31 Temmuz 2011 Pazar

Barclays Premier League Artık Başlasın


Barclays Asia Trophy bir süredir yapılan bir turnuva. (Tarihçesini araştıracak kadar ileri gitmeyeceğim, merak etmeyin.) Bu sene de üç Premier League temsilcisi ve ev sahibi Hong Kong'un ulusal şampiyonu Kitchee'nin katılımıyla gerçekleşti. Yarışmacı olmayan turnuvaları izlemek bir noktadan sonra her sağlıklı insana zül gelecektir, ancak bu maçlara bakarak yapılacak birkaç prematüre yorumun da kimseye zararı olmaz sanırım.

Turnuvanın yarı finalinde Chelsea maçını göz ucuyla izlemekle yetinmiştim. İki İngiliz takımını karşı karşıya getiren maçı da, sağolsun Güner Çalış'ın güncellemeleri vasıtasıyla izlemiş kadar oldum. Bu gidişle yakın zamanda spor gazetelerinin ilk sayfalarında Aston Villa ve Fulham'ı görmeye başlayacağız. O maçta Aston Villa adına manşette genç Barry Bannan'ın, geçtiğimiz sezon Marc Albrighton'ın yaptığına benzer bir patlama yapacağı yönünde verdiği güçlü sinyaller vardı. Alex McLeish'in sisteme zaman kaybetmeden getirdiği yeniliklerse, önümüzdeki sezonun 4-2-3-1 ve 4-3-3 geçişleri üzerinden şekilleneceğini gösteriyor. Sürpriz sayılmaz ve Charles N'Zogbia'nın katılımıyla bugün göründüğünden daha efektif sonuçlar verecektir. Ada futbolunda aktif isimler arasında en çok saygı duyduğum üç menajerden ikisiyle anlaşamadıktan sonra, McLeish'in oynatabileceği sözde efektif futbolun Villa taraftarının ağzında yavan bir tat bırakması olası yine de... Mark Hughes ile görüşmelerini olabildiğince kötü yönettiler -burada Hughes ve temsilcilerinden de yardım aldıklarını unutmamak gerek- ve Roberto Martinez'in gösterdiği çok sık rastlanmayan sadakat sonrası McLeish'e sarılmak durumunda kaldılar. (Martinez konusunda ne düşündüğümü merak ediyorsunuz, biliyorum. Owen Coyle'un Burnley-Bolton geçişi gibi kariyeri için doğru yönde atılmış adım olabilirdi, o Ersun Yanal olmamayı seçti. Her seçiş bir vazgeçiştir falan. Her neyse, "Biz olamıyorsak Wigan olsun" diyeceğiz bu sene de.) Daha kötüsünü de yapabilirlerdi... Geçen sezon moda tabirle iki kulvarda yarışmaya yetmeyecek bir kadroyla bu zor görevin peşinden gitti McLeish. Forvet rotasyonunda üst üste gelen sakatlıklar sonrasında karar verici maçların bazılarına Derbyshire-Phillips gibi ikililerle çıkmak zorunda kaldılar. Tipik bir ikinci sezon sendromu profili çizmiyordu Brum'ın küme düşüşü yani. Günahın normalde olanından azını menajerin hanesine yazdığım özel bir durumdu kendi adıma. Yine de Villa Park sakinleri için yeni bir Martin O'Neill olmayacağını hepimiz biliyoruz.


McLeish'in önemli özelliklerinden biri iyi oyuncu ilişkileri gütmesi. Kariyerinde de onunla birlikte çıkışa geçen birçok oyuncuyu görüyoruz. Hani bir sihirli değnekten bahsedemeyiz, fakat oyuncuların potansiyellerinden makul ölçüde yararlanabildiğini söylemek gerek. Bugün sahaya ilk onbirde sürdüğü Stephen Ireland ise onun sınırlarını aşan bir vaka gibi gözüküyor. 4-2-3-1 düzeninde Gabriel Agbonlahor'u destekleyen üçlü hattın merkezinde görev yaptı ve çevresindeki Delfouneso-Agbonlahor-Albrighton üçlüsünü düşünecek olursak, paslarıyla Chelsea savunmasını tehdit edebilecek tek oyuncuydu. En azından City günlerinde izlediğimiz oyuncu bunu yapabilirdi... Ancak Ireland'ın McLeish'in göreve gelişini yeni bir kişisel milat olarak görmediğini anlamama yetti bugün sahada kaldığı süre. İkinci yarıdaysa bu dörtlüden Gabby dışındakiler değişti ve Darren Bent en uca geçti. Heskey-Agbonlahor-Bannan ile önde oluşan yeni dörtlü daha efektif gözüktü ve hazırlık maçlarında henüz gol yememiş Chelsea kalesini en çok tehdit ettikleri anlar, bu dörtlünün birlikte olduğu o kısa bölüme sığdı.

Emile Heskey'nin kenardan gelip vereceği katkılarla bu seviyedeki son iyi sezonunu geçirmesi mümkün. Fakat bugün Ireland'ın oynadığı bölgede Agbonlahor deneyimi yaratımdan çok israf anlamına gelebilir, bu da 4-3-3'ü daha iyi bir formül haline getirebilir Villa için. Böylece Chelsea'ye karşı olduğu gibi arkalarına yaslanıp, bir maç boyu kendi yarı sahalarında atak savuşturmaktan fazlasını yapabilirler kodaman rakiplerine karşı. McLeish de geçtiğimiz günlerde basına, ligin üç katmanlı bir hal aldığını ve bundan hoşlanmadığını yazmış. Eğilimin farkında olması güzel bir durum, büyük altılıya karşı bu 4-2-3-1 ile çok sallanacağını da görmüştür umarım. Savunmada ise Richard Dunne kötü bir sezonun ardından, bugün zor eşleşmelere rağmen iyi ayakta durdu. Shay Given ise yedek kulübesinde geçirdiği her günün, kalecilik mesleği için büyük bir kayıp olduğunu bir kez daha gösterdi. Sağ bekte Kyle Walker'ın yerini doldurmaları da mümkün olmayacak. Ancak bunun için onları suçlayamazsınız, zira bu çocuğun ligin en iyi sağ beklerinden birine evrilmesini izlemekle geçirebiliriz önümüzdeki 2-3 yılı. Evet, Rafael'in yerine keşke ona sahip olsaydık... Fabian Delph'in gelişimi beklediğimden biraz daha yavaş ilerliyor, yine de en azından Villa'da o bölgeyi kısa zamanda devralacağı konusunda ümitliyim. Fakat er ya da geç gerçekleşir dediğim, tepedekilerden birine transferi yalan olabilir dramatik bir sıçrama yapmazsa...

Yazmadım ama yazmaya gerek de yok sanki. Stewart Downing'den Zog'a geçerek pek de attan inip eşeğe binmiş sayılmazlar, hatta yeni rolleri düşünürsek daha da faydalı bir parça olabilir Fransız. Bunu yaparken 10 milyon pounda yakın bir kar yapmaları hakikaten büyük iş oldu. "Long Live King Kenny!"


Geçen sezon alışılmadık biçimde ligde kalma işini son haftaya bırakan Blackburn Rovers da çok iyi bir görüntü vermedi Hong Kong takımı karşısında. Beklediğimden daha yetenekli yerli oyuncuları vardı Kitchee'nin, kabul etmeliyim. Ancak yakalamaya çalıştıkları İspanya esintisi biraz naçar kalmış. İspanyollar'dan en kariyerlisi Roberto Losada dahi İspanya'da üçüncü küme seviyesinde oynarken transfer edilmiş. Chelsea'nin ilk yarım saatten sonra yalnızca fizik gücüyle fatality çekebildiği takıma, ilk yarıda orta saha hakimiyetini teslim etmeleri Blackburn adına düşündürücü. Günler artık David Dunn'ın lehine işlemiyor ve yavaşlığı takımın sırtında günden güne daha fazla yük anlamına geliyor. Fakat Steven Nzonzi ve -özellikle de- Keith Andrews gibilerinin yanında onun yeteneklerini dışarıda tutmak kolay bir iş değil. Sam Allardyce'ın zaman zaman bu handikaplı orta saha rotasyonuna soktuğu Phil Jones'u ve devre arasında Schalke 04'dan kiraladıkları Jermaine Jones'u kaybettiler ve henüz hiçbir bölgeye gerçek anlamda bir takviye yapabilmiş değiller.

Yeni patronların Jones için ödenen 16.5 milyon poundu yeni eklemelere yönlendirme konusunda çok istekli davranmaması ve kiralıkların defterden silinmesiyle Steve Kean'in elinde şu an için yetersiz bir kadro olduğunu söyleyebiliriz. Fakat bunun ötesinde Kean'in Big Sam'den devraldığı görevi hak edecek bir kalifikasyon gösterdiğini savunmak da pek kolay değil. Yeni patronların kontratını 2013 sonuna kadar uzatmalarının arkasındaki motivasyonu da kestiremiyorum.


Bugün Ryan Nelsen, Christopher Samba, Paul Robinson ve David Hoilett gibi savunma ve hücum rotasyonundaki kritik oyuncuların eksikliğine rağmen, orta sahadaki dirençsizlikten bahsedebiliyorsak oraya bir ekleme yapılması şart gibi gözüküyor. Hoilett'in yanı sıra -kalırsa- Samba ve Martin Olsson gibi heyecan verici oyuncuları var, fakat ben onları halen McLeish'in bahsettiği katmanlardan üçüncüsüne daha yakın görüyorum. Yeni gelenlerin çok ümitvar gözükmemesi en büyük avantajları, fakat yeni patronlar transfer döneminin geri kalanında -veya devre arasında- kesenin ağzını açmaya yanaşmazsa geçen sezonki puana ulaşmaları sürpriz olur. Kean'in de yalnızca patronların kuklası olmayı kabul etmiş bir 'içerideki adam'dan fazlası olduğunu göstermesi gerekecek.

