30 Ekim 2009 Cuma

Güneş Doğudan Doğar


Cavaliers
Geçen sezon çoğu otorite tarafından konferansın ağır favorisi olarak gösterildikten sonra Magic’e toslayan Cavs cephesinde herkes, franchise için en önemli sezonlardan birine girildiğinin farkında. Shaquille O'Neal ligi domine ettiği yıllardan çok uzakta olsa da geçen sezon Suns formasıyla yaptıkları, ölüsünün bile bu ligde nasıl bir fark yarattığının en somut kanıtı oldu. Anthony Parker ile güçlenen arka alan yaz aylarında daha ümitvar görünmekteydi, geçen sezonki play-off döneminde kayıplara karışan Mo Williams'a daha az bağımlı olacaktı takım. Fakat tam böyle bir anda, ancak "GTA" gibi bazı bilgisayar oyunlarında görebileceğiniz bir senaryo ile Delonte West'in iki elinde birer tabanca ve yanındaki gitar kılıfında sakladığı bir pompalı tüfekle motosiklet üzerinde yakalanması işleri farklı bir boyuta sürükledi. West'in çok iyi bir psikolojide olmadığı söyleniyor. Jamario Moon ve UNC mezunu Danny Green rotasyona derinlik katabilir, ancak arka alan oyuncularının LeBron James'e geçen sezon yapamadıkları istikrarlı yardımı yapması yüzüğe giden yolda olmazsa olmaz bir koşul.

Celtics
Doc Rivers ve "Ubuntu" ile 2008 sezonunda uzun süren sessizliğini bozan Celtics, bugünlerde geçen sezon onları dubleden alıkoyan tek sorunun sakatlıklar olduğuna inanmışa benziyor. Paul Pierce da şampiyonluğa giden yolun Celtics'i yenmekten geçtiğini ve tüm NBA için hedef takımın kendileri olduğunu belirtti geçen hafta içerisinde. Kevin Garnett'in sakatlığı sonrasında bir anda sıradan bir play-off takımına dönüşen Celtics, bu sezon onun sağlığına kavuşmasını umuyor ve yeni transfer Rasheed Wallace'ın kazanma karakterine güveniyor. Ancak Garnett'in bu ciddi sakatlıktan nasıl döneceği konusunda fikir beyan etmek kolay olmadığı gibi, geçen sezon kariyerinin en dağınık sezonunu geride bırakan Sheed'in de tekrar ayağa kalkıp kalkamayacağını sadece zaman gösterebilir. Ray Allen ve Paul Pierce birer yıl daha yaşlanmışken Marquis Daniels takviyesi ne kadar kritik olduysa, Glen Davis'i takımda tutmak da bir o kadar önemli bir off-season hamlesi oldu Celtics adına. Birkaç soru işaretini içinde barındırsa da, Keltler’in şu anda konferansı almaya en yakın iki takımdan biri olduğunu söylemek güç değil.


Magic
Son Doğu şampiyonu rüya gibi geçen bir sezonun üzerine beklendiği gibi takımdaki taşları korumaya çalıştı. Ancak FA statüsüne geçen Hidayet Türkoğlu'nun büyük play-off performansı onun piyasasını çok yukarılara çekince, Genel Menajer Otis Smith de piyasadaki en yakışıklı alternatiflerden Vince Carter'ı Amway Arena'ya getirdi. Elbette 2009-10 Orlando Magic, bir sezon önce finale çıkan takımın bir devamı olmayacak. Zira Carter, her ne kadar New Jersey'deki son birkaç yılında olgun bir veterana evrilip karar verme yetisini bir üst seviyeye çıkarmış olsa da, özellikleriyle Hidayet'in ikamesi olabilecek tipte bir yıldız değil. Oyununda Hidayet'ten üstün olduğu noktaların varlığını kabul etmek gerekir, ancak hiçbiri geçen sezon bu makineyi işler halde tutan parça Hidayet'in yerini doldurmasına yardımcı olacak özellikler değil. Stan Van Gundy'nin geçen sezon başarıya giden sistemde değişikliğe gidip daha ortodoks Nelson-Carter-Lewis-Bass-Howard beşine geçiş yapması da söz konusu olabilir. Peki bu, sahada aynı etkinlikle sonuçlanır mı? Ya da sağlıklı bir Boston ve elindeki son kartları oynayan Cleveland bu sezon Florida temsilcisinin aradan sıyrılmasına geçen sezonki kadar kolay müsaade eder mi? Bu soruların cevabının Orlando adına olumlu olması çok mümkün gözükmüyor. Yine de yeni görüntüleriyle en merakla beklenen takım oldukları açık.

Heat
Miami adına hareketli bir yaz geçtiğini söyleyemiyoruz, zaten kadroya yapılacak takviyeden ziyade süperyıldızları Dwyane Wade'in yazın vereceği kararın yönü idi ana gündem maddesi. Güzel sinyaller alındı Wade’den bugüne kadar. Kendi ismini Heat organizasyonuyla birlikte büyütme eğiliminde Wade ki bugünün süperyıldızlarında çok sık görülmeyen bir davranış biçimi bu. Takımın pota altında hala büyük bir derinlik problemi mevcut ve Michael Beasley ikinci sıradan seçilen biri için biraz fazla gölgede geçirdi çaylak sezonunu. Beasley seçildiği sıranın ne kadar hakkını veremediyse, Mario Chalmers da o kadar büyük bir sürpriz oldu Heat adına. Sezon öncesinde Marcus Banks, Chris Quinn falan derken, Kansas mezunu bu genç adam formayı ilk maçta sırtına geçirdi ve sezon sonuna kadar da ilk beşteki yerini bırakmadı. Gelecekten umutlu olmak için iyi bir neden Chalmers.


