31 Mayıs 2009 Pazar

Giro D'Italia 2009 - Denis Menchov, Danilo Di Luca'nın Önünde Şampiyon


Giro D'Italia 2009 - Sonuçlar:

Genel Klasman (Pembe Mayo): Denis MENCHOV (Rabobank)
Puan Klasmanı (Siklamen Rengi Mayo): Danilo DI LUCA (LPR Brakes-Farnese Vini)
Dağların Kralı (Yeşil Mayo): Stefano GARZELLI (Acqua & Sapone-Caffè Mokambo)
En İyi Çaylak (Beyaz Mayo): Kevin SEELDRAEYERS (Quick Step)
Takımlar Klasmanı: TEAM ASTANA

Bir Giro D'Italia'nın daha sonuna geldik. Turun başında sizlerle aktüel durumu paylaşmaya çalıştıysam da, sonradan izlenimlerimi Numaraiki'ye aktaracak vakit bulamadım. Tura damgasını vuran birkaç bisikletçinin performansını mercek altına alarak açığımı kapatmayı deneyeceğim.

DENIS MENCHOV (Pembe Mayo):



Team Rabobank'ın Rus bisikletçisi, bu zaferle 2007 yılında kazandığı Vuelta İspanya Bisiklet Turu'ndan sonra kariyerine daha önemli bir başarı eklemiş oldu. 12. etabı hem kazanıp, hem de aynı gün pembe mayoyu Di Luca'nın elinden alan Menchov, sonraki günlerde mayosunu oldukça başarılı bir şekilde korudu. Team Rabobank'ın taktiksel anlamda çok güçlü bir takım olduğunu ve Menchov'a çok fazla yardım ettiklerini söyleyemeyiz. Fakat Menchov tek yapması gerekenin 9 gün boyunca Di Luca'nın arka tekerleğine yapışıp onun rüzgar boşluğunda bisiklet sürmek olduğunu biliyordu ve bunu çok güzel uyguladı. Sadece 2 etap zaferiyle turu kazanmayı başardı. Futbolda alışık olduğumuz efektif (ve defansif) Slav ekolünün bisiklet sporundaki hali diyebiliriz. Menchov'un 15 kilometrelik son etabın son kilometresinde düşerek herkesi şok ettiğini, fakat takım arabasinin olay yerine hızla gelerek Menchov'a yeni bisiklet getirmesiyle olayın tatlıya bağlandığını bahsetmeden geçmeyelim. Поздравляю вас!


* Eğer burada kaybetseydi, Formula 1'in geçen sene içine düştüğü Hollywood finali bu sene de Giro'yu vuracaktı.


DANILO DI LUCA (Siklamen Rengi Mayo):


* Di Luca ve ardındaki Menchov. Son 9 günkü zirve yarışını sadece bu fotoğrafla özetleyebiliriz.


2007 Giro'nun galibi olan Team LPR bisikletçisi bu seneki Giro'ya en çok heyecan katan bisikletçi oldu şüphesiz. 12. etapta Menchov'a kaybettiği pembe mayoyu geri alabilmek için her etapta şansını denedi. Fakat Menchov, Di Luca'nın arka tekerleğine yapışmıştı bir kere. İtalyan bisikletçi birçok etapta kazanarak veya podyuma girerek zaman bonifikasyonunu kazansa da, Menchov ile arasındaki farkı ciddi anlamda eritecek bir mesafe yaratamadı. 2009 Giro'nun son dağ finişi olan Monte Vesuvio'ya (sondan üçüncü gün) üçüncü olarak varıp 8 saniyelik zaman bonifikasyonu kazandığında fark hala 18 saniyeydi. Umutlar tükenmişti artık... Son iki gün sprint etaplarında bu tip bir farkı kapatabilmesi çok mümkün değildi, nitekim olmadı da. Fakat Di Luca bu performansıyla puan klasmanını, yani siklamen rengi mayoyu rahat bir şekilde kazandı.

STEFANO GARZELLI (Yeşil Mayo):

"Dağların Kralı" klasmanının galibi çok önceden belli olmuştu. Team Acqua-Sapone'nin İtalyan bisikletçisi 11. etapta sırtına geçirdiği yeşil mayoyu bir daha bırakmadı. 17. etapta Blockhaus'taki finişin eğimli olmasından istifade ederek etabı Di Luca'nın önünde ikinci bitirmeyi başardı. (Bu ve bu tip durumlar, podyumdan kazanılacak zaman bonifikasyonlarından başka umudu kalmayan Di Luca'nın işini daha da zorlaştırıyordu tabi.)


* Dağların Kralı, podyuma ihtiyacı olan Di Luca'nın onurlu mücadelesinden çok etkilenmemişe benziyor.


FRANCO PELLIZOTTI (Genel Klasman Üçüncüsü):


Team Liquigas'in iki kaptanından daha arka planda olanı olarak nitelendirebileceğimiz Pellizotti oldukça başarılı bir tur geçirdi. Takımında tüm dikkatler Ivan Basso'ya çevrilmişken, Pellizotti taktiksel anlamda en güçlü takım olan Team Liquigas'ın en başarılı bisikletçisi oldu ve hatta oldukça doğru bir zamanlamayla ana gruptan kaçarak bir etap kazandı. Ayrıca üçüncülügünü koruması için Ivan Basso'nun bile Pellizotti'ye yardım ettiği sahneler (turun başında herkes bunun tam tersini beklerdi) Pellizotti'nin bu takım içinde artırdığı rütbesini müjdeler gibiydi.

LANCE ARMSTRONG:

Bisiklet sporuna ikinci geri dönüşünü yapan efsane bisikletçi, katıldığı ilk Giro'yu onikincilikle bitirdi. Kendisinin kariyeri boyunca tüm kuvvetini Tour de France için verdiğini ve Giro'da şimdiye kadar hiçbir deneyimi olmadığını düşünürsek, alınan bu sonuç fikrimce bir tebriği hak ediyor. Armstrong'dan beklenen bir etap zaferi veya en azından bir podyum maalesef gerçekleşmedi. Fakat takım olarak Team Astana, takımlar klasmanını kazandı. Kendilerini tebrik ediyoruz.