Chelsea'ye geçersek... Son iki sezon öncesi dönemde şampiyonluk adayım onlardı, geçen sene işler diledikleri kadar iyi gitmedi. Çekirdekteki kritik birkaç ismin daha fazla devamsızlık yapmaya başlaması ve sahaya çıktıklarında da alıştığımız etki seviyesinden uzak gözükmesi hazırladı bu tabloyu. Yoksa Carlo Ancelotti'nin her zaman yaptıklarından farklı şeyler denediğini falan görmedik. Aston Villa karşısında Mikel-Lampard ikilisi, bu bölgede lig vasatının altında olmayan bir ikiliye önemli derecede üstünlük sağladı. Asya turunun şimdiye kadarki yıldızı Josh McEachran'dan da önemli derecede bir destek aldılar. Fakat Michael Essien'in uzun sürecek sakatlığı sırasında o bölgeye en azından bir rotasyon oyuncusu katmak durumundalar. Arkasından sıklıkla ah çektiğimiz Luka Modric'in işini bitirebilirlerse onlar adına rüya gibi olur. Fakat o transferi -malum sebeplerden- biraz uzaktan takip etmeyi yeğliyorum ve gördüğüm kadarıyla anlaşmaya çok yakın değiller.

Fernando Torres performansı en çok merak edilen adam belki de. Bugün topa ilk dokunuşu, aynı zamanda gol vuruşu oldu. Geçen sezon Chelsea'de hakikaten kötü bir dönem geçirmişti ama ihtiyaç duyduğunda golcü şansını da yanında bulamadığını kabul etmeliyiz. Bugün kaderinin döndüğünü hissetmiş midir, emin değilim. Fakat Nicolas Anelka'nın ilk tam sezonundaki performansının bir benzerini verebileceğini zannetmiyorum yaygın görüşün aksine. 12-14 gol civarında bir şeyler bekliyorum doğrusu. Yine de o bölgede karşılaşacağı rekabetle alakalı olarak değişebilir bu. Bugün Torres-Drogba-Anelka üçlüsünü de aynı anda sahada gördük bir süreliğine, fakat kiradan dönen harika çocuk Daniel Sturridge'in de varlığında orası biraz fazla kalabalık gibi. Zaten birçok harika çocuk gibi Sturridge de sorunlu bir profil çiziyor, bugün de kenara gelirken yeni hocasının kararını çok iyi niyetli mimiklerle karşılamadı.


Andre Villas-Boas'ın Jose Mourinho hikayesini yaşadığı doğru, fakat onun bir karbon kopyası olduğunu söylemek bence biraz ileri gitmek oluyor. Mou'nun dehasına gerçekten sahip olsaydı, Chelsea son iki senedeki gibi bu sene de şampiyonluk tahminimde öne çıkabilirdi. Ancak şu anda kariyer eğrilerinde maksimumlarını geride bırakıp aşağı doğru seyre geçen oyuncularının yerini aynı etkinlikte isimlerle doldurabilmiş gözükmüyorlar. Sturridge'den Javier Hernandez katkısı almaları ya da Modric ölçeğinde takıma seviye atlatabilecek bir oyuncuyu bağlamaları gibi dramatik değişimlerin yaşanmayacağını varsayarsak, Villas-Boas'ın zamanının gelmesi için bir süre daha beklemesi gerekeceğini tahmin ediyorum. Öte yandan -City'nin sıradaki hamlelerine göre tartışmaya açık olarak- tek gerçek rakipleri United da kendi sorunlarıyla baş etmeye çalışıyor ve onlarda da ne sonuç vereceği halen birer bilinmeyen olan bir dizi yenilik var. Bu sene tahmin yapmak pek o kadar kolay değil galiba. Ama Liverpool taraftarı müsterih olabilir. "Same as it ever was. Same as it ever was."

24 Temmuz 2011 Pazar

When the Game Was Ours #4



Hazırlık kampındaki ilk haftasında Bird, Cedric Maxwell kendisini ıslıkla "The Great White Hope"tan bölümler çalarak karşıladığında fazla önemsemedi. Bird çocukluk yıllarının tamamında French Lick'teki Valley Springs otelinde çalışan Afro-Amerikan gençlerle birlikte oynamıştı ve ırkları onun için hiçbir zaman bir anlam ifade etmemişti. 

"O zamanlar benim için önem arz eden tek şey, en iyi maçı bulabilmek ve böylece oyunumu geliştirmekti," diyor Bird.


Fakat Amerika'nın geri kalanı aynı derecede açık fikirli sayılmazdı. Magic'e göre o dönemdeki tüm beyaz oyuncular, siyah taraftarlar için sadece yanlı ve çoğunluktaki beyaz medya tarafından şişirilmeleri sayesinde oynamaya devam edebilen bir avuç yeteneksizdi. Siyah oyuncular içinse beyaz taraftarlarda disiplin altına alınamaz ve temel yetileri eksik oyuncular oldukları yönünde bir basmakalıp yerleşmişti. Afro-Amerikanlar'ın oynadığı sokak basketbolunu izlemek için para ödemek istemiyorlardı. Bird ve Magic'in lige dahil oluşu, her iki ırk hakkındaki yanlış önyargıları dağıtma noktasında çok yardımcı oldu.


Magic şehre geldiğinden beri gittiği Crenshaw Bulvarı'ndaki berber dükkanında bir gün, yaşlı müdavimlerin Bird'den bahsettiğini duyunca bir süreliğine afallar. Daha önce onların bir beyaz oyuncunun adını andığını hiç duymamıştır, efsane "Pistol Pete" Maravich dahil...


"Bunu söylemek zorundayım, o beyaz çocukta iş var," der berberi.

"Son geldiğimde sana bunu söylemiştim."

"Söyledin, ama Rockets'a karşı finalde yaptığı şovdan önce bunlara kulak asmıyordum. [Moses] Malone'u aptala çevirdi, görmedin mi?"


İddia edilene göre sıfır çevikliğe ve atletizme sahip Bird, bir final serisi sonrasında berber dükkanındaki ihtiyar heyetini kazanmayı başarmıştı. Serbest atış çizgisinden kaçırdığı bir şutunu takip ettikten sonra havada el değiştirip bıraktığı basket bunun için yeterli olmuştu.
Bu akrobatik hareket, Boston'ın 1981 şampiyonluğunun imzası haline geldi.  


Bundan kısa bir süre sonra, basketbol sahalarında 33 numaralı Bird formasını giymiş azınlıklar belirmeye başladı. Magic bunu ilk gördüğünde şaşırmıştı, biraz da gördüğü yer Los Angeles asfaltları olduğundan... Aynı dönemde [Bob] Lanier da Milwaukee'deki berber dükkanında Bird'ün kararlılığını öven eskilerle karşılaşıyordu.


"Bizim çocukların çoğu sokak basketbolundan geliyordu ve maç sırasında çok fazla ileri geri konuşulurdu," diye anlatıyor Lanier. "Sonra Bird lige giriş yaptı ve sürekli konuşuyordu. Eğer konuşuyorsan ve sonra sahada o sözlerin hakkını verebiliyorsan, korkulması gereken bir adamsındır. Ve Larry her zaman hakkını verirdi."


Bird'ün rakiplerini sözleriyle de yenme alışkanlığı, kısa sürede NBA'de herkes tarafından bilinen bir fenomen halini aldı.


Chuck Person çaylak sezonunda Christmas'a bir hafta kala takımı Pacers ile birlikte Boston Garden'a geldiğinde, yılbaşı tebrikleriyle onu bekleyen Bird ile karşılaşır.


(Çevirmen Notu: Person henüz bir çaylak olmasına rağmen, gazetecilere en çok malzeme veren Pacers oyuncusudur. Keskin şutörlüğüne hürmeten "The Rifleman" lakabını almıştır. Maçtan önce gazetecileri karşısında görünce mırıldanmaya başlar: "The Rifleman is coming, and he's going Bird hunting.")

"Senin için bir hediyem var," der maç öncesinde Person'ın yanından geçerken.


İkinci yarının sonlarına doğru Bird çapraza doğru koşusunu yapar ve kenarda oturan Pacers oyuncularının -Person da bu gruba dahil- hemen önünden üçlüğü gönderirken o tarafa doğru döner: "Merry f---ing Christmas!"


("When the Game Was Ours", J. MacMullan, p. 102 ff)

Tour de France 2011 - Cadel Evans İçin Mutlu Son


Tour de France 2011'de son sözler söylendi. Son yıllardaki en heyecanlı Tour'u izledik. Fransız Thomas Voeckler'in günlerce taşıdığı sarı mayoyu L'Alpe d'Huez'de Andy Schleck bir günlüğüne sırtına geçirdi. Ertesi gün zamana karşı etapta Cadel Evans kendisinden bekleneni gerçekleştirdi ve 2011 Tour de France'ın galibi oldu. Kariyerinde dört kere Dauphine Libere'de ve iki kere Tour'da ikinci olan Evans, 34 yaşında en büyük başarısına ulaştı. Bisikletseverler Paris'te tarihin ilk Avustralyalı Tour galibini selamlayacak.

Bu Tour'da da kazalar, kaçışlar, tırmanışlar, ama tırmanışlardan çok inişler sarı mayoyu kimin giyeceğini etkileyen başlıca faktörler oldu. Fakat en önemlisi, zamana karşı etapların Tour için ne kadar belirleyici olabileceğini tekrar hatırlamamız oldu. Son iki senedir Alberto Contador zamana karşı etaba lider giriyor ve zaten iyi olduğu bu disiplinde farkı biraz daha açarak Tour'u kazanıyordu. Bu sene ise, zamana karşı çaresizliğiyle ünlü Schleck Kardeşler ilk iki sırada bu etaba girdi. Evans ise bu disiplindeki yeteneğini ne kadar konuşturursa, üçüncülükten birinciliğe sıçramasının o kadar kolay olacağını biliyordu.

