16 Ocak 2010 Cumartesi

Kupa Beyi Selby


Güzide okulum final haftasında çeşitli antikalıklarıyla başıma binbir türlü bela açarken kendimi bir gün fotokopi savaşlarında koşuştururken, bir başka gün AutoCAD sınavında çöp adam çizip eğitim sistemine çok büyük hakaret etmiş gibi gözükmeye çalışırken yakalıyorum. Bu süreçte takdir edersiniz ki blogun varlığını tamamen unuttuğum zamanlar oluyor. Ama bugün değil... Biraz snookerdan bahsetmek istiyorum ve bunu 140 karakterlik parçalara ayırarak yapma eğilimim takipçilerimden çok iyi tepkiler almadı...


Bir sıralama turnuvası olmayan, fakat kesinlikle takvimin en prestijli turnuvalarından olan Masters, Wembley'de pokerstars.com sponsorluğunda başladı. Katılımın davet üzerinden gerçekleştiği bu turnuvada Wembley -turnuvanın adının da vadettiği üzere- oyunun ustalarına ev sahipliği yapıyor. Oyuncuların bu ustalıklarını bugüne kadar ne derecede gösterdikleri tartışılabilir. Hele bugünün ilk çeyrek final mücadelesinde Ryan Day ve Stephen Maguire bizlere öyle kötü bir snooker izletti, pot başarı yüzdesi o kadar aşağılara düştü ki biraz temel bilgi takviyesiyle bundan daha iyisini yapabilecek kadar bilardo oynayan arkadaşlarım olduğuna yemin edebilirim. Özellikle Day, bu turnuvanın çeyrek finalde gördüğü en kötü bireysel performansa imza atmış olabilir. Bunu ilk turda Joe Perry'yi frame vermeden safdışı bıraktıktan sonra yapınca Perry hakkında endişeye kapılıyorsunuz ister istemez. Gerçi o gün Day'in de performansının çok üst düzeyde olmadığını, sorunun adeta maça gelmeyen Perry'de olduğunu okuduk bazı yazarlardan ama... Yine de utanç verici bir maçtı Masters tarihi için bana kalırsa bugün izlemeye çalıştığımız. Eurosport Türkiye ekranlarında maçı renklendiren Emre Yazıcıol ve Emre Özcan ikilisine geçmiş olsun demek gelir en fazla elimizden de.


Oyun kalitesini bir tarafa koyarsak, özellikle sporu yönetenlerin uzun bir süreden sonra değişmesinin ve dart sporuna yaptığı katkılarla büyük övgü toplayan Barry Hearn'ün kontrolü eline almasının snooker için büyük bir şans olduğu düşüncesinin ilk somut geri dönüşlerini aldık bu turnuvada... Bunu UK Championship ya da The Crucible gibi daha geleneksel ve ağır başlı turnuvalara taşımak ne kadar mümkündür, onu çok da bilmiyorum fakat Masters boyunca oyuncular sunulurken kendi seçtikleri bir müzik eşlik etti bu sunumlara. İlk gün Kasabian'dan "Underdog" tercih eden Mark Selby alkışlarımızı alırken, Ding Junhui ve sıradanlığı aşamayan "Eye of the Tiger" seçimi sonrası Çinli'ye bir mesafe koyduk ister istemez. Daha önceki bir yazımızda Hearn'ün sporun kendisi kadar, sunulma biçiminin de kitleleri peşine takmasında büyük pay sahibi olduğu yönündeki düşüncelerinden bahsetmiştik. Bu konuya çok kafa yorduğunun göstergeleri yavaş yavaş geliyor. Turnuva boyunca hakim olan alışılmadık sıcak havanın, olağandan fazla karşımıza çıkan oyuncu dialoglarının kredisini de Hearn'e verebiliriz diye düşünüyorum. Günün son maçını izleyenler ne dediğimi daha iyi anlayacaklardır.