Wizards
Draft haklarını takas etmemiş olsalardı, seçecekleri isim muhtemelen Ricky Rubio olacaktı. Şu anda bu hakları karşılığında aldıkları büyük bir tecrübe (Mike Miller) ve geçen sezonun ikinci yarısında oyununun üzerine koyup beklentileri yavaş yavaş karşılamaya başlamış kabiliyetli bir guard (Randy Foye) var ellerinde. Her şeyden önce Flip Saunders gibi bir ismin başa getirilmesi büyük iş. Buna Fabricio Oberto gibi FA piyasasından çekilen nokta oyuncuları da ekleyince Wizards'ın başarılı bir play-off takımı olmaması bir şekilde mümkün olabilir: Yıllardır inatla korudukları, takas tekliflerine rağbet etmeyip beklemeyi tercih ettikleri Arenas-Butler-Jamison üçlüsünün yaşayacağı sakatlık problemleri. Agent Zero duyumlara göre bu sefer cidden iyi dönüyor, ancak böyle duyumlara karnı tok başkentli taraftarın. Brendan Haywood bıraktığı yerden devam edebilirse takıma da sınıf atlatır, geçen sezon abilerinin eksikliğinde maç tecrübesi kazanan ve belli dönemlerde cevherlerini gösteren JaVale McGee, Nick Young, Dominic McGuire gibi çocuklar o kayıp gibi gözüken sezonun aslında pek de öyle olmadığını gösterebilirler. Bu sene olacak gibi…

Hawks
Atlanta'nın geçen sezonki konferans yarı finali başarısıyla pik yapan yükselişi bu sezon yeni bir boyut kazanabilir mi? Yukarıdaki üçlü gayet iyi gözüküyor ve bu sebeple sıralama olarak bir gelişim göstermeleri pek de kolay değil. Ancak derece olarak yukarı çıkmaları önündeki en büyük engel, geçen sezon oldukça verimli olan Bibby-Johnson ikilisine katılan Jamal Crawford'un oradaki kimyada yaratacağı olası tahribat bana kalırsa. Crawford lige adım attığı günden beri sıra dışı yeteneklerini sergileyen, kaliteli bir guard. Böyle bir takıma transferi de iyi bir takviye gibi görünüyor kağıt üzerinde. Ancak, Jeff Teague'in draft edildiği bir sezonda bu hamle cidden gerekli miydi, yoksa sadece bu yazı boşa geçirmemek adına bir hareket mi yapıldı, bunun sorgulanması gerek. Crawford eski alışkanlıklarını bırakıp daha dengeli top kullanırsa bu takım bir adım ileri gidebilir. Ancak aksi takdirde Crawford'un hücum ritmi dışındaki şut seçimleri, Flip Murray'inkiler gibi hoş karşılanmaz… Chris Paul'ün geldiği yere bakıp iç çekme safhası çoktan aşıldı, ancak Marvin Williams'ın da sahaya bir şeyler koymasının ve bunu yaparken bir istikrara ulaşmasının vakti geldi.


Bulls
Geçen sezonun sonunda Chicago-Boston eşleşmesi, basketbolseverlere NBA tarihinin belki de en çekişmeli ve kaliteli ilk tur maçlarını seyrettirirken çaylak oyun kurucu Derrick Rose komutasındaki bu genç takım büyük bir heyecan kaynağı olmuştu takip edenler için. Ben Gordon qualifying-offer sonrası takıma büyük bir katkı sağlarken, aynı zamanda kendisi için tatmin edici bir piyasa oluşturmaktan da geri kalmadı. Bunun ödülünü alması için Motown’da onu bekleyen hevesli genel menajerin kollarına atlaması yeterli olacaktı. Takımın eski oyuncularından Jannero Pargo, vasatın altındaki Avrupa macerasından sonra göreve çağrıldı fakat ne durumda olduğu konusunda tahminde bulunmak güç. SF bölgesinde geçen sezonki satışlarıyla açık açık 'bana çok da güvenmeyin' mesajı veren Luol Deng'in arkasında kimseyi göremiyoruz hemen hemen. Çok homojen bir kadrodan bahsetmek güç, fakat potansiyeli bir hayli yüksek olan bu takım -doğru yönetilirse- geçen sezonkine nazaran daha iyi bir play-off koltuğu edinebilir.

Raptors
Son yılların en hareketli yazı olarak geçmesi beklenen 2010 yazı öncesinde Toronto'da da belirsizlik hakim. Chris Bosh takım hakkında konuşurken kullandığı kelimelerle, takındığı vücut diliyle, kısacası her şeyiyle 2010da LeBron James veya Dwyane Wade'in yanına kapak atma arzusunu dışa vuruyor. Fakat kafası karışık bir süperyıldızın varlığında bile yoğun bir mesai harcandı Bryan Colangelo'nun ofisinde. Türkiye'deki eski futbolcu transferlerini andıran bir harekatla Hidayet Türkoğlu'nu Kanada'ya getirdiler ve Andrea Bargnani'yle de 50 milyon dolar karşılığında 5 yıllık bir yenilemeye gittiler. Birçokları DeMar DeRozan'ın lotaryadan seçilmeye yetecek bir kapasitesi olduğundan şüphe duyuyor. Ancak o Toronto'nun beklentilerini karşılayabilir, CB4 da bir şekilde ikna edilebilirse bu yaz kadroya eklenen Jarrett Jack, Marco Belinelli, Amir Johnson gibi yan parçaların varlığında uzun erimde başarıya gidebilirler.


Pistons
Geçen sezon yaptıkları Allen Iverson takasının tutmasını çok fazla kimse beklemiyordu, tutmadı da nitekim. Ancak o hamleyi anlaşılır göstermek isteyenlerin sıklıkla kullandığı argüman, Iverson'ın sözleşmesinin sezon sonunda bitiyor olması ve en kötü senaryo hayata geçse dahi bu sayede açılacak cap boşluğuyla 2009 yazında yeniden kazanan bir takımın yaratılabilecek olmasıydı. Ancak bu ihtimal de kağıt üzerinde kalmışa benziyor. Bugün o 22 milyonluk boşluğun yerinde istikrarsızlık abidesi bir Charlie Villanueva ve şampiyon kadronun elde kalan tek arızasız parçası Rip Hamilton'la aynı pozisyonu oynayan Ben Gordon var. Hala eli yüzü düzgün bir pivot yok. Chauncey Billups'ın takası sonrasında takımın geleceği olarak gösterilen Rodney Stuckey belki kariyeri boyunca gerçek anlamda bir oyun kurucu olamayacak, iyi bir oyuncunun kumaşına sahip olsa da. En azından bu sefer başlarında Michael Curry olmayacak. Yine de yaklaşan sezona umutla bakmak için fazla sebep yok.

Pacers
2008-09 sezonu Pacers için birçok gencin parıldadığı bir geçiş yılı olarak hatırlanacaktır, Mike Dunleavy'nin çeşitli sakatlıklar sebebiyle sadece 18 maçta oynayabildiği bir sezonu dokuzuncu sırada bitirebilmeleri de bu genç oyuncuların performansıyla mümkün olabildi zaten. Danny Granger oyununu All-Star seviyesine çıkarıp yakın gelecekte bu kadronun liderliğini yapacak isim olarak ön plana çıkarken, Roy Hibbert ve Brandon Rush da başarılı çaylak sezonlarını geride bıraktılar. Özellikle Hibbert sezon sonunda bıraktığı yerden devam ederse, Pacers ve NBA kaliteli bir uzun kazanabilir. Geçen sezon beklentilerin aşağıda olduğu bir dönemde kariyerinin en parlak sezonlarından birini geçiren Marquis Daniels tek kayıp gibi gözüküyor, onun yerine kadroya tamamen farklı tipte bir oyuncu olan Dahntay Jones dahil edildi. Earl Watson’la birlikte sahadayken ligin en sert arka alanlarından birini oluşturabilirler. Kolej kariyerinde NBA için en uygun oyuncu olmadığını açıkça gösteren Tyler Hansbrough'yu 13. sıradan seçmek, draft ne kadar zayıf olursa olsun bir risk olarak algılanmalı. Bakalım nasıl sonuç verecek?


Sixers
Geçen sezon Andre Miller takımda en etkileyici istatistiklere imza atan adamdı belki play-off süresince. Ancak takımı yakından takip edenler, bu rakamların Miller'ın oyundaki ağırlığının tam olarak karşılığı olmadığının da farkındaydı. Bu şartlar altında Ed Stefanski'nin 33 yaşında takımı oynatma konusunda problemler yaşayan bir guarda bağlayıcılığı yüksek bir kontrat önermesi düşünülemezdi. Ancak yerinin tam olarak doldurulabildiğini söylemek güç. İlk tur seçimi Jrue Holiday, çok sık rastlanmayan bazı özelliklere sahip ve gelecek vaat ediyor. Ancak UCLA'de 2 numarada geçirilen bir sezonun ardından oyun kuruculuk meziyetleri sıklıkla sorgulanıyor ve bunların haksız olduğunu da söyleyemeyiz. Lou Williams'ın da temel olarak Miller'a oranla çok büyük artılar taşımadığını biliyoruz bu konuda. Burada neler yaşanacağı kritik. En az bunun kadar kritik olan da, iki önemli sakatlıkla geçtiğimiz sezonu neredeyse pas geçen, yaptığı dönüşün ardından da ekstra bir şeyler sağlaması beklenirken takımın ritmini sekteye uğratan Elton Brand'in eski formunu geri kazanıp kazanamayacağı. Bu belirsizliklerden olumsuz sonuçlar çıkarsa Sixers için sezon öngörülenden erken bitebilir.

Bobcats
Geçen sezon franchise tarihinde ilk kez play-off yarışını sonuna kadar götürebildi Bobcats. Larry Brown'ın elinde kaliteli oyuncular var, ancak bunların hiçbiri bir play-off takımına liderlik edebilecek düzeyde değil. Draft edildiğinde Emeka Okafor'dan bu yönde bir gelişme bekleniyordu. Ancak Okafor double-double ile flört eden ortalamalarına rağmen hiçbir zaman bir franchise player ışığı vermedi ve sonunda Tyson Chandler karşılığında Hornets'a takas edildi. Zor anlarda sorumluluk alacak oyuncu eksikliği yaşayan bu takıma bakınca herkes, uzun süre takımsız kalan Allen Iverson'ın Bobcats için ideal bir ekleme olacağını düşünmüştü. Ancak Brown, belki sophomore D.J. Augustin'in dakikalarından kısmamak için mevcut guardlarıyla devam etme kararı aldı. Flip Murray elde bulunmayan bir oyuncu tipiydi, Duke çıkışlı Gerald Henderson da lige en hazır olarak gelen çaylaklardan. Ancak her şeye rağmen kadroya bakıp da bir play-off takımı gördüğümüzü söyleyemiyoruz net olarak. Chandler'ın sağlık durumu önemli olacak.


