14 Eylül 2008 Pazar

Miccoli, Frei ve Hatırlattıkları


Yüzler çabuk eskiyor yeşil saha üzerinde. İnsanlar da sürekli yeni isimleri görmek, yeni umutlara filiz vermek istiyor bünyesinde. Bu hayatın her alanında böyle aslında, insanın hamurunda olan bir eğilim bu... Yine de bazen eski oyuncuları görmek gerçekten paha biçilmez duygular yaşatıyor. Fabrizio Miccoli'yi Roma karşısında izlerken de bu duyguları yaşadım. Miccoli sempati duyduğum bir isimdir, değeri tam olarak verilmeyenlerden biri olduğunu düşünmüşümdür hep. Modern futbolun artık onun gibi 10 numaralara sırtını döndüğü gerçeği önümüzde. Yine de bu inatçı adam, nereye gitse kendini sevdirerek ayrıldı. Belki 90 dakika boyunca pres yapan, rakibi bunaltan bir orta saha oyuncusu değil. Ama yüreğini her zaman ortaya koyan bir futbolcu, sırtını yeteneğine yaslayıp da işi oluruna bırakan bir futbolcu değil yani. Onu her gördüğümde Cristian Brocchi gelir aklıma. İkisi de İtalya'nın yetiştirdiği önemli yeteneklerdendir bence, ama buna rağmen büyük takımlarda göze girememişlerdir. Brocchi zaten futbola Milan altyapısında başlamıştı. 3 yıllık bir ayrılık var, onun dışında hep Rossoneri'nin malıydı. Zaman zaman kadroda kendine yer buldu, zaman zaman da kiralık olarak Çizme'nin farklı bölgelerinde futbolunu oynadı. Milan kadrosundayken de antrenman topçusu hüviyetindeydi genelde, kupa maçlarında boy gösterirdi en fazla.


Rato Miccoli de Brocchi'nin Juventus versiyonu bir bakıma, Juventus formasıyla sadece Galatasaray'a attığı golle aklımda gerçi. O maçın da Juve için gazozuna maç havasında olduğundan söz etmeli. Benfica'da geçen 2 sezon dışında İtalya kazan, Miccoli kepçe... Ama gittiği her yerde de bir iz bırakabilmiş bir adam. Geçen sezon transfer olduğu Palermo'da vasat bir sezon geçirmişti, bu sezon farklı olabilir. Gerçi Roma maçı ne derece ölçü olur bilinmez, zira Roma'nın savunma hattını gördükten sonra Can-Yasin tandemi bile çok kötü gelmedi bana. Simone Loria'nın Can Arat'tan pek de bir farkı yoktu zira. Yanında da her sene birkaç kez kendini gösterip bizi şaşkına çeviren Christian Panucci. Tamam bırakalım oynasın da, Roma'da ya da milli takımda değil. En azından artık değil... Miccoli önderliğindeki Palermo da golleri bulmakta zorlanmadı bu savunmaya karşı, savunmaya sıfır katkı veren bek ikilisinin de etkisi vardır tabi. Bir yanda Cicinho, diğer yanda John Arne Riise. Fabio Simplicio ve Mark Bresciano da müthiş top oynadılar ama Roma'nın ideal savunma hattı karşısında aynısını görebilir miydik, şüphelerim var. Neyse efendim, özellikle Miccoli'nin o ilk golü sonrasında yaşadığım hazzı paylaşmak için girdim bloga da. Maç değerlendirmesine dönmesin. Bacağında Che Guevara dövmesini taşıyan, kızına Hindu dilinde bir isim koyan bu radikal adamın önünde bir kez daha eğilmiş olalım saygıyla. Ona da, Brocchi'ye de "Belki başka bir dünyada" diyip bir diğer emektara geçelim...