Tamamen plansız bir biçimde yazdığım açık bu yazıda madem ki rüzgar bizi Allen-Selby kapışmasına sürüklemiş, oradan devam etmek uygun olacak. Bu maç üzerinden turnuvada geride bıraktığımız dönemde yaşananlara da değinelim... Şarkısını seçtiği Kasabian gibi Leicester çocuğu olan Mark Selby, bu turnuvanın gediklilerinden değil ama en başarılılarından. Açıkçası 'gedikli' kelimesini kullanmaya yönelik arzuma ket vuramadığımdandır önceki cümlenin uzaması da. Selby buraya sadece iki kez geldi fakat ikisinde de final oynamayı başardı. Masters performansıyla doğru orantılı bir kariyeri olduğu söylenemez, bu yüzden antrenman takvimini bir gözden geçirip sıralamada önem taşıyan diğer turnuvalara formunun zirvesinde girmeyi deneyebilir. İsabetli bir hareket de olur gibi gözüküyor fakat kendisi bu şekilde bir isim de yapmayı başardı diyebiliriz. Kupa Beyi Selby ilk turda da istim üstünde bir rakiple karşı karşıya geldi ve sıralamada üzerinde yer aldığı Ding karşısına bu gerçeğe rağmen tıpkı müziğinin söylediği gibi 'underdog' olarak çıktığını söyleyebiliriz. En azından benim için, sezonun ilk yarısını muhteşem geçiren ve özellikle UK Championship finali ile tavan yapan bir form yakalamış Ding önünde favori olmaktan uzaktı. Bunun üzerine 6-1 olarak şekillenen maç skoru sansasyonel olmaktan da öteydi. Diğer tarafta Mark Allen ise 2009 yılının en iyi maçlarından birkaçına imza attıktan sonra yeni yılda potansiyelini başarıya çevirmekte ısrarlıydı. Turnuva öncesinde pool oyuncusu olan bir arkadaşını kaybeden Allen'ın ekstra bir motivasyon kaynağı vardı. Geçen sene içerisinde iki büyük usta Ronnie O'Sullivan ve John Higgins'e karşı müthiş performanslar ortaya koyan ve The Crucible'ın altı çizilecek isimlerinden olan Allen, meydan okuyan karakteri ve oyun tarzıyla gözüme girmeyi de başarmıştı. Net biçimde bir favori belirleyemediğim bu sporda Jamie Cope sonrası ilk kez bir genç bu denli ışık vermişti bu anlamda. O yüzden maç öncesi saflarım belliydi.


Selby'nin kazandığı ilk üç frame Afrika Kupası nedeniyle güme gitti, fakat benim de ekran karşısına geçmemle oyuna yön veren isim olarak diğer Mark ön plana çıktı. Daha sonra oyunun kırılma anı Wembley'e kilometrelerce uzaklıkta yaşandı. Şöyle özetleyeyim bilmeyenler için: İnönü-Akatlar istikametinde türlü uğursuzluklarıyla nam salmış güzel bir arkadaşımız yeni tanıştığı bu oyunda Allen'ı desteklemeye karar verir ve olaylar gelişir. Şaka bir yana, Allen'ın yaptığı geri dönüş sonrası, önce spider kullanarak pot yapmaya çok yaklaştığı kırmızıyla kaybettiği frame, ardından da deciderda sol cebi kapatan siyah nedeniyle sıkışan masada re-rack kararına yaklaşılırken yaptığı cesur ama bir o kadar da gereksiz hamle bu denli istediği maçı kaybetmesine yol açtı. Bu arada Selby'nin inanılmaz şanslı bir pottan yardım aldığını da söylemeden geçmeyelim... Her ne kadar Kuzey İrlandalı çok iyi bir vuruşla bu şanslı vuruşun yarattığı tahribatı bir ölçüde azaltsa da oyunun kontrolü o noktada tamamen Selby'nin eline geçmişti.


