30 Haziran 2009 Salı

83. Gazi Miramis'in


Türk atçılığının derbisi olan "Gazi Koşusu" 28 Haziran günü Veliefendi'de yapıldı. Birçok rekora da sahne oldu Veliefendi, gerçi bunlar pistte değil hipodromda ve TJK'nın kasasında oldu. 40 bin izleyici ile birlikte tarihi günlerden biri yaşanırken, TJK'nın kasasına gün içinde 11 milyon liranın üzerinde para girdi.


Gelelim büyük koşuya... Koşu öncesinde belirgin bir favori olmamasına karşın en çok ismi geçen atlar Miramis, MonteNegro, Chi ve Rokoko'ydu. Selim Kaya'nın kariyerinde Gazi kazanmadığından daha istekli olacağı ve atı da fena durumda olmadığı düşünülünce Rokoko biraz daha öne çıkmıştı yarıştan önce. Ancak yarışta son 200 metrede bariyer dibinden mermi gibi fırlayıp gelen Miramis büyük derbiyi kazandı. Uzuna gitmeyen -ya da gitmediği söylenen- Sri Pekan yavrularından da bu koşuda 5 at olması oldukça ilginç bir ayrıntıydı.


Gökhan Kocakaya, henüz 22 yaşında olmasına rağmen Miramis'le zafere ulaştı. İkinciliği büyük bir sürpriz yaparak aprantisi Tugay Alıcı ile Çakılhan, üçüncülüğü dünyaca ünlü jokey Frankie Dettori ile Chi, dördüncülüğü ise Özcan Yıldırım ile Zeev elde etti.

28 Haziran 2009 Pazar

Mi Re Mi Sol Fa Re

LakersTR Milliyet'te!

"Takımı Orlando Magic seriyi kaybedip şampiyonluktan olsa da Hido hem performansı, hem rakip takım Los Angeles Lakers’ın en ünlü taraftarı Jack Nicholson’la muhabbeti, hem de rakibin en önemli oyuncusu Kobe Bryant’a yaptığı unutulmaz blok gibi sahnelerle hep mutlu etti buradakileri. O attıkça Türkiye sevindi, bütün kalpler Hido için çarptı.

Acaba gerçekten bütün kalpler mi? İstanbul’un Tophane semtindeki 50 kadar genç hiç de öyle düşünmüyordu. Onlar sarı-mor formalarını giyip sabaha karşı bir nargilecide buluşmuşlar ve maçı izliyorlardı ama Hidayet attıkça onlara sıkıntı basıyordu. Çünkü onlar Lakers’ın Türkiye’deki taraftarlarıydı."

Devamı için tıklamakan, ya da en yakın gazete bayiine...

Yakın Plan: John Higgins


Dave Hendon: Bu spora kaç yaşında başladınız?
John Higgins: 9

D: İlk century kaç yaşında geldi peki?
J: 11

D: Kariyeriniz boyunca kaç tane ıstaka kullandınız?
J: 6

D: Snooker kariyerinizdeki en gurur verici anınız?
J: 1998 yılındaki ilk dünya şampiyonluğum

D: Peki en kötü an?
J: 2000 Dünya Şampiyonası yarı finallerinde Mark Williams'a kaybedişim

D: Şu ana kadar içinde bulunduğunuz en iyi maç?
J: 1998 finalinde Ken Doherty karşısında

D: Çocukluğunuzdaki snooker kahramanınız?
J: Steve Davis

D: Şimdiki spor kahramanınız?
J: Andy Murray


D: Oyunun stresinden kurtulmak için ne yaparsınız?
J: Sinema

D: Öyleyse favori filminiz?
J: Grease

D: TV programı?
J: The Wire

D: Müzik?
J: Oasis

D: Şarkı?
J: The Masterplan - Oasis

D: Kitap?
J: Trainspotting - Irvine Welsh

D: Yemek tipi?
J: Deniz ürünleri

D: İçecek?
J: Su

D: Tatil mekanı?
J: Mauritius

D: Asansörde birlikte kilitli kalmak isteyeceğiniz son kişi?
J: Alex Higgins

D: Kariyerinizin geri kalanı için hedefiniz?
J: Sadece gelecek turnuvamı kazanmak

* * *

Balık yiyip, su içen ilginç bir şampiyon... Bu arada eski şampiyonlardan Alex "Hurricane" Higgins ile bir akrabalık ilişkisi yok, inanması güç olsa da. Ne olursa olsun böyle spor kahramanlarının özel hayatı hakkında alınan bilgiler güzeldir, daha yakın hissettirir. Steve Nash'in favori grubunun Radiohead olduğunu duyunca ne yapacağımı bilememiştim mesela. Hayat ne tuhaf... Oasis candır tabi de, Higgo'nun asıl prim yaptığı nokta Andy Murray benim için. Her ne kadar bir yurttaşlık torpili kokusu alıyor olsam da... Bülend Özveren'e bağlamadan bitirelim yazıyı apar topar. Eurosport yorumcusu Dave Hendon'a saygılar...

27 Haziran 2009 Cumartesi

Doktor Dalya Dedi




Bu başlık da yolunu gözlediklerimdendi... Yarış hakkında dönünce bir şeyler yazabilirim, kısaca birkaç şeye değinelim. Honda için çok kötü bir gündü. Önce bu sezonun hayal kırıklıklarından Dani Pedrosa, sonra da Andrea Dovizioso ön teker probleminden dolayı düştü... En azından öyle gözüktü. Böyle basit hatalarla Yamaha karşısında durmaları mümkün gözükmüyor. Colin Edwards, yine James Toseland'in önünde bitirdi bir de. İçimin yağları eridi. Britanyalı'yı hiç sevmiyorum, Edwards'a da yamuk yapmış zaten galiba...

Neyse asıl konumuz bu değil... Valentino Rossi muazzam kariyerinin 100. zaferini elde etti. Her zaferine alışılmadık bir şeyler kattı kendinden, hepsini izleyici için daha renkli bir hale getirdi. Formula 1'de yarış bitince kanalı değiştiririm ben genelde, puanlamalar falan geçer, kürsüde klasik kutlamalar yaşanır. Ama MotoGP'de durum böyle değil, hele yarışı kazanan "The Doctor" ise. Bugün de her yarış galibiyetinden bir karenin bulunduğu devasa bir pankart açtırdı, her biri bambaşka bir hikaye içeriyordu. Spor tarihinin en büyük şampiyonlarından biri. Helal olsun, yüreğine sağlık!

Formula 1 2010 - Sorunlar Çözüldü (mü?)

Sene başında FIA'nın kuralları değiştirmekte başına buyruk hareket etmesinden bahsetmiştik. 2009 sezonunda Formula 1 zaten yeterince kural değişikliğine uğramış ve kartlar yeniden karıştırılmıştı. Yaptırım gücünün iyice azaldığını hisseden Formula 1 Takımlar Birliği (FOTA), FIA'yı Formula 1'den çekilmek ve alternatif bir yarış serisi kurmakla tehdit etti. Başını Ferrari'nin çektiği bu grup geçtiğimiz hafta tekrar sakinleşti ve FIA ile anlaşmaya varıldı. Kısacası Formula 1 şu an için kurtulmuş gözüküyor.


* Bernie Ecclestone dışında pek bir seveni olmayan FIA Başkanı Max Mosley, ekim ayında makamına veda edecek.

FOTA'nın bu son blöfüyle neye ulaştığına bir bakacak olursak:

  • Formula 1'i bölünmekten kurtaran, FIA başkanı Max Mosley'nın ekimdeki kongrede aday olmayacağını açıklaması oldu. Max Mosley'nin Formula 1 takımlarınca çok sevilmediği, birçok problemin de FIA'dan öte Max Mosley'nin kendi kişiliğiyle alakalı olduğu bilinen bir gerçekti. Mosley, hiçbir açıklamasında iğneleyici sözlerini esirgemedi. Basına yansıyan seks skandalından sonra bile kimse onu koltuğundan edemedi.
  • 2010 Formula 1 sezonunda puanlama sisteminin değişmeyeceği ve mevcut 10-8-6-5-4-3-2-1 sisteminde kalınacağını artık söylemek mümkün. Eğer sistem değiştirilecek olursa, bunda FOTA söz sahibi olacaktır.
  • Yeni bütçe kısıtlama paketi iptal edilecek. FIA'nın her sene takımlara getirdiği bütçe kısıtlamalarından özellikle şampiyonada iddialı takımlar şikayetçiydi.

Bu gelişmelerle Formula 1'de FIA'nın diktatörlügüne şimdilik son verildi ve demokrasi kazandı gibi gözükse de, Formula 1 hakkında endişelenmemek elde değil...