* Lance Armstrong (en sağda), bu üçlüye (Menchov (sağdan ikinci), Di Luca (en önde), Basso (en solda)) ayak uyduramadı. Ama biz senin elinden geleni yaptığını biliyoruz Lance.


Bisiklet sporu haberciliğinde henüz test yayınında olan Numaraiki'den Tour de Suisse ve Tour de France haberlerini de okuyabilmeniz dileğiyle.

Hoşçakalın.

30 Mayıs 2009 Cumartesi

Mayıs 29, 1997


Kasım 17, 1966 - Mayıs 29, 1997
Kasım 17, 1966 - Mayıs 29
Kasım 17, 1966 -

Doğru Formül


Solskjaer's homeland came calling as they looked to find a replacement for Age Hareide and they wanted the United reserve team boss.

But the legendary striker insists he has not yet finished his education at United and he decided against leaving Old Trafford.

"I did not think it was the right time for me to say yes to the offer. But of course it was nice to be asked. I work for Manchester United and my career is going in the right direction," Solskjaer told the Daily Mail.

"It would have been exciting to take on a much bigger job than my current job, but I have a job at United."

Sky Sports - 23 Şubat 2009


Hedeflediği şeylere her zaman ulaştığını ifade eden Tugay, "Bundan sonraki hedefim, profesyonel insanlarla İngiltere'de altyapıda çalışmak. Manchester City ile anlaşma yaptım ve burada antrenör olarak çalışacağım. Manchester City benim tecrübeme güvenerek benimle anlaşma yaptı. Ara vermeden başlamam gerekiyor, çünkü unutulabilirsiniz. Orada çalışacak olmak, benim için çok büyük bir adım oldu. Kendimi ne zaman güçlü hissedersem teknik direktörlüğe o zaman başlayacağım" dedi.

NTV Spor - 30 Mayıs 2009

Zekasına güvendiğim iki adamdan, bu güveni hak eden iki karar. Oğuz Çetin, Rıdvan Dilmen, Bülent Korkmaz, Ertuğrul Sağlam... Başarılı olan milli takım oyuncularını antrenörlük diplomasıyla ödüllendiren zihniyetin olağan yansımaları. Diğer tarafa baktığımızda gerek Ferguson-Solskjaer, gerekse de Hughes-Tugay modellerinde ön plana çıkan profesyonel bir tutum ve iyi bir menajerlik kariyeri öncesinde atılan sağlam ve yerinde adımlar. "Olacak O Kadar" parodisi gibi bitirmek istemiyorum ama vaziyet de açık...

Beat L. A.?


"Daha önce de sözünü etmiştim, bir Los Angeles Lakers sitemiz var, Nahbeatla. Her şehirde, her maçta, L. A. Lakers'ı yenme umuduyla bayrak açanlara bir cevap: 'Beat L. A.'e, yani, "Nah yenersin" kabilinden.

Oysa bu yıl, Lakers'ı yenmek o kadar da zor bir iş değil gibi görünüyor. Shaq, malum, gönderildi. Kobe'nin çeşitli sorunları oldu, o oynamayınca takım kendini toparlamakta zorluk çekiyor. Hoca meselesi de cabası. Lakers, play-off için mücadele ediyor, belki giremez, belki girer. İkincisi daha zor ama mucize değil. Girince ne yapar, o da bilinmez.

İnsan üzülüyor, tabii. Kaldı ki, Los Angeles dışındaki bir şehirde de pek parlak sonuçlar almayan bir başka takımımız var. Neyse, bizim grupta Türkiye'nin futbol takımlarından söz etmemeye, benzetmeler yapmamaya, özellikle de edebi elden bırakmamaya titizlik gösterilir. Ama dedim ya, zaman zaman bir hüzündür sarıyor insanı, insanları.

İşte öyle bir ruh hali bastırmak üzereyken, iki-üç gün önce bir arkadaşımız Amerikan basınından bir alıntı yaptı: "The crowd of 23.319 was just the second sellout of the season for Charlotte." Neymiş? Charlotte Bobcats sezon başladı başlayalı ikinci kez bütün biletlerini satmış, salonuna 23.319 kişi doldurmayı başarmış. Niye? L. A. Lakers'la oynadığı için.

Arkadaşımız, bu alıntıyı kim olduğumuzu, ne olduğumuzu hatırlayalım diye yapmıştı. Lakers, önceki takımına ilgi göstermediği için 'franchise'ı taşınmaya itmiş olan, ligin en amaçsız takımlarından birine sezondaki ikinci 'sellout'unu, üstelik de sezonun sonlarında yaptırıyor. Charlotte'un bütün biletlerini sattırıyor. Yalnız Charlotte'un mu? NBA'in bütün takımlarının, sanki şampiyonluğun bir numaralı adayıymış gibi Lakers'a karşı bilendikleri bir gerçek. 'Beat L. A.' yazılı pankartlar açıyorlar, "Beat!" diye tempo tutuyorlar; her şehirde, her deplasman maçında Kobe'yi yuhalıyorlar.

O arkadaş, yazısında Kobe'yi yuhalayanlar için, "...tecavüz konusunda çok mu duyarlı insanlar zannediyorsunuz?" diye soruyordu. "Kobe Utah'ta oynasa hala yuhalanacak mıydı zannediyorsunuz?"

Zannetmiyoruz elbette. Ama hep böyle olmuştur. Lakers hep stardır. Tarihte kalmış ebedi Boston Celtics rekabetini hatırlıyorum. O maçları orada burada, otellerde seyrederdik. Resmen birkaç arkadaş birleşir, önemli maçlarda 'uydu'lu bir otelde oda tutardık. Bazen de aynı teçhizata sahip birileri olurdu, evine gidilirdi. Zor işti yani. O maçları izlerken, Amerikan basınında NBA haberlerini kovalarken (basket oynamayı bırakalı hayli olmuştu ama, burada da, dışarıda da izliyorduk) gönlümüzü L. A. Lakers'a kaptırmıştık. Belki yıkılmaz göründükleri için, efsane oldukları için, ya da sadece çok iyi oynadıkları için... Bir ihtimal, bu kadar iyi oynamaları nedeniyle kendi taraftarları dışında kimse tarafından sevilmedikleri için, ki bu durumda o 'kimse'lere otomatikman gıcık olunurdu.