Allen buna rağmen Masters'da da ilk turdaki Higgins galibiyetiyle hangi seviyede olduğunu bir kez daha gözler önüne sererek iz bıraktı. Son vuruşları yaparken çok zorlandığını belirttiği ve mental açıdan kendisi için bir hayli zor geçen o ilk tur maçında rekabetçi kişiliğinden taviz vermemesi birçok şeyi söylüyor bu genç adam hakkında. Hala verdiği kararların her zaman en iyisi olduğunu söyleyemeyiz. Karşısında o konuda adeta kendisinin antidotu görünümündeki Jester from Leicester'ı bulması da yardımcı olmamıştır fakat bugün kazanabileceği bir maçı kaybetmesinde verdiği birkaç yanlış kararın etkisi çok büyüktü... Bu arada bugün fark ettim de Allen'ın eski sevgilisi Reanne Evans -ki kendisi şu anda snooker oynayan en iyi kadın olarak kabul ediliyor- yanılmıyorsam bu sene ilk kez düzenlenen özel bir turnuva olan Six-Red World Championship'te Aralık ayı içerisinde Higgins'i yenmeyi başarmıştı. İkilinin bir de çocuğu var bu ilişkilerinden... Sanırım o da gelse Higgins'i yenebilir şu sıralar.


Yarı finalde ne olur? Ben turnuva başında O'Sullivan-Maguire finali öngörmüştüm. Bahis oynamadığım için böyle tahminlerim genelde havada kalırdı fakat bu sefer size kanıtlarıyla geldim. Türkiye'de daha önce bir örneğine rastlamadığım ve bu sebeple büyük bir şans olarak gördüğüm yeni kurulmuş bir blog var yaşamını sürdüren. Buradan ulaşabilirsiniz... Biraz gezinirseniz benim tahminlerimin o yönde olduğunu da göreceksiniz. Diğer yarı final adaylarımdan Shaun Murphy, ilk turda çok kaliteli bir maç sonrasında oyunun efsanelerinden Stephen Hendry'nin geri dönüşüne izin vermezken daha sonra bir başka eski günlerini arayan isme elenmekten kurtulamadı. Mark Williams, Roket'in karşısına çıkacak... Salı günü uğradığım The Irish Centre'da Neil Robertson'a karşı iki frame boyunca izleyebildiğim, çeyrek finalde de kendisine rakip olamayacağı çok ortada olan Peter Ebdon'ı rahat geçen O'Sullivan şu anda en iyi oyununu oynuyor turnuvanın bana kalırsa. İlk turda en az Hendry kadar şanssız bir isimdi zaten Robertson. Ryan Day'in elini kolunu sallayarak çeyrek finale yürüyebildiği bir ortamda bu adamların bu performanslarıyla resim dışında kalmaları fikstürün bir azizliği oldu kesinlikle... Bu andan sonra Williams'ın O'Sullivan'ı çok kötü bir gününde yakalamadığı takdirde finale çıkmasını uzak bir ihtimal olarak görüyorum. Diğer yarı final için artık favorim Maguire değil, fakat bugünkü pot yüzdesini çok yukarılara taşıyıp iyi bir rakip olacağını düşünüyorum Maguire'ın ve yarı finalin daha belirsiz tarafı olarak o eşleşmeyi görüyorum. Kazanan Maguire olursa, O'Sullivan televizyon kariyerinden yaptığı fedakarlığın karşılığını alacaktır. "Big Brother" evine katılması için aldığı teklifi bu turnuva için son anda geri çevirdi Ronnie. İngiliz basını da ona seçiminden dolayı yüklenmek için fırsat kolluyordu açıkçası. Fakat Ronnie, bu önemli fırsatı geri çevirerek bir anlamda götürücülük misyonunu üstlendiği bu sporun bu son derece prestijli turnuvasına katılmayı tercih etti. Ona yakışan klas bir davranıştı ve bunun ona olumlu bir şekilde geri dönmesini isterim. Zaten bir sporda bu ölçüde bir dominasyon kurup yine de antipatik olamayan üç adam sayarım yetiştiğim dönemlerden: Valentino Rossi, Ronnie O'Sullivan ve şu saatte hatırlayamadığım bir adam daha... Hem açık kapı olsun Michael Jordan, Lance Armstrong, Michael Schumacher ve Roger Federer taraftarlarına da...


Euroleague yazacağım finaller bittikten sonra. Avustralya Açık heyecanı da kapıda, izin verildiği müddetçe takip ederiz.

Olmadı Marsel...

Hiç yorum yok:

Yeni Yazıhane Diyorsak...

Bir yılı geride bıraktığımız gibi soluğu yeni tasarımda aldık. Kubilay Kahveci'nin yeni oyuncakları için buradan yakın. Yazıhan...