Formula 1'de takımları dışarıdan motor satın alan klasik takımlar ile her şeyi kendisi üreten ve otomobil endüstrisine hizmet eden fabrika takımları olarak ikiye ayırabiliriz. Klasik takımlardan ikisi (Williams F1 ve Force India) FIA ile çoktan anlaşmaya varmış, FOTA'nın 'yeni seri kurarız' blöfüne katılım göstermemişti. (Williams F1, astronomik harcamaların domine ettiği yeni F1 düzeninde BMW'den ayrıldığından beri şampiyonluğa aday bir otomobil yapamadı.) Fakat fabrika takımlarının tamamı bu güç gösterisine katıldı. Max Mosley de makamının bu son günlerinde, "Amacımız Formula 1'i otomobil endüstrisine yem etmemekti" şeklinde açıklamalarla biraz sempati toplamıyor değil.



* Jordan F1, Sauber Petronas, Prost F1, Minardi ve niceleri... Klasik takımlar bir bir yok olurken, FOTA'nın yeni serisine ilgi göstermeyen ve olan biteni sadece uzaktan seyreden Frank Williams kendi tarzıyla fabrika takımlarına karşı ayakta durmaya çalışıyor.


Biz burada FIA yüzünden puanlama sisteminin değişmesinden rahatsızken, FOTA daha ileri gidip Formula 1'i yeni bir adla bize izlettirmeye kalktı. Ya da en azından bunun blöfünü yaptı. Olan bitende suçlu veya haklı bulmak neredeyse imkansız.

Missing Link #33

26 Haziran 2009 Cuma

Karne Günü: Central Division

Aynı formatta devam edelim, ama öncesinde bu puanlama işinin üstadına bırakalım sözü... İlham kaynağımız, her şeyimiz:



Cleveland Cavaliers: 9/10

Christian EYENGA (30, SG/SF, CONGO)
Danny GREEN (46, SF, North Carolina-Sr.)
Emir PRELDZIC (57, SG/SF, SLOVENIA)

Açıkçası herkes gibi biz de büyük bir şaşkınlıkla karşıladık ilk turun son sıra seçimini, sanıyorum board için ismi de hazırlanmamış draft öncesinde, o yüzden sahneye gelmekte gecikmiş komisyoner de... Komisyoner? Mickael Pietrus'a benzetenler varmış, her halükarda ham bir oyuncu ve Cleveland'a gelmeden önce birkaç yıl pişmesi gerekecek. Danny Ferry'nin Shaquille O'Neal takasıyla iyice şekillenen ve tekrar en büyük iki şampiyonluk adayından birine dönüşen kadrosunda yeni bir garanti kontrata yer yok diye düşündüm önce.

Ama daha sonra belki o sıraya düşünce kaçırmak istemediklerinden Green seçimini yaptılar ki bu sene kontratı kapacağını düşünüyorum. Belki Tarence Kinsey'nin garanti olmayan kontratından vazgeçilip, ona yer ayrılabilir. Bence özel bir oyuncu ve oradan seçilmesi de draftin büyük steallarından biri olarak ortaya çıkabilir seneye... Şampiyon olan UNC kadrosunda belki pek öne çıkmayan, ama en pis işleri yapan adamdı. Cavaliers, Shaq'i getirdiği gün bir de Trevor Ariza bulmuş olabilir. Ama zamana ihtiyacı var tabi. Ariza gibi yardım savunmasıyla ön plana çıkmıyor, ama savunmada da seren bir adam değil. Bence güzel işti o sıradan. Preldzic'e gelince... Adam NBA'e gitmeden diplomatik kriz çıkarabilirdi Slovenler bu olayı kafaya taksa. Dün "Emir Preldzic from Bosnia-Herzegovina" olarak takdim edildi, bugünse önemli haber kaynaklarında "Turkey's Emir Preldzic" olarak yer buldu kendine. Ben Emir'in yapısının NBA için çok uyumlu olduğunu düşünüyorum birçoklarının aksine. Kendisi de burayı bir gün deneyecektir, all-around oyunuyla gelişimini sürdürebilirse kontratı da kapar Cleveland'dan ya da bir başka takımdan.


Seçimler fena değil, Eyenga herkes için büyük soru işareti tabi de, onun da belli bir mantığı var. Ama draft gecesini şenlendiren olay Shaq'i yarım sezon gecikmeli olarak şehre getirmek oldu. Karşılığında neredeyse hiçbir şeyden vazgeçmediler, LeBron James'i ikna etmek için son sezonları ve hiç olmadıkları kadar güçlü gözüküyorlar bu hususta. Özellikle de bu takas sonrasında. Guard rotasyonunda belli sorunları var, ama LeBron olacaktır kontrolü eline alacak daha çok play-off boyunca... Bu sene Dwight Howard'a pota altı rotasyonlarından bir çare bulamamaları sonları olmuştu temel olarak. Tabi Mo Williams yancısı falan da satışlardaydı ama ana neden bu değildi bence. Artık orada eski diriliğinde olmasa bile, sertliğini hissettirebilecek, göğsüyle savunma yapabilecek bir adamları olacak. Charlie Villanueva da bir tweet olayına girmiş, "İyi takım oldular ama FA piyasasından bir power forvet lazım bunlara hocu" demiş. Yine Ferry olaya tek atımlık kurşun olarak bakarsa iyi bir ekleme olabilir, ama sonrası da tufan olabilir. Neyse, şu ana kadar yaptıkları yapacaklarının teminatıdır. Oh yeah, man! Benim puanım sana dokuz kanka...

Chicago Bulls: 6/10

James JOHNSON (16, SF, Wake Forest-So.)
Taj GIBSON (26, PF, USC-Jr.)

Johnson ilk turun beğendiğim seçimlerinden biri, lotaryadan gitse de çok şaşırtıcı olmazdı, hak ederdi de kesinlikle böyle bir sınıf içerisinde... Ben Pacers'a yakıştırıyordum açıkçası, Bulls için de en ön plana çıkan isim Tyler Hansbrough gibi gözüküyordu... Pota altına takviyeyi bir sonraki haklarına bıraktılar ve Johnson'ı seçtiler. Çok iyi bir atlet ve 7-1 kulaç uzunluğu da etkileyici... Luol Deng'in arkasında süre bulacaktır. Ama arıza da bir herif, potansiyeli olmasına rağmen onu kullanabilecek bir mental kararlılığı var mı göreceğiz. O da tam hazır gelmiyor aslında, ama katkı koyacak düzeye gelebilir kısa zamanda... Bilemedim be, Wake Forest izlediğim zamanlarda hep Jeff Teague'e dikkat ettim, ne yalan söyleyeyim.


Gibson da iyi bir adam ve buradan PF seçme konusundaki ısrarları da Tyrus Thomas için takas çanlarının çalması anlamına gelebilir. Daha güzel isimler vardı aşağıda kalmış, Young-Green-Budinger gibi adamların ikinci tura kadar kaymalarının günahını yazdığım takımlardan biri de Bulls, yine de 6 puanı verelim gelecek yeni hamlelerini bekleyelim. Ben Gordon'ın durumu kritik olacak...

Detroit Pistons: 5/10

Austin DAYE (15, SF, Gonzaga-So.)
DaJuan SUMMERS (35, SF, Georgetown-Jr.)
Jonas JEREBKO (39, SF, SWEDEN)

Açıkçası Daye'i hiç izlemedim. Kasetten oyuncu alacak zihniyete karşıyız tabi de bir sürü görüntüsünü izledim, hiç de öyle lotaryayı zorlayabilecek bir adam gibi gelmemişti. Şu sıralar Pistons'a yüklenmek moda oldu. Hadi biz alışılmışın dışına çıkalım ve çocuğun besilenmesini bekleyelim biraz. Zaten şu fiziğiyle NBA oyuncusu falan da olamaz. Yine de aşağıda çok daha iyi forvetler kaldı bence. PF oynayabileceği söyleniyor, onun için de uzunca bir süre beklemeliyiz gibi. Joe Dumars, Rodney White ve Darko Milicic dışında iyi ilk tur seçimleri yaptı gibi hatırlıyorum. Bu da Daye'in kredisini artıracaktır benim nazarımda. Oyununun alakası yok sanki ama görünüş olarak Tayshaun Prince'i andırıyor sanki. Kısmet!