Buna kısaca 'Carl Lewis sendromu' diyoruz. Ya da, daha yeni haliyle 'Marion Jones sendromu'. Hem yetenekli, hem genç, ayrıca güzel, ha? Yaşatmazlar, kardeşim. İnsanlar, kişileri de, takımları da böyle doruklarda tutmamayı kendilerine iş edinir. Oldukları yeri hak etseler bile. İşte onun içindir ki bu yılın başarısızlığı bizi yıkmıyor. Çünkü L. A. Lakers bir efsane ve efsaneler de bir yılda yıkılmaz."

Sevin OKYAY
Radikal, 17 Mart 2005

28 Mayıs 2009 Perşembe

Bu Maç Evde İzlenir Dedik Dayı - No You Can't!


İlk golde talihsiz bir biçimde kaleciyi yanıltan müdahaleyi yapan Ivan Radeljic, ikinci yarının başında Daniel Gygax'ın arapasında çaresiz kalınca Christian Eigler farkı ikiye çıkaran golü attı. Aslında Cottbus'un teknik direktörü Bojan Prašnikar maçtan önce takımının son haftaki Leverkusen üçlemesi sonrası güveninin yerinde olduğundan bahsedip duruyordu. Ama maç öncesi bir anda çark edip "Bu maçta gol yememek çok önemli" söylemine döndü. Doğal olarak da Nürnberg gibi güçlü bir orta saha karşısında golün geldiği 13. dakikaya kadar 63% gibi absürd bir topla oynama yüzdesine izin verdiler. Takımın hemen hepsi Balkan orijinli, bu da bana sempatik gelen bir durum... Ama Sloven çalıştırıcı tercihi biraz zorlama bir sinerji arayışı olmuş. Petrik Sander bu takımla daha iyi iş yapıyordu bence. Yine de Prašnikar'ı başarısız saymak haksızlık olur.


60. dakikadan sonra net bir Cottbus baskısı vardı sahada. Stiven Rivic çok yetenekli bir adam, gelse Turkcell Süper Lig'de oynasa sevinirim. Hırvat oyuncunun müthiş dribblingleri ve üstün bir pas yeteneği var. Bugün de Club savunmasını en çok zorlayan isimdi. Ervin Skela ile birlikte bunu yapabilen iki adamdan biriydi de diyebiliriz fazla uzatmadan. Ülkesinin sıradan bir takımından 135 bin euro bonservis bedeliyle alınmış 21 yaşında iken... Kadrodaki diğer isimlerin de transfer hikayesi çok farklı değil. İyi de aynı takım Çağdaş Atan'ı da almış diyebilirsiniz, aslında ilk onbirde düşünülen bir isim değildi öncelikli olarak. Benim forumlarda okuduğum kadarıyla sol bek yedeği olarak düşünülüyordu hücumcu Daniel Ziebig'in arkasında... Bonservis bedeli olmaksızın kadroya katıldığını da hatırlatmak lazım. Gerçi ne zaman izlesem insanlık dışı hareketten ötürü bir sarı kart görüyor, maçın sonunda atılabilirdi de... 2. Bundesliga'ya daha çok yakışacaktır...


İlk paragrafa başladıktan sonra üçüncü gol de geldi, Gerhard Tremmel de kolpalamaya başladı. Son dakikalarda iç sahada 2-0 ya da 3-0 yenilmenin çok da fark etmeyeceğini düşünen Energie yüklendikçe yüklendi, ama golü bulan bir kez daha Isaac Boakye oldu. Telaffuzu da ilginçmiş bu adamın soyadının, Alman spikere güvenmek lazım zira benden iyi "Çağdaş" diyor. Her "Boakye" deyişinde de sayfiye yerinde poğaça satan amcalar geldi aklıma, böyle ciğerden... Maç bitiminde deplasman takımının taraftarı hep bir ağızdan Marek Mintal'in ismini söylüyordu. 31 yaşındaki Slovak oyuncunun takım küme düştüğünde birçok teklifi geri çevirdiği konuşuluyordu, böylece vefasının karşılığını almışa benziyor. 2. Bundesliga'nın açık ara en pahalı, tartışmalı olarak en iyi kadrosu 1. Bundesliga'ya 90 dakika uzaklıkta... Ben Stefan Kuntz eli değmiş K-Town'ı görmek isterdim. Nürnberg ne kadar bu lige aitse, Kaiserslautern de o kadar ait zira...


Mintal de bugün 41/45 isabetli pas oranıyla oynamış, dört kere kaleyi yoklamış. Neyse ne diyordum, bu gece "Patti Smith: Dream of Life" var CNBC-e ekranında. Geçen sene İstanbul Film Festivali'nde izlemiştim sanırım... Öyle olmalı. Tavsiye edelim, koşarak uzaklaşalım. "Stiven Rivic hakkında ettiğin kadar laf edemiyor musun Patti Smith hakkında" derseniz de susarım en fazla... Spor blogu yazıyoruz canım, lütfen.

Bu Maç Evde İzlenir!


Türk Telekom - Fenerbahçe Ülker maçı feci baydı, saha avantajı falan dinlemeden süpürecek gibi gözüküyorlar. Ercüment Sunter de bir sabah uyansa ve bir şeyler olsa da o koltuğu hak etmediğini kabullense diyeceğim de en umutsuz senaryo bu galiba... Yıllardır Türk Telekom'un kaybetmesini istiyorum her türlü maçta, ben de bıktım usandım artık.

