarlayıp canımı sıkmaya niyetim yok. Gilbert Arenas, DeShawn Stevenson gibi kuruların yanında, Caron Butler, Antawn Jamison, Brendan Haywood gibi yaşlar da yandı ama takım hala kendine gelemedi. Flip Saunders'ın Andray Blatche olayındaki idaresi onun da ipini çekmeli. Yine de toparlanabilmeleri için John Wall veya Evan Turner'dan fazlasına ihtiyacı var başkent temsilcisinin. O adamların da kariyerleri için ihtiyaç duydukları en kötü başlangıç takımı bu olur zaten, aman...

Ön inceleme için de 'bu sene, o sene' tadında bir yazı yazmışım , iyi ki dergide yayınlanmamış.


6. Hawks (53-29) (3)
Jamal Crawford oldu bu tahminde beni tufaya getiren... Takım kimyasında yaratacağı olası tahribattan falan bahsetmişiz, Flip Murray üzerine ağır bir upgrade yaratıp sezonun en iyi altıncı adamı oldu eleman. Helal olsun, kariyerinde ilk play-off maçına çıkacak ve play-off oynamadan en fazla maça çıkan oyuncu unvanını da Troy Murphy'ye emanet edecek. J.A. Adande'nin yazısında vardı sanırım, Hawks adına üzücü olan bu takımın tavan noktasına ulaşmış olması. Bu sezon bir öncekinin de üzerine koydular ve üçüncü sırayı aldılar. Geçen sene çok aşağılarda olan bench katkısı bu seneki Jamal takviyesiyle yeterli bir noktaya geldi. Fakat yazın Joe Johnson'a elveda deyip, yeni bir formül elde etmeye çalışmak yapılacak en doğru hareket gibi. Zira bu takımın limitleri Magic'i geçip konferans finali oynamak için yeterli değil ve daha yukarısı için hiçbir zaman yeterli olmayacak gibi. Enseyi karartmak anlamsız tabi, seyirciyi salona çekip şehri havaya sokan keyifli bir basketbol oynuyor takım. Josh Smith de ligin gelmiş geçmiş en iyi 15 sayı ortalamalı oyuncusu olabilir.

7. Bulls (41-41) (8)
Burada da 2010 yazı etkileri devreye girdi ve kadroyu zayıflatan birkaç ekonomik hamle yapıldı sezon içerisinde. Tyrus Thomas ve John Salmons gibi oyuncular gönderildi ki özellikle ikinci isimden şikayetçi olamk için pek fazla sebebi yoktu Bulls'un... Bunların üzerine gelen uzun süreli Joakim Noah sakatlığı sonrası, ancak çaylak Taj Gibson'ın karakter göstermesi ve Derrick Rose'un herkesin yerine biraz oynamasıyla kurtarıldı sezon. Zaman zaman Jannero Pargo'nun, Acie Law IV'un eline bakan bir takım izledik, fakat Kirk Hinrich vites yükseltince Fransız'ın da geri dönüşüyle iyi bir play-off takımına kavuştuk. Rakibi Raptors ile kıyas kabul etmeyecek bir takım en azından. Yazık ki karşılarında Lebrongiller olacak... Son Paxson-Del Negro olayı ise yazın taşların büyük oranda yerinden oynayacağına işaret ediyor.

8. Raptors (40-42) (9)
Hidayet Türkoğlu batug.com ödülleri çerçevesinde 'yılın patlak transferi' adayımdı, bugünkü tabloya en çok şaşıranlardan biri değilim dolayısıyla. Fakat Jay Triano'nun takıma daha karakterli bir basketbol oynatmasını ve o oyunu tanımlarken Hidayet'in yeteneklerini biraz olsun hesaba katmasını beklerdim. Reggie Evans'ın münferit çabaları dışında savunmaya takılmayan bir takım, mutsuz bir İspanyol, çoktan şehri terk etme kararını almış bir franchise player ve hiç hak etmeyen adamlara verilmiş uzun süreli kontratlar var elde... Andrea Bargnani'nin kariyerinin en iyi sezonun geçirmesi, henüz savunma yapmaya başlamasa da hücumdaki etkinliğini artırması ve ucundan da olsa rebound olayına girmesi sevindirici tek şey olabilir. Takımın geri kalanı Sonny Weems falan zaten...

9. Pistons (27-55) (12)
Takımın kimyasının geri dönüşü olmayan bir yola girdiğinden haberdardım, fakat yenilerden Ben Gordon'ın daha başarılı bir sezon geçirmesini bekliyordum sanırım. Gerçi sezon öncesi yazıyı okursanız olumlu tek bir cümle bile yok, kimilerinin çok ümitvar olduğu Rodney Stuckey'nin oyun kurucu bölgesi için güvenilir olmaktan uzak yapısını da o günlerde teşhis etmişiz. Bu elemanları küfür gibi bir yazının üzerine dokuzuncu sıraya koymuş olmam da konferansın yavanlığının bir başka göstergesi heralde. Az daha Raptors gibi basketbol oynamayan bir takım play-off yapacaktı 1.5 oyuncunun sırtında. John Kuester'ın sezonu hakkında da net bir yorum yapamıyorum, çöplük bir takımı sahaya sürdü sezonun başından itibaren. Jonas Jerebko'ya güvenmesi ve önemli roller vermesi, Will Bynum gibi değeri daha önce pek bilinmeyen bir oyuncudan yararlanması güzel işler. Ama bu kararların bu şartlarda birer zorunluluk olduğunu söylerseniz de karşı çıkamam. Seneye de burada olacak eleman, bakalım.

10. Pacers (32-50) (10)
Burada da bir tam isabet var, eğrisi doğrusuna gelmiş bir şekilde. Danny Granger'ın erken dönem sakatlığı bu takımın derecesini de potansiyelinin altına taşıdı aslına bakarsanız... T.J. Ford ile biraz fazla zaman kaybettiler ancak sezon sonuna doğru Murphy-Dunleavy ikilisi de iyileşince gayet iyi bir takım çıktı ortaya. Hatta Mart-Nisan döneminin en iyi 7-8 takımından biri olarak noktaladıklarını söyleyebiliriz sezonu. Rush-Hibbert ikilisinin gelişiminden söz etmişiz. Brandon Rush ligin aldığı süreye oranla en kötü oyuncusuydu belki de, benim için büyük hayal kırıklığıydı. Roy Hibbert ise konsantrasyonu her zaman en yüksek seviyede olmasa da iyi kumaşını bir kez daha gösterdi. Zaten Georgetown'dan kötü pivot çıkmaz Serhat, benim zamanımda da böyleydi! Watson-Jones ikilisiyle çift stoperli günler görmeyi bekleyen Can Birand da karşılık alamadı gibi o beklentilere. Dahntay Jones da yaz döneminin kötü imzalarından biri olarak anılacaktır.


11. Sixers (27-55) (13)
Bu sıraya koyduğumda da tepki çekmiştim ama daha kötüsünü yapabileceğini gösterdi bana Eddie Jordan'ın talebeleri. Princeton Offense geyiğine girmek istemiyorum ama coach felsefesi ile takım yapısının uyuşmazlığını görmemek yine mümkün değildi. Fakat olay bundan ibaret değil ve coachu kovmak yetmeyecek Phila'ya... Andre Miller'ın salıverilmesini iyi bir hamle olarak görüyordum ama bunu Williams-Holiday gibi genç bir ikilinin önünü açmak için kullanmaktansa, tamamen farklı amaçlar doğrultusunda Allen Iverson'la imzalama kararı alıyorsan o sezondan beklenti içine de girmeyeceksin. Jrue Holiday çok iyi bir sezon geçirmedi ama benim beklentilerimi fazlasıyla karşıladı. Fakat genç bir çocuğa ona güvenmediğini söylemenin en ağır yollarından biri oldu AI hamlesi, bu gerçeği de hesaba katmak gerek. 1 numaralı oyuncusu Andre Iguodala, 2 numaralı oyuncusu 2010 model Elton Brand olan bir takım play-off takımı bile olamıyormuş... Konferansın en kötü durumdaki takımı. Wizards neden değil? Çünkü 'stuck in mediocrity' denen o kötü döngüye girmek yerine geleceği olmayan takımı tamamen temizleme yoluna gittiler. Bir başlangıçtır...