İkinci turdan seçilen isimler daha mantıklı gözüküyor. Summers'ın oraya düşmesi ilginç özellikle, son gün atlamadıysam bir sakatlık haberine falan da rastlamamıştım onunla ilgili. Georgetown'dan sağlam pivotlar görmeye alışıktık özellikle bir dönem, bu güzel bir sürpriz oldu. Pistons adına tüm seçimlerin 4 numara da oynayabilecek 3 numaralarla kapatılması ilginç. Jerebko, geçen sezon çıkış yapan Angelico Biella'nın önemli oyuncularındandı. NBA'e ne derece uyumlu olacağı biraz soru işareti, Avrupa'da para eden bazı özellikleri buraya hafif gelebilir. Lakers için de istediğim bir adamdı Avrupa'da kalacak olması sebebiyle, çok da arkasından ağlamıyorum tabi de... İkinci tur seçimleri durumu biraz kurtarıyor, Amir Johnson'dan kurtulmak da güzel iştir. Sırada Hamilton-Prince ikilisi konusunda verilecek karar var.

Indiana Pacers: 2/10

Tyler HANSBROUGH (13, PF, North Carolina-Sr.)
AJ PRICE (52, PG, Connecticut-Sr.)

Pacers için ümitsiz değilim genel olarak, ama bu geceyi unutmak isteyeceklerdir. Kaan Kural saatlerce kahkahalar attı seçime, ben o kadar acımasız olmayacağım ve bu zayıf draft için en parlak kolej kariyerli adamı almak masum gözüküyor ilk bakışta. Ama Tyler'ı ne zaman izlesem, keşke hiç mezun olmasam diyordu oyun stiliyle sanki... NBA için ben de uygun olduğunu düşünmüyorum. Bu tip oyuncuların durumu biraz ilginç tezahür ediyor, hele de uzun bir kolej kariyeri sonrası profesyonel oluyorsa... Bir kere oyununun güçlü yanları iki sezon bittikten sonra eskisi kadar konuşulmaz oluyor ve drafte girme kararı almadığı her sezon soru işaretleri biraz daha artıyor. İnsanoğlu böyle, güvensizliği hissettiği an üzerine oynuyor. Gün geçtikçe oyunundaki zaaflar daha çok manşetlere çıkarılıyor ve şampiyonlukla da sona erse yıpranmış bir yolculuk sonunda profesyonel oluyor oyuncu... Bunun sonucunda mock draftlerde serbest düşüş yaşıyor. Ancak bu düşüş biraz erken vuku bulduysa, o büyük gün geldiğinde bir GM büyük resme bakıyor ve böyle uzun bakımından zayıf bir sınıfın varlığıyla da birleşince Hansbrough'dan bir lottery pick yaratılabiliyor.


Hansbrough'nun Pacers'a hiç katkı sağlamayacağını söylemiyorum. Çok da hazır bir oyuncu olarak gelecek, en azından oyuncu olarak gelebileceği maksimumuna gayet yakın durumda... Larry Bird'ün asıl amacı Danny Granger'ın üzerine kuracağı takıma etkili yan parçalar hazırlamak, ama ne kadar zayıf bir sınıfla karşı karşıya olursak olalım bu sıradan seçerken daha fazlasını isteyebilir miydi diye düşünüyor insan ister istemez. Lotarya dışından seçilen bazı isimler de ilerleyen yıllarda bu seçimi yargılayanlara büyük olanaklar sağlayacaktır. Price için pek bir şey söylemek istemiyorum. Orada da bir senior tercih edilmiş, ama son Final-Four'u izlediktan sonra ben Price'ı Efes Pilsen'e de istemem... Başka kim seçilebilirdi ki o sıradan diyenlere hak vermekle birlikte, Patrick Mills konusunda daha umutlu olduğumu da eklemeden geçemeyeceğim.

Milwaukee Bucks: 7/10

Brandon JENNINGS (10, PG, USA)
Jodie MEEKS (41, SG, Kentucky-Jr.)

Buralarda Jennings'i beğenen bir tek ben mi varım bilmiyorum, ama ben Lottomatica Roma formasıyla izlediğim bu çocukta cidden bir şeyler gördüm. Bucks'ta 20-25 dakika civarı alıp, kariyerinin geri kalanında daha yukarıyı hedefleyen takımlarda iyi bir rol oyuncusu olabilir kenardan gelip. E son yılların en güçlü draftiyle karşı karşıya değiliz, bununla da yetinmek gerekir. İtalya'da hedefsiz bir takımda da değildi, kendisi de bir şeyleri ispat ederek gelmemişti. Yani ipleri onun eline vermesi beklenemezdi Jasmin Repesa'nın haliyle. Yoksa gayet iyi bir skorer, bunu zaman zaman gösterdi aldığı oynama sürelerinde de zaten. Top kayıplarını azaltması oyunu için bir gereklilik ama Jonny Flynn'den, Stephen Curry'den falan üstte görüyorum ben onu. İzlemek lazım. Richard Jefferson'ı bırakmalarını anlayabiliyorum, ama neden getirdiklerini sormak geliyor içimden o zaman da. Yi Jianlian oynasaydı, gelecekte takımın bir parçası olabilirdi en azından. Geçen senenin başında çok daha umutluydular takımdan da şimdi mi görüntü değişti? İlginç... Bucks'ı yukarılarda görmek için biraz daha beklememiz gerekecek sanırım. Ramon Sessions'ı muhtemelen takımda tutarlar, Charlie Villanueva'nın durumu kritik. Yeniden yapılanma noktasında bir takımda görmek istediğim bir oyuncu olmazdı, bu yolun başında ona yüklü bir kontrat vermek de pek doğru olmaz. Jennings-Alexander-Bogut yeterli bir çekirdek gibi durmuyor, 2010 drafti için yer kovalamalılar.


O sıradan Jennings seçmeleri çok hoşuma gittiğinden notu bol tuttum da Jodie Meeks'e gelene kadar ne oyuncular vardı o sırada. Ne BAP (best available player) diyebiliriz, ne de alternatifler arasındaki en iyi SG olduğunu iddia edebiliriz Meeks'in... Direkt katkı istediğini varsayalım çok zengin olmayan rotasyonunda. Yine de Chase Budinger, Marcus Thornton ve hatta Jack McClinton gibi adamlarda görmediği neyi gördüğünü sormak lazım kararı veren şahsa. GM kim onu bile bilmediğimin farkına vardım aslında acı bir şekilde, tatsız tuzsuz bir takım Bucks ne zamandır. Yazık!

Karne Günü: Atlantic Division


Aslında bu tarz en sevdiklerimden biri değildir, yapan yazar için de tüm habis duygularımı seferber ederim. Baba kalkmış da koca bir organizasyona D- veriyor draft notu olarak, o adam orada kulübü sabote etmek için bulunsa o kadar saçmalamasına izin vermezler. Ben biraz daha adil davranmaya çalışacağım, ama o pek sevmediğim formata sadık kalacağım. Böylesi en makulü gibi geldi. Çok düşündüm, evet...

Bu arada draft öncesinde ve draft sırasında olan takasları değerlendirmeye alayım diyorum, sonrasına pek girmeyeceğim. Zira yine birden çok yazıya böleceğim, duruma göre yeni haftayı bulabilir karnelerin dağıtılması.

Biz başlayana kadar Chad Ford bitirmiş, siteye de koymuş hatta. Neyse ben daha iyi yazarım...


Boston Celtics: 6/10

Lester HUDSON (58, PG/SG, Tennessee Martin-Sr.)

Boston için draft gecesi çok da hareketli geçmedi. Onların şu andaki esas gündemi Rajon Rondo olayının ne gibi bir sonuca bağlanacağı... Danny Ainge'in ligde görmeye çok alışık olmadığımız bir şekilde, oyuncusu Rondo hakkında ağır eleştiriler getirdiğini okuduk. Bana kalırsa Rondo bu takımın bir geleceği olacaksa, orada merkezde bulunacak isimlerden biri olacak potansiyele sahip. Ancak Orlando serisinde zaman zaman düşüşler yaşayıp, takımına zarar verme noktasına geldiğini gördük. Geçen sezon beklentilerin üzerine çıkıp finalde çok kritik performans sergileyen Rondo, bu sezon da belki de ilk turdaki Rose düellosu sonrası üzerinde yoğunlaşan beklentilerin kurbanı oldu ve bunlara cevabı verecek mental sertliği gösteremedi. Tabi Ainge kadar yakından takip etmiyoruz, böylesine bir oyuncuyu gözden çıkarma noktasına gelindiyse daha ciddi şeyler de yaşanmış olabilir. Bir Detroit takası konuşuldu uzunca bir süre, Ray Allen'ı da kapsayan. Ama orada da Rodney Stuckey idi oyun kurucu bölgesine gelecek isim ki gelecek sene Kevin Garnett'in sağlık durumuna göre yine en önemli contenderlardan birisi olacağını düşündüğüm bu kadroya hafif gelir bence Stuckey... Bekleyip görelim.

Hudson hakkında çok fazla şey bilmiyorum. Güzel rakamları var, ama çok da yarışmacı bir yerde top oynamıyordu kolejde. Gabe Pruitt'in yerini alacaktır heralde. Duruma göre oyuncu opsiyonu olan Eddie House ve kontratı biten Stephon Marbury konusunda karar verirken yardımcı olabilir idari kadroya bu adam. O sıra için de daha büyük bir beklenti içine girmezsin zaten...


Philadelphia 76'ers: 8/10

Jrue HOLIDAY (17, PG/SG, UCLA-Fr.)

Sevgili dostum, güzel insan Gürkan'a verdiğim sözü tutamamanın üzüntüsüyle başlıyorum bu yıllık yazısına... Neyse dramatize etmeyelim olayı, ben eve tam olarak da Holiday seçilirken dönebildim. Onunla konuşurken de Holiday'e bir proje gözüyle bakması gerektiğini söyledim. Yapamadığı ya da iyi yapamadığı birçok şey var, ama oyunundaki bu zaafların hiçbirisi de zamanla geliştirilemeyecek şeyler değil bana kalırsa. En büyük avantajı bu. Bu draftte bir dolu combo guard vardı. Holiday oyun kurucu pozisyonunun hakkını verebilirse, bunların her birinin bir boy önüne geçecektir bence. Bu sezon erken elendik UCLA olarak, ama izleyebildiğim maçlarda ben o ışığı gördüm. Tabi yine de insan emin olamıyor, çünkü tıpkı geçen sene bir başka UCLA guardı Russell Westbrook gibi o da oyun kurucu olarak hiç süre alamadı Darren Collison'ın varlığında. Zaten Gürkan'ı da "Bir tane daha proje ile uğraşacak halim yok" tepkisine getiren nokta bu... Şu an konuştuğumuz şeyler biraz havada kalıyor, NBA'de düşünüldüğü pozisyonda daha önce görmediğimiz için kendisini. Ama workoutlarda o potansiyeli görmüş demek ki Ed Stefanski de...

Oraya kadar düşmüşken, ben de affetmezdim Jrue'yu. Hem adı da güzel... Gerçi sezon boyunca konuştuk, ben en az 1 sene daha kalması ve UCLA'de bir tam sezonu PG olarak geçirmesini daha sağlıklı görüyordum ama yapacak da bir şey yok. Beğendim bu seçimi... Eric Maynor, Ty Lawson, Jeff Teague gibi limitleri belli adamlardansa, alınması uygun bir risk gibi geliyor. Sakatlık dedikoduları ile aşağıya düşen bir isimdi bir de, bu dedikodular ters tepince en sağlam steallar çıkıyor ortaya genelde. Ama lottery seçimi olmayacağını bilse, muhtemelen kolejde devam ederdi Holiday de... O bakımdan biraz kötü oldu açıkçası kendisi için.

Not: Bu arada bu iyi notu verirken Kapono-Evans takasını da dahil etmeliyiz olaya... Her ne kadar geçen sezon yokları da oynasa, Sixers'ın çok net bir sorununa çare arayışıdır, ne olursa olsun bir spesiyalisttir Jason Kapono. Her iki takım için de beğendiğim bir takas oldu aslında. Bir de, Jrue özel workoutlara çıkmamış Sixers ile... Ama ben toplu olanları kastetmiştim zaten, yanlış olmasın. Chicago'daki kombine olanda vardı mesela, ona workout demek yanlış olmuştur belki, "NBA Draft Combine" diyorlar orada.


New Jersey Nets: 8/10

Terrence WILLIAMS (11, SG/SF, Louisville-Sr.)

Nets'in gecesini yaptıkları takasla kombine düşünmek lazım. Vince Carter'ı göndermeleri temel olarak finansal bir hamleydi ve capte de bir rahatlama sağladı. Ancak burada Orlando'dan alınan Courtney Lee de onlar için takası cazip kılan unsurlardan biriydi şüphesiz. Şu anda Harris-Lee-Williams-Lopez dörtlüsü gayet iyi bir çekirdek ileriye bakan bir takım için. 2010'da LeBron James'i getireceklerine artık kendileri de inanmıyor, ancak yine de o pazardan güzel birilerini ikna edebilirler, iyi bir boşluk da oluştu çünkü. Yine bu sene alınacak olası kötü derece sonrası iyi pickleri olacak önümüzdeki draft için, Kidd-Harris takasından da 1 adet ilk tur seçimi var cepte... 2009 için play-off bence çok olurlu bir hedef değil ama adam olacak gibi bu takım bir süre sonra. Ben inanıyorum... Rafer Alston karşılığında bir şeyler alabilirlerse herhangi bir takımdan, bu hamleyi olabilecek en şık biçimde bitirmiş olurlar.

Seçimlerine gelince... T-Will, Louisville ile çok iyi bir sezon geçirdi. Aslında takımda sezon başından beri izlenecek prospect olarak Earl Clark ön plana çıkıyordu. Ama takımın başarısında en büyük rolü Williams oynadı. Şutu şu an için en büyük sorunu gibi, biraz da dağınık. Hem oyun olarak, hem de kafa olarak. Öte yandan da her şeyi biraz yapabilen, genel olarak zayıf bulduğum draftte çok sık karşılaşamadığımız bir yetenek. Bence yeni takımın yeri sağlam iki oyuncusundan biri olan Devin Harris'in yerinin garanti olduğu, bu yüzden de oyun kurucu seçmenin manasızlığı hesaba katılırsa alternatifler arasında en güzel isim gibi duruyordu T-Will. Carter'ın da güzel bir şekilde elden çıkarıldığını düşünüyorum, Lee'ye özel sempati besleyen biri olarak... Güzel geceydi Nets için. Geçen seneki Jefferson-Yi hamlesinden sonra bu sene de bir adım daha attılar ileriye doğru.


Toronto Raptors: 3/10

DeMar DeROZAN (9, SG, USC-Fr.)

Açıkçası DeRozan'a bu sıradan seçecek kadar inanmıyorum. Draft gecesinden önce daha yukarıda seçilmesini tahmin edenler de vardı, ama ben bu denli bir potansiyel gördüğümü sanmıyorum kendisini izlediğimde. Birkaç maçına denk geldim gerçi, biraz farazi konuşuyorum ve söz konusu olan da bir freshman ama... Bilmiyorum.

Toronto için Andrea Bargnani seçiminin büyük bir hata olduğunu düşünüyorum halen organizasyon için. Bunun faturasını ödüyorlar sanki. Chris Bosh huzursuzlanıp takımdaki geleceğini sorgulayacakmış gibi duruyor, ayrılması da yakın gibi... Bryan Colangelo'yu zor günler beklediğini söyleyebiliriz. Jermaine O'Neal hamlesinden ümitliydim, ama o da olacak gibi değilmiş. Biraz daha hareketli olabilirlerdi belki dün gece de.


New York Knicks: 7/10

Jordan HILL (8, PF, Arizona-Jr.)
Toney DOUGLAS (29, PG/SG, Florida State-Sr.)

Donnie Walsh başından beri Ricky Rubio için harcadı mesaisini okuduklarımızdan anladığımız kadarıyla. Mike D'Antoni, Rubio için en uygun coachlardan biri, doğrudur. Ancak ilk üçe tırmanmaları için verebilecekleri adamlar David Lee ve Nate Robinson'dı. Bu isimlerde de o sıradaki takımları cezbedecek pek bir şey yok gibi görünüyordu. Rubio'nun beşinci sıraya kadar düşmesi Knicks'i biraz üzmüş olabilir, onlar böyle bir düşüş öngörse Wizards'a daha fazla baskı kurarlardı muhtemelen. Gerçi onlar için de Foye-Miller ikilisi kadar cazip bir teklif olmayacaktı muhtemelen Knicks'in önereceği.

Walsh'u üzen bir başka gelişme Stephen Curry'nin 1 sıra üstten gitmiş olması bir rivayete göre. Biz de Warriors'ın Curry'yi Knicks için seçmiş olabileceğini düşündük açıkçası, zira Hill onlar için daha uygun bir isim gibi gözüküyordu net olarak. Ama Knicks için eğrisi doğrusuna geldi diyerek özetleyebiliriz bence durumu. Curry'nin iyi bir şutu var ve sırf bu özellik bile ne oyuncuların ne kontratlar almasını sağlamıştır ama ben pozisyon olarak arada kalacak bir isim olacağını ve özelliklerinin de her iki pozisyonda da istikrarlı katkı verecek bir NBA oyuncusuna evrilmesine yetmeyeceğini düşünenlerdenim. Babasını da sevmezdim zaten keratanın. Hill ise bu sınıfın en iyi uzunlarından biri bence. Bu seçimin sadece "best available player" olarak mı kullanıldığı, yoksa Lee'nin 2010 planlarında kesinlikle olmadığına mı yorulması gerektiğine tam karar veremedim...

Toney Douglas için pickini satılığa çıkaran Lakers'a 3 milyon dolar verdiler. Güzel para, Odom-Ariza-Brown üçlüsüyle imzalamayı planlayan Mitch Kupchak için rahatlatıcı bir miktar olduğu ortada. Ama Knicks için de Toney Douglas fena bir seçim olmayabilir. Kumar gibi gözüküyor, ama D'Antoni'nin sevdiği türden bir combo guard olduğu yönünde şu ana dek edindiğim izlenimler. Son olarak da Knicks seyircilerinden biri "Why did you do that" diye yakınıyordu Milicic-Richardson takasının haberi gelince... Ama güzel harekete benziyor, Darko Milicic'in kötü şöhretini bir kenara koyup önyargılardan arınmak lazım. Knicks 2010 kadrosu için süslemeleri yapıyor, Darko'nun da rotasyonun bir parçası olabileceğini düşünüyorum ben.

Haziran 25, 2005


Kasım 7, 1971 - Haziran 25, 2005
Kasım 7, 1971 - Haziran 25
Kasım 7, 1971 -

Birlikte Oynadığım En İyi Oyuncu


Shaq da ne kısmetli arkadaşmış ulan. Adam LeBron'la oynadı Wade'le oynadı Kobe'yle oynadı. Yani günümüz basketbolunun en iyi adamlarıyla oynadı. Hatta Anfernee Hardaway'i de bunlara katabiliriz rahatlıkla. Kobe'yi çıkarıp Nash'i katarsak o listeye hepsi de beraber oynadığı en iyi oyuncu oldu şu ana kadar. Her gittiği takımın yıldızına bu şekilde seslendi. Şimdi de Cleveland'da. Ne diyeceğini söylememe gerek var mı? En geç sezon açılışından birkaç hafta sonra "LeBron hepsinden iyiymiş lan, oha nasıl fark edemedim" diyecektir.

İşin geyiği bir yana, Cleveland iyi hamle yaptı. Pavlovic ve Wallace hiçbir zaman Cleveland'ın beklediği katkıyı yapamadılar. Oysa gelen yaşlanmış da olsa, hatta belki son senesini geçirecek de olsa Shaquille O'Neal. Yani bu oyunun gördüğü en dominant elemanlardan bir tanesi. Yalnız şimdi Cleveland'da olası bir Varejao ayrılığında (oyuncu opsiyonu var) ya da Varejao'nun benchten gelmesi durumunda sıkıntı yaşanabilir. Ilgauskas ve Shaq'in aynı anda sahada olduğu zamanlarda LeBron'un verimi az da olsa düşecektir. Yani tabi Mike Brown Shaq ve Ilgauskas sahadayken oyunu hızlandırma talimatı vermezse. Biraz daha açmak gerekirse, LeBron bildiğiniz gibi ligin açık alandaki en iyi oyuncusu. Yani fast breaklerde falan durdurulamaz bir isim, ama Shaq ve Z sahadayken daha çok yarı saha basketbolu oynamak zorunda kalacaktır Cleveland. Bu durumda da LeBron'un etkilinliği az da olsa düşecektir. Ama bu demek değil ki, Cavs'in hamlesi kötü.

TBL'den gelecek sezon kontratı biten 1-2 adam alıp, 2010 geyiğine NBA yöneticilerini kandırmak en büyük hayalim. Köşeyi döneriz lan!

25 Haziran 2009 Perşembe

Abi Omzum Sakat!


Gökhan Zan transferine gelen tepkilere pek anlam veremiyorum. Sonuçta Servet'in gideceği kesin gibi, Emre Aşık gördüğüm en büyük profesyonellerden tabi ama o yaşta bir adama Galatasaray gibi bir takımın defansını emanet edemezsin. Semih Kaya ve Emre Güngör sakatlanmadan duramıyorlar. Semih bu yaşında yanlış hatırlamıyorsam 4 tane diz rahatsızlığı geçirdi ki olacak iş değil. Diz sakatlığı bir de, ne ocaklar söndürdü o sakatlık (bkz. Grant Hill), Emre Güngör'ün adelesi çekmeden maksimum oynama süresi 10 dakikayı geçemiyor! Tamam kabul, Emre'nin adele sakatlığı çalışmamaktan, gevşeklikten oluyor. Bunu da Frank Rijkaard ve ekibi giderebilir ama Emre Güngör ve gelecek yabancının yanına bir takviye, rotasyon adına iyi oldu diyebilirim. Gökhan'ı bu seneye kadar sevmezdim hatta acayip dalga da geçerdim kapı kolu çevirirken bile omzunu çıkarma riskiyle falan ama, Denizli döneminde iyi top oynadı, hakkını yemeyelim. Zaten adam bedavaya gelmiş, baktın oynamıyor oturtursun kenara. Saatli bomba olduğunu kabul ediyorum herifin ama bu transfere sezonun en kötü imzasıymış gibi yaklaşmak da yanlış.


Bu arada yapılacak yabancı stoper transferinin Gökhan'ın durumunu yakından ilgilendireceğini belirtmek isterim... Senderos gibi daha kuvvetli, kafa toplarına hakim bir adam alınırsa sanırım Gökhan'ın ilk onbirde düşünülmediğini anlayabiliriz. Hem topu oyuna sokacak bir adamın mutlaka Rijkaard'ın onbirinde oynayacağını düşünerek, hem de daha önce Galatasaray'ın Meira-Servet ikilisinden ağzının yandığını düşünerek.

21 Haziran 2009 Pazar

More News from Nowhere #4


Her güne yeni bir yazı umuduyla uyanıyorum, geçen yazın aktifliğini de özlüyorum bazen ama önümde tamamı İstanbul'da geçirilecek bir yaz varken motive olmak çok kolay olmuyor. Bu yaz daha uzun aralıklarla daha doyurucu yazılar sunmak istiyoruz size ancak bu da sadece bir istek işte, fazlası değil... Günah çıkarma seansımızı da böyle savuşturduktan sonra basketbol ile başlayalım.

Igor Rakocevic transferinden sonra "Efes Pilsen federasyonu şampiyon olamadığı takdirde kepenkleri indirmekle tehdit etti" diyenleri inandırıcı bulmak daha da zorlaştı. Sadece bir yerel şampiyonlukla kepenk indirme noktasından Rakocevic transferine gelinmez. Efes Pilsen kulübünün kuruluş amacı, edindiği misyon bu kadar ucuz olamaz en azından... Olmadığını biliyoruz. Tabi blöf yapmış olmaları ihtimali de her zaman mevcut ama yapmayın, etmeyin. Ben Fotomaç editörü olsaydım, ki çocukluk hayalimdir, bu haberi "Bira Bu Kapağın Altındadır" başlığıyla sunardım herhalde.

Transferin teknik kısmına gelirsek, birkaç ay önce İspanya Ligi Ödülleri ile ilgili bir yazıda değindiğim zaman aklımın ucundan bile geçmedi böyle bir transfer. Hayalini kurmak bile son yıllarda yapılmış transferleri görmüş biri olarak zor olurdu herhalde. Gerçekten büyük bir skorer ve bir takımı direkt olarak bir üst seviyeye çıkarabilecek bir oyuncu. Rakocevic'in sağlıklı bir sezon geçireceğini varsayarak, Efes Pilsen'in mevcut kadrosuyla Final-Eight'e bir oyun kurucu mesafesinde olduğunu söyleyebilirim. Ancak gerçek bir oyun kurucu olmalı bu ve de Bootsy Thornton kesinlikle takımda tutulmalı... Transfer sonrasında soru işaretleri de oluştu aslında birkaç tane. Rakocevic oyun kurucu oynadığı ve topu getirdiği zaman hücumdaki verimi neredeyse yarı yarıya azalıyor. Bu şekilde kullanılacağını düşünmek bile istemiyorum, zira Rakocevic de bu konuda garanti istemiş olabilir. Pablo Prigioni ile birlikte neler yaptığını hep beraber izledik, Kerem Tunçeri de onun için ideal bir partner guard pozisyonunda. Ancak bu durumda da Thornton'ı SF olarak kullanmak gerekebilir ki, özellikle savunma anlamında sıkıntılı maçlar anlamına gelebilir bu Tootsie için. Tabi onunla devam edileceğini umarak böyle konuşuyorum, bu yönde birkaç haber de okumuştum ama emin değilim. Şu andaki pota altı rotasyonu Michail Kakiouzis dışında kabul edilebilir düzeyde bence. Ancak dış basında Efes Pilsen'in bütçesi olarak verilen rakamlara bakılırsa, Rakocevic düzeyinde bir transfer de oraya bekleyebiliriz. Yine de fazlasıyla speküle edilmiş rakamlara benziyor bunlar... Son olarak Ankara'nın sorduğu sorunun cevabı bizim için açık, ama önemli olan bu sorunun Ergin Ataman'ın kafasındaki cevabı...