Aynı saatlerde başlayan Relegationsspiel geldi aklıma. Energie Cottbus son hafta evinde Bayer Leverkusen'i 3-0 ile geçerek, tam anlamıyla kendi şansını yarattı ve 2. Bundesliga üçüncüsü 1. FC Nürnberg ile baraj maçı oynuyorlar. Doğu temsilcisi her sezona ligde kalma parolasıyla başlıyor ve her sezon başında daha da az ihtimal veriliyor Cottbus'un bu hedefine ulaşmasına. Her sene de bir şekilde son haftalara iddialarını taşıyor ve orada da yüreklerini koyuyorlar. Helal olsun! Bugüne kadar oynanan 10 baraj maçının yedisinde kazanan taraf üst lig temsilcisi olmuş, ama buna rağmen maç öncesinde çok az kişi Energie'ye şans veriyor. Nürnberg, gerçekten Bundesliga'ya ait hisseden bir kulüp ve kadrosu da rakibine nazaran bir seviye yukarıda gözüküyor. Özellikle de orta saha ve forvet hattında. Gerçi savunma için neden bu kadar çekingen davrandım bilmiyorum, sonuçta Cottbus'un sol stoperi Çağdaş Atan. Herhalde geçtiğimiz sezonlarda çeşitli menajerlik oyunlarında çok ekmeğini yediğim Gerhard Tremmel'in bilinç altımda yarattığı bir etki... Fakat zaten neredeyse her maça underdog çıkan bir takımdan bahsediyoruz burada. Yani bu duruma fazlasıyla alışkınlar...


Cottbus'taki ilk maçın ilk devresi az önce 1-0 Nürnberg üstünlüğüyle geçildi, Isaac Boakye attı golü fakat bir kontrpiye durumu söz konusu. Tremmel'e laf yok yani! Cottbus'ta Ervin Skela alıyor, veriyor. Diğer tarafta Marek Mintal yavaş yavaş havaya giriyor sanki. Ligin ikinci devresinde 11 gol bularak Nürnberg'in bu maçı oynamasındaki en büyük pay sahibi oldu Slovak oyuncu. İkinci lige de bir gömlek büyük geldiğini gösterdi eşe dosta. İkinci yarıyı izlemek isteyenleri şuraya yönlendirelim. İki aktif kanalda sadece 720 kişi izliyor bu maçı. Dünya üzerindeki her türlü spor organizasyonu sırasında karşılaşılan İddaacı Türk populasyonunu da hesaba katacak olursak... Yazık!

İlk onbirleri de verelim, bir köşede dursun. İlk yarının sonundaki Rivic-Eigler gerginliği Alman spikerin deyimiyle sinirleri sahaya getirdi. İkinci yarı daha çekişmeli olacağa benzer. Yürü be Cottbus!

Cottbus: Gerhard Tremmel - Stanislav Angelov, Ivan Radeljic, Çağdaş Atan, Daniel Ziebig - Mariusz Kukielka, Timo Rost - Stiven Rivic, Ervin Skela, Jiayi Shao - Emil Jula

Nürnberg: Raphael Schäfer - Dennis Diekmeier, Stefan Reinartz, Javier Horacio Pinola, Pascal Bieler - Jaouhar Mnari, Peer Kluge, Daniel Gygax - Marek Mintal, Christian Eigler, Isaac Boakye

27 Mayıs 2009 Çarşamba

Son Fado


Beyaz forma ile kaldırın da gelin... İşbilim finalim var, bu yüzden preview yazacak vaktim yok ne yazık ki. Kazanırsak yaz boyu konuşuruz zaten.



Nemanja Vidic ve Alex Ferguson'ın Barclays tarafından sezonun en iyi oyuncusu ve en iyi menajeri olarak onurlandırıldığını da hatırlatalım gitmeden önce... Mont beni!


"Tedarikliyim diye sevindim durdum,
Sıcağı görünce yandım kavruldum,
Mecnun oldum, çöllere savruldum,
Kırk kapıya muhtaç eyledi mont beni...

Bir garip Ercan'ım bu dünyada konar göçerim,
Gahi ağlar, gahi gülerim,
Mont elde diyar diyar gezerim,
Onulmaz dertlere saldı mont beni..."

Cavs in 8 ========D


Tek fotoğraftan ibaret postlarla blog dolduran bir insan değilim aslında. Boyum 1.85, yükselenim İkizler.

Moment of Zen #13


Early in the morning, Honecker arrives at his office and opens his window. He sees the sun and says: "Good morning, dear Sun!"
The sun replies: "Good morning, dear Erich!"
Honecker works, and then at noon he heads to the window and says: "Good day, dear Sun!"
The sun replies: "Good day, dear Erich!"
In the evening, Erich calls it a day, and heads once more to the window, and says: "Good evening, dear Sun!"
The sun is silent.
Honecker says again: "Good evening, dear Sun! What's the matter?"
The sun replies: "Screw you! I'm in the West now!"

Meçhul Stasi Erhan Güleryüz

Nicht Nur Autostadt


Her şeyin başlangıcı Volkswagen Arena'da Christoph Daum'un çalıştırdığı 1. FC Köln ile oynanan karşılaşmaydı. Savunmaya yapılan İtalya kaynaklı takviye çok konuşulmuştu, Zvjezdan Misimovic transferinin altı da kimilerince koyu bir şekilde çizilmişti. Biz de burada uzunca bahsettik çok sevdiğimiz bu adamın transferinden... Ama kimse Bayern'i şampiyonluktan edebilecek takımlar arasına Wolfsburg'u yazmıyordu. Böyle bir akşam üstünde Milivoje Novakovic'ten gelen gol hiç kimse için sürpriz değildi. Neyse ki ikinci yarıda Christian Gentner ve Zvjezdan Misimovic'in golleri geldi de Wolfsburg, şampiyonluk koşusuna galibiyetle başlamış oldu. Gentner FM 2005 için de böyle özel bir topçuydu, en kritik golleri atardı. Bir "Helal olsun" da ona...

Çıkan onbir de şöyle:

Diego Benaglio - Cristian Zaccardo, Ricardo Costa, Andrea Barzagli, Marcel Schäfer - Makoto Hasebe, Jonathan Santana, Josue, Christian Gentner - Zvjezdan Misimovic - Ashkan Dejagah


İlk maçta Köln karşısında yaşanan sıkıntı 3. haftaya da taşınacaktı. İkinci yarıda şampiyonluğa doğru doludizgin ilerlerken Wolfsburg evinde fırtına gibiydi, ancak farkı yaratan deplasman galibiyetleriydi kesinlikle. Zira Bundesliga bir takımı evinde yenmenin en zor olduğu liglerdendir yıllardır karakteristik olarak. İç sahadaki 17 maçta ise sadece bir kez puan kaybediyordu Felix Magath'ın öğrencileri. İşte o da bu haftadaki Eintracht Frankfurt maçında gerçekleşti. Ioannis Amanatidis'in golüne tıpkı ilk haftada olduğu gibi 2 golle yanıt vermeyi başarıyordu Wolfsburg, fakat Frankfurt mağlubiyeti kabul etmedi ve son dakikalarda Faton Toski'nin ayağından gelen gol ile Wolfsburg'dan o sahada sezon boyunca puan çalabilen tek takım olma onurunu yaşadılar. O gün hiçbiri sezon sonunda bu şekilde onurlandırılmayı beklemiyordu şüphesiz.

İdeale daha çok yaklaşmış bir kadro var sahada. Fakat takım 8. sırada ve ilk üç haftada karşılaştıkları ekiplerin ligi 12-13-14 sıralamasında bitirdiğini söylersek alınan 5 puanın bu fikstür için bir hayal kırıklığı olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Andre Lenz - Sascha Riether, Ricardo Costa, Andrea Barzagli, Marcel Schäfer - Ashkan Dejagah, Josue, Christian Gentner - Zvjezdan Misimovic - Grafite, Edin Dzeko


6. hafta ise Felix Magath ve öğrencileri için mağlubiyetle tanışma zamanı anlamına geliyordu. Wildparkstadion'daki maçta Sebastian Freis'ın golüyle galibiyete giden Karlsruhe olurken, Wolfsburg camiasında da homurtuların sesi ilk kez bu denli yükseliyordu. İç sahada Hamburg'u 3-0 ile geçtikten sonra gelen bu mağlubiyet yeniden 8. sıraya düşürüyordu Wolfsburg'u. Grafite penaltıdan golü atan isim olmasına rağmen, skor 1-0 iken gördüğü kırmızı kartla takımını yalnız bırakıyordu böylesine önemli bir karşılaşmada.

Diego Benaglio - Sascha Riether, Alexander Madlung, Andrea Barzagli, Marcel Schäfer - Ashkan Dejagah, Makoto Hasebe, Josue, Christian Gentner - Zvjezdan Misimovic - Grafite


İç sahada rahat fikstürün de etkisiyle gelen galibiyetler, dış sahadaki puan kayıpları sonrası ilk yarının sonunda toplanan 26 puanla 9. basamağa oturuluyordu. Sürpriz lider Hoffenheim'ın ise 35 puanı var. Dominant bir takımın olmaması ve takımların çok küçük puan farklarıyla birbirlerinden ayrılması olumlu, ama Aşağı Saksonya yöresinde kimsenin de şampiyonluk hayalleri kurmadığı açık. Tim Wiese'nin kalesinde devleştiği Bremen deplasmanı da 2-1'lik yenilgiyle sonuçlanıyor. Magath'ın onbiri ise yavaş yavaş istikrar bulmaya başlıyor...

Diego Benaglio - Makoto Hasebe, Ricardo Costa, Andrea Barzagli, Marcel Schäfer - Ashkan Dejagah, Cristian Zaccardo, Josue, Christian Gentner - Zvjezdan Misimovic - Edin Dzeko


Avrupa arenasında da işler çok iyi yürümüyor. İki sezondur Magath'ın yapılan tüm transferler sonrası vurguladığı bir Avrupa takımı olma hedefi düşünüldüğünde, Paris Saint Germain karşısında iki maçta 5 gol yiyerek elenmek başarı tanımından çok uzak... Yukarıda da Volkswagen Arena'da bu sezon görmeye çok alışık olmadığımız bir tablo var. Peguy Luyindula'dan gelen toplamda beşinci gol, kuşkusuz en ağır olanı.


İkinci devre Köln deplasmanındaki beraberlikle başlıyor, fakat sonrasında Wolfsburg'u durdurabilene aşk olsun... İç sahada 17 maçta toplam 49 puan alan takım, dışarıda maç kazanmayı da öğreniyor. Aslında ilk devrede bahsettiğimiz içerideki rahat fikstür, artık deplasmanlar için geçerli. Fakat aynı paralelde zorlaşan iç saha fikstüründe sırasıyla Hertha, Schalke, Bayern, Leverkusen, Hoffenheim, Dortmund ve son olarak da Bremen evlerine puansız yolcu ediliyorlar. Kupa çeyrek finalinde Wolfsburg'a 5-2 ile ağır bir darbe vuran Bremen'e karşı ligin son haftasında alınan 5-1'lik galibiyet de manidar... Böylesine zorlu yedi maçta takımın attığı gol sayısı ise 25. Hemen alttaki fotoğrafa gönderelim o zaman sizi...


Evet o zorlu iç saha fikstüründe atılan 25 gol çok etkileyici, daha etkileyici bir rakam görmek isteyenlere de yukarıdaki fotoğraftaki ikilinin 54 gol anlamına geldiğini söyleyelim. Heralde Bundesliga'nın son yıllarda gördüğü en büyük ortaklık. Düşünüyorum da gerçekten yakın bir ikili bile gelmiyor aklıma. Öneri varsa yorum ekranına beklerim. İnönü'deki Bosna Hersek maçı sırasında Edin Dzeko'dan bahsedince çoğu kişiye tanıdık gelmiyordu. Ibisevic-Salihovic de adsız adamlardı, öyle futbolcu mu olurdu. Nasıl olduklarını o maçta olmasa da görmüş bulunuyoruz, puan durumuna bakmak yeterli...


Tabi bir başka Boşnak daha var, en az yukarıdakiler kadar değerli olan. Nürnberg düşünce sevinmiştim aslında, sadece Misimovic'in transferi kesinleştiği için... Herkes milli takıma ambargo koyarken, kampa gitmeye devam eden az sayıda adamdan biriydi Misimovic. Orada da sempatimi kazanmıştı. Bayern'e attığı gol dışında çok da manşetleri süslemedi bu yılın başına kadar. Ancak yavaş yavaş istediği noktaya gelmeye başlıyor. Wolfsburg'da da çok uzun süre kalmayabilir. Tam 20 golün hazırlayıcısı olup, 7 kez de kendisi buldu ağları. Blogu uzun süredir takip edenler bu performansın benim için sürpriz olmadığını bileceklerdir.