12. Bobcats (44-38) (7)
Sezon içinde Stephen Jackson gibi esaslı bir hamle geldiği için buradaki tahminimi bir başarısızlık olarak görmüyorum. O dönemdeki serbest oyuncular arasından Allen Iverson'ı bu takıma yakıştırmamızın arkasındaki düşünüşü, saha üzerinde S-Jax gösterdi en güzel şekilde. Muhtemelen bizim adayımızın gösteremeyeceği şekilde... Tyrus Thomas da hiç fena bir ekleme değildi, ancak sezon öncesinde Tyson Chandler'ın sağlığı konusundaki endişelerimizde haklı çıktığımızı söyleyebiliyoruz üzülerek. Kayıp geçen bir sezonun ardından karşısında Dwight Howard'ı bulmak pek yardımcı olmayacaktır ona da. Yine sezon ortasında kadroya dahil olan eski toprak Theo Ratliff'in ve Nazr Mohammed'in eline bakıyor olacaklar. Bu arada Gerald Wallace da kariyerini bir üst seviyeye taşıdı bu sezon. MIP için bile sağlam bir aday olabilir ki ben kendisini
başka bir ödüle layık gördüm. Raymond Felton'ın yazın vereceği karar da önemli. Takımı Michael Jordan satın aldı, karışık FA piyasasında bu bile bir koz olabilir.

13. Nets (12-70) (15)
Devin Harris sakatlıkların da etkisinde oldukça kötü bir sezon geçirdi ve Nets, onu pazarlamak için çalışmalara şimdiden başladı. Eğer lotaryayı kazanacak olurlarsa direksiyonu John Wall'a verip, o pazarlama faaliyetlerini sıklaştırmaları kimseyi şaşırtmamalı. Chris Douglas-Roberts konusunda yanıldığımızı kabul etmeliyiz artık. Elemandan yana hemen herkesin büyük beklentileri vardı fakat böyle bir sezonda bile bir ışık gösteremiyorsa, biraz daha şüpheci yaklaşabiliriz. Belki de sadece Derrick Rose'un ışığıyla onu da olduğundan daha parlak gördük. Benim için esas hayal kırıklığı ise bunların hiçbiri değil: Courtney Lee. Lotarya onlar için belirleyici olacak, yeni patron da en az Roman Abramovich kadar sansasyonel olacağa benzer. Bu arada 12 galibiyetten fazlasını bekliyordum, orası açık.

14. Knicks (29-53) (11)
29 galibiyet böyle amaçsız girilmiş bir sezon için gayet iyi bir sayı, bunun yanında Danilo Gallinari'den tatmin edici bir performans almayı da başardılar. Chris Duhon bu kadroda tutulabilir görünen elemanlardandı, veteran minimumun ona verilebileceği konuşuluyordu fakat Madison Square Garden günlerini geride bıraktığını söyleyebiliriz rahatça. Toney Douglas ve Bill Walker konusunda ben henüz ikna olmadım, fakat yapılan hamlelerle Eddy Curry'nin kontratı dışında rüyalarındaki tabloya ulaştılar. Donnie Walsh bugüne kadarki hamleleriyle -hak ettiği şekilde- iyi kredi topladı, fakat LeBron James gelmezse şehirde oluşacak hayal kırıklığı dalgaları 9/11 etkisi yaratabilir. İlk tur hakkına sahip olmamaları da bu derecede pay sahibi, biz onu pek hesaba katmamıştık sezon öncesinde...

15. Bucks (46-36) (6)
Scott Skiles'ın yaptıklarını da tamamen kulak ardına itmiyorum fakat bu takımı sağlam bir play-off takımına dönüştüren adam Andrew Bogut idi bana kalırsa. Neredeyse bütün sezon öncesi tahminlerde son sıraya atılmış Bucks'ı aldı, iç gıcıklayıcı sakatlığına değin beşinci sıraya kadar çekti. Brandon Jennings'in oyunun gördüğü en akıllı oyun kuruculardan biri olmadığı zaten bilinmeyen bir şey değildi, Ersan İlyasova'ya pas atmıyor diye mi tüm bu nefret? Benim nazarımda bu sezonun en iyi ikinci çaylağı olmak için Darren Collison ile kapışacak bir performans gösterdi. 55 sayılık maçının ileride başına bu kadar bela açacağını bilse, o maçı öyle oynamazdı heralde. Yok, yine öyle oynardı şimdi düşününce. Michael Redd'in sezon bitiren sakatlığı sonrası gelen John Salmons hamlesi çok şık, Luc Richard Mbah a Moute her geçen gün biraz daha büyüyor, bizim çocuk NBA kalibresinde olduğunu göstermekte ısrarcı. Jerry Stackhouse tabuttan çıkan bir mumya gibiydi, ondan bile verim aldılar. O sakatlık olmasa güzel bir seri izletebilirlerdi, yazık oldu. Avustralyalı'nın sağlıklı bir sezon geçireceği garantisini alsam daha yukarılara koyardım ama böyle bir senaryoyu hayal bile edemezdim muhtemelen...


Buradaki seriler diğer yakadakiler kadar cazip değil, kısa geçelim... Zaten yazmamız gerekenleri yazdık yukarıda da fazlasıyla.

(1) Cavaliers - (8) Bulls
Bulls cephesinde patlak veren Paxson-Del Negro hadisesi dışında her şey çok güzel gidiyor, taraftar play-off umutlarını kaybetmişken güzel bir sürprizle karşılaştı ve buradan alacakları tek galibiyet de yetecektir onlara. Muhtemelen o kadarını alacaklar en fazla. Derrick Rose'un United Center'da onca çabayı anlamlı kılacak bir galibiyet kovalayacağını ve bunu başaracağını düşünüyorum. Bulls'un 2 galibiyet ve fazlasını aldığı senaryoları ise çok da konuşmaya değer bulmuyorum açıkçası. Cavaliers in 5.

(2) Magic - (7) Bobcats
Konferanstaki favori eşleşmem bu olacak çoğunluğun aksine. Takaslar sonrası Bobcats izlemekten en çok zevk aldığım takımlardan biri haline geldi ve bunun da eşleşmeye bakışımda önyargılara yol açmış olması kuvvetle muhtemel, bunu yadsımıyorum. Gerçekten de Dwight Howard karşısında durabilecek bir uzun rotasyonu göze çarpmıyor. Theo Ratliff bu seviyede oynamayı çok iyi biliyor, Tyson Chandler'ın sağlıklı olduğunda neler yapabildiğini çok iyi biliyoruz, Nazr Mohammed sezon boyunca takımın en istikrarlı oyuncularındandı, Mavs günlerindeki DeSagana Diop'u hatırlarsınız... Bunları diyebiliyoruz en fazla, ama inandırıcı olmaktan çok uzak. Fakat Felton-Nelson ve Lewis-Diaw eşleşmelerinde bu oyuncuların birbirini nötralize ettiğini düşünürsek geriye kalan beş oyuncuları arasında Wallace-Jackson ikilisiyle Cats'in öne çıktığını söylemek kimseye haksızlık olarak algılanmamalı. Daha derin bench mutlaka Magic adına faktör olacaktır ama Howard'ı kullanma konusunda bu sezon da sınıfta kaldıklarına inanıyorum. Howard'ı böyle bir seride birinci skor opsiyonu olmaya hazırlayabildiklerinden de emin değilim. Durumu biraz düzelttiler, fakat özellikle sene başında ligin en dominant uzununa sahip olduklarından bihaber gözüken bir oyuncu grubu vardı hücumda. Bu görüntünün ne kadar düzeleceğine bağlı olarak serinin uzunluğu da değişir. Ama Magic kazanır. Magic in 7.

(3) Hawks - (6) Bucks
Yukarıda takımı değerlendirirken de yazdık. Ne yazık ki Andrew Bogut'ın kolunun havada bir spagetti gibi salındığını izlediğimizde, aynı zamanda bir Cinderella masalının sonunu izliyorduk. Hawks için ter idmanı seviyesinde geçecek anlamına gelmesin ama Wisconsin'deki maçlarda kısmen zorluk çıkarsalar da Hawks'u yenebilecek bir potansiyel barındırdığını düşünmüyorum elde kalan elemanların... Hawks işi içeride bitirmek isterse beşinci maçı da izleyebiliriz, fakat tetiği çekip rakibin acısını dindirmek varken bunu neden yapsınlar? Hawks in 4.