Nets
Brook Lopez, Devin Harris, Courtney Lee, Terrence Williams ve hatta geçen sezonu vasat geçirmiş olsa da Chris Douglas-Roberts. Kısa vadede büyük hedefleri olmayan, ancak orta vadede yeni bir patron ve yeni bir şehirle yeni heyecanlar yaratma arayışındaki bir takımın elinde bulundurduğu için şanslı sayılması gereken bir oyuncu topluluğu. Bu genç dimağların varlığında limitleri çok belli olmayan bir takım görünümündeler, ancak bahse konu olan Doğu Konferansı olsa dahi play-off konuşmak için henüz erken. Ligin forvet pozisyonunda muhtemelen en zayıf takımı olarak nasıl bir çözüm üretecekler bilmiyorum, fakat biten kontratı sebebiyle alınan Rafer Alston serbest bırakılsa daha hayırlı olabilir. Bu sezon için çok olumlu konuşamasak da, önümüzdeki yaz sahip olacakları -muhtemelen yüksek- draft sırası, istemedikleri kadar fazla cap space ve yeni Rus patronları ile 2011 ve sonrası için hesaba katılması gereken ilk takımlardan biri Nets.

Knicks
İlginç bir sezon bekliyor yine Madison Square Garden ahalisini. 2010 sonbaharında bambaşka bir takım izleyeceklerinin bilincinde destekleyecekler sahadaki oyuncularını. Nate Robinson ve David Lee qualifying offer kullanılarak takımda tutuldu, ancak onların da yeni kurulacak çekirdeğin birer parçası olabilecekleri şüpheli. Böyle bir dönemde en büyük beklenti draft edilen oyuncuları konu alıyor haliyle. Fakat Mike D'Antoni'nin tam saha basketbolunda iş görebilecek Ricky Rubio ve Stephen Curry gibi prospectlerin ıskalanması ve Jordan Hill ile yetinilmesi Knicks taraftarını pek hoşnut etmemişe benziyor. Çok alternatif bir kadroyla play-off yarışını uzaktan takip edip, bazı gençlerin gelişim göstermesini bekleyecekler. Danilo Gallinari'nin performansı da merak sebebi olan nadir şeylerden biri bu sezon için.


Bucks
Geçen sezonun yarısından fazlasını kaçıran eski top pick Andrew Bogut'ın sağlık durumu ile ilgili yine can sıkıcı haberler geliyor. Charlie Villanueva geçen sezon ilk bakışta iyi istatistikler tutturmuş gibi gözükse de, rakamlarını bu kadar inkar eden bir ikinci oyuncu yoktur NBA'de muhtemelen. Bucks taraftarının arkasından çok ağladığını sanmıyorum, onun yokluğunda Hakim Warrick güzel bir ekleme oldu. Ersan İlyasova da bu sefer daha uzun soluklu bir NBA kariyeri için geri dönüyor gibi. Joe Alexander da seçildiği yerin hakkını az biraz vermeye başlarsa o bölgede büyük sıkıntı yaşamazlar. Ramon Sessions ile devam etmiyorlar ve Jennings-Ridnour-Ukic üçlüsünün nasıl bir toplam değer yaratacağı önemli. Brandon Jennings çoğu kişinin söylediğinin aksine NBA'de ilk beş çıkacak seviyede bir oyun kurucu haline gelebilir benim görüşüme göre. Play-off yarışı dışında sakin bir yıl daha bekliyor gibi Bucks'ı. Yakın gelecekte bir franchise player bulmaları şart draft yoluyla.

- Peki ya Batı Konferansı?
- Kasmayın beyler, Lakers götürür.

28 Ekim 2009 Çarşamba

30 Yazar, 134 Sayfa, Dev Eser: Season Preview 2009-10


Tasarı aşamasındayken bu kadar güzel bir şey çıkabileceğini tahmin etmemiştim. İçerik bahse konu olan şey batug.com ise hiçbir zaman sorgulanabilir olmaz da, sunum sanırım ilk kez standartların bu kadar üzerinde. Emeği geçen herkese bir kez daha teşekkür ederken, Gürkan Menteş-Kubilay Kahveci ikilisini ayrı bir yere koymak gerek bu yüzden.

Sports Illustrated, vurduğumuz yerden ses gelir.

Tık!

Kümülatif bir yürek patlaması dahilinde benim payıma da Toronto Raptors düştü, derginin en sonunda bulunmakta. Ama oturup hepsini okumak lazım. Basketbol dergisine hasret gençler olarak, o sanal sayfa şıkırtısı bile çok şey anlam ifade ediyor aslında bizim için.

23 Ekim 2009 Cuma

The Chronicles of Euroleague


Okuduğum okulun öyle film festivaliyle, caz festivaliyle falan yürümeyeceğini kavradığım bir haftanın sonunda Yöneylem Araştırması vizesi için eve gelmiştim ki eski sevgilim Euroleague karşıladı kapıda... Yazalım bari bir şeyler. Mala bağlayan adam ile bir zirve yakalamıştık gerçi ama özlemişiz.