Magisches Dreieck. Alman basını bu üçlüyü bu şekilde adlandırmış. Pascal Üçgeni'ni ilk gördüğümde bayağı afallamıştım, hatırlıyorum. İlk sırayı veremiyorum, ama en az onun kadar parlak bir üçgen Misimovic-Grafite-Dzeko üçgeni de. MGD üçgeninden 61 gol, 41 asist çıkmış bu sezon. Böyle bir omurgayla sıradan bir kaleci ile de şampiyon olabilirsin. Bakın adam değilsin demiyorum, adamsan diyorum. Diego Benaglio adamsa... Ama Andrea Barzagli gerçekten harika top oynadı sezon boyu, helal olsun...


İkinci devrede 29. haftaya kadar mağlubiyet almayan Wolfsburg'un puansız ayrıldığı ilk karşılaşma da Energie Cottbus deplasmanı oldu. Tıpkı Karlsruhe gibi, Wölfe'nin 12 maçlık yenilmezlik serisine son veren Cottbus da bu hafta play-off karşılaşmasında Nürnberg karşısında kazanamazsa 2. Bundesliga'nın yolunu tutacak kötü bir takım. Wolfsburg böyle hesapta olmayan maçlarda hesapta olmayan puanlar kaybetmese, çok önceden de kutlayabilirdi şampiyonluğu... Dimitar Rangelov ve Ervin Skela'dan gelen gollere rağmen, takipçileri puan kaybedince liderlik koltuğunu kimseye bırakmadı Wolfsburg. 18. haftada lider Hoffenheim'ın 11 puan arkasında 8. basamakta olan takım, 28. hafta geride kalırken aynı Hoffenheim'ın 10 puan önünde liderliğin tadını çıkarıyordu. Öyle bir 10 hafta...

Son dönemde baskın olarak çıkan ve şampiyonluğu getiren onbiri de verelim:

Diego Benaglio - Makoto Hasebe, Jan Simunek, Andrea Barzagli, Marcel Schäfer - Sascha Riether, Josue, Christian Gentner - Zvjezdan Misimovic - Edin Dzeko, Grafite


Cottbus'taki mağlubiyet sadece tatsız bir anı olarak hatırlarda kalacak, ama şampiyonluk koşusunun bir parçası olarak o maçın da güzel yanını bulan romantik Wolfsburg taraftarları olacaktır muhtemelen... Felix Magath'ın hak ettiği saygıyı göremeyen adamlardan biri olduğunu düşünmüşümdür hep. Heralde onun için en anlamlı şampiyonluklardan biri olmuştur bu. Teknik becerilerini küçük gören otoriteler bu şampiyonluğu da Bayern'in formsuzluğuna, Volkswagen'in transfer dönemindeki bonkör tavrına bağlama eğilimindeler. "Magisches Dreieck" olmadan Wolfsburg'un bir anlam taşımadığından bahsedenler de var aralarında. Ama bu şampiyonluk hepsine gelen sağlam bir tokattır kanımca.


Bu başarıya rağmen Magath Gelsenkirchen'in yolunu tuttu önümüzdeki sezon için. Elinde Wolfsburg'da bulunandan daha sıkıntılı bir kadro var açıkçası, ancak transfer dönemindeki birkaç ekleme ile zor görünse de, gelecek sene bu dönemlerde bir başka Magath takımının başarısını irdeleyebiliriz burada. Ama uzun vadede Schalke'nin iyi bir hamle yaptığının anlaşılacağını ve Gelsenkirchen'de aranan teknik direktör istikrarının yıllar sonra kazanılabileceğini düşünüyorum... Vedası sırasında ona çiçeklerini takdim eden Martin Winterkorn'un temsil ettiği firma Volkswagen. 2009 başarısının mimarı Magath olabilir, ama VfL Wolfsburg projesinin mimarı bu otomobil şirketi. Fikir önderi Adolf Hitler olan, 'halkın arabası' olma misyonuyla ve bu adla ortaya çıkarılan Volkswagen markası yıllar sonra da 'halkın takımı'nı yarattı üstün Alman teknolojisiyle... Ligin ilk devresinde Hoffenheim'ın üzerinde yoğunlaşan tarafsız oylar, sihirli üçgeniyle sihirli bir hücum futbolunu sahaya koyan Wolfsburg'a kaydı ve tüm ülkenin sempatisini kazandı bu genç takım. Andres D'Alessandro transferiyle vizyonunu belli eden Volkswagen, geç de olsa meyvelerini almış oldu bu yatırımın. Wolfsburg da artık sadece Autostadt olarak anılmayacak, şampiyon takımın şehri aynı zamanda...




İlk şampiyonluk ve ilk coşku. Kuşkusuz 2009, Wolfsburg halkı için hiç unutulmayacak bir yıl olacak. Ancak her şeyin başlangıcı olan yıl olarak da hatırlanabilir, eğer bu yatırım doğru isimlere verilen yetkilerle desteklenirse... Armin Veh güzel bir isim. O da şampiyonluğun ne demek olduğunu bilen, belki bu sezonki Wolfsburg'dan daha da umutsuz bir kadrodan bir mucize yaratabilmiş bir adam. Bu sezon Şampiyonlar Ligi serüveni ilerisi için çok belirleyici olacak. Ancak Wolfsburg'u artık daha büyük düşünülecek yıllar bekliyor. Bakalım Volkswagen işçilerine ikamet olanağı sağlamak için fabrika çevresine kurulan bu şehrin futbolla dansı nerelere uzanacak? Kicker'in önerdiği gibi yukarıdaki fotoğraftaki bebeklere Edin, Zvjezdan ve Grafite adları verilecek mi?