(4) Celtics - (5) Heat
Evet, Celtics'in görüntüsü içler acısı. Ve evet, Heat play-off arefesindeki en etkileyici koşulardan biriyle geliyor bu eşleşmeye. Fikstürden yardım almış olsalar dahi son 13 maçtan 12 galibiyet çıkarmış olmaları başlı başına bir başarı hikayesi. Böyle bir dönemde aldıkları tek mağlubiyetin içerideki Pistons maçında gelmiş olması ise takımın yetersizliğinin bir kanıtı anlamına gelebilir. Ya da ben gereğinden fazla yorumluyorum bir maçı... Fakat fikstürün gerçekten iyi davrandığını söyleyebiliriz Dwyane Wade ve arkadaşlarına. Paul Pierce yavaş yavaş olayın içine girmeye başlıyor gibi, bu seride de iyi top oyanmasını bekliyorum. Nispeten birbirine yakın iki takım arasındaki bir seride Arroyo-Rondo gibi bir eşleşmenin belirleyici olmasını beklemek de yanlış olmaz. Orası büyük bir baş ağrısı olacaktır Heat için. Mario Chalmers neden böyle oldu ya? Celtics in 6.

15 Nisan 2010 Perşembe

Litvanya'da Çembersiz Potalar


Çembersiz potaları bilirsiniz, eğer çocukluğunuzu klasik müzik dinleyerek geçirmiş bir büyükelçi kızı falan değilseniz... Ben Çorlu'da büyüdüm, orada da bolca örneğine rastlamışımdır genelde altındaki su birikintisiyle. Çok aykırı bir yapısı vardır bunların. Kimi zaman hüzünlü görünür bakan göze melankoli eşlik ediyorsa... Çoğu zamansa tanrının sevmediği çocuklarından biriymişçesine mağrur bir tavır takınır bir köşede. Galiba bu protest duruşu nedeniyle, graffiti olayıyla yeni tanışmış çeşit çeşit ergenin tecavüzüne de uğramıştır fazlaca.

Bu fotoğrafı görünce çocukluğumdan kalma birkaç hatıra üzerine İsmet Badem'in "Çembersiz potaların olduğu yerlerde spor salonları yükseldiği zaman bu ülke kalkınacak" söylemi geldi aklıma hemen. Türkiye'de üzerinde panel yapılmadık bir karış toprak parçası bırakmayan bu adamın, Murat Murathanoğlu'yla birlikte program yaparken sıkılmadan başvurduğu iyi örnek Litvanya olurdu. Arvydas Sabonis'in açtığı basketbol okulundan bahsetmeden sabahı etmezlerdi genelde. Yine de o basit ve güzel zamanlara uygun bir programdı Asist. Şimdi o Litvanya örneğini yıllarca dinleyen biri olarak, yukarıdaki kareye ben ne diyeyim? Çembersiz ama lastikli potalar... Çoraptan futbol topu yapma yönteminin mucidi olan bizim gençliğimiz bunu akıl edemediği içindir ki bugün hala Ömer Onan ve Kerem Tunçeri şut soksun diye bekliyor, İbrahim Kutluay'ı özlüyoruz. Litvanya'nın ortalama bir şutörünün ligde yarattığı etkiyse ortada...

Foto: millionreasonswhylithuaniaisthebestcountryintheworld.com

13 Nisan 2010 Salı

Stan, Poke Your Grandma!



SansürSensin: http://www.youtube.com/watch?v=1i-rutvfaXo

Peki haberin hemen üzerine Roy Keane'in belirivermesi tesadüf mü? Bilmiyorum ama tüm bunlar bana evrenin üzerinde bir kudretin varlığını işaret ediyor.

Bu da Sir Alex Ferguson'ın kırmızı karttan Bayern futbolcularını sorumlu tuttuğu ve bence de Fergie'nin dehasının en göz alıcı günlerinden biri olmayan o basın toplantısından sonra çokça hatırlandı, profillerde paylaşıldı. Typical Germans?


SansürSensin: http://www.youtube.com/watch?v=TYcLnkScxNU

11 Nisan 2010 Pazar

KALDI MI İKİ?


Aylardır kalitesiz bir takımı izlerken kaliteli vakit geçirmemi sağlayan, uğruna maç zerre kadar umrumda olmasa da hiç satılmayacak şeyleri satıp İnönü yollarına düşürebilen bir muhabbet yaratan tüm kombine tayfasına şükranlar. Çıtır'daki "Santraya Doğru" programları, İtalyan'ın her müdahalesinde yankılanan motor sesi, gol sonrası koltukta buluşma yahut ağır takılıp her tokalaşma kombinasyonunu deneme gibi ritüeller eksikliğini hissettirecek mutlaka.

Bir de bunlar var... İleride bakar, tekrar güleriz diye koyuyorum.

- INCE-MAN!
- Atkı payı...
- Localarda ışıksızım.
- Bizim takım benim, biricik sevgilim.
- La Liga!
- Yol boş, top çıkar!
- Üç kişi kalmış canavar.
- Bobo'nun deplase olması lazım.
- Ay, ayol, Pau Gasol, Pau Gasol!
- Hoca şu herifi çıkar, oraya beton dök daha iyi!
- Demirören köfte düğmesine bastı.
- Takım kötü oynayınca Atatürk kaşlarını çatıyor, biliyorsunuz.
- Sir ayağa kalktı.
- Çeşmeli ayağa kalktı.
- Mert "Tamirci Çırağı" Nobre, Mert "Komando" Nobre, Mert "Mehmetçik" Nobre...
- Rüştü! Rüştü! Rüştü!
- Alo Anıl Oto mu? İki Land Rover, bir ayran.
- Don't you want somebody to love?
- Atınç beni denizlere...
- Mahmut Özgener benim dayım sayılır. Benim dayım orospu çocuğu mu yani?

Bu da takımın bu taraftara verdiği tek hediye sonrası gelen bir fotoğraf...


Not: Başlık, fotoğraflar falan hepsi Şaban Işık'tan. Repliklerin önemli bir kısmı da ondan haliyle, tanıyan bilir.

Nike Hoop Summit 2010 - Next!


Nike Hoop Summit, bize birkaç yıl içinde NBA'de görme ihtimalimiz olan oyuncuların birer ilk izlenimini veren güzel bir organizasyon. Aynı amaca haiz çok fazla prestijli organizasyon bulunmuyor zaten, uluslararası oyunculara da yer vermesi ve daha rekabetçi bir kimlik taşıması ile benzer nitelikte olan McDonald's All-American Game'e ağır bastığını söyleyebiliriz. Oyuncuların kolej seçimlerini yapıp, profesyonel dünyaya bir adım daha yaklaştığı bir dönemde düzenlenen organizasyonda Amerikan liselerinin en elit 10 oyuncusu ile dünyanın dört bir yanından getirilmiş aynı kalitedeki 10 oyuncu bir araya getiriliyor. (En azından benim konsepti algılama biçimim bu.) Böylelikle civardaki seyirciyi ve medyanın ilgili gözlerini salona çekecek bir "Amerika Dünyaya Karşı" oyunu sergileniyor. Bir nevi 'ben tek siz hepiniz' muhabbeti ki bu oltaya düşen çok fazla kişi olduğunu gözlemliyoruz...