Khimki-Real Madrid günün ilk maçıydı. Rus ekibinde kadro vasatın hayli üzerinde, fakat ilk bakışta düşündürücü nokta olarak Amerikalı seçimi çarpıyor zihne... Keith Langford böyle aklı başında, topun kıymetini bilen oyun kurucuların yanında alerji yapabilir. Yine de böyle sistem dışı bir skoreri kadroda barındırmak, Khimki tarzındaki düz takımlar için iyiye yorulur genelde. Bana kalırsa sistem dışı adam, sistem dışı adamdır sadece. Bulunduğu yerden bağımsız bakarım genelde. Keith Langford bu bağlamda kötü bir seçim gibi duruyor. Cabezas-Lopez ikilisi bu adamı yola getirir mi bilemem. Raul olana öyle bir özelliğin bahşedildiğini sanmıyoruz bugüne kadar ortaya koydukları sonrasında da Carlos olanı yaman çocuktur, her şeyi yapabilir... Oyunun gördüğü en underrated oyun kuruculardan biri de bu amcamızdır. Timofey Mozgov isminden Eurobasket sırasında burada da bolca bahsettik, bıkkınlık geldi, isteyen okuyacağı yeri bulabilir kolaylıkla... Çetin Yılmaz'ın yayın boyunca elemandan kendisinin büyük keşfiymişçesine bahsetmesiydi beni kahkahalara sürükleyen. Adamın attığı basketin gururuna bile ortak oldu patavatsızca, Eurobasket sonrası sokaktaki her beş çocuktan dördünün beynine ismini kazıyan bir adamı 'benim çocuk' yaptı. Bravo! Vitali Fridzon, Fedor Dmitriev gibi önemli birkaç yerli oyuncu daha var. Kelly McCarty'yi de yerliden sayabiliriz sanırım artık, onun da kariyerinin geçkin dönemlerinde gösterdiği öyle bir gelişim var ki böyle bir yazıda adının geçmesi kulağımızı kesinlikle tırmalamıyor. Bugün de Cabezas ile birlikte Khimki adına sahada en ne yaptığını bilen iki adamdan biriydi McCarty...

Khimki şu kadrosuyla ve Sergio Scariolo gibi üst düzey bir coacha sahip olmasının avantajıyla bu gruptan çıkacak takımlardan biri olacaktır. Muhtemelen de gecenin diğer karşılaşmasında sahaya çıkan Armani Jeans Milano ve Panathinaikos ile bu maçın tarafları tamamlayacaktır dörtlüyü. Ama sonrası için kadronun eksik olduğunu düşünüyorum halen. Langford konusunda yapılacak bir tasarruf daha da yukarıya çıkarabilir bu genç kadroyu.


Real Madrid hakkında kısa konuşacağım. Barcelona'nın kadrosu da, oyunu da çok daha parıltılı görünmekte bugün itibarı ile. Gelin görün ki, benim için Barcelona'nın Final-Four için yeri garanti değilken Real Madrid şimdiden gönül rahatlığıyla Paris uçağını ayarlamaya koyulabilir. Tabi bunu söylerken Barcelona'ya hiç değinmiyorum, orada ortaya çıkabilecek problemleri başka bir yazıya bırakalım... Fakat çok param olsa -bu iki kulübün çok parası var- yapacağım ilk iş Ettore Messina'yı ikna etmek olurdu. Real Madrid, ezeli rakibinden farklı olarak bunu yaptı ve bana kalırsa yolu yarıladı. Novica Velickovic'in bu seviyeye adaptasyonu sancılı olacağa benzer. Kim bilir, belki de hiç olmayacak bu adaptasyon... Daha önce de bunları az çok tahmin ediyordum kendi payıma, yazmış da olabilirim All-Eurobasket muhabbetinde. Hala bekleyebiliriz. İki Litvanyalı Darjus Lavrinovic ve Rimantas Kaukenas maçı almak için ortaya bir şey koyan ender Real oyuncularındandı. Kaukenas'ın maçı asist yapmadan bitirmesi öyle şok edici bir detay olmasa da kenara yazılması gereken bir olumsuzluk. Pablo Prigioni, Sergi Vidal ve Louis Bullock olağanın dışında bir gece geçirdiler diyebiliriz. Fakat yeni bir araya getirilmiş bir kadro söz konusu ve böyle bir oyuna gösterilecek tolerans en üst noktada olmalı. Hakeza Jorge Garbajosa da beklentilerin aşağısında kaldığı bir akşam yaşadı, ama bahar ayları geldiğinde bu durumun böyle olmayacağı çok açık değil mi?

Real Madrid bir süre daha tökezler, birkaç sürpriz maç daha kaybeder, belki kasım sonunda AJ Milano gelir Bernabeu'da kazanır, orasını bilemem. Buradan kaçıncı sırada çıkarsa çıksın, Real Madrid Final-Four için en güçlü üç adaydan biridir iki Yunan takımıyla birlikte... Yalnız orada da Travis Hansen ismi kadro için biraz yetersiz gibi. TAU Ceramica formasıyla yaptıklarını unutmuş değiliz, ama en yararlı olabileceği dönemlerini Rusya'da, 1 numaralı kupadan uzak biçimde harcadı gibi geliyor. Yerini kaybedebilir sezon sonuna kadar...