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Death of a Salesman


Amerikan basınında geçen yazın gündemini oluşturan konulardan biriydi sıklaşan Avrupa göçleri. Aslında kısmi integral falan gerekmiyordu bu eğilimin nereden geldiğini anlamak için, fakat yine de ilk kez Josh Childress kalibresindeki bir adam NBA takımları arasında gayet tatminkar bir piyasası varken Avrupa opsiyonunu ön plana çıkarabiliyordu. Hatta ilk olarak buna oyuncu menajerinin fiyat yükseltme amaçlı hamlelerinden biri olarak bakanlar da olmuştu. Ama Childress beklediği teklifleri göremeyince arkasına bile bakmadı, geçen sezonun Hornets takımına çok şeyler katan Jannero Pargo da... Bunlara paralel olarak Brandon Jennings ve Jeremy Taylor gibi daha lise çağlarında önemli dergilere kapak olmuş prospectlerin de Avrupa'yı koleje alternatif olarak görmesi bir tehlikenin göstergesiydi kesinlikle. Tabi Jennings ve Childress olayları iki farklı olay, fakat temelindeki maddi kaygılar çok da farklı değil. Her ikisi de NBA yönetmeliğindeki belli kısıtlama ve kuralların para kazanmak isteyen bir profesyonel için Avrupa'ya göre bariz handikaplar yaratması sonucu oluşmuş tercihler. Neyse, bunları burada konuştuk, sanırım Oktay da karalamıştı bu konuyla ilgili bir şeyler... Henüz yaz dönemine girmemişken bu furyaya yeni bir isim eklendi: Nick Calathes.


Aslında Calathes adından da anlaşılacağı üzere Yunan kökenlere sahip bir adam, bununla beraber 20 yaş altı takımında gösterdiği performansla Yunan basketbol dünyasının da yakın takibe aldığı bir isim. Bu nedenle Yunanistan'ı bir seçenek olarak düşünmesini normal karşılardı herkes. Fakat drafte bu kadar kısa süre kalmışken ve çoğu mock draftte de kendisine ilk turun sonlarında yer bulabilmişken Panathinaikos'la bağlayıcı bir kontrat yaptığını açıklaması ufak çaplı bir şok etkisi yarattı. Açıkçası ben de Florida formasıyla birkaç kez izleyebildiğim bu adam hakkında bir yazı yazmaya hazırlanıyordum, Lakers ile adı geçmeye başladıktan sonra Calathes ile ilgili birçok şey de okudum. Derken bu haber geldi.


Aslında son dönemde Calathes muhtemel yerini birkaç basamak yükseltmiş gözüküyordu, hatta Jason Kidd ile oyun kurucu bölgesinde önünü göremeyen Dallas'ın 22. sıradan seçebileceği konuşuluyordu sophomore guardı... Fakat adın bu sıralar için zikrediliyorsa biraz da şüpheci yaklaşman gerek... Çünkü birkaç sürpriz seçim bir anda 10-15 sıra aşağıya bile atabiliyor seni. Hiçbir güvence de tam anlamıyla bir güven unsuru olabilecek nitelikte değil bu dönemde. Bugün Calathes'in imzaladığı bu sözleşme onu temiz bir 1.1 milyon doların sahibi yapacak. Temiz derken, bu paranın NBA'deki karşılıklarının aksine her türlü vergiden muaf tutulduğunu vurgulamak istiyorum, toplayınca bayağı bir ederi oluyor bu vergilerin de... Lotaryadan seçilen ortalama bir oyuncunun kazancı bile vergiler kesildiğinde Calathes'in 1.1 milyon dolarını yakalayamıyor. Öte yandan Saras ile yollarını ayıracağı konuşulan Pana'da, gelenekleri olan bir kulüpte, iyi bir takımda, iyi süreler alacağını öngörmek de güç değil. Sözleşme 3 yıllık, fakat buyout hakkı tanınıyor ilk yılın ardından. Yani Avrupa'da geçirilen başarılı bir sezon sonrası kozlar tekrar Calathes'in eline geçecek muhtemel kontrat konuşmalarında.


Peki Nikos Kalathis nasıl bir oyuncu? Klasik anlamda bir oyun kurucunun sahip olması gereken tüm meziyetlere sahip bir adam aslında hücum sahasında, 'old school' bir oyun kurucu tabir yerindeyse. Takım arkadaşlarıyla topu iyi paylaşan, olağandışı bir saha görüşüne sahip bir guard... Bu tarz oyuncuların kolej takımlarında iyi koçların altındaki oyunlarını, karar verme konusunda daha fazla serbestliğe sahip oldukları NBA aşamasına taşıyabileceğinden korkulur genelde. Calathes için de benzer endişeleri taşıyanlar tabi ki var. Fakat son dönemden örnek verecek olursak Derrick Rose gibi sıradışı birkaç isim dışında çoğu oyuncu için benzer handikaplar ön plana çıkarılmıştı kimilerince. Zaten bu piyasa pis bir piyasa... Kimin neyi ne için söylediğini, kimin spekülasyon amacında olduğunu kestirmek bizim gibi dışarıdan bakanlar için oldukça zor. Ama size konusunun majör bir sıkıntı olarak ele alınmasını doğal karşılamakla birlikte savunma zafiyetleri dışında o kadar da abartılacak bir defekt göremiyorum oyununda. Tabi savunması şu anda NBA standartlarının çok altında. Hem çabuk, hem de fiziğini kullanan oyuncular aynı seviyede problem yaratacaktır Calathes'in olduğu takıma. İki ucu enteresan değnek yani savunmada... Fakat bunu geliştiremeyeceğini söylemek haksızlık olur. Kimse bu lige komple bir paket halinde gelmiyor, Calathes için de aynı şey geçerli. Avrupa basketbolu gibi savunma sertliğinin tavan yaptığı bir ekol içerisinde bu sezon kendisini kabul ettirmesi NBA için de çok önemli bir veri olacaktır benim gözümde. Birçok farklı yerde öngörüldüğü üzere bir Kirk Hinrich katkısı verebilir o zaman... Tabi dış şutunu da bir istikrara oturtması gerekecek.


Vallahi Tanrı bizi azgın teke sendromu yaşayan bir adet Derek Fisher ve bir adet de UCLA balonu ile test ederken, direkt katkı vermeyecek olsa da ikinci turdan güzel bir seçim olurdu Calathes. Gerçi şu anda nabız yoklama safhasındaymış gibi bir izlenim edindim, workoutlara falan çıkar mı tam emin değilim.

