
Bu sezon bir Efes Pilsen sempatizanı olarak çok da kolay değildi Euroleague konusunda motivasyonu sağlamak. Açıkçası çok da içinde olamadım grup aşaması sonrasında. Fakat Final-Four kaçırılmaması gereken bir organizasyondur her zaman. Digiturk bir güzellik yaptı, kanalı açtı da izleyebildik neyse ki... Finale çıkan ekipler CSKA Moskva ve Panathinaikos oldu ki yanıldığımı söyleyemem. İlk maçta Barcelona'nın fırtına gibi girişine rağmen CSKA'nın maçı vereceği konusunda bir düşünceye kapılmadım hiçbir zaman, fakat iki Yunan takımı arasındaki maçta sonuna kadar heyecanı yaşadığımı söyleyebilirim.

Barcelona-CSKA maçında dikkate değer nokta, Barça coachu Xavier Pascual'ın maç boyunca Ercüment Sunter'i oynamasıydı. Aslında çok da büyük bir kadro derinliğinden bahsedemeyiz Barcelona cephesine bakacak olursak. Ama o küçük denizde bir dalga yarattı ve içinde boğuldu Pascual. Örneğin, bu sezon takımın belki de en değerli oyuncusu olmuş Ersan İlyasova en kritik maçın sadece 13 dakikasında sahada kalabiliyor herhangi bir sakatlık yaşamamasına rağmen... Bu 13 dakikanın 3 dakikası da maçın sonu, öyle bir rotasyon. 37 dakika boyunca sadece 10 dakika şans verdiğin oyuncunu son 3 dakikada kurtarıcı olarak devreye sokuyorsun. Üst üste iki hücum ve bir savunmada, bir basket, bir blok, bir de hücum reboundu katkısında bulunuyor o oyuncu. Ama yetmiyor... Peki neden böyle bir tercihte bulundun? David Andersen'in iyi performansından haberdarım, fakat ikisini birden kullanman çok mu aykırı bir tercih olurdu? Sanmıyorum. Andersen'in CSKA yıllarındaki diriliğini koruyabildiğini söylemek zor, yaşıyla orantılı olarak hücumda çembere olan uzaklığı da artan elemanlardan. Bugün iyi şut soktu ve eski takımına karşı maça ortak da etti Barça'yı bu ekstra gecesinde. Benim takıldığım esas nokta Fran Vasquez'in Ersan'dan daha fazla sahada kalması böyle bir gecede. Hani rakibin pota altında size konusunda sıkıntı yaratabilecek bir adam vardır, gecenin sonraki saatlerinde sahne alacak Nikola Pekovic kalibresinde, o zaman anlarım... Ama Erazem Lorbek de sadece 16 dakika süre almış Ettore Messina'dan. Terence Morris'e karşı niye kalıba ihtiyaç duyasın ki, koy karşısına Andersen'i... Onu geçtim, 3 numarada Ersan'a süre vermiyorsun, ilk beşte başlattığın ve 36 dakika sahada tuttuğun adam Gianluca Basile. Çok saygı duyarım ama, bu adam da 34 yaşında... Daha da ilginci, sezon boyunca bu kadar süre aldığı maç yok Basile'nin. Saygı duruşunu biraz abartmadık mı? Ersan'ın ritm bulmaya çalışırken 3 üçlük kaçırdığı, 2 faul yaptığı doğrudur da maç boyu sahada kalan Basile'nin 1/6 üçlük atmasını takımın coachu neden kenarda izler, anlamıyorum. Ne milliyetçilik damarım tuttu bugüne özel, ne de Basile'yi suçluyorum. Kötü bir coaching söz konusu ve bu sezon Barcelona'nın başarısında herkesin parmakla gösterdiği Ersan bu kadar kenarda beklememeliydi. 3 numarada da çok uygun bir Viktor Khryapa eşleşmesi varken...

Sadece bu kadar da değil. İlk üç period boyunca Jaka Lakovic 2-3 dakikalık çok kısa bir bölümde oturuyor. Üçüncü çeyreğin sonuyla birlikte CSKA vidaları sıkmaya başlayınca Lakovic, üzerindeki baskıdan bunalıp her zaman olduğu gibi en kritik anlarda siniyor. Son 5 dakikaya girilirken tekrar Victor Sada'yı alıyorsun oyuna. Lakovic'i kendi ellerinle aslanlara atıyorsun, o da yapısı buna müsait olduğundan kolayca pes ediyor son çeyrekte. Karşı tarafta Messina'yı eleştirmek yersiz olur. Çok iyi şut sokan bir Barcelona vardı, eski dost Andersen'in de desteğini alıp... Ama oyuncuların birlikteliği o kadar çok kesintiye uğradı, öyle bir kaos hükmetti ki maça son çeyrekteki Ramunas Siskauskas merkezli silkinme yetti galibiyete. Eğer Pascual saçmalamasa bir şansı olabilir miydi Barcelona'nın diye soracak olursanız... Bilmiyorum Altan, bilemiyorum! Zira, bu tür büyük maçlar büyük oyuncularla kazanılıyor ve son çeyrekler beşe beş değil de sahadaki winner oyuncular arasında oynanıyor sanki. CSKA'da bu isimler nicel olarak oldukça ağır basıyor karşı tarafa, bunlardan biri Siskauskas çıkıp 29 sayısının 18'ini son perioda sığdırabiliyor mesela. Sürpriz mi, kesinlikle değil. Sadece Siskauskas'ın önünde saygıyla eğilmemizi gerektiren bir başka büyük maç. 1996 senesinde Dominique Wilkins'den gelen performanstan bu yana böylesini görmemiş Final-Four rakamsal olarak. Helal olsun!

Uyku bastırdı, randıman alamıyorum klavyemden... İkinci maçı yarın yazalım. Ama finalde daha şanslı gördüğüm ekip Panathinaikos sanırım. En azından Saras'ın bugün eski günlerden sunduğu demet ve Pekovic'in dominasyonu bu düşünceye sürükledi beni. Ama daha komple bir kadro var elinde Messina'nın. E adam Messina öte yandan da, her şeye hazırlıklı olmak lazım. Fakat ilk aşamada Lorbek'in Pekovic arkasında ne derece sağlam durabileceği önemli. Ramunas Siskauskas 31, J. R. Holden 33, Matjaz Smodis 30, Trajan Langdon 33 yaşındalar ve artık eskisi kadar dominasyon kuramıyorlar sahada. Holden ve Smodis oldukça tatsızdılar bu gece, belki finale saklıyorlardır kendilerini, kim bilir... Ama her büyük hanedan gibi, bu da bir gerileme dönemi yaşayacaktır. Bu yıl son bir kereliğine en tepede olabilirler, bu fırsatı kullanmak için yaşları kaç olursa olsun ellerinden geleni yapacakları kesin. Barça da o karton aslanı kovsun, adam gibi birini getitrsin başa. Yeni adresi Chicago olmayacaksa Celal Kıbrızlı doğru isim olabilir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder