28 Şubat 2010 Pazar

Premier League, 27 Şubat 2010

Önce...


Sonra...

Bir Kez Daha Revierderby


Dortmund-Schalke derbilerinin büyüklüğünü ilk olarak lisede değişim öğrencisi olarak gelen bir Dortmund taraftarını tanıyınca fark ettim. Söz ne zaman futboldan açılsa, araya Schalke hakkında yazdıkları ve aslında "Fener dünyayı yener, Beşiktaş'a gelince püf diye söner" saçmalamasından öte olmayan şarkılar sıkıştırıyordu. O sırada sorup derbinin kökenini öğrenmiştik, nefreti ise yine pek anlamamıştık... Geçmişine pek girmeyeceğim rekabetin, zira bu anlattıklarım dışında Wikipedia'da yazanlardan çok farklı şeyler söyleyemem. Ama Almanya'nın en büyük derbisi olduğunu söylersek, pek itiraz eden çıkmayacaktır muhtemelen.

Yayıncı kuruluşun değişmesi sonrasında şiddetli bir iletişimsizlikten ötürü ayrıldığım eski sevgilim Bundesliga'nın halini merak ediyorum ara sıra, bundan doğal bir şey olamaz. Bazen ortak arkadaşların ağzını arıyorum, hayata kaldığı yerden devam ediyor olmasından korkuyorum içten içe. Ama devam ediyor, etrafında dolaşacak birtakım yeni yüzler buluyor... Bu benim için gittikçe rahatsız edici bir hal alan metaforik anlatımı jilet gibi kesiyorum ve cuma gecesi Gelsenkirchen'de yaşananlara dönüyorum.


Jürgen Klopp sevgimi burayı bir süredir takip edenler bilecektir, Felix Magath da ülkenin ortalama üstü futbol beyinlerindendir. Bu sezon itibarı ile idaresinde bulundukları kadrolara ve bu kadroları tabelada taşıdıkları yere baktığımda her ikisi için de olumlu bir görüntüyle karşılaşıyorum öncelikle. Şampiyon takımın hocasını alırken Schalke'nin zirve hedefinde olduğunu ilk olarak bizden duymayacaksınız, bir kez de bizden duyun. Buna karşın Magath'ın elinde şekil bulmaya çalışan oyuncu grubunun bu hedefin içini doldurma noktasında yetersiz kaldığını da... Klopp ise geçen sene son hafta elden kaçırdığı Europa League bileti sebebiyle finansal açıdan çok da rahat bir transfer dönemi geçiremedi, fakat yaptığı tek yüksek bedelli transfer olan Lucas Barrios'un formuyla bu haftaya beşinci sırada girmeyi başardı. Aslında Klopp'un medyanın yarattığı havanın aksine yeni sezona büyük beklentilerle girmediğini resmi sitedeki ayağı yere basan ifadelerinden çıkarsamıştık, burada da dilimize çevirisini yapmaya çalışmıştık. Gerçekten de tatsız başlayan bir sezon vardı Westfalen yöresinde. Yedinci haftada iç sahada 1-0 kaybedilen derbi sonrası tribünler de Klopp'un karşısına geçmeye başlamıştı, fakat güzel adamı devirmek kolay olmadı... O gün kendisine ancak düşme hattının hemen üzerinde, onbeşinci sırada yer bulabilmiş olan Dortmund, 12 maçlık bir yenilmezlik serisi tutturarak dördüncü sıraya oturacaktı. Bu serinin son 6 karşılaşmasında ise beraberlik dahi görmezken, Hamburg, Wolfsburg ve Hoffenheim gibi önemli rakiplere puan şansı tanımadılar... Sezona orta sahadaki Tinga-Nuri ikilisiyle başladıktan sonra, özellikle 1989 doğumlu Sven Bender'in Brezilyalı'nın yerini almasıyla daha rijit bir yapı oluşturmayı başardılar ve genç adamın bu rolü başarıyla yüklenmesi belki de bu çıkışı getiren kritik hamle oldu. Tamas Hajnal'in geçen sezonki kadar formda olmamasıyla Mohamed Zidan, Arjantinli yeni transferin yanında ve arkasında en çok yer bulan isim oldu. Fakat uğruna Mladen Petric'ten vazgeçtiklerini düşündükçe, bu adamdan hoşnut olabileceğini düşünmüyorum Dortmund tribününün.

Daha istikrarlı bir çizgi tutturarak Şampiyonlar Ligi hedefine doğru ilerleyen Schalke'de ise Magath'ın meslektaşına oranla kadroya daha esaslı bir makyaj çekmesi gerekiyordu. Fred Rutten denemesinin yıprattığı gözlenen kulüpte gerçekleştirilemeyen bir jenerasyon değişiminin de sancıları vardı şüphesiz... Ev sahibi oldukları şampiyona öncesi Almanya'da bir proje olarak bakılan "Team 2006" kadrosunda Tim Borowski, Simon Rolfes, Timo Hildebrand, Stefan Kießling, Mario Gomez, Clemens Fritz, Fabian Ernst gibi önemli oyuncularla birlikte yer bulan Albert Streit büyük bir düşüş içerisine girip soluğu Schalke'nin ikinci takımında alırken, son yıllarda takımın başına gelen en güzel şeylerden olan Jermaine Jones'un sezonunu tehlikeye atan ciddi sakatlık da işleri zorlaştırdı şüphesiz. Bu bölgede Joel Matip gibi çok genç bir oyuncuyu rotasyona soktu Magath. Çevresindeki yüksek beklentilerle bunu Klopp kadar kolay biçimde gerçekleştirmesi mümkün olmayabilirdi belki, herhangi bir teknik adamdan bahsediyor olsaydık... Magath'ın Bundesliga'da en büyük krediye sahip olan futbol adamlarından biri olduğunu ve bununla birlikte kulüpte futbol organizasyonlarından neredeyse tek başına sorumlu olduğunu hatırlatalım bu aşamada.


Bu iki teknik adamın bu maç özelinde neler yapacağı merak konusuydu, zira böyle büyük bir rekabetin bir parçası olan her maç teknik direktörün kariyerinde önemli bir yer tutar. Dortmund'un başında hiç Ruhr derbisi kazanamayan Klopp, bu kötü karneye rağmen soğukkanlılığını yitirmiyor ve 'echter Dortmunder' olmak uğruna gemileri yakmıyordu. Barrios'un sakatlığında gideceği tek adres tecrübeli Paraguaylı idi. Maç öncesinde, kendisinden oyunu rakip ceza saha önüne yığıp Schalke kontralarına izin vermesini beklememelerini salık verdi basın mensuplarına... Bu maça da herhangi bir lig mücadelesi olarak bakarken, rakibin kendi evinde 596 dakikadır gol yemeyen bir takım olduğunun da bilincinde olduğunu açığa vuruyordu. Klasik Bender-Nuri tandeminin önünde sıralanmış Blaszczykowski-Zidan-Großkreutz üçlüsü, Nelson Valdez'in gol yolundaki destekçileri olacaktı. Şapkadan tavşanı çıkaransa Magath oluyordu. Elbette bu tavşanın Mustafa Denizli'nin tavşanlarına yaklaşması mümkün değildi. Yine de sezon boyu 4-3-2-1 sistemiyle sahaya çıkan Magath'ın direngen bir orta saha elemanından vazgeçerek forveti ikilemesi beklenmedik bir hamleydi. Kevin Kuranyi'ye seçtiği partner de temel olarak onunla aynı özelliklere sahip düşük profilli bir Brezilyalı idi. Mainz ve Bochum ile bu ülkede çok fazla iz bırakamamış olmasına rağmen sezon ortasında Güney Kore'nin Suwon Samsung takımından transfer edilen Edu, Magath'ın planlarında topu daha fazla yarı alanda tutma misyonuna hizmet edecekti. Fakat bu düşünce, kanatlarda yer alan Jefferson Farfan ve özellikle Vicente Sanchez'in orta sahaya olan destekleri yetersiz kalınca sahaya başarılı yansımıyordu.

Veltins Arena'da iki dinç merkez elemanı ve kanatlarda rakibin kenar elemanlarına oranla daha fazla coşkunluk gösteren Kuba-Großkreutz ikilisiyle orta sahayı ele alan Dortmund, topa ve oyuna hükmeden taraf oluyordu ilk yarı itibarıyla... Magath'ın tavşanı Edu etkinlik göstermekten uzaktı, fakat asıl maraz olarak öne çıkan Sanchez ikinci yarının başında vazgeçilen isim olmaktan kurtulamıyordu. İlk yarı boyunca genelde derbiye özgü sertlik yan toplar dışında çok fazla pozisyona imkan vermese de, etkili atakları yapan taraf konuk ekipti. Maçın hemen başında Kevin Großkreutz önemli birkaç gol şansını değerlendiremiyor, daha sonra Paraguaylı adam maçın sonuna dek sürdüreceği beceriksizliklerinden bir kuple sunuyordu. Dortmund maçlarında renkli kareler veren Marcelo Bordon'un birkaç tane hayati müdahalesi de skoru tutan etkenlerdendi...


İkinci yarıda Magath'ın söyleyecek sözleri vardı... Orta sahayı tekrar üçlüye çevirmek adına kenardan getirdiği isim Christoph Moritz oldu. Belki son dönemde genellikle tercih ettiği genç Matip'e dönmemişti, fakat bu hamle basbayağı bir geri adımdı. Yaptığı hatayı kabul etme erdemini göstermişti Magath, oyuna sürdüğü Moritz de Sanchez'in getiremediği enerjiyi vererek ev sahibinin orta sahada durumu biraz daha dengelemesini sağlıyordu ki Ivan Rakitic'in kendi ceza sahasında yani aslında ait olmadığı bir yerde düştüğü gafletin faturası ağır oluyordu. Nuri Şahin'in kusursuz penaltısıyla Dortmund öne geçtiğinde Schalke'nin oyuna farklı bir şeyler katması gerekiyordu. Orta sahada hala hakimiyet kurulmamıştı ve tüm gol planları Edu-Kuranyi ikilisine atılan yüksek toplara bağlanmıştı, fakat öte yandan Dortmund'un tehlikelerine bir son verilmişti en azından. Dortmund'un tek ciddi gol pozisyonu bir kornerde Mats Hummels'in göğsüyle buluşan toptu. Magath ikinci kez kulübesine dönmeden önce özellikle sol bek Lukas Schmitz'i iyiden iyiye sol açık olarak kullanmaya başlamıştı. Fakat Hummels-Subotic ikilisinin arasında eriyen ortalar pek de ümit vadetmiyordu. Gidilmesi gereken adres ara transferde Bayern'den getirilen yaratıcı orta saha elemanı Alexander Baumjohann'dı. TRT spikeri kendi algı dünyasında teknik direktörünün Moritz'in performansından memnun olmaması gibi bir durum yaratsa da, buradaki taktik detayı görememek TRT spikerlerine mahsus bir yetiydi zaten...

Bu dakikada Schmitz'in kullandığı korner stoper Benedikt Höwedes'in kafasıyla buluşuyordu, bu golü Magath'ın dehasına bağlayamıyoruz ancak bu dakikadan sonra ivmenin tamamen Schalke lehine geçmesinin ana sebebi taraftarın inancı, maçın isminin büyüklüğü, golün getirdiği moral gibi soyut şeylerden ziyade Baumjohann-Rakitic ikilisinin oyuna getirdiği yeni boyut olacaktı. Savunmayı ve orta sahadaki sağlam Nuri-Bender hattını yıpratmaya başlayan ikiliden kıdemli olanı, Edu'dan seken bir topa yaptığı rebound vuruşuyla sezonun en güzel gollerinden birine imza attı ve Almanlar'ın 'derbilerin anası' olarak nitelediği maça nokta koyuyordu. Klopp'un kenardaki opsiyonları rakibinki kadar zengin değildi ve forveti ikileyemedi bile. Maçtan sonra ciddi bir sakatlığı olduğu açıklanan Bender'i kenara çekmesi de anlaşılan zorunlu bir değişiklikti. Durum 1-0 iken skor üstünlüğünü kaybedebileceklerini düşünemeyip Zidan'ı oyundan almasına da fazla bir eleştiri getiremiyorum, zira Mısırlı da iyi top oynamıyordu sahada.



Durum 1-1 iken orta sahadan aldığı mükemmel bir pası geveleyerek, takımını belki de galibiyet golünden eden Valdez'in maç sonu hocasından aldığı destekten aşağıda bahsetmiştik. Fakat altı maçtır bu derbiden galip ayrılamayan Dortmund'un kaderini değiştirmek için ihtiyacı olan tek şey iyi bir son vuruş oyuncusuymuş gibi görünürken 11 gollü Barrios'un yokluğu kabul edilebilir bir bahaneydi Klopp için. Ancak Schalke nefretinden fırsat bulduğu her yerde bahseden Großkreutz'u ısrarla Hajnal'e tercih etmesinin arkasında farklı sebepler de arıyorum. Hajnal'in formsuzluğundan bahsetmiştim, Großkreutz'a verdiği şans sonrası takımın iyi bir çizgi yakalaması sonrası kazanan formülü bozmak zor gelebilir ama genç adam belki duygularının da etkisiyle kötü bir maç çıkardı bu hafta. Karşı tarafta da en az onun kadar takımına aitlik duygusu yaşayan bir kaleci vardı aslında. Hatta ilk maç sonunda bir adet dirsek darbesi tanıştırmıştı ikisini, daha sonra Nuri tarafından desteklenecek bir iddiası vardı en azından bu yönde. Yayıncı TRT olunca böyle paralel hikayeleri kovalamak da izleyiciye düşüyor ne yazık ki... Takımın taraftar sitesinde kendi özel köşesi olan bu ilginç adamın ilginç sözleriyle bitirelim, Almanca bilenleri de o köşeye yönlendirelim buradan...


"Die sind mein Feindbild Nummer eins. Immer schon! Für kein Geld der Welt würde ich dort spielen. Schalker hasse ich wie die Pest."

Yukarıdaki sözleri Schalke'ye karşı olan hislerinin basın için yumuşatılmış hali: "Onlar benim 1 numaralı düşmanım. Her zaman! Dünyadaki hiçbir para orada oynamamı sağlayamaz. Schalke'yi günahım kadar sevmiyorum."

Bir de ilk maçta Manuel Neuer ile arasındaki gerginlik hakkında taraftar sitesindeki köşesinde yazdıkları var ki... Maç sonunda Neuer, kendi taraftarlarının önünde ya da orta yuvarlakta sevinmek yerine Dortmund'un en ateşli taraftarlarının bulunduğu Südtribüne önünde ufak çaplı bir şov yapmıştı. Bu hareketi neredeyse kimse tasvip etmemişti ve soyunma odasındaki dirsek hadisesinde de iddiaların adresi Neuer olunca insanlar buna inanma eğilimindeydi. Fakat köşesinde aynen şöyle yazıyor:


"Kam halt einiges zusammen. Unser schlechtes Spiel, dazu noch, dass wir nicht gerade vom Schiedsrichter begünstigt wurden. Und dann noch feiernde Schalker vor unserer Südtribüne. Das kann ich nicht sehen. Aber um ehrlich zu sein, kann ich den Manuel Neuer verstehen. Er ist halt ein echter Blauer. Wenn ich ein Tor gemacht hätte, dann hätte ich es wahrscheinlich genau so gemacht wie er. Klar ist das provokant, aber ich würde es genau so machen vor deren Fankurve."

"Birkaç şey üst üste geldi. Kötü oyunumuzun yanı sıra hakemin yönetiminden de memnun değildik. Sonra bizim taraftarlarımızın önünde galibiyeti kutlayan Schalke oyuncuları da eklendi buna. Fakat dürüst olmak gerekirse Manuel Neuer'i anlayabiliyorum. O sadece gerçek bir Blauer. Bu maçta bir gol atabilseydim, büyük ihtimalle onun yaptığını yapacaktım. Kulağa provokatif geliyor, doğrudur ama ben de gidip onların tribünün önünde kutlardım golümü."

Muhtemelen bu açıklamayı okuyan federasyon, olayın üzerine fazla gitmeden bu iki delikanlıyı kendi hallerine bırakmayı seçti ve Neuer herhangi bir ceza almadı.

27 Şubat 2010 Cumartesi

Adam Demişken...


Ruhr derbisi son yıllarda alışılageldiği üzere Schalke üstünlüğüyle sona erdi. Maç hakkında uykudan sonra uzunca bir şeyler karalamayı planlıyorum. Şimdilik sadece Jürgen Klopp'a saygı duruşuyla geçiştiriyorum.


Nelson Valdez takımının attığı tek golün yaratıcısı gibi gözükebilir. Aslına bakarsanız skora etki ettiği o pozisyonda da Ivan Rakitic'in büyük bir sakarlığı sonucunda geliyor penaltı... Fakat maçı izleyenler katılacaktır, bugün Paraguaylı cömertçe harcadığı pozisyonlarla her Dortmund taraftarının Lucas Barrios'un kart cezasına lanet etmesine neden olmuştur. Maçın son bölümünde durum 1-1 iken gelen mükemmel bir pası geveleyerek de dolaylı olarak maçı ezeli rakibe hediye etti Valdez... Fakat maçın sonunda sahaya giren Klopp, ilk olarak Valdez'i teselli etti. Kötü başladıkları sezonda tabelanın beşinci basamağına kadar sıçrarken her oyuncusunun kapasitelerinin üzerinde katkı verdiğinin bilincindeydi Klopp ve bu derbiye en soğukkanlı yaklaşan adam olduğu da açıktı. Schalke'nin Rakitic'le bulduğu galibiyet golündeki muazzam vuruş sonrası kameralar Klopp'a döndüğünde yüzünde bir öfke ya da kıskançlık duygusuna rastlayamıyorduk, mimikleri evrensel olarak 'ne gol attı be' anlamını taşıyordu... Bu kadar serin bir duruş, bir Alman için bile fazlaydı. Tebrikler güzel insan!



2007-08 sezonundaki ilk derbi sırasında Gerald Asamoah'a ırkçı söylemde bulunduğu için 3 maçlık bir ceza almış Roman Weidenfeller bu maçın bitiş düdüğünün ardından da uslu durmuyordu. Son pozisyonda karşı karşıya kalan ikili ceza sahası içerisindeki dialoglarını maç bitimine de taşıyınca, önce hakem Manuel Gräfe tarafından yatıştırılıyorlardı. Fakat asıl tepki, kaptanının aynı hataya ikinci kez düşmeye niyetli olduğunu gören Klopp'tan geldi yine... Sezon içinde böyle radikal bir karar almaya gerek duyacağını sanmıyorum, fakat yeni sezonun başlangıcında kaptanlık pazu bandını Nuri Şahin'in kolunda görebiliriz gibi geliyor.

23 Şubat 2010 Salı

Erkek Adam Renkli Krampon Giymez


Sir Alex Ferguson genç takım oyuncuları için koyduğu yeni bir yasakla, kendine has karakterini bir kez daha hatırlatmış kariyerinin sonunda... Academy League ve altındaki seviyelerde United formasıyla mücadele eden gençler, bundan böyle 'şatafatlı' kramponlar giyemeyecek! Anladığım kadarıyla genç dimağlarda takım bilincini oturtmak ve odak noktalarını aslolan her şeyin yaşandığı saha içine indirmek hedeflenmiş bu uygulamayla. Aranızdaki liberallerin şimdiden çileden çıktığını görebiliyorum, fakat gerçek dünyada ve bilhassa Fergie'nin dünyasında işler biraz farklı işliyor. Bunun sonunda istikrarlı bir şekilde başarı gelince de yöntemler pek fazla sorgulanmıyor doğal olarak...

Yeni kuralla ilgili fikri sorulduğunda John O'Shea tam olarak olmasa da şöyle demiş: "Neyse ki bizim için geçerli bir durum değil, fakat kenarda Ferguson varken sahada cafcaflı kramponlarınızın hakkını veremiyorsanız oyundan çıkması en muhtemel kişisinizdir." Belki Nani sezon başından beri süregelen sarı krampon tercihini gözden geçirecektir bu olaydan sonra, bilemeyiz. Birkaç gün önce Fergie'yi basın önünde eleştiren ve Güney Afrika'da Dunga'dan forma şansı bulabilmesi için düzenli oynaması gerektiğinden dem vuran Anderson'un yakarışlarına cevap gelmiş. Ben çok olumlu karşılamadım haliyle... Nani'nin cezasında sol kanatta yer buldu Anderson ve bunun şu ana kadarki karşılığı takımı sabote etmek için daha az fırsat bulması oldu. En azından bu tercih olumlu. Everton'a karşı formsuz maçlarına birer tane daha ekleyen veteranlar Wes Brown* ve Gary Neville bu gece de sahada, fakat Nemanja Vidic takviyesi ile arkadaki dörtlü nispeten daha fazla güven veriyor. Bunda rakipler arasındaki kalibre farkı da belirleyicidir elbette... Darron Gibson'a 'vur' emri verilmiş belli ki, fakat bunların yanında birkaç efektif pas görmeyi de umuyordum kendisinden. Şu dakikalarda oyunda yavaş yavaş bir Berba-Rooney dominasyonu hissedilir oldu ama yeterli olmayabilir.


Derken gol de geldi... 10 numara klasını gösteriyor fakat ikinci yarıya da başlarsa pazar günü Carling Cup finalinde ilk onbirde görebileceğimizi düşünmüyorum...

* Bunları biliyor muydunuz?
Manchester United bu sezon çıktığı resmi karşılaşmalarda dokuz mağlubiyet aldı. Bu dokuz maçın yedisinde Brown ilk onbirdeydi.

Gerçi ilk okuduğumda daha etkileyici gelmişti, biraz takla attırmışlar istatistiğe zira herif 23 maça başlayan onbirdeymiş. Yalnız Evans-Brown ikilisinin birlikte bulunduğu maçlardaki 7-3-5 derecesi hala etkileyici...

21 Şubat 2010 Pazar

More News from Nowhere #10

- Digiturk'e bloga olan katkılarından dolayı teşekkürü borç biliyorum. Güzel maçlar vardı, Tracy McGrady'yi Knicks formasıyla izlemek bile bir şey olacaktı. Anfernee Hardaway, Stephon Marbury, Steve Francis gibi adamları o formayla gördüğümüz günlere dönecektik belki. Belki bu sefer tamamen farklı sonlanacak bir maceranın açılış sahnesine tanıklık edecektik. Thunder'ı izlemek için yeterince motivasyonu var zaten ortalama NBA seyircisinin... Güzel bir gece olabilirdi. Ancak Çapa'da rüzgar esmeye başladı ve kademeli olarak eldeki tüm kanallardan olduk. Yine şaşırmadık. Teşekkürler Digiturk!


- Takas dönemini kaçırdık blog olarak. Şu saatte de bu dönemin kazananlarını kaybedenlerini yazacak değilim, kusura bakılmasın. Zaten yarın da güzel film var, kara kara düşünüyorum kafeine doyduğum bir gecede nasıl olup da hem filmden, hem de derbiden verim alabileceğimi... O yüzden takas sonrası yeni görünümleriyle izleyebildiğim takımlara kısa bir bakış atayım.

Dün Bobcats-Cavs maçına denk geldim. Bobcats gölgede kalsa da son gecenin en olumlu hareketlerinden birkaçına imza attı. Tyrus Thomas'ı alırken sadece Flip Murray ile yeri kolaylıkla doldurulabilir bir rotasyon parçasından vazgeçtiler. Ve Larry Brown için pek bir değer arz etmeyen Acie Law IV'dan... Tyrus ve onun gibi adamları elemek için Kaan Kural'ın kullandığı bir oran vardı, sanırım Vertical Jump/Basketball IQ gibi bir nicelikten bahsediyordu. Gerçekten de bu oranda göstergeyi neredeyse Stromile Swift seviyelerine çıkarabilen bir arkadaşımız. Fakat bugün NBA'deki mevcut coachlar arasında muhtemelen en vasıfsız olanının altında hayatın ona pek cömert davranmadığını da söyleyebiliriz. Daha önceki takımlarında kariyeri serbest düşüşteki birçok sorunlu karakter sahibi oyuncuya yeniden doğuş imkanı tanıyan Brown yeni bir materyale sahip oldu bu takas yoluyla, fakat işi kesinlikle çok kolay olmayacak. İlk maçından kötü yüzdeyle atılmış 9 sayı, 12 rebound, 6 blokluk istatistiklerle çıktığı gibi soluğu yerel kanal mikrofonlarında alıp eski coachuna göndermeler yapması da Brown'ın nasıl bir enkazla karşı karşıya olduğunun göstergesi belki de... Fakat sahada gördüklerimiz takımda herkesin işini kolaylaştıracak bir eklemeyi işaret ediyor. Özellikle fantezi kadrolarımdan birinde bulunan ve benim seçimim olmasa da sene boyunca saç baş yolduran Boris Diaw, frontcourt rotasyonuna eklenmiş iki parçaya çok iyi reaksiyon verip sezonun en iyi 2-3 performansından birini verdi. Eklenen diğer parça da Theo Ratliff bu arada. Spurs'ün kendisiyle pek işi olmayacak gibi gözüküyordu, formalite icabı gönderilen draft hakkı da 2016 yılına aitmiş. Bu sezon ilk kez bu kadar ciddi bir play-off adayı konumundayken, kenardan gelecek tecrübelerin ne kadar önemli olduğunun Brown tarafından da vurgulanması sürpriz değil...


Bir de bu takasın yanında Charlotte kulislerinde bir hayli konuşulan bir Pacers takası vardı deadline öncesinde. D.J. Augustin, Nazr Mohammed, Gerald Henderson karşılığında T.J. Ford ve Brandon Rush'ın Bobcats forması giyeceği konuşuluyordu. Hatta Troy Murphy ismi de geçmişti birkaç dedikoduda ki, Murphy gelse Thomas hamlesi yapılmazdı büyük olasılıkla. Thomas'ın bu takıma Murphy'den daha iyi bir ekleme olarak öne çıkabileceğini düşünmekle birlikte, ilk bahsettiğim takasın Bobcats'e gerçekten seviye atlatacağına inanıyordum. Bu seviye Jalen Rose'un bugünkü Bobcats için iddia ettiği gibi ilk tur geçecek bir play-off takımı seviyesi midir, ondan çok emin değilim. Ama Bobcats'in geri çekilmesine yol açmış etkenler Ford'un sonunda doğru formülü bulmuşa benzeyen takımın kimyasında geri dönüşü olmayan tahribatlar yaratma konusunda gösterdiği büyük potansiyel ve Henderson'dan olması beklenen oyuncu profilinin bu takımın orta ve uzun erimdeki ihtiyaçlarına hizmet edeceği yönündeki düşünce olabilir. Henüz yeteri kadar sahne alamamış bir çaylağı, değeri minimum noktasındayken alakasız bir takasta yan parça olarak elden bırakmak genel menajerlerce sıkça düşülen ve sonrasında çok acı veren hatalardandır. Elemanın Duke formasıyla gösterdiği NBA kumaşı şu an gerçek dünyada karşılık bulamamış olsa da, özellikle güvenilir bir şuta ulaşması halinde savunmadaki sertliğiyle çok kritik roller üstlenebilir birçok takımda. Bir de Ford'dan bahsetmişken, Alim Karasu efsanesinin Türkiye'ye "NBA'in üzerine doğan yeni güneş" olarak tanıttığı adamın bugün düştüğü hali biraz daha somutlaştıralım. Belirtilene göre, Ford Pacers idmanında menajerinden Bobcats'e takasının tamamlanmak üzere olduğunu duyuyor ve takım arkadaşlarının önünde dans etmeye başlıyor. Brown'ın yerinde olsam, son yıllardaki düşüşü de hesaba katarak Ford ölçeğinde bir oyuncu için bu riske girmek istemezdim ben de. Gayet anlaşılır...


Diaw-Thomas ikilisi dünkü maçtakine oranla daha uzun süreler sahada tutulabilir, tutulmalı. 3-4 pozisyonları arasına sıkışmış bir tweener nasıl 5 numaradan süre alsın diyorsunuz içinizden, duyuyorum. Fakat Diaw böyle partnerliklere ihtiyaç duyuyor kapasitesinin tamamına yakınını kullanmak için, birçok kez gördük. Pacers takası hem rotasyonda bu ikiliye daha fazla süre imkanı sağlar, hem de Murray'den boşalan sürelere Rush gibi esaslı bir elemanı katarak bu takımın çehresini değiştirirdi. Yine de play-off dışında kalma olasılıklarını pek yüksek görmüyorum, hatta Bulls'u da geride bırakıp Raptors-Heat ikilisiyle beşincilik için kapışmaları daha beklentilerim dahilinde olur... "Her şeye rağmen bu takımın en büyük transferi sağlıklı bir Tyson Chandler olacaktır" demek isterdim, ama elemanı çok sevsem de ben bile inanamıyorum bu ifadeye...

- Bulls'un takaslarını da beğendim yalnız, açtıkları cap space öyle kulak arkası edilecek bir meblağa denk düşmüyor. 6 milyonluk bir yer açtılar ve kenardan gelmeye -hatta gelememeye- başlamış bir John Salmons'ın yerini Murray aldı. Öte yandan bu coach ile verim veremeyeceği aşikar olan ve franchise için de artık unutulması gereken bir hata gibi görülmeye başlanan istikrarsız bir SF-PF yerinde de aynı sorunları yaşasa da en azından yeni bir başlangıç anlamına gelen bir SF-PF var... Joakim Noah da yakın zamanda dönebilirse kritik 2010 yazı öncesindeki bu cap rahatlamasını play-off resminden çıkmadan gerçekleştirmiş olacaklar. Zaten gidebilecekleri yerin de ilk tur olduğu aşağı yukarı belliydi sezon başından beri.


- PSG-Toulouse maçını izledim, onun hakkında da yazacağım bir ara. Digiturk geri döndü: T-Mac Alert!

17 Şubat 2010 Çarşamba

Irish Açılımı Vol. 5 - Tanrı'nın Destek Ayağı


Bölümün adı böyle kaldı fakat müşteri memnuniyetini pek de sallıyormuş gibi gözükmeyen James Joyce Pub son ziyaretimde sınırları zorladı ve artık resmi olmayan yeni mekanımız The North Shield diyebilirim. Son LakersTR buluşmasında gidip test ettiğimiz mekan, geçer not almayı başardı. Sadece yüklü servis ücreti biraz can sıkabiliyor eğer yemek olayına girmediysen... Öyle mesken tutulacak, her gün 'kızla gidilecek' bir yer değil yani, aman... Fakat her şeyden önce maç izleyeceksen acayip bir konfor var. Geçen hafta hiçbir şekilde anlamak zorunda olmadığım bir sürü teknik detaydan dolayı Aston Villa-Manchester United maçını kaçırdık mesela. Şampiyonluk mücadelesi için can alınıp can verilirken, mekandaki kalabalık gazozuna bir büyük maçı izlemek durumunda kalıyordu. Arsenal kazandı ama Liverpool taraftarı da şampiyonluk yarışını merak ediyordu daha ziyade... The North Shield böyle bir şeye mahal bırakmıyor. Dünkü maçla eş zamanlı oynanan Stoke City-Manchester City maçı bile veriliyordu bir televizyondan, bir kişinin talebi olması yeterli...


1958
Manchester United 2 - AC Milan 1
AC Milan 4 - Manchester United 0

1969
AC Milan 2 - Manchester United 0
Manchester United 1 - AC Milan 0

2005
Manchester United 0 - AC Milan 1
AC Milan 1 - Manchester United 0

2007
Manchester United 3 - AC Milan 2
AC Milan 3 - Manchester United 0


Neyse maça geçelim... Her ne kadar Milan çekilebilecek takımlar arasında en güçlüsü olarak öne çıkmasa da, bu eşleşmenin yalnızca yakın geçmişine bakmak bile tehlikenin büyüklüğünü fark etmek için yeterliydi bir United taraftarı için... 2005 yılında Roy Carroll'ın neredeyse orta sahadan çekilen zorlayıcı olmaktan uzak bir şutu Hernan Crespo'nun önüne sektirmeyi başardığı an, bir taraftar için 'o anlar'dan biri olacaktır. Hafızadan silinmesi çok kolay değildir. Aynı şekilde 2007 yılında rüya gibi bir geri dönüşle noktalanan ilk maçtan sonra Gabriel Heinze'nin asistinde yağmurla birlikte yağan Milan atakları da unutulacak gibi değil. Doktorum uzun süre önce Serie A'yı azaltmamı tembihlemişti, o yüzden denk gelmedikçe fazla izlememeye çalışıyorum ancak son dönemdeki Milan çıkışının farkındaydım. Sezon başında bizim 'güzel oyun' destekçisi, skor değil spor yazarı olma iddiasındaki 'dış basın bu işe ne diyor' eksperlerimizin "Şampiyonluk yarışında Roma'yı konuşalım, Juventus'u konuşalım, Napoli'yi bile konuşalım ama artık izin verin de Milan'ı konuşmayalım" isyanları hala kulaklarda. Puan durumuna bakıyorum, yetmiyor dünkü maçın ilk 20 dakikalık bölümüne bakıyorum... Olmuyor. Ben Serie A hakkında pek konuşmayayım yine isterseniz.


2007'deki o yarı final benim kişisel tarihimde de önemli bir yer işgal eder. ÖSS denen gençlik karabasanı öncesinde geri sayım başlamış, San Siro'da yağmurlu bir gecede sahaya çıkan beyaz formalılar çok büyük motivasyon kaynağı olabilir. Forma da güzel aslında, ama finale çıkmak için daha fazlasına ihtiyacın oluyor böyle gecelerde. Gollere dönüp bakınca olmayacak topları kalede gördüğümüzü fark ediyorum ama ilk yarıda ceza sahası içine hapsolduğumuz dakikaları özet pek yardımcı olmasa da çok iyi hatırlıyoruz... Türkiye'de maçın yayınlanmayacağını öğrenip The North Shield'da yerimizi ayırttığımızda, bu kötü hatıraların etkisinden kurtulmak mümkün olmuyor pek tabi. Maç başlıyor ve Patrice Evra'nın yaptığı son derece gereksiz faulün yarattığı frikik, yine zincirin ilk halkasını oluşturan adamın yetersiz müdahalesi, uzaklaşmayan top, Ronaldinho'nun çıkardığı şut ve Michael Carrick'ten İbrahim Toraman-Deniz Barış esintili bir savunma hareketi. San Siro'da beyaz forma yine hayal kırıklığı yaşatıyor, ben o ortamda ÖSS öncesi sancılı günlere geri dönüyorum ve o çocuk oluyorum adeta yeniden.


Rüzgar dineceğe pek benzemiyor, özellikle de savunmanın sağ tarafında. Ronaldinho vatandaşı Rafael ile maç boyunca kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor (bu tabir de bir gün bu blogda yerini almalıydı), topun United ceza sahasında oynandığı süre bu çapta bir maçta görmeye alışık olmadığımız bir seviyede ve karşımda oturan Everton taraftarı amca fazlasıyla sinir bozucu. Ronaldinho'nun yıllardır sevemediğim, bazen basit olanı yapmanın çok daha yararlı olacağı durumlarda da başvurduğu o küçük düşürücü hareketlerin her biri bizim masadan birer 'ole' tepkisi alıyor. Everton'ı da severim aslında, neyse... Sir Alex Ferguson'ın da maç sonunda söylediği gibi o 20 dakikadan yalnızca 1 gol geride çıkmak, o golün gelişimindeki sakarlıkları düşününce bile şansın yanımızda olduğunun göstergesi. Ama asıl gösterge için devrenin bitimine dokuz dakika kala gelen Paul Scholes mucizesini beklemek gerekiyor. O ilk bölümdeki baskı atlatılmış olsa da, burada United'ın aktif olarak bir rol oynadığını söyleyemiyoruz. Orta saha elemanları Darren Fletcher'ı bir kenara koyarsak halen ortalamalarının çok altında, fakat karşıdaki orta sahanın yaş ortalaması devre sonlarına doğru bu durumu dengelemeye başlıyor. Umutsuz görünen bir atak yine iyi bir maç çıkaran Park Ji-Sung'la hayat kazanıyor ve Fletch'in asistinde büyük bir enerji boşalmasını tetikliyor Scholesy. Bu da şans golü belki ama San Siro'da 52 yıl beklenen bir United golünün böylesine sıradışı olması da çok şaşırtıcı addedilmemeli. Kenardaki Fergie'yi ve Jonny Evans'a uyarılarını izlemek paha biçilemez.


Devre arasında tuvalet kuyruğunda muhabbet dönüyor olağan biçimde. Mekanda bir sürü United formalı Rus var ve daha güzel bir kombinasyon düşünemiyorum. Everton taraftarından şikayet edip, bir şekilde kendimi onların yanına atmayı bile düşünüyorum. David Beckham'ın hala ne kadar çok sevildiğini de tecrübe ediyorum. "Bugün yeter ki Becks gol atmasın, her sonuçta ben eve mutlu dönerim" sözlerim hoş karşılanmıyor. Zaten ikinci yarıda San Siro'daki Stretford End de Beckham için "Fergie, Fergie, sign him up" tezahüratları yaparak bu eğilimin genele yansıdığını gösteriyor. Ben yine de rövanş için de saklı tutuyorum aynı dileklerimi. Bir Beckham frikiğiyle gittiğini düşünsenize turun...