Lietuvos Rytas karşısındaki Efes Pilsen'de yazmaya değer pek bir şey bulamıyorum. Ancak Ergin ataman'ın resmi siteden alınma şu cümlesine yer vermemek olmaz: "Our players had looked at Lietuvos Rytas roster and probably thought an easy game was ahead." Mağlubiyeti hala oyuncularımızın rakibi küçük görmesine bağlayarak önemsiz göstermeye çalışıyoruz... Aynı takım, Efes Pilsen'i Abdi İpekçi'de de yenerse benim için sürpriz olmayacak. Bu ihtimal gerçekleşirse, Ataman'ın o maç sonrası basın toplantısında bizzat bulunmak isterim. Rytas saflarında Avustralyalı yeni bir uzun var. Özellikleri Matt Nielsen'dan bayağı farklı... Dış şutu neredeyse hiç yok, ama Nielsen'a kıyasla çok daha sert. Aslında ortalama bir Euroleague uzununa göre de fazlaca sert diyebiliriz... Adı Aron Baynes. Bir yere not edin, sonra arkadaş çevrenize hava atarsınız. Çetin Yılmaz'ın Mozgov olayı gibi de komik olmaz. Maç öncesinde "Rakip takımda 'yıldız' diye nitelendirebileceğimiz tek bir isim yok" buyuran Ataman'a istatistiklere 11 sayı-10 asist olarak, sahaya ise çok daha katmerli biçimde yansımış oyunuyla en güzel cevap Bojan Popovic'ten geldi. Padişahım, dön bir kendi kadrona bak. Herhangi bir maçta 10 asist yapabilecek bir oyun kurucu görebiliyor musun? Yine de kısıtlı bir takım Litvanya temsilcisi, en büyük şansları kura sonucu düştükleri grup. Üçüncü bile bitirebilirler, ama ideal pozisyonları 4 ya da 5 gibi görünüyor.

Efes Pilsen hakkında bazılarının aksine maçtan maça değişiklik göstermiyor yorumlarım. En azından çok köklü değişiklikler olmadıkça. Siteye attığım son yazıyı da buradan okuyabilirsiniz. Her şey tamam da, Bootsy Thornton'ın tanınmayacak halde olduğu bir maçta Sinan Güler gibi bir adam nasıl olur da şans bulmaz? Tek bir saniye dahi.


Diğer maç da güzeldi. Maçı izlenir kılan etkenlerden biri de yorumcu koltuğundaki değişiklikti heralde. Caner Eler geldi ve zaman zaman Sepettopu blogunda da göstermiş olduğu gibi engin Avrupa basketbolu bilgisini devreye soktu. Spiker aynı telden çalmak istedi, çoğu zaman beceremedi. Armani Jeans Milano kadrosunun da gideri mevcut. İçeride Panathinaikos'a yenilince kimse seni ayıplamıyor, Armani Jeans de bunu hak eden bir oyun koymadı zaten ortaya. Son çeyrekte Vasileios Spanoulis önderliğinde ve Stratos Perperoglou'nun sürpriz katkısıyla gelen bir seri PAO'nun tamamı kafa kafaya geçmiş maçı çalmasına yetecekti. Fakat David Hawkins gibi takımın temel parçalarından birini kaybetmiş olmasına rağmen Piero Bucchi'nin elinde belki geçen senekinden de potansiyelli bir oyuncu grubu var. Morris Finley yeteneklerini aldığı kısıtlı sürede bile göstermeyi başarmıştı Montepaschi Siena senesinde. Burada da artık uzatmaları oynuyor gibi görünen Massimo Bulleri'nin önünde birinci tercih olarak kalacaktır. Açıkçası Bucchi'yi eleştireceğim ilk nokta da, ikinci periodu Bulleri ile bitirmesi ve skora aldanıp ikinci yarının hemen başında Finley yerine tekrar Bulleri'ye dönmesi olur. Sonra hatasından döndü. Ancak belki de en öncelikli amacı Finley'yi sistemin bir parçası haline getirmek olmalı. Zira kadroda sistemi yüceltecek katkıyı verecek olan isim Finley gibi duruyor. Görünüşünden beklemeyeceğiniz kadar ayakları yere basan, doğru şut seçen ve ne yapıp ne yapamayacağının farkında bir Amerikalı bahse konu oyuncu. Şut menzili çok düşük, ancak bu zaafını kompanse edebileceği yönler de mevcut oyununda. Ben Euroleague Fantasy Challenge için seçtiğim kadroda ilk olarak ona yer verdim, çok ideal bir fantezi oyuncusu olmasa da... Marijonas Petravicius ve Jonas Maciulis 'her eve lazım' oyuncu takımından. Petra gibi bir uzuna da çok sık rastlamıyoruz Avrupa'da. Finley ile birlikte en büyük transferi olmuş bu yazın tartışmasız. Alex Acker önemli bir isim şüphesiz. Ancak sahada göreceğimiz hangi Acker olacak, bu da önemli. Barcelona döneminden çok, Olympiakos dönemine yakınsıyordu bugünkü performansı. Böyle devam etmesi çok önemli olacaktır Milano ekibi için... Stefano Mancinelli de 16 dakikadan fazlasını hak ettiğini gösterecektir ileride, bugünden de başladı aslında.

Bucchi'nin elinde son yıllarda görmeye alışık olmadığı kadar derin bir kadro mevcut aslında. Çıkacaklardır bu gruptan. Sonrası gidilecek gruba da bağlı biraz...