Bisikletçiler üzerinden bir preview ile açtığımız Tour 2011 dosyamızı, yine bisikletçiler üzerinden bir review ile kapatalım.

Cadel Evans

Biz onu hep başına gelen talihsizlikleriyle ve şerefli ikincilikleriyle tanıdık. Bu seneki Tour'da da favoriler arasındaydı. İlk günkü kazada zaman kaybetmeyenler arasında yer alınca bile satırlarımızı çekinerek yazdık, nazar değecek diye. 2010'da sarı mayoyu ele geçirdiği etapta dirseğini kırması, artık sözün bittiği yerdi.

Evans'ın bu seneki Tour'da talihini yenmek dışında birkaç görevi daha vardı: Lüksemburglu kardeşlerin ve İspanyol kartellerinin olduğu bir ortamda ofansif davranıp kendini heba etmemek, başkaları atak yapmayı başardığında kimseden medet ummadan kaybı en aza indirebilmek ve zamana karşı etapta kendisine yapılan tüm zorlukların acısını çıkarmak. Son görevini o kadar iyi yaptı ki, 57 saniye geriden girdiği günü 1 dakika 34 saniye önde bitirerek bu seneki çekişmelere yakışmayacak bir farkla bitirecek Tour'u. Andy kraliçe ve kral etaplarında tırmanma konusundaki klasını konuştururken, kıpkırmızı olmuş suratıyla farkları eritti, arkasına yapışıp ona yardım etmeyenlerin (edemeyenlerin) de umudu oldu. Evans çok hak etti bu zaferi. Bu kariyer, sadece 2009'da elde edilen Dünya Şampiyonluğu ile noktalansaydı yazık olacaktı.

Andy Schleck

Kariyerinin art arda üçüncü ikinciliğini kazandı. Kendisine Tour de France'ı kazandırmak, Lüksemburg girişimi Team Leopard Trek'in bu seneki başlıca amacıydı. Hatta Bahar Klasikleri'nin de kazanılamamasının ardından, takımın başarılı bir sezon geçirdiğini söyleyebilmek için son şanstı Tour. Yine olmadı. Özellikle kraliçe etabında solo şekilde yaptığı atak, bisiklet sporunda özlenen türden bir cesaretti. L'Alpe d'Huez'de ön saflarda yer alarak sarı mayoyu Tour'un bitimine iki gün kala ele geçirmeyi de başardı. Ancak zamana karşı etaplardaki zayıflığı bu sefer de başına bela oldu ve dağlarda tırnaklarıyla kazıyarak kazandığı saniyeleri, düz yolda bir triatlon bisikletinin üzerinde kaybetti. Andy hala geleceğin Tour galibi olarak gösterebileceğimiz kadar genç. Fakat zamana karşı etaplar için bir çözüm bulması gerekiyor. Tour'dan önce yaptığı açıklamalarda, triatlon bisikleti üzerinde kendisine daha uygun yeni bir pozisyon bulduğunu ve performansının artacağını söylemişti. Zaten hiç inandırıcı gelmemişti. Tour 2010'da zamana karşı disiplinde Lüksemburg ülke şampiyonu mayosuyla, bu sene de sarı mayoyla sürdü triatlon bisikletini. Taşıdığı formaların ağırlığı, elde ettiği derecelerle anlamsızlaşıyor. Biraz daha çalış Andy.

Fränk Schleck

Tarihte ilk defa iki kardeş Tour'un podyumunda aynı anda yer alacak. Birinci basamak bir yabancıya gitmiş olsa da. Fränk kardeşinin takımın tek kaptanı olduğu bir ortamda Tour'u ilk onun dışında da bitirebilirdi. Fakat bireysel çabalarıyla üst sıralarda kalmayı başardı. Yukarıda kardeşi Andy adına bahsettiğimiz zamana karşı etaplardaki çaresizlik, kendisi için de geçerli. Fakat Fränk'in esas sorunu takım içinde en azından ikinci kaptanlık unvanını elde edememesi. Bu, Klitschko Kardeşler'in birbirleriyle dövüşmemesi gibi bir şey değil. Andy ile kardeş olmasalardı, takiplerde Evans ile kolektif çalışacaktı ve Tour ikinciliği kendisinin olacaktı.


Thomas Voeckler

Gelelim Tour'un geneline baktığımızdaki esas kahramana. Fransız bisikletinin yıllardır süregelen umutsuzluğunda günlerce sarı mayoyu taşıdı. Benzer bir süreci 2004'te de yaşamıştı ama bu seferki başkaydı. Kaçış spesiyalisti diye geçerken, en büyük bisikletçilere karşı mayosunu korudu Pireneler'de. Fakat Alpler'e gelindiğinde bacakları artık çok ağırlaşmıştı. Andy'nin tek başına kaçtığı gün, Evans'ın yardımıyla ve kendi azmiyle yine sarı mayoyu 15 saniye gibi bir farkla korumayı bildi. Fakat o gün belli olmuştu Paris'e sarı renkler içinde varamayacağı. Bir ihtimal L'Alpe d'Huez'de favorilerin arkasına tutunabilir mi acaba dedik. Fakat mümkün değildi, bacakları çok ağırdı. Takım arkadaşlarına bağırıp çağırması, şu şişesini yere fırlatması da kendisi hakkındaki sempatimizi yıkamadı. Domestiği Pierre Rolland'a "Ben daha fazla savunma yapamayacağım, git beyaz mayonu kurtar" demesi de ayrı bir büyüklüktü. 2009 senesinde kendisi hakkında yazdığımız kaçışlı etap zaferleri geride kaldı, artık o da kendisini Tour'un arka plan favorilerinden biri olarak görüyor ve hazırlıklarını sarı mayo yönünde yapacağını söylüyor. Bu seneki Tour'a en çok renk katan isim Voeckler. Tour'da ilk dörde girmeyi başaran son Fransız, 2000 senesinde Christophe Moreau'ydu. Yeni yerel kahraman Paris'te en çok alkışlanan isimlerden birisi olacak.

Alberto Contador

Kariyerinde üç kere Tour'u kazanan Contador, bu sene de en büyük favoriydi aslında. Giro d'Italia'yı kazandığında, bu sene daha çok tarih yazacağı ve iki büyük turu birden kazanacağı yönünde beklentiler vardı kendisinden. Fakat bir yandan da doping suçlamalarıyla uğraşıyordu. Belki Giro'ya katılması, belki diz ağrıları, belki ilk günkü kaza, belki de hepsinin toplamı. Bu sene podyumun dışında bitiriyor Tour'u. Kendisi hala günümüzün en büyük bisikletçisi ve kendisi hakkındaki dileğim, doping konusunda suçsuzluğunun kanıtlanması.


Samuel Sanchez

Tour 2011'de Dağların Kralı, Schleck Kardeşler'e karşı Contador'un kardeşi oldu. 2008 Olimpiyat şampiyonu, altın rengi selesinin hakkını fazlasıyla veriyor. Genel klasmanda ilk başlarda çok fazla yara alsa da toparlamayı bildi. Genel klasmanda ve bu yazımızda Contador'un arkasında yer almayı bildi. Genel klasmanı düşünürken bir yandan da dağ kapılarında puan toplamayı ihmal etmedi. Kendi turunu puantiyeli mayo ve bir de etap zaferiyle süsledi. "İspanyollar her sporda iyi ya" önermesinin altında yatan nedenlerden birisi Sanchez.

Pierre Rolland

Gençler klasmanının sarı mayosu olarak nitelendirebileceğimiz beyaz mayonun sahibi. 1986 doğumlu Rolland, Fransız bisikletinin yeni umudu olabilir. Voeckler'i hiç yalnız bırakmadı. Tüm takım liderleri tek başlarına birbirlerine karşı satranç oynarken, Voeckler'in yanında hep Rolland vardı. Çoğu atakta Voeckler gidemedi, Rolland yetişti. L'Alpe d'Huez'de ise, Voeckler umutlarını tamamen kaybedince, kendisinin beyaz mayo için pedal çevirmesine izin verildi. Contador ve Sanchez işbirliğine karşı etabı kazanmayı bildi ve bu seneki tek Fransız etap zaferi de bu oldu. İleride Tour'u kazanmak istiyorsa, zamana karşı etaplar için daha çok çalışması gerekecek.

Rein Tarramäe

1987 doğumlu Estonya şampiyonu. Pierre Rolland gibi o da umut vadediyor. Zamana karşı disiplinde de güçlü olması onun için büyük avantaj. Beyaz mayoyu kaptırdı belki ama, küçülmekte olan Team Cofidis'in yarınlarının güvencesi kendisi.

23 Temmuz 2011 Cumartesi

Justin Vernon Got Game


Wisconsin çıkışlı grup Bon Iver'in üyeleri, tesisler de lokavt sebebiyle boşken memleketin takımı Milwaukee Bucks'ı ziyaret edip top tepmişler. Basketbolcuya benzer halleri yok ama ölü dönemde biraz seyirci çalarız diye düşünmüşler herhalde. Şu aşağıdaki espriyi yapmasalarmış iyiymiş de.

21 Temmuz 2011 Perşembe

Tour de France 2011 - Ve Schleck Kendini Gösterdi


Tour de France'ın 18. etabı, kraliçe etap olmasına yakışır bir coşkuda geçti. İki senedir Tour'u ikincilikle bitiren Lüksemburglu Andy Schleck kendisinden uzun süredir beklenen atağı bugün yaptı ve etaba damgasını vurdu.