İkinci yarıda orta saha elemanlarının performansları daha makul boyutlara ulaştı ve United oyunu rakip kaleye yığmaya başladı. Oyunun momentumunu ele geçirdiğin an Milan'ın birçok tehdidini safdışı bırakmış oluyorsun, genelde skorla nihayetlenen bir oyun üstünlüğü de kuruyorsun. Zira sağdan sola Beckham-Pato-Huntelaar-Ronaldinho dörtlüsünün en büyük ortak özelliği top göstermediğiniz takdirde oyundan düşen bir yapıya sahip olmaları. Belki genç bir Beckham'ı bu çerçevede ele almak haksızlık olabilirdi, fakat yılların onun lehine işlemediğini maç boyunca gördük. Sadece bir frikikti Beckham'ı sahneye çıkaran, onun dışında tehlikeli bile olamadı karşısındaki Evra güven vermeyen bir görüntüdeyken... İlk yarıda Fletcher'a ve Nani'ye olan tepkileriyle sık sık ekrana gelen, hazırlayanı bulamayınca kendi pozisyonunu yaratma çabası içine giren ve bunların birinde başarılı da olan Wayne Rooney, United'ın saha içindeki lideri artık orta sahadan da destek almaya başlamıştı. Nani dışında herkesle etkili paslaşmalar içine girebilen Rooney, Ferguson'ın beklenen ve bir türlü gelmek bilmeyen Nani-Valencia müdahalesiyle birden rahatlıyor ve olağanüstü bir kafa golüyle oyun üstünlüğünü skor üstünlüğüne çeviriyordu. Fletcher'ın pasında kendini ofsayttan kurtardığını gördüğüm gibi ayağa fırladım, o sekans ve arkasından başladığımız "Glory Glory Man United" bir başka 'o an' olarak alınabilir belki.


Bu dakikalarda Milan sahaya yayılış anlamında bir halı saha takımını andırmaya başlamışken, yani oyuncular hücumcular-savunmacılar olarak ikiye ayrılmışken dördüncü golü bulmak gerekirdi. Antonio Valencia birkaç şüpheli tercihte bulundu ve zaman zaman topu fazla geveledi açıkçası. Skor üstünlüğü yakalanmadığı sürece Nani'nin kullanılmaması taraftarıyım. Ryan Giggs'in yokluğunda gidilecek ismin de 25 numara olmasını ümit ederim her zaman. Sanırım son dönemdeki biraz aldatıcı form grafikleri Fergie'yi Nani tercihine itti... Bu büyük maçlarda göz alıcı olmayan ama etkili (bu da 'yakışıklı değil ama sempatik' gibi oldu) Park'tan vazgeçmemesiyle her zaman takdirimi kazanır Fergie. Dünün de kenarda köşede kalan kahramanlarından biridir Park. Özellikle de ilk yarıda orta saha dökülürken yarattığı enerjiyle, zaman zaman sol ve sağ beklere yaptığı yardımlarla... Gülhane uğurlu geliyor heralde: Gülhane Parkı! Bu üstünlüğe rağmen son dakikalarda Beckham-Seedorf değişikliğinin karşılığını aldı Milan. Birkaç tane daha fırsat buldular dahiyane Clarence Seedorf golünden sonra, onları değerlendirseler işler tatsız bir hal alabilirdi. Carrick'in atılması oldu günün sonundaki tek endişe kaynağı. Anderson esprisinin geri dönüşüyle sonuçlanmaz umarım Carrick'in bu hatası. Bu arada ben tekrarı tam göremedim, gerçekten o amaçla mı vurdu topa kestiremedim fakat sarı kartın da varsa dikkatli olacaksın o dakikalarda. Sen Manchester United topçususun, büyük düşüneceksin!


2004-05: 17 gol
2005-06: 19 gol
2006-07: 23 gol
2007-08: 18 gol
2008-09: 20 gol
2009-10: 25 gol (Rooney saymaya devam ediyor.)

Manchester United vs. AC Milan:
1 Van Der Sar 8
21 Rafael 5.5 (6 Brown NE) - 5 Ferdinand 5.5 - 23 Evans 6.5 - 3 Evra 6
17 Nani 5 (25 Valencia 6.5) - 16 Carrick 6 - 18 Scholes 5.5 - 24 Fletcher 7.5 - 13 Park 7
10 ROONEY 8.5

14 Şubat 2010 Pazar

Get Shannon Drunk


Burada da Dwight Howard, Spike Lee, Chris Tucker ve Kobe Bryant'ın tepkileriyle ilgili bir içerik vardı ama bir şekilde patlamış.

Saturday Night Live on Numaraiki


- Dünkü Rookies-Sophomores maçına 2 saat kala yatarken saat kurmuştum kalkmak için ama kendim de inanmamıştım pek. Öğleden sonra tekrarı yakaladım derken, o da 'maçın gollerini ve önemli anlarını izliyoruz' çıkınca pek yazacak materyal yok. Michael Beasley ve Russell Westbrook'un maçı sattıkları, büyük miktarda parayı bahise yatırdıkları söylendi birkaç kez. Westbrook, Jason Kidd oradayken haftanın ana yemeğine layık görülmemeyi kafaya takmış olabilir. Beasley tanımadığımız bir herif değil zaten... İnanırım yani.


- Bir de burada farkı yaratanın kısaların oyunu olduğu bilinirken, hem de bunu bilenlerden olduklarını birkaç cümle önce gösteren adamların Sophomores takımını ağır favori gösterme işini abartmaları hoş olmadı çeşitli sohbet ortamlarında. Derrick Rose'un sakatlığı maçı benim kafamda Tyreke Evans tarafından kazanılabilir bir düzeye getirmişti zaten, dün görebildiğim kadarıyla galibiyeti kafasına koyan bir eleman daha eklenince işler kolay olmuş Tyreke adına... Buna paralel bir başka ilginçlik de LeBron James'in ıslıklanmasına sonuna kadar katılan, daha önce de Kevin Garnett ve Kobe Bryant'ın malum All-Star performanslarını doyasıya eleştiren ailemizin yorumcusunun maçın son çeyreğinde rebound almak için takım arkadaşını ezen DeJuan Blair'e aşırı desteği oldu benim adıma. İkisi arasındaki farkı çözemedim...


- Dunk-In olayında ufak çaplı bir rezalet yaşanmış yine resmi sitedeki oylamada. DeMar DeRozan'ın oylarına yardımı olmuştur bence bunun, fakat galibiyeti bir taraftan diğerine geçiren bir yardım olduğunu düşünmüyorum. Bir de birçoklarına göre Eric Gordon'ın hakkı yenmiş ama bence en iyi smacı o vurmamış... Son hakkında garanti bir smaç tercih etmesi yadırganmamalı DeMar'ın, zira kamuoyu son "Thriller" vaadinden sonra büyük ölçüde ona doğru kaymışken hiçbir yarışmacı bu avantajı kullanmaktan geri kalmaz. Mantıklı olanı yaptı ve hak edilmiş bir yer kazandı bugünkü yarışmada bana kalırsa. Oylamanın kaderinin tamamen çok da sıradışı olmayan bu iki smaca göre çizilmesi yanlış olurdu esas. Jürideki parlak isimlerin son yıllarda yaptıklarının üzerine halkın bu seçimine sallamak da yapılacak en saçma şeyler listesine girebilir.

- HORSE linklerine pek rağbet etmedim, inanın kimin kazandığını bile bilmiyorum. Hayır, merak da etmiyorum...


- Antrenmanlardan bahsedemedim, mevzuya giriş yapıyorum. Eski sevgililerimden Marie Ferdinand çıktı zira... Gerçi Marie Ferdinand-Harris olmuş.

- Eski başkanlar falan çıktı. "Time is money" diyerek birkaç cümle yazalım...

- Kenny Smith başbakan olacak adam. Gerçek anlamıyla orta sahadan atan tek yarışmacı oydu, bir de sokak basketbolu tabiriyle bilek attı eskilerin keskin şutörü... Yarışmanın ismine en çok yakışan üçlü götürdü ödülü, gayet de iyi bir dereceyle. Nicole Powell'ın makyajı ve Chris Webber'ın üçlükleri de tam zamanında imdadıma yetişti ve uyku kaçırma vazifesini gördü.


- Birtakım adamlar top sürdü, bounce pass attı, orta mesafeden şut salladı falan. Pek bir cazibesi olan şeyler değil yani. Kazanan Steve Nash oldu, 'yaşlı adam' esprisini sektirmedi...

- Tahmin yapmayı unutmuşum... Çok düşünmeden yazıverdim.

Favori: Chauncey Billups, Shannon Brown
Plase: Danilo Gallinari, DeMar DeRozan


- Heyecanı yeniden canlandıralım dedik, karşımıza çıkan manzaraya bakar mısınız? Russ Bengtson güzel demiş, Vince Carter bu yarışmayı sadece üçlük atarak kazanırdı. Finale kalan iki adamın birer smacı dışında yarışmaya yakışan bir smaç yok. Shannon Brown? Anlamadık.