Panathinaikos bildiğiniz gibi. Spanoulis-Diamantidis ikilisi bıraktığımız gibi. Nikola Pekovic bıraktığımızdan da iyi. Ona bir yedek aranıyor yine. Mike Batiste ve Kostas Tsartsaris gibi adamlar bu seviye için yeterli oldukları yılları yavaş yavaş geride bırakıyorlar. Geçen sezonki Nikola Prkacin hamlesinin bir benzerini, yine bir başka Efes Pilsen eskisi Jurica Golemac ile yaptılar bu sefer sezon başlamadan... Ancak daha sağlıklı bir ekleme gerekiyor oraya, daha uzun erimde katkı verebilecek. Yeni "Gürcü Şahini" Giorgi Shermadini o isim olabilir mi, iyi ışıklar verse de 89 doğumlu olduğunu hemen bir kenara iliştirelim. Milenko Tepic kısa zamanda çekirdeğin bir parçası olacaktır diye tahmin ediyorum. Rakamları sezon boyunca hiçbir zaman etkileyici olmayabilir ama görevini yerine getirecektir... Panathinaikos'un da ondan istediği fazlası değil. Paris'e gitmemeleri çok büyük sürpriz olacaktır, yeni bir paragraf yapmaya gerek yok.

12 Ekim 2009 Pazartesi

Kazanan Neil Robertson, Peki Snooker?


Neil Robertson-Ding Junhui finali sporun global bir anlam kazandığına yorulabilir miydi? Aslında hayır. Üst düzey oyuncular arasında Ada dışından sadece dört tane isim sayabiliyoruz. Onlardan ikisi de finaldeydi işte. Olasılık dersinden kalmamış olsam hesap da yapardım ama düşük bir olasılığın gerçekleştiğini söyleyebilirim. Bir diğer Çinli Liang Wenbo ve Hong Konglu Marco Fu da sıralama turnuvalarında finaller oynamış sporcular. Hatta Avustralya'nın da birkaç yüzyıl önce kraliyet kolonilerinden oluştuğunu ve kültürden fazlasıyla etkilendiğini düşünecek olursak bir ulusa özgü olduğunu düşünebiliriz snooker sporunun. Bu da 'kertenkele hayvanı' gibi bir şey oldu ama... Bence snooker daha büyük kitlelere ulaşacaksa karar vericilerin bu konuda belli faaliyetler içine girmesi gerekir. Özellikle açılım konusunda Uzakdoğu'daki potansiyel de göz önüne alınarak çok uzaklara gidiliyor, fakat Kıta Avrupası hala takvime çok fazla elit turnuva sokamıyor. Bu yıl içerisinde de Almanya, Çek Cumhuriyeti ve Polonya'ya uğruyor snooker sadece... Gerçi bu anlamda atılan adımların karşılığı ilgisizlik olunca bir motivasyon kaybı yaşanmış olabilir. Seyir zevkini almak kolay değil, benim ilgilenen arkadaşlarımın çoğu da zamanla tutkunu olduklarını söylüyorlar. O yüzden yılmadan her yere götürmek lazım bu sporu. Herhalde snooker için en büyük nimet de Eurosport.

Eurosport yorumcusu Dave Hendon güzel bir cümle kurmuş bu sorunlardan bahsederken: "Birçok geleneksel spor yıllar boyunca sporun özünü değiştirmeden, sadece onu sunuş şeklinde düzenlemeler yaparak ayakta kalmayı başardı." Örneğin dünkü finalde bir 9. frame vardı ki... Snooker izlemeye başlamak için dün geceki maçı seçmiş biri varsa, o 57 dakikalık framein sonunda televizyonu kapatmış ve hayatından sonsuza dek çıkarmıştır snooker kavramını. Tek bir kahverengi için onlarca güvenli vuruş yaptı iki sporcu da. Kolay değildi, ben de o sıralarda konsantrasyonumu kaybettim açıkçası. Bunda maçı Emre Yazıcıol'un sunumuyla televizyon koltuğumda değil, küçük bir Justin.tv ekranı karşısında izlemiş olmamın da payı vardır. Ama turnuva boyunca gerçekten güzel bir anlatım vardı Eurosport Türkiye cephesinde. Özellikle efsanevi Higgins-Robertson yarı finalini efsanevi yapan unsurlardan biri de buydu. Mesela bu güzel anlatım Türkiye'de snooker için bir avantajdır. Fakat bunu görebilecek bir yetki mercii var mıdır, emin değilim. Bir başka problem de dünkü maçın yerel saatle 8'de oynanması ve Robertson işi bu kadar erken bitirmese 1'e kadar devam etme ihtimalinin mevcut olması. İlgisine muhtaç olunan Avrupa'da daha da geç saatlere tekabül ediyor bu tabi. Televizyonu açık tutmak için sağlam sebeplere ihtiyaç duyduğun saatlere...

Sıralamanın eski topraklarından iki sporcunun yarı finalde nispeten daha genç isimlere elendiği, yıllar sonra iki uluslar arası sporcunun final oynadığı (1985 British Open: Silvino Francisco-Kirk Stevens finali), finalistlerden birinin deciderdaki siyah ile belirlendiği, en iyiler arasına girecek bir başka Higgins-O'Sullivan maçına sahne olan ve hak edilmiş bir şampiyonlukla tamamlanan güzel bir turnuvaydı. Güneyden gelen kasırga bu şampiyonlukla birlikte dördüncü sıralama turnuvası zaferine ulaştı ve en başarılı denizaşırı oyuncu unvanını da James Wattana'dan devraldı. Yarı finalden beri de bu elemanı destekliyordum ve John Higgins gerçeğine ve diğer ikilinin yüksek formuna rağmen Avustralyalı'nın kazanacağını düşünüyordum. Ya da inanıyordum diyelim... Sevindim.