Bu seneki kadrolara baktığımda özellikle Dünya Karması benim için hayal kırıklığı yaratır nitelikteydi. Geçen seneki nispeten güçlü takımla karşılaştırıldığında bu hayal kırıklığı daha büyük boyutlara ulaşıyordu. Doğrusu Enes Kanter, Dejan Musli ve Mael Lebrun dışında daha önce izleyebildiğim herhangi bir oyuncu yoktu. Kadrodaki iki Kanadalı Cory Joseph ve Tristan Thompson'ın ve Real Madrid'in haklarını elinde bulundurduğu Karadağlı Nikola Mirotic'in de isimlerine aşinaydım. Jonas Valanciunas, Tomas Satoransky, Toni Prostran ve Branislav Dekic gibi oyuncular burada görmek istediğim isimlerden ilk aklıma gelenleriydi. Fakat bu oyuncuların bir kısmının ulusal liglerinde önemli görevler aldığı da hesaba katıldığında, organizasyon için belirlenen tarihin onlar için ideal olmaktan çok uzak olduğunu görmekte pek zorlanmıyoruz. Burada oyuncularına izin vermekten çekinen coachları suçlu bulmak da pek adil gelmiyor. ACB'de halen Unicaja Malaga, DKV Joventut, Gran Canaria ve Bizkaia Bilbao gibi takımların üzerinde bulunan ve play-off öncesi ritm bulmaya çalışan Cajasol'de kilit oyunculardan biri olan Earl Calloway'i dinlendirme görevini üstlenmiş ve bunu bugüne kadar hakkıyla yerine getirmiş Satoransky'den vazgeçmek çok kolay değil Joan Plaza için. Ya da yıllar sonra Final-Four başarısı gösteren Partizan'da, kader günü kapıdayken Dekic gibi rotasyon parçası olmuş bir uzunu Amerika'ya göndermek ister miydiniz, onu düşünün. Tarih Avrupalı oyuncular için de fena sayılmaz, fakat en azından bunu hafta içine çekerek daha fazla prospect getirilebilir deniz aşırı ülkelerden.


Bunu yapmayınca ortaya çıkan tablo, esasen Amerikan liselerinde yetişen oyuncuların eğitimini başka bir ekolden gelme oyuncularınkiyle karşılaştırma amacı taşıyan organizasyonun bahse konu amacına pek hizmet edemiyor. Ve amacını inkar etmeye başlayarak dünya karmasına kendi örgün eğitimlerinin bir parçası olan okullarda basketbolu öğrenen elemanları da davet etmeye başlıyorlar. Hırvatistan'da bir spor efsanesi olan ve kariyerinin bitiminde Amerika'ya yerleşen Ivica Dukan'ın oğlu Duje Dukan farklı bir ekolün ürünü değil aslında. Aynı şekilde adlarını andığım Kanadalı ikili için de benzer bir durum söz konusu. Bir başka liseli Enes'in kariyer başlangıcı daha istisnai bilindiği üzere. Okyanusya kıtasından gelen iki ismin yukarıda bahsettiğim öncelikli amaca ne ölçüde hizmet edeceği de tartışma konusudur...

Chicago Bulls organizasyonunda Avrupalı oyuncular için scouting görevini yürüten Dukan'ın oğlunun yetişmesi hakkındaki şu cümlelerini okuduktan sonra bu maçta dünya karması adına oynaması oldukça ironik geliyor...

Q: Are you comfortable working in the United States and in Europe?

Dukan: Yes, I am comfortable about it. I have no problems working here and over there, but down the road the problem could involve my family. My boy is pretty much an American boy now. He was six months old when he got here. It would be hard for me to leave here. Also for my wife and I, we have a lot of friends and people that we love are over there. It is kind of difficult. As a father, you are trying to do what is best for your children, so that is what are going to do.

Amerikan kadrosuna bakıldığında ise geçen hafta McDonald's All-American Game'de boy gösteren ve ülkenin en parlak gençleri arasında yer alan oyuncular daha tarafsız bir eleme sonucunda burada oynama şansı buldular. Geçen haftaki maçta MVP ödülünü paylaşan iki oyuncu Harrison Barnes ve Jared Sullinger 2011 draftinde ilk beş sıradan gitmesi beklenen oyuncular. (Bu ikili arasına girebilecek belki tek uluslararası isim Valanciunas'ın burada olmaması büyük şanssızlık...) Kadrolara bakıldığında 6' 10'' ve üstü beş oyuncu bulunduran -bunlardan Yeni Zelandalı dışındakilerin hepsi çok önemli oyuncular- dünya karmasının pota altında bir hakimiyet kurabileceği düşünülüyordu. Fakat belli bölümlerde Musli-Mirotic-Enes-Thompson dörtlüsünden üçü aynı anda sahada tutulmasına rağmen bu durum, avantaja çevrilemedi. Her ne kadar Amerikalılar aynı dili bile konuşmayan uzak diyarlardan gelme bu oyuncuların, kendi takımlarına karşı bir birlikte oynama avantajı taşıdıklarına dair paranoyak bir inanç geliştirmiş olsalar da böyle bir durum mevzubahis değil. Yemedik... Alt yaş kategorilerinde Musli-Enes eşleşmeleri olmuştur birkaç kez, fakat kariyerini basketbol üzerine kuran Amerikalı çocukların NBA yolundaki olası rakipleri hakkında bilgi sahibi olmaması da düşünülemez. Bir Çinli'nin top getirdiği ve pota altında bir Türk'e top indirdiği, onun da köşedeki Avustralyalı'ya şut pozisyonu hazırladığı bir takımın birlikte oynama yetisinin beş Amerikalı'ya göre daha gelişmiş olduğunu söylemek de abesle iştigal olur.


Daha dinamik bir uzun rotasyonuyla başlayarak muhtemelen maçın hızlı tempoya girmesi halinde oluşacak erken hasarı azaltmaya çalışan Avustralyalı coachtan kesik yiyen Enes oldu maçın başında. Ancak 4 dakika sonra sahaya girdiğinde herkesten daha aç olan Enes, orta mesafeden gönderdiği şutla yumuşak bileğini ele güne gösterdikten sonra etkileyici post-up numaralarıyla birkaç kolay basket daha bularak çeyreği 6 sayıyla bitirdi. İkinci çeyrekte de ilk çeyrektekine yakın süreler aldı ve reboundlarda biraz sallansa da rakip pota altında kolayca sağladığı hakimiyet ile beğeni topladı. Savunma tarafındaysa -prestijli rivals.com sitesine göre- sınıfının üçüncü en iyi ismi olarak gösterilen Sullinger'ın etkili oyununa rağmen, faturayı ona çıkarmak kolaycılık olurdu. Zira rotasyon gereği yalnızca 3-4 dakika gibi bir süre aynı anda sahada olan ikili, dünya karmasının bu dakikalarda uyguladığı alan savunması nedeniyle pek de karşı karşıya gelemedi. Aynı rivals.com listesinde ikinci sırada yer alan fakat bana o listenin tepesindeki elemandan çok daha fazla ümit veren Barnes ilk yarıda Amerika lehine açılan 12 sayılık farkın diğer mimarıydı. Sullinger, Ohio State'te Evan "Villain" Turner'ın yokluğunu doldurmaya çalışacak. Barnes'ın yeni görevi ise bu sene NIT turnuvasında oynamak zorunda kalan North Carolina'yı tekrar başarıya götürmek. Bu maçtaki partnerleri Reggie Bullock ve Kendall Marshall ile Tar Heels'ı yine korkulan seviyeye getirecektir. Jenerasyonunun 10 numarası olarak gördüğümüz Bullock, özellikle kendi şutunu yaratabilme konusundaki yeteneği ve çıkardığı düzgün şutu, iyi savunması, atletizmiyle Roy Wiliams'ın altında 10 numara bir topçuya dönüşebilir. Marshall'ı bilemem...


Enes'in libidosunun tavan yaptığı dönemse üçüncü çeyreğin ortalarına denk geliyor. Devre başında kısalarından sürpriz katkılar alan, hatta benim ileride adından çok sık bahsetmeyeceğimizden emin olduğum Çinli guard Sui Ran'ın sınırlı yeteneklerinden iyi yararlanan dünya karması iyi bir koşu yaparak rakibine yaklaşmayı bildi. John Hollinger'ın maç sırasında 'çok hızlı bir oyuncu, tıpkı Jose Juan Barea gibi ama çok daha yeteneksizi' şeklinde değerlendirdiği oyuncu için biz genelde Ender Arslan benzetmesini kullanıyoruz çekinmeden. Aslında daha iyi bir guardla Enes... Gerçi daha ne yapacak, susuyorum. Oyuna girdiği gibi içeriyi domine etmeye başladı Enes ve maça inanmaya başladığı her hareketinden belliydi. Takımda daha önce karşılaşmadığı bazı oyuncular vardı -hatta kısaların büyük kısmı bu kategoriye girer muhtemelen- ki bu dakikalarda onların da güvenini tamamen kazanıp daha fazla top almaya başladı. Bir ara Amerikan takımına karşı tek başına yakaladığı seriyle rakibe molayı da aldırdı ve çeyrek sonunda 10/14 isabetle 25 sayı ve 10 rebounda ulaştı. Bu dakikalarda yayın ekibi ekrana 1998 yılındaki maçtan Dirk Nowitzki'nin 33 sayılık performansını getirdi, potansiyelin farkına varmışlardı.