Finişe 60 km kala atak yapan Schleck'e hiçbir favori cevap veremeyince, fark 4 dakikanın üzerine kadar çıktı. İçinde tüm favorilerin ve sarı mayonun bulunduğu ana grubun başlıca sorunu, Schleck'i yakalamak için aralarında sorumluluk alabilecek bir bisikletçinin bulunmayışıydı. Sonuçta işin ucunda tempoya dayanamayıp ana gruptan düşmek de vardı. Cadel Evans, cumartesi günkü zamana karşı etapta Tour'u kazanacak darbeyi vurabilmek için Schleck'e mümkün olduğunca az zaman kaybetmesi gerektiğini fark etmiş olsa gerek, sazı son kilometrelerde de olsa eline aldı ve farkı 2 dakika civarına eritmeyi başardı. Fränk Schleck de bu gruptaydı, fakat kardeşinin aleyhine olacak hiçbir girişimde bulunmadı.

Alberto Contador, Evans'ın yaptığı tempoya ayak uyduramayınca, sarı mayo grubundan da düştü. Kendisinin Tour'u kazanma şansı mucizelere kalmış durumda. Aynı durum vatandaşı Samuel Sanchez için de geçerli.

Sarı mayo Thomas Voeckler finişe vardığında, genel klasmanda Andy'den hala 15 saniye öndeydi. Etap sonunda aldığı alkışları fazlasıyla hak ediyor.

Peki Şimdi Ne Olacak?

Öncelikle genel klasmana bir göz atmanızda fayda var.

Tour'un şu an en büyük favorisi kuşkusuz Andy. Takımı Leopard Trek'in tek kaptanı olduğunu, abisinin gerekirse Andy'nin kazanması için genel klasmanda sıra düşmeyi göze alabileceği bugün kesinleşmiş oldu. Söz konusu dağlar olduğunda favoriler arasında en güçlüsü olduğunu da gösterdi. Fakat Evans'ın başka bir planı var.

Evans bugün tüm favorileri arkasında hayrına taşımadı tabi ki. Cumartesi günkü zamana karşı etapta bu seneki Tour'un galibi belli olacak. Evans ne kadar zaman spesiyalistiyse, Schleck Kardeşler de bu disiplinde o kadar kötü. Andy ile arasındaki 57 saniyeyi sırf cumartesi günü eritebilir mi bilinmez ama, kendisi bugün kaybedenler arasında en az hasara uğrayan isim. Çünkü bir ihtimal cumartesi günü telafi edebileceği kadar kaybetmiş durumda.

Umudunu kaybetmemesi gereken bir diğer isim ise Voeckler. Voeckler'in yarından itibaren yapması gereken, artık Schleck Kardeşler'in kaçmasına izin vermemek. İş cumartesi gününe kalırsa, aradaki 15 saniye bile Tour'u belirleyebilir. Voeckler de iyi bir zaman spesiyalisti değil. Fakat şimdiye kadar kendisinin zamana karşı bir etapta iyi bir derece yapma zorunluluğu olmadı. Söz konusu sarı mayoysa, Schleck Kardeşler'in çok arkasında kalacağını sanmıyorum, kalmayacağını umuyorum. Ah o dünkü terasa girip 27 saniye kaybetmeseydi.

Yarınki (21 Temmuz) L'Alpe d'Huez etabı, Tour'un kral etabı ve bugünkünden daha da dramatik sahneler yaşanabilir. Orta bölümde horse kategorisinden bir tırmanış, ardından risk alınacak upuzun bir iniş ve birinci kategoriden bir tırmanışla finiş. Cumartesi gününden önce bu etapta son sözün söylenme ihtimali var.

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Tour de France 2011 - Terasta Ne İşin Vardı Voeckler?


Tour de France'ta genel klasman mücadelesini tırmanışlar değil, (maalesef) inişler belirliyor. Tour'un İtalya'ya sapan Gap-Pinerolo etabının son tırmanışında Alberto Contador'un bir aç atak denemesi sonuçsuz kalınca, esas mücadele finişe doğru uzanan inişte başladı.

Yukarıdaki screenshot her şeyi anlatıyor. Thomas Voeckler iniş sırasında bir evin terasına girerek rakiplerinden koptu. Contador ve vatandaşı Samuel Sanchez, farklı takımlardan olmalarına rağmen dün olduğu gibi bugün de bir İspanyol karteli kurarak iniş sırasında birlikte risk aldılar. Bu tip hemşehricilikler ilk defa yaşanmıyor. Andy ve Fränk Schleck, Ivan Basso, Cadel Evans ve sarı mayo Voeckler bu tempoya ilk başta ayak uyduramayınca, iki İspanyol'un kazandığı bir gün olacak gibi gözüküyordu. Fakat Schleck Kardeşler ve Evans, kolektif bir çalışmayla Contador ve Sanchez'i son düzlükte tekrar yakalamayı başardı. Terasa giren Voeckler ve ne sorun yaşadığını bilmediğimiz Basso ise 27 saniye geriden etabı bitirebildiler. Sarı mayo hala Voeckler'de.

Etabı kaçış grubundan Team Sky'ın Norveçli bisikletçisi Edvald Boasson Hagen kazanınca, bu seneki Tour'da 4. Norveç zaferini izlemiş olduk. (İkisi Hagen'dan, diğer ikisi Thor Hushovd'dan.)

Etabın perde arkasına dair söylenecek birkaç söz var:

Pierre Rolland: 1986 doğumlu Fransız, Voeckler'in domestiği olarak şimdiye kadarki her tırmanışta onun yanındaydı. Numaraiki, kendisini geleceğin sarı mayo adayları arasında göstermekten gurur duyuyor.

Alberto Contador: Sanchez'le yaptıkları ekstrem iniş son düzlükte tekrar boşa çıkınca, Sanchez'in elini sıktı. Yapacak çok da bir şey olmadığını kabul ediyordu. Hemen ardından İngilizce bir röportaj verdi. Artık dokunulmazlığını bir kenara bırakmış.

Thomas Voeckler ve diğer Fransız bisikletçiler: Fransız etap zaferi hala gelmedi. Etabı kazanma ihtimali olan Sandy Casar ve Sylvain Chavanel kendilerine ilk beşte yer bulabildiler. Ama sarı mayo hala Fransız bir bisikletçide. Bugün kaybedilen 27 saniye, Voeckler için pek iç açıcı değil. Aslında diyorum ki, Alpler'de daha fazla vakit kaybetmese, zamana karşı etapta da Evans'tan sadece 1 dakika civarı bir fark yese ve... Neyse.

19 Temmuz 2011 Salı

Legalize Kemp


En son 2009 yazında bahsetmiştik Shawn Kemp'ten. Babanın 39 yaşındayken -inanması oldukça güç biçimde- forma girdiğini ve İtalya'nın Premiata Montegranaro takımıyla anlaştığından bahsetmiştik. NBA'deki son yılları, özellikle de Orlando'daki sezonu doksanların başındaki namına leke sürmekten başka işe yaramamıştı. 2009'a gelene kadar geçen altı senede ise Kemp, birtakım rehabilitasyon çabalarına rağmen fazla kilolarından kurtulamamış, servetinin büyük kısmını gayrimeşru çocuklarının annelerine ödediği tazminatlarla kaybetmiş ve en sonunda da yapbozun son parçası olmaya çok uygun düşen bir şekilde marihuana bulundurmaktan tutuklanmıştı. Doğrusu kariyerine geri dönüş yapmasını beklemek akıl sınırlarını biraz zorluyordu. Fakat Montegranaro takımının sportif direktörüyle olan arkadaşlığı ve yılan hikayesine dönmüş geri dönüş planlarını bir ölçüde gerçekleştirmek adına bu hareketi yaptı. Ya da sadece manşet olduğu günlerin özlemini duyduğu için... Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Zira takımla üç hazırlık maçına çıktıktan sonra, kasırgadan etkilenen Houston'daki evinin bakımını sağlamak için acı vatana dönüyordu.

Gayrimeşru çocuk hikayesi bayağı popüler ve yazar-yorumcu takımının kapsamla uyumundan bağımsız olarak gönderme yapmaktan hoşlandığı bir hikaye. O yüzden daha fazla çekiştirip uzatmayacağım. Fakat şu anda mahkemelerce onandığı kadarıyla -elimize ulaşan son rakamlara göre- 9 farklı kadından 11 yasa dışı çocuk yapmış durumda Kemp. Bahse konu annelerden bir tanesi eski WWE divalarından Nikki Giavasis ve bu ablamız Chris Benoit'nın tartışmalı ölümünde pay sahibi olduğu öne sürülen biri. Kemp aşk adamı olmayı biraz fazla abartmış ve ortaya pek tekin olmayan bir portföy de çıkarmış yani. Yine de bu konuda yetmişlerin iyi guardlarından Calvin Murphy'nin 14 gayrimeşru çocukluk rekoruna ulaşması pek kolay değil. Her neyse... 2009 yazında Reign Man bu beklenmedik geri dönüşü hazırlarken, saçtığı tohumlardan biri de önemli kolejlerden burs teklifi alan bir basketbolcu adayı haline gelmişti. Bu onur listesine adını ilk sıradan yazdırmış, en büyük çocuk Shawn Kemp Jr. bahsettiğimiz.


Hikaye şu ki, 2009 liseli sınıfında birçok saygın site tarafından Top 100 içerisinde gösterilen Kemp Jr. Philadelphia'daki Reebok All-American Camp'e davet edilir, antrenörlerden biri yanına gelir ve şu dialog gerçekleşir.

- Dan Jennings?
- ...
- What's your name, kid?
- Shawn Kemp.
- What's your name?
- Shawn Kemp.
- You ain't Shawn Kemp.