Alexander Frei'ın sakatlığını zaten biliyoruz, yürek burkan bir andı. Turnuvanın evsahibi İsviçre'nin sahadaki mutlak lideri, henüz ilk maçın 45. dakikasında gözyaşları içinde oyundan çıkıyordu. Bütün stadyum yaşadığı hayal kırıklığını bir kenara koyup kaptanını alkışlıyordu. O mağrur kaptan bu talihsiz yaza rağmen hayata devam ediyor. Doktorların öngördüğü iyileşme sürecinin de ilerisine gidip, beklenenden önce döndü sahalara Frei. 29 yaşında bu geri dönüşü bu kadar çabuk yapabilmek bile bir başarı öyküsü. Evet o da 29 yaşında, tıpkı Miccoli gibi. Ama yüzü çabuk eskiyenlerden. Özellikle Steven Gerrard'a tükürmesi sonrası her gün uluslararası spor basınının ilk sayfalarında yer edindi kendisine. Hala ilk olarak o tükürüğü çağrıştırır Frei ismi geniş kitlelerde. Yerel ligde kalitesini gösterdikten sonra Rennes formasıyla Ligue 1'un altını üstüne getirmişliği vardır. Gol krallığı yaşamıştır burada. Sonrasında ise Almanya'yı ve Nordrhein-Westfalen'i tercih etmiştir. Kafasında nasıl bir Borussia Dortmund tasarlamıştı bilemiyorum ama kulüp onun transferinden önce de bir oyuncu çöplüğü haline gelmişti hafiften... O geldikten sonra da aynen devam ettiler. Geçen sezonun ilk yarısında sakatlık nedeniyle takımını yalnız bırakmıştı, ama bundan çok da şikayeti yok gibiydi.


Ancak bu sezon farklı bir Dortmund izliyoruz şu ana dek. Yapılan takviyelerle oluşturulan kaliteli kadro, göze hoş gelen hücum futbolu... Frei da Jürgen Klopp'un getirdiği bu yeni havaya ayak uydurmuştu, hiç şüphesiz bu güzelliğin bir parçası olmak istiyordu. Bu akşamüstü oyuna Nelson Valdez'in yerine girdi, skor 2-0 Schalke lehineyken. Sonra üçüncü gol geldi. Savunmada birkaç hata yapsa da Neven Subotic attığı golle ilk ışık hüzmesini gösterdi takımına. Sonra ise Frei sazı eline aldı. 71. dakikada mükemmel bir gol attı, fark artık 1 idi. Schalke oyuncuları neye uğradıklarını şaşırmışlardı, önce Christian Pander ikinci sarı karttan atıldı, arkasından da Jakub Blaszczykowski'ye yaptığı insanlık dışı müdahale sonrasında Fabian Ernst. O direkt kırmızıdan atıldı tabi, pislik herif... Yani her şey Dortmund'un lehineydi artık, hatta belki hakem de. Zira Frei'ın ilk golünün mükemmeliyeti ne kadar tartışmaya kapalıysa, nizami olmadığı da o derece aşikardı. Yarım metreye yakın ofsaytı kaçırdı yan hakem. Son dakikada gelen penaltı düdüğü ise puanı müjdeliyordu sarı-siyahlı taraftara, zira topun gerisinde Frei vardı. Mladen Krstajic'in yaptığı hata sonrası kazanılmış haklı bir penaltıydı, Frei'ın ise Krstajic'e acımaya hiç niyeti yoktu. Her zamanki penaltısını attı, ters köşeyi yaptı. Ralf Fährmann köşeyi doğru tahmin etse de bir şey değişmezdi ya... Sonuçta yönetimin uğruna Mladen Petric'i gönderdiği Mohamed Zidan ıslıklar eşliğinde kenara giderken, bir stadyum dolusu insan eski kahramanlarını alkışlıyordu yine.

Dortmund şu anda dördüncü sırada ve fazlasını da vadediyor. Öte yanda Palermo'nun hücum hattı da parmak ısırtacak cinsten. Bakalım adamlarımız 30 yaş arefesinde kariyerleri adına fark yaratacak bir sezon geçirebilecekler mi? Ya da artık hak ettikleri saygıyı biraz olsun görebilecekler mi?

Hiç yorum yok:

Yeni Yazıhane Diyorsak...

Bir yılı geride bıraktığımız gibi soluğu yeni tasarımda aldık. Kubilay Kahveci'nin yeni oyuncakları için buradan yakın. Yazıhan...