Ankara arrived
from google.com.tr on "NUMARAIKI" by searching for Igor Rakocevic+kaç numara.


Avrupa Bayanlar Basketbol Şampiyonası'nı Fransa kazandı. Bayan basketboluna en fazla bir çeyrek tahammül edebiliyorum ve bu yüzden çok stratejik davranmam gerekiyor ekran karşıına geçmeden önce... Tek istisnası geçen sezonki WNBA finallerini İsmail Şenol-Orkun Çolakoğlu ikilisinin sunacağı haberini almamdan sonra gerçekleşti. Dün finalde Osman Sakallıoğlu vardı, 8/19 ile faul atan bir Fransa vardı ve bu kaçan faullerin çoğu son çeyrekte yapılan taktik faullerdi. Ama yine de zevk aldım sanıyorum. Benim bile tanıdığım üç oyuncusu vardı her şeyden önce Rusya'nın. Favori olması gerekir böyle bir takımın, sadece Becky Hammon faktörüyle bile... Ama Becky son çeyrekte biraz fazla tuttu topu elinde sanırım, takımın geri dönüş çabalarına da bir şekilde ket vurduğunu söyleyebiliriz. 0/8 ile üçlük attı ama, bence takımı için daha ölümcül olan son çeyrekte topu yeterince paylaşmamasıydı. Halihazırda ritmini bulmuş bir Maria Stepanova da varken onun üzerinden daha çok top kullanılabilirdi. Canı sağolsun, biz Becky'yi her haliyle seviyoruz... Sonuçta Rus milli takımına bir bronz madalya hediye etti geçen sene ve mağlubiyetin faturasını da tamamıyla Hammon'a çıkarmamak lazım. Saç tercihini bir kez daha gözden geçirsin ama...

Transferde neler oluyor? Karim Benzema ismi konuşuluyor öncelikle United için. Güzel olurdu tabi. Ama Cristiano Ronaldo hiç gitmemiş gibi davranamayız Lionel Messi gelmediği takdirde. Yani kısaca davranamayız, niye uzatıyorsam... Carlos Tevez de takımda kalmayacağını açıklamış, ondan da tam olarak verim alamadığımızı düşüneceğim sonsuza kadar. Ama bu sezon Ronaldo'nun gidişiyle çok daha önemli bir rol üstlenebilirdi, kendi bilir tabi. Bir de kaleci konusunda spekülasyonlar çıkıyor. Victor Valdes iddiası ortaya atıldığında üç gün uyuyamadım. Sonra Iker Casillas dediler, o da gerçek olamayacak kadar güzeldi. Edwin Van Der Sar'ın da limitleri var, Kuszczak-Foster ikilisi güzel yedekler ama birinci kaleci olacak kadar iyi değiller kesinlikle. Bu sezon da rotasyon yardımıyla VDS dinlendirilebilir ve problemler minimize edilebilir ama peki ya sonra? Bence de bir an önce bir çözüm düşünülmeli.


Thomas Vermaelen de 10 milyon pound karşılığında Arsenal oyuncusu olmuş, güzel transfer. Arsene Wenger savunma hattına bir çeki düzen verecek sanıyorum. Kolo Toure'nin City'ye gitmesi olası, hatta 12 milyonluk bir tekliften de bahsediliyor... Gallas-Senderos-Silvestre-Djourou dörtlüsünün de Wenger'in planlarına dahil olup olmadığını söylemek zor, ama bu isimlerin bir kısmını bir daha Emirates'te göremeyeceğimizi söyleyebiliriz herhalde.

Wigan Athletic, eski oyuncusu Roberto Martinez'i Swansea'den getirip menajerlik koltuğuna oturttuktan sonra bir başka İspanyol Jordi Gomez ile de orta sahasını güçlendirdi. Barcelona altyapısından yetişmiş, daha sonra Espanyol'da şans bulmayı başarmış önemli bir isim... Yeni bir Mikel Arteta olabilir Ada futbolu için. O hamleyi de beğendim...


Bir de Formula 1 vardı tabi. Silverstone pistini son kez görme fırsatıydı belki de, o yüzden ekran karşısında yerimi aldım. Dün de daha ziyade Serhan Acar'ın FIA-FOTA olayıyla ilgili görüşlerini dinlemek için sıralama turlarını takip etmiştim... Yarış öncesi stüdyo programında Okay Karacan tam olarak "Hiçbir şeyi anlayabilmiş değilim, anlamak da istemiyorum" diyerek ufak çaplı bir cinnet geçirdi yayında. Biz Formula 1 sevenler olarak sezonun başından beri yaşıyoruz aslında o cinnet halini ve bu Formula 1'i sevmiyoruz. Sanki başka bir şey izliyoruz. Eskiden sezonun gidişatı için en anlamsız yarışı izlemek uğruna saat kurup uykusundan feragat eden, dersane satan adamlar şimdi yarış başlamadan önce kaç tur dayanabileceklerine dair bahse giriyorlar. Uzun uzadıya duruma ışık tutacağımız bir yazı da gelebilir Erhan'dan ya da benden. Ama burası çok sıcak şimdi. Adamımız Sebastian Vettel'i kutluyorum, Red Bull çok başkaydı haftasonu boyunca... Mark Webber bile bunu görmemize engel olamadı.

20 Haziran 2009 Cumartesi

Apu Nahasapeemapetilon Vol. 2


Ralph Sampson ve Hakeem Olajuwon



Alex English vs. Los Angeles Lakers



Magic Johnson, Dennis Rodman ve Bill Laimbeer






Bonus Track: Ender Arslan ve Bootsy Thornton

Şampiyon - TBL Edition


Fenerbahçe Ülker-Efes Pilsen maçından dolayı uykularım kaçmıyor açıkçası. Abdi İpekçi'deki olası Efes Pilsen galibiyetinin böyle bir tabloyu getirebileceği konusunda endişe duymayan, bu ihtimali yok sayan birileri varsa onları içinde bulundukları dünyayla baş başa bırakıyor ve selam ediyorum bu naif insancıklara... Ama Türkiye'de durum budur ve bu ülkenin spor yönetimini kimlerin eline bıraktığı da malumdur. Bugün haklı biçimde Aziz Yıldırım, Mahmut Uslu, Murat Özaydınlı ve Ali Koç konuşuluyor. Bunlar bu kirli camianın kirli insanları ve eleştirinin en sağlamını hak ediyorlar, söyleyecek bir sözüm yok. Ancak federasyonun başkanı da Turgay Demirel mesela... Yani düzenin çarpıklığı Fenerbahçe ile başlayıp, yine Fenerbahçe ile son bulmuyor. Keşke öyle olsaydı, ama değil. Tabi tartışmayı "Fenerbahçe değil Beşiktaş da olsa, Galatasaray da olsa bu durumda aynı olaylar yaşanacaktır" noktasına taşımıyorum. Seviyesiz ve anlamsız bir yaklaşım olurdu bu. Konuşulması gerekenler bunlar değil çünkü.