Aslında yüzündeki ifadeye, hafif şekilsiz kulaklara bakıldığı zaman çaylak sezonunda ligi kasıp kavuran Sonics efsanesiyle benzerliği görmek çok zor değil. Fakat biraz radar altı kaldığını da hesaba katarsak inanılabilir bir hikaye. O dönemlerde ESPNU ve rivals.com listelerindeki yeri 70-80 arasında değişmekteydi ve her ne kadar işaretler birkaç sene içerisinde bir 7-footer haline gelebileceğini gösterse de yapılan iyi yorumlar elde olandan çok, ileride olabilecekler üzerinden güç alıyordu. (7-footer muhabbeti de lisede takıma almadan önce bacaklardaki kılları kontrol eden beden eğitimi hocalarından çıkıyordu zaten. Kanat genişliği 7-1, bacakları ise şimdiden 19 numaraydı ve babası da uzundu. Bu üçü yeterli, öyle değil mi?) Bugün Kemp Jr.'ın boyu 6-9 gösteriliyor ve -bundan birkaç sene önce düşünüldüğü gibi- 5 numarada oynaması çok kolay değil. Ancak hakkındaki en büyük çekince bu değil. 2009 yazında Alabama, Georgia, Ole Miss ve Cincinnati gibi iyi programlardan burs teklifi alan ve bunlardan ilkini tercih eden Kemp Jr. şöhretin ilk ışıklarıyla karşı karşıya görünüyordu. Alabama tercihini eve -yani annesiyle birlikte çocukluğundan beri yaşadığı Georgia'ya- yakın olmak istemesiyle açıklıyordu. Anlaşılan anneyle birlikte yaşamak hepimiz gibi onu da baymıştı ve o kadar da yakın olmak istemiyordu ki daha yakın seçeneklere yönelmedi. Fakat bu dört programdan gelen burs tekliflerinden çok daha fiyakalı olan, daha uzak diyarlardan Washington ve Indiana'nın da kendisiyle ilgilendiklerinin yazılıp çizilmesiydi.


Fakat işler beklendiği gibi gitmedi ve Kemp Jr. önce Alabama'da, sonra da transfer olduğu Auburn'de akademik olarak yeterlik gösteremediği için parkeye çıkamadı. Aslında freshman sezonu olması gereken 2009-10 sezonunu askeri bir ara kademe okulunda geçirip en azından paslanmamaya çalıştı, fakat geçen sezon bunu bile yapamadı ve basketboldan tamamen koptu. Bunun basketbola ancak sekizinci sınıfta başlayabilmiş biri için, önemli bir geri adım olacağı tahminini yapmak kötü niyet gerektirmiyor. Yeteneği konusunda da insanlar eskisi kadar yüksekten uçmuyor. Eski coachları elbette onu pohpohlamaya devam ediyorlar, ancak bu tip adamların ulusal basına çıkabilmesi ancak bu şekilde mümkün olabildiğinden onların söylediklerine fazla itimat etmemek gerek. Şu anda babadan aldığı genlere teşekkür etmesini gerektiren üstün bir atletizmle donandığını söyleyebiliriz. İzlediklerimiz gösteriyor ki, buna patlayıcı gücünü de eklemeliyiz. Fakat oyununun diğer yanlarında tamamlanması gereken milyonlarca şey olduğu da açık. Test kitapları arasında geçen bir kışın üzerine bu hamlığın yeni bir boyut kazanması da beklenebilir. Ancak Washington'ın başındaki Lorenzo Romar'ın son yıllarda NBA'e gönderdiği topçuları düşününce... Ona güvenmezsek kime güveneceğiz? Romar yeni müstahdeminin şu anda 120 kilo çektiğini, ama antrenmanlar başladıktan sonra sezona 10-15 kilo daha hafif girmesini umduğunu belirtiyor. Benim bu seneki Nike Hoop Summit kadrosu içindeki favorilerimden oyun kurucu Tony Wroten Jr. başta, yine birçok yakışıklı prospect ile imzalayan Romar'ın elinin en zayıf olduğu nokta pota altı rotasyonu gibi gözüküyor. Yani bu çocuğun en azından kolej kariyerinin, babasınınkinin üzerinde seyretmesine ihtiyacı olacak. Birkaç aylık Kentucky macerasının sonunda, takım arkadaşlarının altın zincirlerini çaldığı gerekçesiyle takımdan kovulan Kemp Sr. çocuğu için çıtayı çok yukarı koymuyor.

Mikrofonlarımızı zamanında Auburn'de coachluğunu yapmış Jeff Lebo'ya uzatıyoruz. Romar'ın bayağı yakın arkadaşı olduğunu düşünürsek, gözden iyice düşmüş bu çocuğun yeniden UWash gibi bir programın ilgisini çekmesinde önemli rol oynamış olmalı.

"Shawn Kemp has tremendous upside. He can shoot the ball from the perimeter and has a legitimate low post game. Shawn is a kid who has really unlimited potential to go certainly to the next level with his play. He can block shots. He can run."


Babasıyla ilişkilerini de merak ediyor olabilirsiniz, zira Kemp Sr. insanlığın gördüğü en şefkatli baba olarak tanınmıyor. Kemp ile henüz 19 yaşında bir çaylakken tanışan Genay Doyal, iki yıllık bir ilişki sonrasında bir erkek çocuğa hamile kalıyor. Evli olmamalarına rağmen çocuklarına Shawn ismini koyuyorlar. Shawn Jr. iki yıl Sonics maçlarına gelip gittikten sonra, etrafında dönenlerin pek de farkında olmadan 1996'da -yani beş yaşındayken- annesiyle birlikte dümeni doğu yakasına kırıyor ve Georgia'ya taşınıyorlar. Çiftin ayrıldığı 1994 senesinden sonraki ilk baba-oğul buluşması, ancak 2000 sezonunda gerçekleşebiliyor. Senaryo şu: Babasını bir kez daha -ve bu sefer biraz daha bilinçli olarak- seyretmek isteyen küçük, Atlanta-Cleveland maçına gider. Babasını bulur, ancak takım otobüsü Cleveland'a geri dönmek üzere yola çıkıncaya kadar sadece 15 dakika konuşabilirler. Kemp Sr.'ın bunca kötü repütasyonu nasıl elde ettiğini sanmıştınız? Ancak uyuşturucu ve silah muhabbetinden ikinci içeri girişi sonrasında -genelde insanlar orada hayatlarının üzerine düşünebiliyorlar- bu sefer bağlantıyı kuran Kemp Sr. olur ve o günden sonra her yaz oğluyla sahaya çıkıp antrenman yapmaya başlar... En azından burada bir mutlu sondan bahsedebiliriz.


Kemp Jr.'ın bir de Avrupa'da journeyman kariyeri yaşayan bir eski basketbolcu dayısı var. Tayvan'da, Japonya'da, Fransa ve İspanya'nın genellikle alt liglerinde ve Almanya'da Bremerhaven'da forma giymiş. Bir ara Fransa'da Slam Dunk şampiyonluğu var, kariyerinin sonunda da L'Hospitalet takımında Serge Ibaka'nın takım arkadaşı olmuş. Pek parlak bir kariyer değil, ancak o da yeğeniyle top atmaya bayağı meraklı. Kemp Jr. için hayat 19 yaşından sonra olması gerekenden bayağı yavaş ilerlemiş, ancak bu birçok kişi için geçerli olabiliyor. Şu anda yaz okulunda dirsek çürütmekteymiş, babası gibi eşek olmamak için okuyacaktır. Daha sonra da 40 numaralı ve arkasında Kemp yazan bir formayla Seattle'daki en iyi kolej takımında sahaya çıkmak gibi büyük bir şans onu bekliyor. Salonda binlerce akrabası olacak. (Bir Cengiz Han esprisi kaçınılmazdı.) Romar gibi bir adamın desteğinin ne kadar değerli olduğunu da fark ederse, dayısından iyi babasından kötü bir kariyer elde etmemesi için hiçbir sebep yok. Eğlenceli çocuk, MySpace'ten gelen mesajlarla tanıdığı üvey kardeşleriyle ilişkisini de şöyle anlatmış:

"I guess they just went on and searched. I got a message saying, 'I'm your brother,' and I was like, 'Oh, OK.'"

16 Temmuz 2011 Cumartesi

Tour de France 2011 - Voeckler İki Gün Daha Sarı


Tour de France'ın 14. etabı, Pireneler'deki son etap olması nedeniyle genel klasman açısından büyük önem taşıyordu. Son 16 kilometredeki 1200 metrelik tırmanışta sarı mayo Thomas Voeckler, diğer genel klasman favorileri ve birkaç etap zaferi akbabasından oluşan grup büyük bir taktik savaşına sahne oldu.

Grup içerisinde atak yapan sürekli Andy Schleck oldu. Fakat bu sene favoriler arasında çok da fazla bir güç farkı kalmamış olacak ki, bir türlü kendisini gruptan koparamadı, kontra bir atakla da karşılaşmadı. Andy milletin psikolojisini bozmaya çalışıyor, aslında sonlara doğru ağabeyi Fränk Schleck esas atağı yapacak diye beklerken ondan da bir şey gelmedi. Alberto Contador ve Cadel Evans da defansif bir taktik izleyince, atak yapmak Numaraiki'nin gönül favorisi Ivan Basso'ya düştü. Fakat Basso'nun en önde pedal çevirirken atak yapmaktan çok tempoyu kontrol etmek ister gibi bir hali vardı. Tüm beraberlik ortamında en çok tebrik edilmesi gereken isim ise sarı mayonun sahibi Thomas Voeckler. Aslında pek de ait olmadığı bir ortamda, tüm ataklara cevap vermeyi başardı. Yarınki (17 Temmuz) sprint etabında büyük bir aksilik yaşamazsa, pazartesi gününün de dinlenme günü olduğunu düşünürsek, sarı mayo en az iki gün daha kendisinde kalacak. Dileğimiz onur yolculuğunun Paris'e kadar devam etmesi.