Son çeyrekte ise maç Amerikan kısalarının bir Türk deviyle düellosu haline geldi. Referans aldığım rivals.com listesinin tepesindeki oyun kurucu Brandon Knight'ın 'maçın boku' ödülünü hak etmek için yeterli olacak kadar sinmesi dünya karmasının işine geldi ve uzunca süre oyunu tuttular. Ancak maçın sonunda belirleyici hücumlar geldiğinde sahada Musli-Mirotic-Enes üçlüsünü aynı anda tutmayı tercih ettiler ve Amerikalılar'ın topa hükmedebilen kısaları oyunu da kontrolleri altına almayı bildi. Onlarla boy ölçüşebilecek tek kısaları olan Joseph yeterli olmayacak gibiydi. Nitekim Barnes'dan gelen bir NBA üçlüğünü, diğer pota altında Karadağlı'nın kötü tercihi takip edince hançeri saplayan yetenekli ve sempatik combo guard Kyrie Irving oldu. Neden sempatik olduğunu merak edenler şuradaki videoyu izlesin. Duke ile anlaşan Irving'in, çevresini sarmış UNC adaylarına karşı nasıl direndiğini görmek eğlenceli olabilir...


Uzun lafın kısası, Enes için çok güzel bir geceydi. Savunması dışında pek bir soru işareti bıraktığını sanmıyorum, fiziğiyle NBA seviyesinde bu denli fark yaratamayacağı gerçeği de illüzyonları ve anlamsız beklentileri engelleyecektir. Salt Nowitzki'nin rekorunu kırdığı için, bu adamın da NBA üzerinde aynı etkiyi yaratabileceğini iddia edecek birileri tabi ki olacaktır. Ama insanoğlu böyle örnekleri fazla kaale almamayı da öğrenmiştir, ümit ediyorum. Kentucky'de Knight'ın guard olduğu bir takımda oynayacağı için biraz mutsuzum -daha iyi bir eleman olduğunu umuyordum- ama en azından oynayabileceği için mutluyum. Washington'ın NCAA üzerindeki söz hakkının Kentucky lobisiyle kıyas kabul etmeyeceği ortada. John Calipari genelde iyi oyunculara şans vermesiyle tanınır, onun seçtiği bir oyuncu kariyeri boyunca 'olağan şüpheli' olarak beklentileri üzerine toplayacaktır. Bu iyi bir şey de olabilir, kötü bir şey de... Enes gibi mental kararlılığı ve özgüveni üst düzeyde olan isimler için genelde ilki gerçekleşir ve hikaye mutlu sonla biter.

(Yazmamışız, 34 sayı ve 13 rebound ile bitirdi maçı aslan parçası. Rekor artık onun.)

2010 Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu: 11- 18 Nisan

Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu veya UCI Europe Tour'da geçen adıyla Presidential Cycling Tour of Turkey, bu yıl 11-18 Nisan arasında 46. kez koşulacak.


Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu, UCI Europe Tour'a dahil olup da Eurosport'ta yayınlanan ender turlardan biri. Organizasyon anlamında ülkemizin bir başarısı olarak nitelendirebiliriz bu turu. Turizm, tanıtım gibi klişe konulara girmek istemem ama Giro d'Italia'daki manzaradan her sene etkilenen biz bisikletseverler, Ege ve Akdeniz sahillerinde de her gün bu yarışa 1.5-2 saatimizi ayırmamıza değecek güzelliklerle karşılaşacağız. Bizlerden Belçika veya Avusturya turlarını esirgeyen Eurosport'un bu yarışı yedi gün boyunca yayınlamasının bir nedeni de, programın aynı zamanda bir turizm rehberi işlevi görmesi olabilir. Bu arada 11-18 Nisan arasında 7 değil 8 gün olduğunu çakan dikkatli okuyucularımıza belirtelim: Prolog etabı Paris - Roubaix ile çakıştığı için 12 Nisan günü banttan yayınlanacak. Ardından 2. Etap canlı olarak verilecek.

Tur sekiz etaptan oluşuyor:

1. Etap (İstanbul): Sultanahmet'teki Kennedy Caddesi'nin 5.8 kilometrelik bir kısmı bireysel zaman etabı olarak geçilecek. (Prolog)

2. Etap (Kuşadası - Turgutreis): Tur ikinci gün hemen Ege sahillerine taşınırken, bisikletçiler burada 181 kilometrelik profili düz diyebileceğimiz bir etabı geçecek. Sprinterler burada kozlarını paylaşacak.

3. Etap (Bodrum - Marmaris): Geçiş etabı olarak nitelendirebileceğimiz 166 kilometrelik bu etapta eğim ilk iki güne oranla artmış olacak.

4. Etap (Marmaris - Pamukkale): Tur bu etapta ilk üç günün aksine kıyılardan uzaklaşacak. 209 kilometre üzerinden İç Ege'ye uzanan etap eğimli, fakat son bölümü bir inişten oluşuyor.

5. Etap (Pamukkale - Fethiye): Bu etapla birlikte kıyıya tekrar geri dönülecek. Bu etap da yüksek rakımların ardından bir iniş ile noktalanıyor.

6. Etap (Fethiye - Finike): 4. ve 5. etaplara oranla eğimin az olduğu bir gün olacak. 194 kilometrelik sprint etabı, Akdeniz sahilleri boyunca uzanacak.

7. Etap (Finike - Antalya): Bir sprint etabı daha. Tur Akdeniz sahil şeridinde kalmaya devam ediyor.

8. Etap (Antalya - Alanya): Son gün de yine sahil şeridi üzerinde sprint mücadelesine sahne olacak.

Etapların haritalarına bakmak isteyenler buradan buyursun.

Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu'na 4 Pro Team ve 14 Pro Continental Team yanındaki Türk Milli Takımı ile birlikte toplam 19 takım katılacak.




Professional Teams


Footon - ServettoFOT


Lampre - Farnese ViniLAM


Liquigas - DoimoLIQ


Team HTC - ColumbiaTHR


Pro Continental Teams


Vorarlberg - CorratecVBG


Scott - Marcondes Cesar - Sao Jose dos CamposSJC


Xacobeo - GaliciaXAC


Cofidis, Le Credit en LigneCOF


Carmiooro - NGCCMO


Colnago - CSF InoxCSF


De Rosa - Stac PlasticDER


ISD - NeriISD


Skil - ShimanoSKS


CCC - Polsat - PolkowiceCCC


National Teams


Turkish National TeamTUR


Dikkat çeken bazı bisikletçilerden de bahsedelim. Team HTC Columbia'da Mark Cavendish'in egemenliğini tehdit eden tek isim olan Alman Andre Greipel sprinterlerde en çok dikkat çeken isim. 2009 Dauphine Libere'de bir etap kazanan Team Lampre sprinteri İtalyan Angelo Furlan da benim dikkatimi çeken isimler arasında. 2008 Dünya Bireysel Zaman Şampiyonu Alman Bert Grabsch da, Team HTC Columbia'nin burada bize izleteceği bisikletçilerden birisi. Muğla Valisi, "Dünya'nın en iyi tırmanış yapan bisikletçisi de gelecek" derken sanırım Team Cofidis tırmanışçısı David Moncouite'den bahsediyordu. Fransız bisikletçinin kariyerinde Tour de France ve Vuelta a Espana etap zaferleri var.

Mayo renklerinden bahsetmekte de yarar var. Genel klasman lideri turkuaz mayo, sprint klasmanı lideri yeşil mayo ve dağların kralı kırmızı mayo giyecek.

Ülkemizin bu güzide spor organizasyonunu 12-18 Nisan arasında her gün Eurosport'tan takip edebilirsiniz. 11 Nisan'daki prolog dışında kalan tüm etapların canlı olarak yayınlanacağını da hatırlatalım.

10 Nisan 2010 Cumartesi

Kalbim Ronde'de Kaldı


De Ronde bitti, Paris - Roubaix'ye geldik, hala kendime söz verdiğim gibi bir yazı yazamadım. İş güç yok ama bütün spor etkinlikleri üst üste binince çaresizce oturup izlemekten başka seçeneğiniz kalmıyor. Geç kalmak belki de daha iyi, Roubaix'ye şunun şurasında bir gün kalmışken heyecanı biraz daha körükleriz.