In Heavy Rotation - Nisan 2009


1. Graham Coxon - The Spinning Top (2009)
Top 2: Dead Bees, Far From Everything

2. Bell Orchestre - As Seen Through Windows (2009)
Top 2: The Gaze, Air Lines/Land Lines

3. Jens Lekman - Night Falls Over Kortedala (2007)
Top 2: The Opposite Of Hallelujah, Your Arms Around Me

4. Die Apokalyptischen Reiter - Licht (2008)
Top 2: Es Wird Schlimmer, Adrenalin

5. Alice Cooper - Love It To Death (1971)
Top 2: Is It My Body, I'm Eighteen


6. Gazpacho - Night (2007)
Top 2: Dream Of Stone, Valerie's Friend

7. Oi Va Voi - Laughter Through Tears (2003)
Top 2: Yesterday's Mistakes, Refugee

8. Morcheeba - Big Calm (1998)
Top 2: Blindfold, Big Calm

9. Deus Ex Machina - Cinque (2002)
Top 2: Rhinoceros, De Ordinis Ratione

10. Dracma - Dracma (1999)
Top 2: Pobre Decepcion, Chilenada

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Kewell, UEFA Finali, Sick Play by Turkoglu, "inancımıza saygı pls"

1983 yılında, amatör bir fosil avcısı, Messel adındaki fosil cennetinde (Almanya) bir adet fosil buluyor. 20 yıldan uzun bir süre, bu şahane fosili zulalıyor amatör fosil avcımız. Daha sonra, amatör amcaya uzaylılar tecavüz ediyor. Amatör amca, kürtaj parası için fosili satmak zorunda kalıyor.

Son kısmı uydurdum. Neyse, sonuçta fosili satmaya karar veriyor adam. 2 yıl önce, Jørn Hurum adındaki Norveçli bir paleontolog, fosile şöyle bir bakıyor ve "ananıski!" şeklinde bir tepki veriyor. (Norveççe'de "vay be" demek.) Kahveden biyologları, jeologları, paleontologları topluyor, 2 yıl boyunca gizliden gizliye bu fosil üzerinde çalışıyorlar. Bugün itibarı ile de fosil ida biz ölümlülerin huzuruna çıkıyor. Sweet.



%95'i sapasağlam olarak günümüze gelmiş bu fosil 47 milyon yıllık. Tekrar ediyorum bak, 47 milyon yıl. Bilim adamları, bu fosilin bilim dünyası için "Kutsal Kase" olduğunu düşünüyor. "Neden böyle düşünüyorlar", "Kewell niçin yedek başlıyor" gibi sorularınıza yanıt vermek amacıyla burdaydım aslında. Ancak Türkçe siteler ne demiş bu konu hakkında diye bir göz gezdirince, okuyucu yorumlarına da bakmak zorunda kaldım ister istemez.

İşte ntvmsnbc'den bir yorum:

"Bu fosilin evrimle bir alakası yok. Çünkü bir fosilin ara geçiş formu olabilmesi için ,kayıp halka olabilmesi için, geçiş esnasında vücudunda acayip bölümler olması lazım. Mesela tam gelişmemiş bir vücut, yarım bir kol..vs.. Fakat bu bulunan fosil gayet düzgün bir forma sahip. İnsana da hiçbirşekilde benzerliği yok. Umarım bu yorumum yayınlanır.."

Daraldım yemin ediyorum.

Konuya meraklı, İngilizce bilen ve fonksiyonel bir beyne sahip olan arkadaşlar için (genellikle bu üçü paket halinde geliyor, ama yine de gereken şartlara uyup uymadığınızı kontrol edin) birkaç link vererek buradan uzaklaşıyorum. Sahil kasabasına yerleşeceğim bu gidişle.

http://www.guardian.co.uk/science/fossil-ida

http://www.revealingthelink.com

http://www.google.com (heh heh hadi bakalım)


Son olarak, Russell Baba'dan bir alıntı:

"The whole problem with the world is that fools and fanatics are always so certain of themselves, but wiser people so full of doubts."

16 Mayıs 2009 Cumartesi

Bank Asya Justin'de İzlenir


Olayın iç yüzünü tam olarak bilmiyorum, fakat LEBLEBİCİ ABİ gelir yazar belki... Telif hakkı falan güzel şeyler tabi de bazen insan mecbur kalıyor Justin'e. Böyle dialoglar da işin olmazsa olmazı. Yine de Houston maçı izlerken Çin alfabesi gören Amerikalı'nın tepkisini tek geçerim. Tıkla büyüsün...

İzmir takımlarını da özlemiştik. Gel be Karşıyaka!

15 Mayıs 2009 Cuma

Reklamları İzlediniz, Reklamlar Bitti


Kerem Yılmaz ve nöbetçi golcüler ile birlikte yuvarlak masanın etrafına toplandık, TeBeLe konuştuk batug.com için. Ortaya güzel düşünceler çıktı, bazı noktalarda da fikir ayrılıkları meze oldu masaya. Açıkçası zaman kısıtı dolayısıyla belli noktalarda kakofoni oluşmadı desek sizleri yanıltmış oluruz. Bu da dediğim gibi, bir MSN konuşması sırasında bir anda çıkan bir fikir olmasından ve iletişim için yeterli zaman yaratılamamasından kaynaklanmakta. Yine de "Her Kafadan Bir Ses" başlıklı bir yazıda olması gereken bir şeydir zaten kakofoni. Buradan buyursun okumak isteyen.

TBL demişken, resmi sitede bir adet de analiz bölümü oluşturduk play-off öncesinde... Doğru rakamlarla süslenmiş gayet güzel yazılar çıktı orada da. Anıl, Emre ve Çağlar ile paylaştık serileri, kilit eşleşmeleri falan değerlendirdik. Güzel oldu güzel...

Final haftası öncesi farklı psikolojiler içindeyim yine, Erhan sağolsun boş bırakmadı buraları... Dönüşümüz muhteşem olacak.

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Back to the Roots






Şu andaki aktif oyun kurucular arasında en hastası olduğum adam. Detroit'le 2004'te yaptığı kötü sürprize rağmen... Her şeye başladığı şehirde artık bir kahraman. Sonuna kadar gitmesini de isterdim ama yüzüksüz geçen son beş yılda biz daha fazla cefa çektik. Smush Parker-Kobe Bryant-Luke Walton-Brian Cook-Kwame Brown beşini desteklemek zorunda kalan o değildi çünkü...

ESPN OTL - The Disposable Superstar

Yeni Yazıhane Diyorsak...

Bir yılı geride bıraktığımız gibi soluğu yeni tasarımda aldık. Kubilay Kahveci'nin yeni oyuncakları için buradan yakın. Yazıhan...