Bir tebriği de Voeckler'in takımı Team Europcar hakediyor. Yukarıda bahsettiğim son tırmanıştaki favoriler grubu oluştuğunda, yanında domestiği olan tek isim Voeckler'di. (Schleck Kardeşler de aynı takımda tabi ama birbirlerinin domestikleri olduklarını söyleyemeyiz.) Pierre Rolland, zaman zaman kontrolü ele alarak temponun kaptanının istediği gibi gitmesini sağladı. (Gruptaki diğer hiçbir favorinin böyle bir lüksü yoktu.) İsim değişikliği bu Fransız takımına yaramış.

Etabı, Team Omega Pharma-Lotto'dan Belçikalı Jelle Vanendert kazandı. Kendisi grup içinde etap zaferi için bekleyen akbabalardandı. Genel klasmana oynamadığı için yaptığı atağa kimse karşılık vermedi ve son kilometrelerde solo bir sürüşle etabı kazandı. Hala Fransız bisikletçilerden bir etap zaferi gelmedi, ama sarı mayo bir Fransız'da ve 'acaba' diye düşünmek çok da hayalperestçe olmaz.

14 Temmuz 2011 Perşembe

Tour de France 2011 - Devrimin Yıldönümünde


Tour de France 2011, dağlara taşındı. Kazalar yüzünden gölgede kaldığını düşündüğüm Tour'un ilk yarısının ardından, Pireneler'de genel klasman dengeleri yavaş yavaş belli oluyor.

İbretlik trafik kazalarını aratmayan olayların yaşandığı 9. etapta (10 Temmuz), kaçış spesiyalisti Fransız Thomas Voeckler ana gruba büyük bir fark atarak sarı mayoyu ele geçirmişti.

Gerçek tırmanışların başladığı bugünkü etap, Fransa'nın ulusal bayramına denk gelmesi nedeniyle ayrı bir önem taşıyordu. Fransız bir bisikletçi kazanamadı belki ama Voeckler, liderin 50 saniye gerisinde 9. sırada finişe ulaşarak sarı mayosunu korumayı bildi. Bir kaçış spesiyalistinin dağ etabında bu kadar güçlü bir şekilde mayosunu savunabilmesi, günün en takdire şayan performansı fikrimce. Takımı Team Europcar, geçen senelerdeki Team Bbox Bouygues Telecom'un devamı. Takımın yeni ismi ve renkleri için bundan daha iyi bir ilk Tour olamazdı.

Etabı, şimdiye kadar şansızlıklarla boğuşan İspanyol Samuel Sanchez kazandı. Genel klasman için daha önceden aldığı yaraların bir kısmını sarsa da, onun adına daha sevindirici olanı Dağların Kralı klasmanında puantiyeli mayoyu sırtına geçirmesi oldu.

Gelelim Tour'un en büyük favorilerine. İşler biraz karıştığı için öncelikle etap sonucuna ve genel klasmanın durumuna bir göz atmanızı öneririm. Fränk Schleck, kardeşinin iyi niyetli destekçisi olmaktansa, kendi kariyeri için pedal çevirmeye başlamışa benziyor. İçinde kardeşinin de bulunduğu gruplara karşı ataklar yapıyor, yakalanmıyor ve takımda bir kaptanın da kendisi olduğunu hatırlatıyor artık. Andy Schleck, hemen herkesin şanssızlık yaşadığı şu günlerde hala en büyük favorilerden biri olarak kalmayı başardı. Cadel Evans'a gelince, hakkında bir şey yazarken nazar değdirmekten korkuyorum. 2009'da Dünya Şampiyonu olduğunda hüngür hüngür ağlamıştı, bir sinir boşalması gibiydi. Benzer bir sahneyi Paris'te de görmemiz ihtimaller dahilinde. Alberto Contador ise, yok şike soruşturmasıydı, yok diz ağrısıydı derken, genel klasmanın zayıf halkaları arasında şimdilik. Ondan daha iyi durumda olan ise, şahsımın favoriler arasında görmek istediği Ivan Basso.

Yazımızı bitirmeden sprinter Mark Cavendish hakkındaki düşük beklentilerimizi geri alalım. Gayet iyi bir Tour geçiriyor ve yeşil mayoyu elinde bulunduruyor. Paris'e kadar savunabilecek mi bilemem ama, beklediğimden daha iyi bir Tour geçirdiği kesin.

Dağ etapları devam ediyor. Yarınki (15 Temmuz) etap, horse kategorisinden bir tırmanış içeriyor ve bu tırmanışın inisiyle son buluyor. Etap tahminimize gelince: "O Teoman benim yanımda Numaraiki şefimiz Cem'e öyle vuracak var ya, o Teoman'ı arabanın torpidosuna sokarım."

13 Temmuz 2011 Çarşamba

Sarı Tebessüm

[...]

Uzunca bir not:

Sarı tebessüm, Murathan Mungan'ın yazdığı "Şairin Romanı"ndan alınmış hoş bir betimlemedir. Çiçekçilerin, güllere renklerine göre anlam yüklemeleri gibi, insan davranışlarının da bir rengi olmalı yüzlerine yansıyan.

Örneğin, miting alanlarındaki, "Güzel günler göreceğiz çocuklar, güneşli güzel günler / Motorları maviliklere süreceğiz" derken devrimcilerin yüzüne yansıyan mavi ile aynı şiiri daha dün İstanbul'da seslendiren Fenerbahçeli taraftarın yüzüne yansıyan mavi aynı olabilir mi?

Şairin dediği gibi renkler de kirleniyor, yüzler de. Metin Lokumcu'ya ait Adli Tıp raporunu hazırlayanların yüzlerine yansıyan bir renk var mıdır örneğin? Renk için ışık gerek. Ruhu ışıksız, izbe kişiliklerin inanıyorum ki ne yüzü olabilir, ne de o yüzlere yansıyacak bir renk.

Yazık!..

Kemal ULUSALER
BirGün, 13 Temmuz 2011

12 Temmuz 2011 Salı

2012 Yılında 20 Yaşına Basacak Olan Yunus


Geçtiğimiz hafta içerisinde Riga'da U19 Dünya Basketbol Şampiyonası heyecanı vardı. Heyecanı fişekleyenlerse ev sahibi taraftardan çok -Bülend Özveren'in hepimizin kafasına vura vura öğrettiği gibi- Letonya'nın güney komşusu olan Litvanya'dan gelen basketbol aşıklarıydı. Sonunda şampiyonluğa ulaştılar ve ülkenin en büyük cevherlerinden Jonas Valanciunas'ı 23 sayı, 13.9 rebound ile bitirdiği bir turnuvadan sonra yerecek değilim, fakat buradan dış basına servisi yapanların neredeyse tümünün Litvanyalı olduğunu göz önüne almak da önemli. Yeni bir Arvydas Sabonis çıktığı gibi bir yanılgıya kapılmamak adına...

Jonas'ın burada çok da vasat olmayan uzunlar karşısında yakaladığı rakamlar gerçekten de takdiri hak ediyor. Öncelikle herkesin gözlerini üzerine çevirdiği bir ortamda, Amerikalılar dahi 'koşun koşun, bizim yeni çocuğun maçı varmış' diye birbirleriyle yayın paylaşırken psikolojik kararlılığını hemen hiç elden bırakmadı. Açıkçası başına daha fazla dert açmasını beklediğim faul problemi bile çok fazla endişe konusu olmadı. (Yine de bir üst seviyeye geçişte, bundan en azından bir süreliğine muzdarip olmaması beni şaşırtır. Nerede duracağını henüz tam olarak kestiremiyor ve kolları fazla aktif.) Spot ışıkları böylesine yoğun biçimde üzerindeyken, takımının lideri olduğunu maçların en kritik dakikalarında göstermekten geri durmaması olumluydu. Burada kendi yeteneklerine rağmen, uzununu kullanma konusunda ekstra istekli olan oyun kurucusu Vytenis Cizauskas'tan da önemli bir yardım aldığını söylemeliyiz. (Ayak çabukluğu biraz kaygı veriyor insana ilk bakışta, ama gençliğinde Sarunas Jasikevicius'u yakından izlediği belli. Belki onlarda da "Altyapılardaki gençlerimiz bu hareketleri dikkatli izlesinler" diye uyaran bir İsmet Badem vardı.) Genel olarak ilk yarılarda maç istatistiği yapıp, ikinci yarılarda ayağını frene götürdüğünü gördük ancak Litvanya'nın çoğu maçta rakiplerine henüz ilk yarıda vurup geçmesinin doğal sonucuydu bu. Antipatik olmak uğruna ikinci yarılarda da hücumu forse etmeyi seçip, zaten direnci düşmüş rakiplerinin üzerinden Wilt Chamberlain istatistiklerine götürebilirdi işi. Özellikle bu tip altyapı turnuvalarındaki bu ortamlar, bir yıldız adayının karakterini kestirme noktasında önemli fırsatlar sunar. Jonas bu testi de geçti.