Nisan ayında arka arkaya koşulan Bahar Klasikleri içerisinde hangisinin en büyük öneme haiz olduğu senelerdir tartışılan bir konu. Paris - Roubaix ve Ronde van Vlaanderen (De Ronde) en büyük iki aday.

Ben De Ronde'yi seçerim. Çoğunluk Paris - Roubaix der. Tom Boonen de bu çoğunluğun içinde. Ama bakış açısı biraz daha farklı. Verdiği bir röportajda ''Roubaix en önemlisi. Çünkü De Ronde'yi kaybedersen önünde hala kazanılacak bir Roubaix vardır. Eğer Roubaix'yi kazanırsan, aylar boyunca kafan rahat olur'' demişti. Roubaix'yi de kazanamazsa ne olabileceği üzerine kafa yormasına pek de gerek yok zira kendisi son 5 senedir ikisinden birini kesinlikle alıyor, 2007'yi boş geçmiş bir tek. Bu sene sürekli Fabian Cancellara'nın arkasında kalmaktan dolayı biraz üzgündü, yarın her zamankinden daha da aç olacaktır.

Evet, De Ronde'yi çok seviyorum. Ronde van Vlaanderen gibi orijinal, telaffuzu güzel, uzun mu uzun bir Flamanca isme sahip bir kere.

Başka neler var? Bir kere rota mükemmel. Arnavut kaldırımlı yollar enfes. Koppenberg tepesi şahane. Sokaklara dökülen yaklaşık 1 buçuk milyon Flaman'ın bisiklet sevgisi göz yaşartıcı. Spor sevgisi üzerine çok atıp tutuyoruz ama bunun elle tutulur örneği olarak Flaman halkının De Ronde sevgisini göstereceğim. "Road to Roubaix" belgeselinde yarım yamalak İngilizcesi ile bize derdini anlatmaya çalışan yaşlı teyzenin her iki kelimede bir Boonen demesini ve karavanının her yerini Boonen'in posterleriyle kaplatmak istemesini gördükten sonra buna inancım pekişti.


Haksızlık etmeyelim, sporu seven, bize de sevdiren o adamlardan bazıları da İstanbul'da ikamet ediyor. Bunlardan Caner Eler, Sarper Günsal, Aydan Çelik ve Dirk Vermeiren geçen cumartesi Fransız Kültür Merkezi'nde Bahar Klasikleri üzerine bir panel düzenlediler, Dağ Filmleri Festivali kapsamında. Arkasından da oturduk, "Road to Roubaix"yi izledik. Katılımla ilgili Jorge Luis Borges'in yakın dostu Macedonio Fernandez'in ünlü sözünü hatırlayıp ''O kadar çok insan yoktu ki, bir kişi daha gelmeseydi içeri giremezdi'' diyebiliriz belki ama bu da fazla acımasızca olur. Yine de bu dört Rönesans adamının sohbetinden faydalanan o az sayıdaki insan mutlu ayrılmıştır salondan, 80 yaşında olduğunu ve 49'dan beri bisiklete bindiğini söyleyen Gino Bartali sevdalı amca da dahil. Kısacası her şey şahaneydi, bana bu kadar şahane bir gün yaşattıkları için hepsine teşekkür ediyorum.

Orada Caner Eler, Bahar Klasikleri'nin önemine atfen konuşurken biraz da bu yarışların bisikletle her anlamda kafayı bozmuş kitleye hitap eden etkinlikler olduğunu söylemişti. Evet büyük turlar çok ama çok güzeldir, Tour de France için gerekirse çocuğumuzu keseriz ama yapısı gereği içinde daha fazla sürpriz barındıran, sözgelimi Stijn Devolder gibi bir adamın çıkıp da iki sene üst üste kazanabildiği bu yarışları seyretmenin keyfi bambaşka.

Geçen hafta da bu hislerle, günlerce ders çalışır gibi çalıştıktan sonra, De Ronde'nin başına geçtik. Favoriler belliydi, her zaman olduğu gibi bu işin uzmanları sayabileceğimiz Boonen, Cancellara, Hincapie, Gilbert gibi bisikletçilerin ismi fazlasıyla zikrediliyordu. Cancellara uzun zamandır gördüğümüz en muhteşem atakla yarışı koparıp gittiğinde nefis bir yarışı izlemenin rahatlığı vardı üzerimizde. Buraları kısa kesmek en iyisi zira hem kalem oynatmakta beceriksiz olduğum bir alan, hem de halihazırda Erhan'ın güzel analizi varken aynı şeyleri bir daha yazmak mantıklı olmaz.

Patron'dan bahsedebiliriz biraz. RadioShack'in kodamanlarının da söylediği üzere yarışı üçüncü grupta, 27. sırada bitiren Lance Armstrong bu sene ilk defa formda gözüktü. Dirk Demol'e göre bu her şeyden önce Lance'in kendine olan inancını arttıran bir dereceymiş, biz de sevindik haliyle.

Kazanan Saxo Bank'tan Matti Breschel'i ise yarışın talihsizi saymak mümkün, zira Cancellara'yı tepelerde desteklemekle yükümlü Matti mekanik bir problemden ötürü bisikletini değiştirmek üzere Saxo Bank arabasının yanına geldiğinde teknik ekip yüzyılın mallığını göstererek önce bisikleti bulamadı, ardından Stuart O'Grady'nin bisikletini vermeye kalkıştı, onu da arabanın üzerinden alırken türlü çeşit beceriksizlikle Matti'ye zaman kaybettirdi. Yarış sonrası epey atarlı demeçler verdi basına kendisi, son derece haklı ve mağdur olduğu bu konuda. Ayrıca Rabobank'ın Matti'nin peşinde olduğunun da altını çizelim, son günlerin flaş gelişmesi de bu. Paris - Roubaix'de dikkatle izleyin kendisini, müthiş bir klasikçi. Cancellara'nın hemen yanında olacaktır tüm yarış boyunca.

George Hincapie ise De Ronde'de biraz hayal kırıklığı yaşattı açıkçası, yarış öncesi en büyük adayımdı. Zira adam Bahar Klasikleri'nin en büyük ustalarından ama son 10 senede alabildiği bir Gent Wewelgem bir de Kuurne-Brussels-Kuurne var ki en büyük yarışlardan da sayılmaz bu ikisi. Yarınki Paris - Roubaix öncesi kendisini sıklıkla anmamızın bir sebebi de gerçek bir Paris - Roubaix sevdalısı olması. Eski Tour de France direktörü Jean-Marie Leblanc belgeselde George Hincapie'den bahsederken ''O gerçek bir Paris - Roubaix şampiyonu. Daha kazanamadı ama bir gün, bir şekilde kazanacağına şüphe yok'' diyordu. Hincapie'nin ''Her sabah uyandığımda kendimi Paris - Roubaix'yi kazanırken hayal ediyorum'' sözü bunun üstüne gelince insan duygulanmadan edemiyor. Burada hazır lafı geçmişken bisiklet tarihine geçen o özel fotoğraftan bahsetmezsek olmaz sanırım.


O kadar gevezeliği boşuna ettik zaten. Şu fotoğrafta Hincapie'nin halini gördükten sonra burada harcanan emeğin her zerresine saygı duymamak mümkün değil. Yarın sırf bu yüzden Hincapie alsın istiyorum. Boonen'i de severim, Cancellara'yı da ama senelerdir şu fotoğraftaki mücadeleyi veren adam rakiplerinin yarısı kadar yarış kazanamadı, hep başarmanın ucundan geçti ve yarın yeni takımıyla bu şanssızlığı kırarsa herkes için güzel bir gün olacaktır. Yani yürü be Hincapie!

Pis İşlerin Adamı


Başlıktaki espri bir Ümit Can İlhan coverı. Orijinali burada...