Nedir peki konuşulması gerekenler? Benim, senin, herkesin öngörebildiği bu tehlikeyi altıncı maç öncesinde Efes Pilsen yönetimi de gördü, valilikten özel bir ilgi istedi. Ancak gönderilen güvenlik güçlerinin sayısı ortada. Bir düzine çevik kuvvet, olaylar geliştikten, her şey yaşanıp bittikten, hatta taraflardan birinin bir yöneticisi parke üzerine inip durumu yatıştırma çabasına girdikten sonra devreye girebiliyor. Yine de kitleyi Koç'un sözlü çalışmalarından daha çabuk yıldırabilecek silahları var ellerinde, etkili de oluyor. Bu arada antrparantez Koç'un hareketini sağduyulu bir hareket olarak görüyorum, ancak seri genelinde ve daha öncesinde takındığı tutumla birlikte düşününce "popülist" kelimesini de içinde geçirmeden noktalamamak lazım bu paragrafı. Ama asıl konu şu ki, Efes Pilsen kulübünün de belli uyarıları olmuş ilgili makamlara, bunu Ergin Ataman'ın demeçlerinde de görebilirsiniz... Valiliğin o gün İstanbul sınırları içerisindeki muhtemelen en gergin aktivite için sunabildiği imkanlar bu kadar mıdır? Bilindiği üzere emniyet güçlerini her türlü spor sahasından uzak tutan bir yönetmelik var ve tüm güvenlik çalışmalarının özel güvenlik şirketleri üzerinden yapılmasını öngörüyor bu yönetmelik. Yasa bile olabilir hatta bu, emin değilim. İkisinin farkını söyle desen, bir an cevap veremem hatta. Neyse böyle bir durum var. Ama ülkenin spor kültürünün ne düzeyde olduğu malum ve sık sık tribüne giden bir adam olarak bu özel güvenliklerin de salonda veya stadyumda bulunma amaçlarının güvenlik olduğunu söylemeye bin şahit gerek. Merdivenleri boşaltmaya çalışanı var bunların, sürekli tribünü kesip telsize bir şeyler geveleyeni var, adeta bizden biri olup çekirdek çitleyip maç izleyeni var. Ama beş maç boyunca Fenerbahçe Ülker yönetimi, her iki tarafın oyuncuları ve teknik kadroları, kendine gündem arayan medya tarafından sürekli ve kasıtlı biçimde gerilen bir final serisinin muhtemel son maçında güvenliği sağlayabilecek bir ağırlığı yok. O gün orada birileri can vermediyse ve salon sağlıklı bir şekilde boşaltılıp bir kupa merasimi yapılabildiyse, bunu sağlayan da ne sağduyulu Fenerbahçe yöneticisi, ne sağduyulu taraftar, ne saha komiseri Yusuf Erboy, ne de bir başkası. Yine o az önce bahsettiğimiz bir düzinelik çevik kuvvet. Tabi ki aşırı önlemler alınsın, Abdi İpekçi'nin önüne bir adet tank getirilsin demiyoruz, zira böyle bir ortamda olay çıkarmayacak adamın bile bir şeyler yapası gelir. Ancak son çeyreğin başında taraftarın, hem de salonun genelde ancak belli bir sosyal statüdeki insanlara hitap eden bir kısmında, kendi arasında yaşadığı kavga bazı şeylerin habercisi olabilirdi ve son mola sırasında bir güvenlik barikatı çekilebilirdi tribünlerin önüne gayet... Böylelikle en azından, zamanında Yunanistan'ın utancı olarak lanse ettiğimiz Aris-Efes Pilsen maçında yaşanan olayların bir benzerini göstermezdik dünyaya. Hem de 10 yıldan fazla bir süre sonra... Bu zaten daha ağır veya daha hafif kılmamalı suçu ama bu ülkenin dinamikleri çerçevesinde belirtmekte fayda görüyorum ki, Efes Pilsen bir Yunan takımı da değil...

Ama o barikatı çekebilecek nicelikten uzaktı görebildiğimiz kadarıyla güvenlik güçleri. Geçen sezon ya da bir öncekinde, emin değilim... Fenerbahçe Ülker şampiyon olunca, doğru dürüst sevinememişti bile. Sporculardan ziyade göbekli amcalar dolaştırdılar kupayı, hatta birisi Damir Mrsic'in boynundaki madalyaya asılmıştı. Damir'in bir bakışı yetti amcanın olay yerinden uzaklaşmasına ama bu ne demektir yahu? Bu kadar mı basit hayatınız da bir sezonluk emeği karşılığında kaptanınıza verilen madalyada hak arayabiliyorsunuz? Muhtemelen daha da basit. Ama o gün düşünmüştüm ben daha. Burada bu seyirci içeri girebiliyorsa ve böyle üçüncü dünya ülkelerine yakışır bir görüntü kirliliğine sebep olabiliyorsa, kupayı Efes Pilsen kaldırsa neler olacaktı? Gecikmeli de olsa öğrenmiş olduk, kupanın kalkmasına izin vermeyecekmiş aynı hazımsızlar... Bunu gösterdiği için de bir Efes Pilsen sempatizanı olarak organizasyonda pay sahibi herkesin gözlerinden öpüyoruz tabi. Ancak Ataman'ın demeçlerini ciddiye alan ve aynı zamanda aklı başında hiç kimse kalmadı bu ülkede. Yani ciddiye alıyorsan, diğer kriteri sağlamıyorsun. Bu böyle... O da bunun bilincine varırsa ve gelecek sezon daha az konuşup, daha çok iş yaparsa seviniriz. Oyuncular için bir şey söylemeyeceğim. İsmi Rasim Başak da olsa, Kaya Peker de olsa oyuncunun birincil amacı sahada ona ekmek parası kazandıran işte devamlı olabilmek, yararlı olabilmektir. Bunun için bazıları seyirciyle oynar, motivasyonu oradan bulur. Seyirci olarak bunu kınarsın, oyuncunun kişiliğini eleştirebilirsin, ancak olaylar bu denli büyük boyutlara ulaştığında faturayı keseceğin adres ne Kaya Peker, ne de Rasim Başak olmalıdır. Fakat sen teknik kadronun bir parçasıysan ve üzerinde takım elbiseyle kulübünü temsil ediyorsan orada daha dikkatli olmak zorundasın. Temeli olmayan iddialarda bulunamazsın ilk maç sonunda hakemlerle ilgili mesela, ya da diğer benche bakacak olursak meslektaşına Türk spor basınının önünde aptal diyemezsin, orada otoritenin temsilcisi olarak basketbol kurallarını uygulamakla görevli hakemi ne olursa olsun itekleyemezsin... Şimdi kimse de bana "Ama o kural orada o şekilde uygulanır mı" diye gelmesin.


Olay anıyla ilgili pek fotoğraf yok elimde, oradan bir kare verip sınamak isterdim insanları. Ne sınaması? Emek... Douglas McGiven, saygılar... Şu anlamda sınamak diyorum, çok da ümitvar sayılmam aslında ama. Büyük usta Andrei Tarkovsky'nin "Solaris" filminde şöyle bir replik vardır: "Utanç. Bu duygu insanlığı kurtaracak." O gün o sahaya girenler, bir sporcuya yumruğuyla hücum eden kırmızı tişörtlü insan, Sinan Güler'e ve Charles Smith'e toplam üç adet tekme savuran gözlüklü insan kendilerini televizyonda izlediklerinde insanlığı kurtaracak o duyguyu hissedebilirse ne ala. Ancak benim tahminim şu anda taraftar sitelerinden gelen tebrikleri kabul ettikleri ve torunlarına anlatacakları bu hareketle ilgili bulabildikleri her şeyi arşivlemeye çabaladıkları yönünde.

- Evladım, zamanında Kaya diye bir "orospu çocuğu" vardı. Basketbolcu.
- Dede, "orospu çocuğu" ne demek?
- Şey, neyse işte bu pis adam seri boyunca bizi tahrik etti.
- Dede, "tahrik" derken?
- Ya çocuğum sen de hiçbir şeyi bilmiyorsun, babana mı çektin nedir?
- Yok dede, tahrik ne demek onu biliyorum da... Basketbolcu değil mi bu adam, ne yaptı da tahrik oldunuz?
- Yahu işte smaçtan sonra çembere asılıyor orada Ayhan Şahenk'teki maçta. Ne bileyim basketten sonra göğse yumruk vurmacalar mı istersin, Vesna diye bir hatuna çakmak falan hepsi bunda.
- Dede, eşiyle olan münasebeti seni neden tahrik ediyor? Gerçi normal ama... Neyse, senin tahrik olacağın varmış bence.
- O nasıl söz, dinimize aykırı mahdum. Ecnebi o kadın.
- ...
- Bu torun da hayırsız çıktı. Hanım, tansiyon haplarımı getir benim. Yalnız nasıl yumruk attım ama... Gözüne vururum onun, şerefsiz.

19 Haziran 2009 Cuma

Final Serisi Lakırtıları

Öncelikle son iki maçta yaşanan basketbol dışı olaylardan başlamak istiyorum, gündem şu an onlar çünkü. Yazının ikinci kısmında da basketbola değiniriz.