Oyununun gösterdiği güçlü yanlar, geçen sezon Lietuvos Rytas'ta bulduğu sürelerde onu özel olarak kesenlerin not düştüklerinden pek de farklılık göstermiyordu. Fakat beni düzenli olarak gelen 20-20 performansları sırasında dahi hayal kırıklığına uğratabilen bir yönü vardı dikkat çekmek istediğim. Daha önce iyi bir hustle oyuncusu olarak nitelediğim ve oyunun her anını aynı yoğunlukta yaşadığını gözlemlediğim Jonas, bazı maçlarda savunmada çok fazla kaçak dövüştü. Ribolara ve bloklara yoğunlaşırken, bire bir savunmada aynı etkinliği göstermesini engelleyen bir mantalitenin etkisindeydi. Örnekse çeyrek finalde eşleştiği ve 1993 jenerasyonunun en iyi uzunu olarak gösterilen -hatta Eurohopes tüm Avrupalılar arasında 1 numaraya koymuş- Przemyslaw Karnowski karşısındaki savunmasına bakabiliriz. Leh uzun o gün standartlarının çok altında bir hücum başlangıcı yapıp, toy dönemlerindeki Nedim Dal'ın bile gıptayla seyredeceği 4/16 gibi bir şut yüzdesiyle girdi maça. Bunların el üstünden atılmış orta mesafe şutlar olduğunu düşünmeyin, 10 tanesi falan Jonas'ı ekarte ettikten sonra içine çok kolay bırakması gereken toplardı. Maç sonunda biraz daha ritme girip 7/21 seviyesine çeken Karnowski, kaptan Michal Michalak'a maçın başından beri beklediği yardım elini uzatan adam olmuşa benziyordu ki sakar bir beşinci faulle kendisini saf dışı bıraktı. Onun da kumaşı iyi aslında, normalde de bu kadar kötü bir bitirici değil. (Son gün pota altında çok zayıf olmayan Hırvatlar'a karşı 11/17 ile 29 sayı buldu mesela.) Zamanında bizim Oğuz Savaş'ta gördüğümüz sendromun bir benzeri geldi başına galiba ama atletizmi çok ışık vermiyor -düztaban bile olabilir- bu yüzden Avrupa için daha uygun bir topçu gibi. Valanciunas bu maçı da 26-24 ile kapamasına rağmen birkaç önemli soru işareti bıraktı yani, o yüzden rakamlara çok çabuk kanmamak gerek. Karnowski'nin atletik handikaplarını bilmek belki o 24 reboundu da normalleştirecektir gözünüzde, turnuva boyunca Polonya'nın rebound lideri de şutör guard Michalak oldu zaten.


23-14 evin arka bahçesinde de yapılsa düğmeleri ilikletecek bir performans hakikaten. Fakat lokavt döneminde işsizlik korkusu çeken, 'yarın gazeteye hangi manşeti atacağız bakalım' diye kıvranan bazı Amerikan yazarlarından sizi korumak da benim görevim. Ya da tarafsız ama fazla heyecanlı bulduğum Jonathan Givony gibilerinden... Bu hedefe yönelik kullanılan hileli cümlelerden en popülerini mercek altına alalım:

"Valanciunas bu seviyede bu istatistikleri yapan ikinci oyuncu. Daha önce 2003'te Andrew Bogut 26.3 sayı-17 rebound ile oynamıştı, o günden beri böyle dominant bir uzun görmemiştik."

Evet, bu seviye ile kastettiğimiz sadece ve sadece U19 seviyesiyse söylediğiniz doğru. Geçen sezon Beşiktaş forması giyen bir başka Avustralyalı A.J. Ogilvy'nin yaptığı 22-10 da bu denli göz ardı edilmeyi muhtemelen hak etmiyor, fakat sizin meramınıza hizmet etmediği için bunu yok saymanızı kabul edebilirim. Sonuçta bir dönem Vandy'de vadettiklerinin çoğunu yerine getirememiş ve sürgüne zorlanmış bir adam Ogilvy. Fakat henüz dört sene önce Madrid'deki U18 Avrupa Basketbol Şampiyonası'nda Kosta Koufos'un yakaladığı 26.5 sayı, 13 rebound ve 3.5 blok ortalamalarını yok saymak için tartışmalı bir "bu seviye" tanımından fazlasına ihtiyacınız var. Ben kül yutmam! Koufos o turnuvada Valanciunas'ın karşılaştığı uzunlardan daha kötüleriyle karşılaşmamıştı. Örneğin Litvanya'ya karşı 37-20 yaptığında karşısındaki uzunlardan biri bu sene lotaryadan seçilen -kontratındaki sıkıntı olmasa Valanciunas'ın bu kadar gerisine düşmesi de beklenmeyen- Donatas Motiejunas'tı. Ya da Sırbistan maçını domine ederken bu sene draft edilen bir başka isim Milan Macvan'a karşı 33-13 yapmıştı.


Bugün Koufos şu lokavt ortamında dahi Avrupa'dan çok fazla rağbet göremeyen, bench sonunda size 6 faulden fazlasını verecek bir fizikten fazlası olmasını beklerseniz hayal kırıklığına uğrayacağınız bir uzuna dönüştü. Bu yolda öyle majör bir sakatlık geçirdiğini de söyleyemiyoruz. Yani aslında bu seviyede Jonas'ın yaptığına benzer rakamları yapan son oyuncu, NBA'de geçirdiği dört sezonda sadece 9 maça ilk beş çıktı. Ortalamalarıysa 3.5 sayı ve 2.5 rebound olarak şekillendi, 35-25 değil... Üzücü olan bir diğer durumsa, bu performanslar üzerine Valanciunas'a 'biggest steal of this draft' etiketini yapıştırmakta beis görmeyen bir grup yazarın birkaç ay önce Enes Kanter'in 2009 yazında Metz'de yaptığı 18-16 ortalamaları hakkında derin şüpheler duyuyor olmalarıydı. Bu rakamların yeterince rekabetçi bir ortamda yapılmadığını, karşısında Enes'i fiziken rahatsız edebilecek düzeyde birilerinin olmadığını sıralamak için nasıl da can atıyordunuz Jonathan? Evet altyapılarda bir oyuncunun 18 ve 19 yaşındaki halleri farklılık gösterebilir, 28-29 arasındaki farka benzemez örneğin. Ancak Valanciunas'a U19 seviyesinde yaptıklarıyla o etiketi bahşedebiliyorsanız -beşinci sıradan seçilmiş bir de bu adam, bahse konu etiket fazla iddialı- U18 seviyesinde Valanciunas'a karşı 35-19 yapan Kanter için 'birtakım lise maçları dışında yorumlarımızı üzerine inşa edebileceğimiz tek bir materyal sunmuyor' demeniz tarafsızlığınızın sorgulanmasına yol açabilir.

Öte yandan Valanciunas'ın yeni bir Koufos olacağını hiç zannetmiyorum. Basketbol hukukundaki adi karinelerden biridir: "Rebounding translates." Tek başına Jonas'ın bu alandaki üstün yetileri bile onu iyi birkaç kontrata götürecektir. Fakat Bogut gibi bir hücum portföyü oluşturabilmesine de hiç ihtimal vermiyorum. Şu anda şampiyonanın birinde, çok farklı zamanlarda ve çok farklı şartlar altında benzer istatistikler yapmış olmaları dışında elle tutulur fazla ortaklık da bulamıyorum oyunlarında. Sıkça yapılan Andris Biedrins kıyası ise güzel bir kıyas, oradan devam edelim. Hiç olmazsa 2 yaklaşık falan çıkar.


Fakat Jonas'ı bekleyen en büyük açmaz -diğer çaylaklardan farksız olarak- NBA'in gelecek sezonunun üzerine çöken lokavt bulutları. Rekabetçi basketbol oynamadığı her yeni gün onun gelişimini bir adım geri götürmeye namzet. Enes açısından bakınca durum daha da sancılı belki, fakat kalıplı NBA uzunlarıyla biraz idman yapması bire bir savunmasını yeterli düzeye çekebilmesi ve çaylak hatalarıyla çok zaman kaybetmemesi için kritik olacaktı Jonas adına. Ve Jonas buna her şeye rağmen Enes'ten daha fazla ihtiyaç duyuyordu.

NBA için iyi bir savunmacı profiline dönüşmesi yolunda yukarıdaki çekinceleri beraberinde taşıyan bir adam için Toronto'nun doğru adres olduğunu söylemek hayli zor olurdu. Bu yazdan önce... Dwane Casey onun için büyük bir şans. (Ülke basketbolu için de çok büyük şans. Kanada'nın bütün altyapıları Casey'nin emrine sunulmalı, bu şans kullanılmalı.)

Eski Ahit'e göre Yunus Peygamber (Jonas), Tanrı'nın Nineve'ye gitmesi yönündeki emrine karşı çıkıp Tarşiş'e gitmeye kalkınca gemisi fırtınaya tutulur ve bunun üzerine tayfalarınca denize atılır. Denizde büyük bir balık (Matta'ya göre balina) onu yutar, balığın karnında üç gün kalan Jonas tövbe edip yakarınca Tanrı'nın emriyle balık onu karaya kusar. Lokavt üç gün sürmeyecek, Jonas'ın yakarışlarının da sürece yardımcı olacağını sanmıyorum. Fakat balinanın midesinde geçireceği zamanda yapacakları çok önemli. Bu balina olmaya en yakın isim belli ki Casey... Takımın savunma alışkanlıklarını değiştirmek, daha doğrusu takımdaki savunmama alışkanlığını kırmak istiyorsa işlere bu çocukla başlaması yerinde olur. Eğer Jonas'ın pisliklerinden arınmasını sağlayacaksa, Casey'nin karnında geçecek bu lokavt süreci yararlı bile olabilir.


Bu da son metaforumu okurkenki ifadesiymiş Valanciunas'ın, ne dese haklı... Turnuvada göze çarpan diğer yetenekleri de ayrı bir yazıda derlerim.

Güncelleme: Savaş Birdal uyandırdı. Ben buyout sorunun çözülmesini çok yanlış anlamışım, gelecek sezonu her halükarda Litvanya'da geçirecekmiş Valanciunas. Gitti balina metaforu işte...

9 Temmuz 2011 Cumartesi

Sahip


Mavericks taraftarı profil resmi yapsın. Buna da 'önemli olan senin inanıp inanmaman' kafasıyla yaklaşacak adamların çıkagelmesinden korkuyorum...