9 Nisan 2010 Cuma

Bahar Klasikleri 3: Paris - Roubaix


UCI Pro Tour'da bahar klasikleri devam ediyor. 11 Nisan Pazar günü, "The Queen of the Classics" veya "Hell of the North" lakaplarıyla bilinen Paris - Roubaix koşulacak. İlk lakap yarışın prestijinden geliyor. Bahar Klasikleri arasında en prestijli yarışın Paris - Roubaix olduğunu söyleyebiliriz. İşin ucunda Fransa var ne de olsa. İkinci lakabı anlamak için ise biraz detaya girmemiz gerekecek:

Geçen hafta Tour of Flanders'ı tanıtırken, arnavut kaldırımlı yokuşların yarışı ne kadar zorlaştırdığından bahsetmiştik. Paris - Roubaix'de de durum aynı. Fakat burada taşların arasındaki boşluklar daha da büyük. 6 kilogramlık yol bisikletleriyle buralardan hasarsız geçmek mümkün değil. Lastik patlamaları, bisiklet değiştirmeler yarışın olağan seyrinin bir parçası. Öyle ki, yol bisikleti lastiği üreten firmalar dayanıklılığıyla öne çıkarmak istedikleri modelin adına veya ürün bilgisine mutlaka bir 'Paris - Roubaix' ibaresi iliştiriveriyor. Fakat yine de bu tip yolların hobi olarak yol bisikleti sürenlerin hayatındaki izdüşümü: Servet düşmanlığı.

Tüm etap boyunca çamur ve toz da çabası. Youtube'da Paris - Roubaix hakkında izleyeceğiniz herhangi bir video size bu yarışın ne kadar acımasız olduğu konusunda bir fikir verecektir. (750p'de izleyiniz.)



Neden cehennem dendiğini bu şekilde açıklayabiliriz. Neden kuzeyin cehennemi, onu da açıklayalım... Adı Paris - Roubaix olsa da, Paris'ten değil Paris'in 80 km kuzeyinde Compiégne şehrinden başlayan 259 kilometrelik etap, daha da kuzeyde Belçika sınırındaki Roubaix şehrine kadar uzanıyor. Her yarışta olduğu gibi burada da sırf manzara için bile yarışı baştan sona takip etmeye değer.


Gündelik form ve şanslar kazananı belirleyecek. Fakat birkaç isimden bahsetmekte yarar var. Tour of Flanders'ın bir rövanşı olarak Fabian Cancellara (Team Saxo Bank) ve Tom Boonen (Team Quick Step) burada da kozlarını paylaşan iki isim olabilir. Cancellara formunun en yüksek seviyesinde. Boonen ise geri döndü diyebiliriz. Eskiden ne kadar çok kazandıysa, şimdi de o kadar çok ikinci oluyor. Burada sezonun siftahını yapabilir. Boonen 2005, 2008 ve 2009 yıllarında, Cancellara ise 2007 yılında Paris - Roubaix'yi kazandı. 2006 galibi Stuart O'Grady (Team Saxo Bank) ise muhtemelen takımın diğer iki kaptanı Cancellara ve Matti Breschel için çalışacak. Breschel de formda ve Tour of Flanders'da bisiklet değiştirirken kendisine yanlış bisiklet verilmeseydi, belki de Cancellara yerine Breschel kaçış yapacaktı.

Kariyerinin son baharında zafer kovalayan George Hincapie (Team BMC), son olarak 7 Nisan'da Scheldeprijs'ı kazanan Tyler Farrar (Team Garmin-Transitions), Belçikalılar'ın bir başka umudu Stijn Devolder (Team Quick Step), 2009 Paris - Roubaix ikincisi Filippo Pozzato (Team Katusha) dikkat etmemiz gereken isimlerden şu an aklıma gelenler.

Paris - Roubaix'yi 11 Nisan Pazar günü Eurosport'tan takip edebilirsiniz.

8 Nisan 2010 Perşembe

Irish Açılımı Vol. 6 - Zee Germans


Kafam biraz simülatif çalışıyor bugün, bölüme olan inancımı kaybettiğim günlerden biri olarak da alınabilir. Dünse biraz daha iyi bir gündü... Olabilecek en iyi şekilde başlamakla kalmadı, hız kesmedi ve uzun zamandır dost muhabbetlerinde özlemle anılan Spicoli ile geçirilen zamanla yeni bir boyut kazandı. Bu seneki festivalde ilk doubleheader beklenmedik bir şekilde geldi ve açığa çıkan bilet beni bulunca gidebildiğim İKSV'nin favori yönetmenlerinden biri haline gelen Mika Kaurismäki'nin 2009 yapımı filmi "Haarautuvan Rakkauden Talo", Beyoğlu Sineması'nın tüm sabotaj çabalarına rağmen tarafımdan günün esas olayı olarak hatırlanacak "The Shock Doctrine" ile takip edildi. Naomi Klein'ın aynı adlı kitabını çokça duymuştum, fakat pek Belgesel Kuşağı tutkunu olmadığım halde beni ayartan kamera arkasında Michael Winterbottom'ın olmasıydı. Elinin değdiği fazlasıyla belli, fakat konvansiyonel dünya tarihine meydan okuyan ana metne de saygı duymak gerek. Her şeyden önce Milton Friedman ile başlayan, Chicago Boys yoluyla Şili'de harlanan Pinochet diktasından Katrina kasırgasına kadar uzanan modern tarihin kilometretaşlarını 'felaket kapitalizmi' altında anlamlandıran metin -mutlaka sorgulamalara izin verse de- izleyicinin dikkatini canlı tutmayı çok iyi başarıyordu. Fakat 3.4% eğimli Beyoğlu Sineması'nda sondan ikinci sırada olmanın dayanılmaz hazzına voltaj sorunları nedeniyle filmin beş defa bölünmesi eklenince işler tatsız bir hal aldı... Bu yüzden aşağıdaki Yıldırım Türker yazısı pek önemli aslında.


Gelelim günün yazı konusu olması planlanan kısmına. Böyle bir gün daha güzel tamamlanabilirdi kuşkusuz. Benim seçimlerimin, aynı zamanda bir sürü vazgeçimlerimin de bunu önlemiş olabileceği aşikar, yine de içimdeki iflah olmaz United aşığına hayır demekte zorlanıp kendimi James Joyce Pub'da bulmam sürpriz olmadı. "The Irish Centre" olarak anılan bir yerde bulduğum Alman populasyonu ise esaslı bir sürpriz oldu. Mekana girdiğim gibi "Das Weisse Band" filmindeki küçük çocuk karşıladı beni... Almanca konuşmak istesem zaten diplomayı alır giderdim uzaklara, sözde İrlanda merkezinde konuşmak zorunda kaldığım dönemler oldu. Telefona sarılıp Şansal-Douglas-Svetlin üçlemesini aramak her zaman yeğdir böyle durumlarda. Douglas'ın maça "bu gece barda, gönlüm hovarda" yakalanması şaşırtmazken, bundan iki sene evvel Wigan önünde şampiyonluğa koşarken Scholes-Giggs ikilisine saygısızlıkta sınırları zorlayan Şansal'ın onbirdeki Rafael-Gibson ikilisine imtina ile yaklaşması hoşumuza gitmedi. Gary Neville'a da saygıda kusur etmek istemeyiz, fakat elemanın ayakları o sakatlıklardan sonra artık gitmiyor. Sir Alex Ferguson'ın bunu görmek için Florent Malouda karşısında madara olduğu bir öğleden sonrayı beklemesi de kabul edilebilir gibi değildi bana kalırsa. "Yedeğini oynattı da ne oldu" diyenleri duyabiliyorum, oraya da geleceğiz. Fakat bu sezonki Gaz performansını ikinci Milan maçındaki asistiyle hatırlayacaklar görüş belirtmesin lütfen. Böyle durumlarda "Biz bu takımı 82 maç izliyoruz" argümanını cepten çıkarmak çok yanlış gelmiyor.