Öncelikle tribünler üçüncü çeyreğin sonu ve dördüncü çeyreğin başı gibi bir gerildi. Ancak bu gerilim Fenerbahçe taraftarlarının arasındaydı, hem de salonun en güzel -ve muhtemelen en pahalı- yerinde yaşandı bu kavga. Nedenini bilmiyorum bilmek de istemiyorum açıkçası. Bu kavgadan sonra Fenerbahçe taraftarı desteğine ara vermeden devam ederken acaba dedim, maç sonunda olası Efes Pilsen şampiyonluğunu düşününce aklıma gelenleri kovmaya çalışarak. Yanlış hatırlamıyorsam 2 saniye vardı Fenerbahçe Ülker oyuncusu (kim olduğuna bakamadım o arbedede) basketi attığında. Efes Pilsen oyuncuları zıplamaya başlamıştı bile. Yani burada bir yanlışlık var, o 2 saniye arada kaynadı resmen. Ha 2 saniye daha oynansaydı bir şey olur muydu, büyük ihtimalle hayır ancak benim burada bahsettiğim taraftarlar öyle bir 'hayvanlık' yaptı ki maçın son 2 saniyesi arada kaynadı. Kaya Peker'le taraftarlar yumruklaştı, Ergin Ataman tekme yedi, Charles Smith yerde tekmelendi, taraftarı sakinleştirmeye çalışan Sinan Güler de tekmelerden nasibini aldı. Öncelikle söylemek isterim ki bu hayvanlığı bütün Fenerbahçe taraftarına yıkmak ayıptır. Ancak Fenerbahçe taraftarının bir kısmı rakip takım şampiyonluğunu hazmedemedi. Tabi burada tahrik unsuru da var illaki, Kaya'nın seri boyunca yaptıklarını göz ardı etmiyorum ancak bu yapılanların hiçbir şekilde özrü olamaz. Ali Koç'u da bu zamana kadar sevmezdim, ancak onun da final serisindeki duruşunu, dünkü beyefendiliğiyle birleştirince kendisi hakkındaki düşüncelerimi nötrledi. Muhtemelen salondaki en duyarlı Fenerbahçeli idi.

Şimdi burada bir de "futbol seyircisi" geyiği var. Evet doğru, bunlar futbol seyircisi. Şimdi de diyoruz ki, futbol seyircisi salonları terk etsin. Burada kendimizle çeliştiğimiz bir nokta var, biz basketbolu boş tribünlerde mi izlemek istiyoruz? Futbol seyircisini o salondan atarsan, o salonu doldurabilir misin? Final serisinde belki, ancak normal sezon maçlarında asla. Zaten normal sezon maçları (GS, FB, BJK taraftarlarından bahsediyorum) 150 kişiye oynanıyor, 100 tanesi futbol taraftarı. Oraya sadece renk aşkıyla gelmiş, basketboldan anlamayan, kavga gürültüye bayılan bir seyirci profili. Eğer bunları salonlardan atarsak sonra genelde yaptığımız gibi "Boş tribünlere oynuyoruz yakışıyor mu güzide kulüplerimize" diye ağlarız. Onun yerine bu insanları sahaya sokmamak için önlem alınması daha mantıklı değil mi? Örneğin Fenerbahçe Ülker'in sahası 10 maç kapatılsın bak bakalım yapıyorlar mı bir daha... Federasyon çok açık eyyam yapıyor, bana dokunmayan yılan bin yaşasın felsefesiyle görevi sürdürüyor. Bakın Chelsea-Barcelona maçında hakeme saldıran Didier Drogba ve Jose Bosingwa'ya. Toplam 10 maç ceza aldılar. Hem de onların yaptıkları Rasim Başak'ın, Mirsad Türkcan'ın ve Kaya'nın yaptıklarının yanında solda sıfır kalır. Drogba ve Bosingwa bir daha aynı davranışı sergiler mi? Hayır. Neden? Cezanın caydırıcılığı yüzünden. Hatta sadece bu iki oyuncu değil, artık hakeme saldıracak, bu cezayı gördükten sonra iki kere düşünür. Ama federasyon yine caydırıcı ceza vermezse, ilk derbide aynı şeylerin olmayacağının garantisini bana kimse veremez.


Dönelim basketbola ve başlayalım Will Solomon'dan. Kral, bence Fenerbahçe'nin seriyi kaybetmesindeki en büyük unsurlardan biriydi. İlk maç dışında yanılmıyorsam beş maçta da çift haneli sayılara ulaştı ancak çok kötü bir şut yüzdesiyle... Geçen sene de bolca yaptığı erken üçlük tercihleri, bu sene final serisi boyunca girmeyince şut yüzdesi düştü. O da yaptığı erken tercihlerden vazgeçmeyince, Efes Pilsen'i yıkmak için Sacramento'dan getirilen Sultan Süleyman, takımı satan bir numaralı oyuncu oldu. Sinan'ın savunmasına değinmeyeceğimi düşünüyorsanız yanılıyorsunuz, tabi ki "Solomon-Stopper"dan bahsetmeden geçmeyeceğim. Seri boyunca inanılmaz işler yaptı. Genelde savunmada, zaman zaman da hücumda. Örneğin üçüncü maçta Solomon'dan topu çalıp yaptığı smaç, ya da beşinci maçta attığı üçlükler takımına galibiyeti getiren katkılardı. Milli takım için umutlanmadım değil, yüreğine sağlık Sinan!

Oyuncu değerlendirmesi yapalım kısa kısa... Fenerbahçe'de Ömer Onan da ilerleyen yaşına rağmen hala inanılmaz mücadele ediyor. Her top için kendini feda ediyor, hala üst düzey savunma yapıyor, hücumda da hala riske edilecek bir oyuncu değil. Marques Green saman alevi gibi bile diyemiyorum, çünkü o kadar az parlıyor ki. Ömer Aşık uzun rotasyonunun en iyisiydi Mirsad ile beraber ancak onun da serbest atışları skandal. Ben serbest atış atarken bu kadar tedirgin bir adam görmedim. Korku filmine girmeye hazırlanan 10 yaşındaki çocuk gibi... Oğuz Savaş seri boyunca çok formsuzdu. Damir Mrsic bildiğimiz gibi... Son derece profesyonel, işini yaptı çoğu maçta. Emir Preldzic adam olacak çocuk, ama ne zaman olacak bilemiyorum. Oyun içinde kopuk kopuk. Son maçtaki gibi çıkıp 1 dakika içinde 8 sayı da atabiliyor, 25 dakika boyunca şut kullanmayabiliyor da... Oyun içinde istikrarı sağlaması şart. Semih Erden NBA'i düşünüyorsa birinin onu rüyadan uyandırması gerekiyor, hala vasat... Devin Smith iyi niyetli, sağlam profesyonel, ne iş olsa yaparımcılardan. Takıma faydası illa ki oluyor ancak bir yere kadar...

Kaya son iki maçta iyiydi de, o da çok antipatik arkadaş... Eskiden böyle değildi, daha efendi bir adamdı Kaya, TAU'da bozmuşlar bunu gavurlar! Preston Shumpert sezon içinde çok iyi değildi belki ama final serisinde harika oynadı, bir helal olsun da ona. Sinan'dan bahsettik zaten, çok iyiydi. Ender Arslan da bildiğimiz gibi. Susar susar, sonra bir periodda üç tane üçlük atar, sonra yine susar. Aynı tas aynı hamam. Bootsy Thornton çok iyiydi, garip şut stiline rağmen Shumpert'la beraber takımı taşıyan yabancılar oldular. Charles Smith Ömer Onan duvarına takıldı ve neredeyse hiç katkı veremedi. Mario Kasun'dan sezon öncesi daha fazlasını bekliyordum, ancak sezon içinde yaşadığı uzun sakatlık onu bayağı etkilemiş anlaşılan. Ancak son maçlarda iyiydi, sonradan açıldı diyebiliriz. Kerem Tunçeri'nin sahada kaldığı her dakika Efes'e faydaydı, yıllanmış şarap gibi maşallah... Kerem Gönlüm nedense seri içinde çok kullanılmadı, Efes'in zaman zaman 4 kısayı tercih etmesinin de etkisi vardı tabi bunda. Cenk Akyol harikaydı!

18 Haziran 2009 Perşembe

Loveparade







Çok büyüğüz be abi... 93 bin Lakers taraftarı dün Los Angeles'ta Coliseum'da şampiyonluğu doyasıya kutladı. NBA TV de canlı verdi bu harika kutlamayı. Staples Center'ın parkesi son fotoğrafta görüldüğü üzere Coliseum'un ortasına taşınmış ve sırayla bütün oyuncuları çağırdılar. Kobe Bryant çağırıldığında inanılmaz bir gürültü koptu, izlemeyenler varsa illaki videoları vardır, izleyin, izletin. Yüreklere sağlık.

17 Haziran 2009 Çarşamba

Apu Nahasapeemapetilon Vol. 1


Magic JOHNSON ve Jack NICHOLSON



Rasheed WALLACE ve Wilt CHAMBERLAIN



Steve NASH



Pete MARAVICH



Bob COUSY

Yeni Yazıhane Diyorsak...

Bir yılı geride bıraktığımız gibi soluğu yeni tasarımda aldık. Kubilay Kahveci'nin yeni oyuncakları için buradan yakın. Yazıhan...