Kaynak 1: Deadspin
Kaynak 2: @CetDikmen

Lokavt


- Filtreli Gauloises, lütfen.
- 1.90, lütfen.
- 1.90 mı? Dün 1.70'ti.
- Zam geldi. Her şeyin fiyatı artıyor.


"Bütün bilgeliğimiz aşağılık önyargılardan oluşur; geleneklerimiz kölelik, sınırlama ve baskıdan ibarettir. Uygar insan köle olarak doğar, yaşar ve ölür; doğduğunda kundağa sarılır, öldüğünde tabuta konur. İnsanlığını korudukça, kurumlarımız tarafından zincire vurulur..."


- Seni marullar arasında düşünemiyorum.
- Neden? Ben de seni makineler ve patron müsveddeleri arasında düşünemiyorum. Kutsal işyerinde. Seni yiyip bitiriyorlar Mathilde. Karımı yutuyorlar. Sonunda hepimiz düşmanlarımızın organlarına dönüşüyoruz, onların bağırsaklarına, taşaklarına... Karınları doyunca da, beni sokağa attıkları gibi seni de fırlatıp atacaklar.



- Siz ne iş yaparsınız?
- Ben kol işçisiyim.

- Nasıl yani?

- Kol emeği veya iş de diyebilirsin. Ben emeğim. O yüzden ücretimi ödeyerek beni çalıştırırsın. Üç aydır işsizim. İki çocuğum, bir de evlat edindiğim üçüncüsü var.
- Sen emeksen, ben neyim sana göre?

- Pek o kadar sermayeye benzemiyorsun.



"Evet, bunlar tarihten parçalar. Bunlara ne isim vereceğiz? Saatler mi? Onyıllar mı? Yüzyıllar mı? Bunların hepsi aynı şeydir ve zaman hiç durmaz. Sucuk patates püresi ile birlikte yenir. Zaman sucuk mudur? Darwin öyle düşünüyordu, gerçi sucuğun bir ucundan doldurulan malzeme öteki ucuna değişmişti. Marx günün birinde kimsenin sucuk yemeyeceğini düşünmüştü. Einstein ve Planck sucuğun derisini çıkarttılar ve sucuğun biçimi bozuldu."


"O evi dolduracak kadar kalabalık değiliz. Bana bir çocuk vermenin zamanı geldi. Boş mekanlardan hoşlanmam. Karnımın boş olmasından, memelerimin boş olmasından hoşlanmıyorum. Fethedilmek, dolup taşmak istiyorum. Mathieu, dokuz ay sonra böyle kocaman olacağım."


- Kahve içiyorsun... Hadi gel sana viski ısmarlayayım.
- Hayır, teşekkür ederim.
- Hadi! Artık devrimciler bile viski içiyor.


- Eminim ki zengin hippiler için ucuz turlar düzenliyorsundur. Veya Tanrı'yı arıyorsun.
- Buldum bile.

- Neye benziyor?
- O burada. Tanrı, ayakta sevişirken senin kafatasının tepesindeki nilüfer çiçeğini açtıran o sessiz patlamada. Öyle ki sen tohumunu tutup onun belkemiğinden yukarı her şeyi aşarak buraya yükselmesini sağlıyorsun. Büyük boşluğu yaratan bütün enerjilerin bileşkesi, amacı olmayan düşünce.

- Vay be! Kaba deyimiyle ikiye bölen cinsten sikiş desene!


- Politikayla ilgileniyorsunuz.
- Artık politikayla ilgilenmeye değmez.


Paranı hiç harcamazsan,
Arpan kalır her zaman.
Sakin olur hiç yanmazsan,
Mümkün değil kül olman.
Yalarsan tekme atan çizmeyi,
Hissetmezsin boynundaki ipi;
Sürünürsen yerlerde,
Parçalanmazsın hiç değilse.
Peki niye niye niye,
NEREDEN İNANDIN UÇABİLECEĞİNE?


- Peki rulet?
- Rulet mi? Rulet ölüm demek, zamanın duruşu, şans, Allah Baba'nın küçük bir topun içinde uzun beyaz sakalıyla her şeye hakim olduğu tek yer demek.
- Yani rulette kazanıyor musun?
- Hayır, kaybediyorum. Herkes kumarhaneye kaybetmeye gider. Kimse farkında değildir ama, en derin bilinçaltı istekleri kaybeden kişi olmaktır. Gerçek mutluluk her şeyi kaybetmektir.


- Emniyet kemerini bağlamamışsın.
- Sen de. Üstelik sigara da içiyorsun.
- Sigara içmek yasak mı?
- Hayır. Önümüzdeki yıla kadar değil.
- Peki ondan sonraki yıl?
- Ondan sonraki yıl arabadaki radyoyu dinlemeyeceğiz.
- Peki ondan sonraki yıl?
- Ondan sonraki yıl arabada kimse konuşmayacak.
- Peki ondan sonra ne olacak?
- Kimse hayal kurmayacak. Ondan sonra da savaş çıkacak. Daha doğrusu faşizm gelecek.


- Bay Certoux siz misiniz?
- Hayır, ben pislikler kralıyım. Ama isterseniz sizi Bay Certoux'ya götürebilirim.
- Peki.


"Suyun hissettiği bir şey var mıdır? Peki ya kaynıyorsa?"


- Gene geçmiş özlemi. Odun ocağı! Yaşlı insanlar! Bir dahaki sefer buraya at arabasıyla gelirsin herhalde.
- Senin düşünce biçimindeki yanlışlık devrimi gelecek için düşünmen. Devrim geçmişin intikamıdır. Sen şafağı görüyorsun, bense yaşlı bir ağacı. Eee?


"Hiçbir şey olmayacak o, büyük aşk boşluğu, ikiliğin yok edilişi, tekliğe dönüş. Zamanın hem en yoğun olumlanması, hem de olumsuzlanması anında, varlıkla yokluğun birleşiminde meydana geldi o. İkinin bire dönüşmesi; nilüfer çiçeği ile şimşek, vulvayla fallus, sağ elle sol el..."


- Mathilde haklı. Erkek olacak. Adı da Yunus olacak. Mathilde'in balinaya benzediğini düşünmüşümdür hep.
- Balinaya mı! Teşekkür ederim!
- Ruhen demek istiyorum. Sana müthiş bir kompliman yapıyorum. Kimse balinaları herhangi bir şey için suçlayamaz. Mathilde, Yunus geliyor. Bindiğimiz o güzelim aptallar gemisinden düştü. Denize düşünce de sen onu yuttun, çünkü iyi kalplisin. Yunus'un hayatını kurtardın ve şimdi onu dışarı çıkartacaksın. Onu, Yunus'u!


"Ah büyücü Marguerite, ah filozof Marco, ah hırsız Marie, ah keşiş Marcel, ah eski peygamber Max, ah kaçık Madeleine. Dileklerinizi iple bağlamak istiyorum, dağılmasınlar diye. İşe geri dönüyorum. Sömürüye. İpleri bağlayacağım, isteklerinizin alanı birleşecek, kötülüklerden korunacak. Üşüyorum."


"Yirminci yüzyılda yaşıyorum Yunus. Benden istenen tek şey, her şeyi sessizce kabullenmem. Üretimini yaptığım şeylere dokunamıyorum. Ben kol işçisiyim, bisikletine atlamış giden bir kol işçisi."



"Bu sabahın erken saatinde hava çok soğuk. Oysa yatağım ne kadar sıcaktı. Oyun daha bitmedi Yunus. Yürümeyi öğreneceğin zamandan başlayalım. Polis ve askerlerin senin gibi binlerce insana ateş ettiği ana gelelim. İlk okuma dersinden son demokratik karara kadar; önemli olan, tehlike ne olursa olsun teslim olmamak."


"Senin işlerin yolunda gidecek mi? En iyiler sistematik olarak ortadan kaldırılıyor. Şunu söyleyeceğim: Artık hiç kimse bizim adımıza karar veremeyecek. Belki ilk seferde hiçbir şey olmayacak, onuncu seferde bir komite oluşturulacak, yüzüncüde grev olacak ve yüzbirincide senin için başka bir okuma dersi olacak Yunus. Bisikletime atlayıp işe gittiğim günler kadar. Hayır, daha fazla. Ömrümdeki günlerin sayısı kadar."

"2000 Yılında 25 Yaşına Basacak Olan Yunus", John Berger
ve Alain Tanner
Metis Yayıncılık, Çeviren: Nigar Çapan

7 Temmuz 2011 Perşembe

Tour de France 2011 - Yapma Demiyorum, Hobi Olarak Yine Yap


Tour de France'ın 5. etabını canlı takip edemediğim için hakkında çok fazla şey karalayamayacağım. Fakat kendi özeleştirimi yapmadan duramadım. Etaba dair bulunduğumuz tahminlerde bomba kupon tavsiye edip kaçan birilerinin etabı kazanabileceğini, Mark Cavendish'i de favori göstermediğimizi yazmıştık. Kaçan grup, bitime 43 kilometre kala yakalanırken (Tour de France'da normalde hiç olmayacağı kadar erken), Cavendish de etabı kazandı. Oldukça da kaotik bir finiş olmuş. Başlık bizzat şahsıma yönelik.

6. etap da sonu hafif eğimli bir sprint etabı. Ben yine şansımı zorlayarak tahmin hakkımı Philippe Gilbert'den yana kullanıyorum. Yine de HTC'den MTC'den bir sprinter kazanırsa karışmam ama.

Yeni Yazıhane Diyorsak...

Bir yılı geride bıraktığımız gibi soluğu yeni tasarımda aldık. Kubilay Kahveci'nin yeni oyuncakları için buradan yakın. Yazıhan...