- Paul Pierce ve Kevin Garnett'i yan yana görmeye dayanamıyorum. Paul Pierce -NBA ile yakından ilgilendiğim yılları ikiye ayıracak olursam- şahsi geçmişimin özellikle ilk yarısının en büyük kahramanlarındandır. Konu antipati değil, gereğinden fazla kararlılık. Öğrenim hayatımda da böyle adamları görünce ortamdan usulca uzaklaşmayı ilke edinmişimdir. Herif bir şeyi daha kafasına koydu, bahse konu yarışma için ideal olmaktan çok uzak şut mekaniğini adapte etti ve bu yarışmayı kazandı. Ödül konuşmasında da Kaan Kural devreye girdiği için net olarak duyamasam da "I think I'm one of the best shooters in NBA history" gibi bir gaf kazandırmış sanırım literatüre. Bu smaç yarışmasından bile komik olabilir.

- Stephen Curry benim için sürpriz olmadı. Tarafsız olabilsem favori olarak yazacaktım ama gerek duymadım bu sefer. Son 2-3 yılda lige adım atan veletler içinde açık ara en sabahtan akşama tokatlamak istediğim eleman... Ki babasını severdim.


- Nate Robinson'a oy verdim. Hayatım için bir eşiği geride bıraktığımı düşünüyorum, kendimle çok barışığım.

- Gecenin yıldızları seyirciler arasından. James Harden'ın fotoğrafını bir yerlerde bulmalıyım. Diğeri de yıllardır All-Star haftasonlarında ön sırayı ipotek altına alan, bugün soğuğu da düşünerek olay yerine robdöşambrla gelmeyi uygun görmüş Jerome "Junkyard Dog" Williams.

- İyi geceler. Seneye bu blogda cumartesi gecesi aktiviteleri tamamen görmezden gelinecek.

Stoke City: Looking High, Searching Low


Bugünün FA Cup programındaki en vaatkar karşılaşma finaldeki Manchester City-Stoke City kapışması gibi görünüyordu. Hayatta kalanlar içinde kupayı kazanmaya en yakın olanı, Big Four'un beşinci turdaki tek temsilcisi Chelsea bozuk zeminiyle ülkedeki futbol gündemini hatırlatan Stamford Bridge'de Championship'in sağlam takımlarından Cardiff City'yi Arif Erdem tabiriyle 3-4 atıp evine gönderdi programın ilk maçında... Southampton-Portsmouth maçı da günün erken maçlarındandı. Belki de FA, birbirleriyle yoğun rekabet içerisinde olan iki güneylinin maçındaki alkol oranını aşağıya çekmeyi amaçlıyordu. 4-1 deplasman takımının galibiyetiyle sonlanan maç, günün geri kalanında Southampton ahalisine içmek için yeteri kadar sebep veriyordu. Premier League'de artık misafir konumuna gelen Portsmouth'unsa uzun zamandır başına gelen en güzel şey oldu tartışmasız bu galibiyet. Derby County deplasmanında son 15 dakikada gelen iki golle geri dönüş yapan ve bu gollerle turu da geçen Birmingham City'de bu golleri yaratanlardan ziyade Joe Hart olmuş manşetleri süsleyen. Özellikle dilden dile dolaşan bir kurtarışı var, Robbie Savage'ın şutunu engellemiş. Günü Eastlands'te geçirmeyi tercih eden Fabio Capello'nun kulağına da gidecektir bu performansın yankıları... Diğer maçta ise Liverpool'u eleyerek sükse yapan Reading, kendi evinde 10 kişi kalınca galibiyete tutunamamış ve beklentilerin altında kalan yaz transferi Joe Mattock'un çok kritik bir anda gelen ilk golü West Brom'a bir replay imkanı tanımış. Ara Sıcaklar serisinde tahmin ettiğim üzere Andy Griffin performansı en çok övülen adamların başında geliyor Reading tarafında birkaç maçtır.


Günün ana yemeğine gelince. İlk onbirler geldiğinde Tony Pulis'ten beklemediğimiz bir düzenleme vardı kanatlarda göze çarpan. Her iki kanatta da savunmaya fazla takılmayan ve hücum özellikleriyle öne çıkan oyuncular tercih edilmişti. Sağ açıkta bir süredir meşhur taç atışları dışında pek bir zenginlik katamayan Rory Delap'in yerinde genelde solda görmeye alışık olduğumuz Matthew Etherington oynuyordu, onun bıraktığı sol açık mevkiinde de Tuncay Şanlı. Tuncay'ın kaleden uzakşatıkça etkinliğinin azaldığını söyleyebiliriz, ancak bugün kendisine gelen az sayıda topun birkaçında skoru değiştirebilecek hamleleri oldu. Özellikle Liam Lawrence'a gönderdiği güzel bir orta vardı, golle bitmemesi biraz beceriksizlik, biraz da talihsizlik olarak nitelendirilebilir. Beceriksizlik demişken, ev sahibinin maçın açılış bölümlerinde bulduğu golden de bahsedelim hemen. Shaun Wright-Phillips kendisini ofsayttan kurtarabildi mi, o konuda şüphelerim var. Bana göre gol nizami ama gözlerime çok da güvenmem bu konularda... Öte yandan golün nizami olup olmaması ilk aşamada konuşulacak şey değil kesinlikle. Normal şartlarda oyun alanını terk edecek bir topu yeniden canlandıran ve olabilecek en sakar biçimde -bir değil iki hamlede- SWP'nin önüne servis eden Ryan Shawcross'a çok şey borçlu City.


Gelen gol sonrası ise City'nin isteksizliği, 34 yıldır kupa kazanmamış bir takım için biraz gereksiz bir kibir gibi gözüküyor. 48 bin kapasiteli stadyumda sadece 28 bin seyircinin bulunması da anlaşılması güç bir başka veri gibi... İlk yarıda önce Etherington'ın, ilk yarının sonunda da onun yerine oyuna dahil olan Lawrence'ın sakatlanarak çıkması Pulis'in elini fazlasıyla boşa çıkardı. İkinci yarıda bir başka zorunlu değişiklik geldi ve Andy Wilkinson oyundan çıktı. Aslında en hayırlı olanı da buydu, zira ilk yarıda SWP o kanatta canına okuyordu altyapıdan çıkma savunmacının. Hatta bir ara Robert Huth'u stopere, Danny Higginbotham'ı sol beke çekerek çözüm aramıştı Pulis oyuncusunun çaresizliğine. Gerçekten de Higginbotham Wright-Phillips'i maçın geri kalanında neredeyse durdururken, solda maç boyunca etkisiz kalan Bulgar da sorun teşkil etmiyordu. Böylelikle maçı rakibinin de yardımıyla bir şekilde kilitlemeyi başaran deplasman takımının tek eksiği kalıyordu. Burada da belki şans faktörü yardım etti Potters'a ve zorunlu değişiklikle oyuna giren ve oyun içinde yine etki göstermekten uzak gözüken Delapidator bir kez daha sahne aldı ve City savunmacılarının yanlış pozisyon almasından yararlanan Ricardo Fuller skoru dengeledi. Geçen sezon takımına taç atışlarından tam 6 gol kazandıran Delap'in taç atışlarında artık savunmacılar ve kaleciler ne yapacaklarını daha iyi biliyor ve Delap'i kötü oynarken sahada tutmak için bir sebebi elinizden alıyor. Ama bu silah muhtemelen dengede giden maçların son dakikalarında hep kafasında oluyordur Pulis'in. Bir korner atar, frikik atar, olmadı araya bir pas atar diye sahada tutulan adamları gördük, hatta baş tacı edildiklerini hayretle izledik de bu acayip bir şey...


City adına kötü bir gündü. Belki Ashley Cole'un sakatlığında milli takım için adı -John Terry skandalındaki kadar olmasa da- hararetle anılmaya başlayan Wayne Bridge dışında kimse etki gösteremedi. Bridge kariyeri boyunca, en kötü gününde bile müthiş bindirmeler yapabilmiş bir adam. Buna saygı duyuyorum. Zaten hep de sevdiğim bir adam oldu. Fakat özellikle sene başında City savunmasının en zayıf halkalarından biriydi ve birkaç maçta biraz daha sağlam durabilse takımı hala Mark Hughes yönetiyor olabilirdi... O yüzden bugünkü görüntünü büyüsüne çok fazla kapılmamak yerinde olur. Eğer Etherington sakatlanmamış olsaydı işler çok farklı olabilirdi onun adına... Etherington'ın sakatlığı da ciddi görünüyor, Pulis için kötü haber. Carlos Tevez çocuğunun doğumu için Arjantin'de bulunurken City forveti çok silik bir maç çıkardı. Robinho'yu bile aradıklarını söyleyebilirim, neyse ki Tevez-Bellamy ikilisi dönünce böyle bir dertleri kalmayacak. Roque Santa Cruz fazlasıyla paslanmış, Emmanuel Adebayor ise Afrika Kupası deneyimlerini atlatamamış olacak ki son maçlarda sahada hayalet gibi geziyor sadece. Bugün City cephesinde Kolo Toure ve Martin Petrov ile birlikte en kötü isimdi benim nazarımda...


İkinci maç Etherington'ın yokluğunda zorlu geçmeye aday. Sınırlı bir rotasyonla ligi götürmeye çalışan Pulis'in belki de son istediği şey gerçekleşti ve fikstüre yeni bir maç eklendi. Çok fazla oyuncu dinlendirme yanlısı bir teknik adam değil kendisi ama elinde bunun için yeterli malzemenin olduğunu da söyleyemiyoruz tam olarak... Bir kez daha sahaya Carlitos'tan yoksun çıkacak City bence replay maçının favorisi olacaktır yine Britannia Stadium'da. Manchester United, Liverpool ve Arsenal'ın bu kadar erken gittiği bir turnuvadan daha iyi bir ortam olabilir mi 34 yıllık kupa orucunu bozmak için? Bence olamaz. O yüzden bu sene de Chelsea kazansın, City of Manchester sakinleri de bir 34 yıl daha beklesin. Temennim bu yönde en azından... Patrick Vieira da başarısız bir deneme olacak gibi gözüküyor her maçta tekrar tekrar.

9 Şubat 2010 Salı

Kill Me If You Dare...


Umbro İngiltere'nin Güney Afrika'da giyeceği dış saha formalarının lansmanını sıradışı bir şekilde yapmış. Fotoğrafta da gördüğünüz gibi Kasabian'ın Paris konserinde ilk kez frontman Tom Meighan tarafından giyilmiş forma. Esasen 1966 yılında İngilizler biricik dünya kupalarını kaldırırken giydikleri formadan çok da farklı sayılmaz, hatta tamamıyla aynısı olduğunu da söyleyebiliriz. Bu forma totemi yeterli olacak mı, onu göreceğiz. Kaleci sorunu düşündürücü olabilir, ama İngiltere'deki asıl sıkıntı hiçbir zaman eldeki malzeme olmadı zaten... Fabio Capello bir şans şu jenerasyon için, pek desteklediğim bir takım olmasa da kazanırlarsa sevinirim.


Aşağıdaki videoda Fransa'daki kalabalığın İngiltere formasına tepkileri de görülmeye değer, Kasabian falan dinlemiyorlar konu Britanya olunca...

Video enginlere sığmadı, taştı. Kendisine buradan ulaşabilirsiniz, güzel olmuş...

8 Şubat 2010 Pazartesi

Ara Sıcaklar #2


Liverpool: 4

IN: Maxi Rodriguez (Atletico Madrid)
OUT: Andrea Dossena (Napoli), Andriy Voronin (Dynamo Moscow), Craig Lindfield (released), Christopher Buchtmann (Fulham, loan)

Tüm Liverpool forumlarında ara transfer dönemi boyunca konuşmaya değer bulunan tek hedefin Maxi Rodriguez olması, zaman zaman ortaya atılan Arda Turan isminde bile birçoklarının kulübün bu transferi finanse edemeyeceğini iddia etmesi gelinen nokta hakkında ipuçları veriyor. Rafael Benitez bu sezonun sonunu getirebilecekmiş gibi gözüküyor, peki ya sonrası? İspanyol menajerin gelecek sezonki statüsünü belirlemesinde son sezonlarını oldukça sönük geçiren bu Arjantinli esaslı bir rol oynayabilir mi? Fernando Torres'in yokluğunda bu takımın gol bekleyebileceği saf bir forvet görebilen var mı kadroda? David N'Gog süre almaya devam edecektir, fakat Liverpool gibi bir kulübün beklentilerine ancak bir ölçüde cevap verebilir... Şu andaki diziliş özellikle düşük profilli takımlara karşı takımın olması gerekenden daha fazla zorlanmasına sebep olabilir, yapılan tek transfer de bu soruna bir çözüm adayı olmaktan hayli uzak. Dossena-Voronin ikilisi Liverpool için çok hafif isimlerdi, yürümesi beklenemezdi...

Manchester City: 6

IN: Patrick Vieira (Internazionale), Adam Johnson (Middlesbrough)
OUT: Robinho (Santos, loan), Adam Clayton (Carlisle, loan), Felipe Caicedo (Malaga, loan), Jo (Galatasaray, loan), Vladimir Weiss (Bolton Wanderers, loan), Donal McDermott (Scunthorpe, loan), Javan Vidal (Derby County, loan), Benjani (Sunderland, loan)

Patrick Vieira transferine dair şüphelerim olsa da, ortada alınmış bir risk olduğunu söyleyemeyiz. Dolayısıyla Roberto Mancini'yi bu transfer üzerinden eleştirmek çok doğru olmaz. Adam Johnson ise verilen 6 milyon poundun karşılığını uzun erimde kolaylıkla verebilecek bir isim, böyle bir yeteneğin Championship'te geçireceği zamanın kısıtlı olacağını tahmin ediyorduk zaten... Bu kış transfer sezonunda en çok rağbet gören isimler, alt liglerde sükse yaptıktan sonra menajerlerin transfer listelerine girebildiler. Johnson bunlardan biri... Victor Moses, Jermaine Beckford, Matt Kilgallon gibi elemanlar da üst seviyede yapacakları işlerle iyiden iyiye global pazara odaklanmış menajerlere bir mesaj verebilecek yetenekteler... Daha önce Tim Cahill ve Phil Jagielka gibi herkesin bildiği ama aynı anda burun kıvırdığı kaliteli Championship oyuncularını başarılı bir Premier League ekibinin vazgeçilmez parçaları haline getiren David Moyes'in yolu diğer menajerlerce kabul görmüşe benziyor.


Manchester United: 5

IN: Chris Smalling (Fulham, moves in summer)
OUT: Zoran Tosic (1. FC Köln, loan), Danny Simpson (Newcastle United), Danny Welbeck (Preston, loan)

Sir Alex Ferguson'ın takımı her yıl Christmas döneminde çizmeye başladığı grafiği biraz gecikmeli de olsa bu sene de yakalamışa benziyor. Özellikle Carling Cup yarı finalinde şehrin mavi yakasına ve elbette Carlos Tevez'e karşı kazanılmış zafer herkesin keyfini yerine getirdi. Fakat bir ocak ayını daha transfersiz geçirmeyi kaldıracak kadar pembe mi tablo, bundan çok emin değilim. Özellikle savunmadaki Brown-Evans ikilisi ligin hataya en yakın savunma hatlarından birisi anlamına geliyor. Sol bek Patrice Evra'nın istikrarını bir yana koyacak olursak savunmada istediğimiz kurguyu sahada görmek, biz United taraftarlarına uzun zamandır pek nasip olmuyor. Vidic-Ferdinand ikilisinin tam bir sezonu sağlıklı geçirmesini artık kimse beklemiyor, fakat yavaş yavaş yokluklarının varlıklarından daha sıradan gelmeye başladığı döneme giriyoruz. Özellikle çiçeği burnunda milli takım kaptanını en azından saha içi planlara dahil etmeden önce iki kez düşünmemiz gerekecek gibi... Burada verilmesi gereken bir diğer önemli karar da Jonny Evans'ın aranan isim olup olmadığı konusundaki karar olacaktır. Kendisini çok kez izleme fırsatı bulmuş olmamıza rağmen emin olamıyorum ben açıkçası, Chris Smalling imzası da SAF için de durumun çok farklı olmadığına yorulabilir... Bonservisini aldıktan sonra neden sene sonuna kadar Fulham'a bıraktığımızı da pek anlamış değilim. Arsenal'ın elinden oyuncu kapmak her zaman sevindiricidir, fakat Gabby Agbonlahor karşısında düştüğü durumlar da gösteriyor ki şimdiden çok fazla bel bağlamamak lazım bu çocuğa. Yine de güzel harekettir. Danny Welbeck'in Championship'e gönderilmesi de isabet olmuş... Aslında geçen sezon da benzer bir şeyi yapabilirdik, belki geçen sene bu dönemlerde FA Cup'ta devam ediyor olduğumuz için o yönde karar vermemiş olabilir Ferguson. İlk maçında da Roy Keane'in takımına güzel bir gol atmış eleman, sevindik. Zoran Tosic, bekliyoruz evlat!

Portsmouth: 5

IN: Jamie O'Hara (Tottenham, loan), Quincy Owusu-Abeyie (Spartak Moscow, loan)
OUT: Younes Kaboul (Tottenham Hotspur), Mike Williamson (Newcastle United), David Nugent (Burnley, loan), Asmir Begovic (Stoke City)

Jamie O'Hara ile devam edilmesi en azından oyuncu için güzel. Burada daha önce birkaç kez bahsetmiştik, Quincy Owusu-Abeyie 2006 yılında Hollanda'da yapılan Dünya Gençler Şampiyonası'ndan bu yana yolunu gözlediğimiz elemanlardan. O günlerde Hollanda Milli Takımı ve Arsenal'ın geleceğinde büyük rollerde hayal ettiğimiz adam, bugün Gana Milli Takımı'ndan davet almıyor ve İngiltere'ye ancak Portsmouth yoluyla kapağı atabiliyor. O da kiralık olarak, yani bir süreliğine... Gidenler de var tabi, Asmir Begovic'ten kazanılan para kulağa hoş geliyor kulübün finansal durumunu da düşününce. Fakat David James de sırra kadem basarsa aynı şeyleri söyleyemeyiz. Kulübün sezonu tamamlayamama ihtimali dahi konuşulurken, bu yazıda gereğinden fazla yer kapladıklarını hissediyorum... Para harcamak gibi bir opsiyonları olmadığından serbest oyuncu transferinde birkaç imza attırmalarını da bekleyebilirsiniz.


Stoke City: 5

IN: Asmir Begovic (Portsmouth)
OUT: Leon Cort (Burnley), Richard Cresswell (Sheffield United), Andy Griffin (Reading, loan), Tom Soares (Sheffield Wednesday, loan)

3.25 milyon pound karşılığında geleceği parlak bir kaleciyi uzun bir kontratla kulübe bağladılar. Eğer satıcı biraz tok olsaydı böyle bir meblağa bu transferi gerçekleştirmek de mümkün olmayacaktı. Oyuncunun Tottenham yerine burayı tercih etmesi kulüp için de sevindirici olsa gerek, demek ki oyuncuların ve menajerlerin gözünde Stoke City bir Premier League ziyaretçisinden fazlasına evrilmiş. Thomas Sorensen sezonun net biçimde en iyi kaleci performanslarından birini gösterirken böyle bir kararı vermek vizyon göstergesidir, tebrik ediyoruz Tony Pulis'i... Andy Griffin Championship'te sezonun en sıkıntılı takımlarından olan Reading'e yardımcı olacaktır.