Wayne Rooney olmadan olmuyordu, fakat dünkü haliyle ne kadar olabilirdi? Yine burada da sağ bek pozisyonunda olduğu gibi Fergie'yi köşeye sıkıştıranın alternatifsizlik olduğunu görebiliyoruz. Chelsea maçı yazısı resmi olarak yalan olmuşken, o gün bahsetmeyi planladığım meseleye geleyim. Dimitar Berbatov'un United günlerine 10 üzerinden bir not verecek olursak, oyuncuya duyulan sempatiye bağlı olarak 6-6.5 spektrumunda salınacaktır notlar... Fakat Berba'yı eleştirirken gol sayısını birincil kriter olarak almak ne kadar manasızsa, tek forvet olarak çıktığı bir maçta ondan verim beklemek de aynı derecede manasız. Oyuna daha ziyade geriye gelip top alarak dahil olabilen, oyuncu karakteri nedeniyle pivotal bir rol oynama konusunda oldukça düşük bir kapasiteye sahip bu adam ilk günlerinden beri. Bulgaristan milli takımıyla olması gerekenden daha başarısız bir karneye sahip olmasını da buna bağlarım ben genelde. Ülkenin en iyi santrforunu en uca dikmediği takdirde onu ziyan ettiğini düşünen dar bir zihniyet yakmıştır ulusal kariyerini. Dün de ivedilikle sonuca gidilmesi gereken bir maçta Rooney muhtemelen tam verimle oynamayacakken Berbatov'u yedek kulübesinde tutup Nani-Valencia kanatlarıyla sahaya çıkmak yanlış değildi. Yıllar sonra 'goalscoring midfielder' tanımını futbola geri getiren, oyun içinde bu seviye için hiçbir alanda 'idare eder' derecesinin üzerinde nitelik taşımasa da her an gol bulabilecek Darron Gibson tercihi çok doğruydu. Hele ki Chelsea maçında Paul Scholes'un ne kadar yıprandığını görmüşseniz, bu tercihle daha barışık olabilirsiniz. Ribery-Robben ikilisine karşı mevcut kadroda kullanılabilecek iki isim kesinlikle Evra-Rafael idi. Bu zorlu Chelsea-Bayern dönemecinde Sir'ün rotasyon yaptığını söylemek de adil bir teori olur, fakat bana pek öyle gelmiyor ve çıkan kadronun da -belki- Park Ji-Sung dışında bu maçın ideali olduğunu düşünmekteyim.


Gibbo'nun bu maçta golü olduğunu Şansal'a söylememin üzerinden beş dakika geçmeden gol gelince neye uğradığımı şaşırdım. Genelde santranın ardından orta yuvarlağın hemen önünden bir Tayfur Havutçu vuruşu çıkarır (dilimizdeki 'kaleyi yokladı' tabiri böyle bir günde icat edilmiştir), bunun üzerine birkaç denemeyle daha taraftar sabırlarını sınadıktan sonra o denemelerin çoğunlukla en absürdünde golü bulurdu. Ritüel bu şekilde işlerdi. Dün adını anarak ortamdaki tüm Almanlar'ın yüzünü ekşitmeyi başardığım bir Michael Rensing talihsizliği var Bayern'in yakın geçmişinde, fakat Hans-Jörg Butt da artık bu kalibrenin çok uzağında bana kalırsa. Yanımdaki eleman "Olli Kahn gibi birinin yerini kolay kolay dolduramazsın" dese de Manuel Neuer ve Rene Adler'in bu amaca daha fazla hizmet edebileceği açıktı. Sadece kalede değil sol bek bölgesinde de yanlış kartları oynadı Bayern. Marcell Jansen gibi bir yeteneği takıma kazandırmayı başarmışken -ki tüm Bundesliga'yı arka bahçesi olarak kullanan bir kulüp için bu transfere başarı demek hayli ironik- Danijel Pranjic gibi üst düzey liglerde pozisyonsuz kalacağı ortada olan bir adam için bu oyuncuyu salıvermek kuşkusuz yanlış bir karardı. Holger Badstuber yeteneksiz bir eleman değil fakat dünkü maçın ağırlığını kaldırabilecek isim olmaktan ne kadar uzak olduğunu görmek de zor değil. İşte ikinci ve üçüncü gollerin yaratıcısı olan adam da Nani ya da Luis Antonio Valencia değil, 1989 doğumlu bu genç sol bekti bana kalırsa.


Fakat United'ın karşısındaki takımın adı Bayern, SAF'in yanındaki kulübede oturan adamın adı Louis van Gaal olunca senin takımındaki zayıflıkların da hasır altında kalması pek mümkün olmuyor. 3-0 sonrası Daniel van Buyten'in müdahaledeki zamanlama hatası geniş bir kulvarı Rafael'in hizmetine sunduğunda, genç Brezilyalı'nın elinde eşleşmeyi bitirme fırsatı da vardı. Ancak vadedilmiş topraklarda ilerleyen Rafael, bu maçın adamı olmadığını en çok da bu pozisyonda gösterdi ve topu bir süre geveledikten sonra arka direkteki Nani'yi ya da penaltı noktasına koşu yapan arkadaşını düşünmek yerine kaleyi anlamsız bir şutla 'yokladı'. Bu pozisyonun dönüşünde maç boyunca sallanan ve sahada maçı yaşamayan belki de tek isim olan Michael Carrick'in işgüzarlığı cezasız bırakılmadı. Yukarıda Badstuber ismini eleştirirken dün özelinde bir yanlış görmüyorum van Gaal tarafında. Sadece bu seviyede yerli oyuncular bulmanın her zaman zor bir iş olduğunu, bunu Jansen'de bulan Bayern'in oyuncuya hak ettiği değeri vermemesinin acı verici olması gerektiğini belirtmek istemiştim. "Badstuber tecrübesizdi de Rafael mi tecrübeli olan" diye soranları böyle savuştururum, fakat Ronaldinho karşısında hayata küsen Rafael görüntüsünün dün Fransız önünde gayet sağlam duran Rafael görüntüsünde bir etken olduğu da benim görüşümdür. Badstuber, Valencia seviyesinde bir adama karşı bile test edilmemişti kısa kariyeri boyunca. Rafael içinse Franck Ribery'ye karşı oynamak tahayyül edilemeyecek derecede bir tecrübe değildi santradan önce...


Rooney-O'Shea değişikliği ve Arjen Robben'in golü sonrası Giggs-Berbatov hamlelerinin geldiği dakikalar da sorgulanmakta. Ben özellikle John O'Shea tercihinde büyük hayal kırıklığı yaşadım. Sezon boyunca sakatlıklar nedeniyle sağ bekte görev bulmuş Fletcher-Carrick ikilisinden birinin -muhtemelen ikincisinin- sağ beke çekileceğini ve Rooney yerine direngen bir orta saha elemanının -tercihen Scholesy- şans bulacağını düşünüyordum. Bayern gibi bir rakibe karşı 35 dakika skoru tutabileceğini düşünecek kadar iyimser olduğuna inanmak istemiyorum Fergie'nin. Bir de maçın ardından Rafael'in atıldığı pozisyonda hakemi çevreleyen Bayern oyuncularını eleştirirken, bugün Alman basınında büyük yankı bulan 'tipik Almanlar' tabirini kullanan Fergie'nin Almanlar'ın tipik özelliklerinden çok da haberdar olmadığının bir kanıtıdır. Maç sırasındaki ikinci isabetli tahminim de bir haftalık sürece sığan bu iki hakem hatası üzerine Fergie'nin basın toplantısının renkli geçeceği yönündeki oldu. Bu arada evet, ikinci sarının fazlasıyla ağır olduğunu düşünüyorum. Gerçi maç sonrası maçla ilgili herhangi bir görüntü izlememe alışkanlığımı sürdürüyorum, ikna edilebilirim halen...


Çok güzel bir hafta olmadı United açısından... Lakers-Celtics serisindeki efsanevi geri dönüşün yaşandığı dördüncü maçı, geçen seneki 4-1'lik utanç verici Liverpool mağlubiyetini yaşadığım James Joyce Pub'daki acayip listeye eklenecektir bu kara hafta da. Yine de ölmekten iyidir.*

2003'te İngilizler elendikten sonra Juventus-Real Madrid eşleşmesi dışında izlemeye değer pek bir şey kalmamıştı. O zamanki İtalyan futbolu da bugünküyle karşılaştırılamayacak bir seviyedeydi ki İtalyan sporunun çizdiği grafik düşünülünce anlaşılmayacak bir durum değil. Yine izlenecek pek bir şey kalmadı gibi. Barcelona-Inter? İlgilenmiyorum.

* Sanırım Ayça Şen'in kötü geçen bir günün ardından söylediği bir sözdü.

Yeni Yazıhane Diyorsak...

Bir yılı geride bıraktığımız gibi soluğu yeni tasarımda aldık. Kubilay Kahveci'nin yeni oyuncakları için buradan yakın. Yazıhan...