Gidenlerden
Bir tek seni bana ekledim
Seni deli gibi bekledim
Gidenlerden

Sunderland: 6

IN: Matt Kilgallon (Sheffield United), Alan Hutton (Tottenham Hotspur, loan), Benjani (Manchester City, loan)
OUT: Daryl Murphy & David Healy (Ipswich, loan), Nyron Nosworthy (Sheffield United, loan)

Black Cats son olarak sahasında Wigan'a diş geçiremeyip galip gelememe serisini 11 maça çıkardı. Steve Bruce takımına iyi bir başlangıç yaptırdıktan sonra Craig Gordon ve Lee Cattermole gibi oyuncularının sakatlığında kötü seriyi kabul edilebilir göstermeyi başarmıştı fakat kredisini hızla tükettiğini söyleyebiliriz. Matt Kilgallon adını sıkça duyduğum fakat fazla izleme fırsatı bulamadığım bir oyuncu. Onun ve Alan Hutton'ın gelişi özellikle sorunlu gözüken savunma hattı için anlamlı olacaktır. Chelsea'den yenen 7 gol sıkıntının savunma boyutunu ortaya çıkarma görevini fazlasıyla yerine getirdi ancak hücumda da özellikle orta saha elemanlarının yaratıcılık anlamında ileri uç elemanlarına yeterli yardımı yapamadığını görüyoruz. Benjani biraz anlamsız bir transfer gibi gözükebilir bu yüzden, fakat Bent-Jones ikilisindeki olası bir sakatlıkta Frazier Campbell'dan daha güvenilir bir seçenek olabilir.


Tottenham Hotspur: 5

IN: Younes Kaboul (Portsmouth), Eidur Gudjohnsen (Monaco, loan)
OUT: Robbie Keane (Celtic, loan), Kyle Naughton (Middlesbrough, loan), Tomas Pekhart (FK Jablonec), Giovani dos Santos (Galatasaray), Jamie O'Hara (Portsmouth, loan), Alan Hutton (Sunderland, loan), Troy Archibald-Henville (Exeter)

Onlar da sezon başından beri savunma bölgesinde sakatlıklarla uğraşan bir başka ekip. Şu anda Corluka-Dawson-King-Bale dörtlüsüyle devam ediyorlar ki şikayet edemeyecekleri bir dörtlü söz konusu olan. Buraya gelen Younes Kaboul eklemesi fikstür yoğunlaştıkça mutlaka yardımcı olacaktır. Robbie Keane'i her zaman için Eidur Gudjohnsen'e tercih edecek olsam da, Robbo futbol oynamak ve aynı zamanda Celtic'te futbol oynamak isterken onu ikna etmekte sıkıntı yaşamış olabilirler. O muhabbeti takip edemedim. Gol atmakta pek sıkıntı yaşamadıkları açık zaten. Arka tarafı halledebilirlerse onlar da Şampiyonlar Ligi bileti için yarışta olacaklardır.

West Ham United: 6

IN: Benni McCarthy (Blackburn), Mido (Middlesbrough, loan), Ilan (St. Etienne)
OUT: Nigel Quashie (QPR)

Dean Ashton'ın erken yaştaki vedasıyla sonuçlanan sakatlığı üzerine uzun süre Carlton Cole'dan mahrum kalmak Gianfranco Zola'yı etkilemiş görünüşe bakılırsa. Notu burada biraz fazla tutmuş olabilirim. Daha fazla futbol oynamak istediği için buraya geldiğini söyleyen Mido rakiplerinin arasından sıyrılamazsa takımdaki varlığı sadece huzursuzluk kaynağı olur. Eski formunda olmadığı da söyleniyor sürekli. Ben böyle bir adamı ligde kalma mücadelesi veren takımıma katmadan önce bir hayli düşünürdüm. Ilan beğendiğim bir adamdı ama onu bu seviyede görmek için bu kadar bekleyeceğimizi düşünmüyordum, 30 yaşına geldi neredeyse. Benni McCarthy haftada 38 bin pound alacağı bir sözleşmeye imza atmış, büyük risk. Takım kümede kalmayı başaramazsa West Ham taraftarının bedduaları uzunca bir süre Zola'nın peşini bırakmaz. Franco-McCarthy-Ilan yerine Nouble-Hines-Sears ile düşmek daha erdemli olurdu kuşkusuz. Bütün kış transferlerinin forvet bölgesine olması da biraz düşündürücü...


Wigan Athletic: 7

IN: Gary Caldwell (Celtic), Steve Gohouri (free), Vladimir Stojkovic (Sporting Lisbon, loan), Victor Moses (Crystal Palace), Marcelo Moreno (Shakhtar Donetsk, loan)
OUT: Olivier Kapo (Bologna, loan), Cho Won-Hee (Suwon Bluewings, loan), Daniel De Ridder (Hapoel Tel-Aviv, loan)

Gary Caldwell çok garanti bir imza, geldiği gibi ilk onbire girip işini yapmaya da başladı zaten. Savunmada istikrara ihtiyaç duyan bir takım için çok doğru bir hedefti İskoç, iyi transfer oldu... Eski Swansea menajeri Roberto Martinez'in en az Victor Moses kadar tutkuyla yaklaştığı isim Leon Britton'dı. Fakat Galler temsilcisi play-off için ciddi bir aday haline gelmişken önemli oyuncularına gelen tüm teklifleri geri çevirdi. Swansea'nin aksine hedeflerinden daha uzakta bir sezon geçiren Crystal Palace'ın 1990 doğumlu genç yıldızını kadroya katmaları ise beklenenden daha kolay oldu, zira Big Four'un da bu oyuncuya ilgisinin üst düzeyde olduğu konuşuluyordu medyada. Barcelona'nın adı bile geçti bir dönem... 2.5 milyon pound Neil Warnock'ın taptığı genç yıldızını elinden çıkarması için yeterli oldu kulübün zor mali koşullarında. Wigan elemanı havada kaptı ve orta sahaya büyük bir yaratıcılık ve dinamizm katkısı olabilir. Vladimir Stojkovic kaleyi alırsa sezon sonuna kadar bırakmayabilir, Chris Kirkland'ın Liverpool ve CM kaynaklı kredileri bir gün sonlanacaktı...

Wolverhampton Wanderers: 4

IN: Geoffrey Mujangi-Bia & Adlene Guedioura (Charleroi, loan)
OUT: Darren Ward (Millwall), Neill Collins (Preston), Carl Ikeme & Matt Hill (QPR, loan)

Aldıkları elemanları oynatmaya pek niyetli değiller ama eldeki isimsiz oyunculardan hep limitlerine yakın bir katkı almayı başardılar. Bu elemanları tanımadığım için konuşmam yanlış olur. Mick McCarthy bu ligde muhtemelen en hazzetmediğim menajer, fakat bu sene yaptığı işe saygı duyuyorum. Yine de düşmeye yakın görüyorum Wolves'u. Portsmouth bir Championship biletini ipotek altına almış gibi görünürken iyi oynamayan ve kümede kalmayı hak etmeyen takımlar gibi kapasiteleri bu mücadelenin sonunu getirmeye yetmeyecekmiş gibi görünen takımlar da var. Hull City'nin şu son dönemdeki görüntüsü bana çok fazla umut verdi, Bolton'ın da hızlı bir yükselişe geçmesini bekliyorum ilerleyen haftalarda. Wolves, Wigan, Burnley ve West Ham arasında çetin bir mücadele yaşanacağını düşünmekle birlikte bahis oynayacak olsam McCarthy'nin takımını seçerdim ilk Championship yolcusu olarak...

7 Şubat 2010 Pazar

O Captain! My Captain!


O Captain! My Captain! Our fearful trip is done,
The ship has weathered every rack, the prize we sought is won,
The port is near, the bells I hear, the people all exulting,
While follow eyes the steady keel, the vessel grim and daring,
But O heart! Heart! Heart!
O the bleeding drops of red,
Where on the deck my Captain lies,
Fallen cold and dead.


O Captain! My Captain! Rise up and hear the bells,
Rise up -- for you the flag is flung for you the bugle trills,
For you bouquets and ribboned wreaths for you the shores a-crowding,
For you they call, the swaying mass, their eager faces turning,
Here Captain! Dear father!
This arm beneath your head!
It is some dream that on the deck,
You've fallen cold and dead.


My Captain does not answer, his lips are pale and still,
My father does not feel my arm, he has no pulse nor will,
The ship is anchored safe and sound, its voyage closed and done,
From fearful trip the victor ship comes in with object won,
Exult O shores, and ring O bells!
But I, with mournful tread,
Walk the deck my Captain lies,
Fallen cold and dead.

Walt WHITMAN

Bonus:

Foto: RedCafe.net - John Terry Photoshopped Thread

Yeni Yazıhane Diyorsak...

Bir yılı geride bıraktığımız gibi soluğu yeni tasarımda aldık. Kubilay Kahveci'nin yeni oyuncakları için buradan yakın. Yazıhan...