Sergio Fucking Pizzorno



Bu yılın en sağlam albümlerinden birini kaydeden Kasabian gündemdeyken Sergio Pizzorno'ya da bir parantez açmak istedim. Birçok şarkı sözünün ondan çıktığını ve gitarıyla da gruba hayat verdiğini biliyoruz. Ama söz ondan açılınca mutlaka akıllara gelen bir de futbol hikayesi var. Sergio'nun babası Cenova'dan Leicester'a göç ediyor ve Sergio da burada yetişiyor. Her İtalyan gibi onun için de futbol bir tutku ve Leicester City'de bir futbol kariyeri için de hevesli olduğunu söylüyor Serge. Hatta kariyerinin nasıl şekillendiğini de şu sözlerle açıklıyor: "I told my careers adviser I wanted to be centre forward for Leicester City. When he said 'No', I thought I'd be in a rock 'n roll band."

Şu anki durumundan memnun olsak da, bu İtalyan futbol dünyası için bir kayıp mıdır, yukarıdaki videoyu izledikten sonra bunu düşünmemek imkansız.

YouTube yasağı için şunu da verelim...

11 Ekim 2009 Pazar

Çocuklar Gibi Şendik


ALMANYA



DANİMARKA



İTALYA



SIRBİSTAN

My Balls Feel Like A Pair of Maracas


NBA'de ilk hava atışına kısa bir süre kaldı. Mevsimsel problemler nedeniyle bir türlü preview olayına giremiyoruz. Yoğun bir mesaiye ihtiyaç duyuyor o olaylar, bizde de pek fazla boş zaman yok gibi... Bu haftasonu yazmayı planlıyorduk kısa da olsa bir şeyler ama Oktay'dan ses gelmeyince rafa kaldırmış olduk sanırım. Özetlemek gerekirse şu anda şehirler arası uçuştaki Ricky Davis yorgunluğundayız blog kadrosu olarak. DeAndre Jordan çekmiş yukarıdaki fotoğrafı da... Twitter çıktı, mertlik bozuldu. Doğu konferansı için ben başka bir platforma bir şeyler karalamıştım, yayınlandığı zaman link veririz artık.


Chicago, Utah, Golden State, Phoenix, Boston, New York, Dallas ve Orlando'nun pre-season maçlarına denk geldim. Tabi ideal rotasyonları kullanmaya gerek görmüyor coachlar şu aşamada... En taze maç açık alanda oynanan Phoenix-Golden State maçı... Geçen sezon bu denemeden sonra oyuncular havanın soğukluğundan ve dolayısıyla sıcak kalamamaktan yakınmışlardı. Aynı zamanda rüzgar da şutu etkileyecek seviyedeydi söylenene göre... Dünkü maç için yapılan seçim Indian Wells idi... Sıcaklık ve rüzgar konularında geçen seneki kadar sorun çıkarmamış oyunculara anlaşılan. Oyuncuların bazıları da tedbiri elden bırakmayarak forma altına tişört giymeyi seçmişlerdi. Seyirci için kötü bir görüntü çıktı ortaya... Golden State aslında play-off yapabilecek kadar yetenekli bir oyuncu grubuna sahip. Ancak Don Nelson'ın bitmek bilmeyen denemeleri iyiden iyiye kabak tadı verdi. Stephen Jackson'ın da takımdaki durumuyla ilgili sorunları olduğu ortada, takım tarafından cezalandırıldığı için bu maçta sahada değildi. Cezaya sebep olan da Lakers'a karşı oynadıkları son hazırlık maçında 10 dakikalık süre içinde beş faul ve bir teknik faul alarak maçı açıkça sabote etmesi. Captain Jack geçen ay içerisinde de basın yoluyla takasını istediği için bir ceza yemişti NBA yönetiminden. Golden State günlerinin sayılı olduğunu söyleyebiliriz, Yahoo Fantasy sezonu açılmışken 'aman dikkat' diyelim...


Channing Frye mevcut Phoenix kadrosunda ilk beş bile çıkabilir, bu fırsatı nasıl değerlendireceği kariyerini doğrudan etkileyecek. Phoenix adına Louis Amundson, Jared Dudley, Goran Dragic gibi isimlerin ekstra efor sarf ettiğini gördük. Hatta Amundson orta mesafeden isabetli bir şut kullanıp herkesi dumura uğratmayı da başardı. Earl Clark'tan yana fazla umutlu değildim, Louisville mezunu bu maçta da NBA klasında gözükmedi açıkçası. Terrence Williams'ın yancısı olarak Louisville'de iyi iş çıkarıp mock draftlerde basamakları hızlıca tırmandı geçen sezon, fakat sahada gördüğümüz o fizikteki çaylaklara özgü hamlıktan çok bir kalite yoksunluğu bana kalırsa. Yine de zaman tanımak lazım. (Şimdi kontrol ettim de 4/16 saha içi isabetiyle ayrılmış sahadan. Soğuktandır.)


Söz çaylaklardan açılmışken Chicago'nun bu seferki Baby Bulls denemesi başarılı olacağa benziyor. James Johnson ve Taj Gibson seçimleri hakkında burada da olumlu konuşmuştuk, beklediğimizden de iyi göründüler Londra'daki Utah karşılaşmasında... Stephen Curry'nin belli yetenekleri var, fakat ben hakkında net konuşmak için bir tam sezonu geride bırakmasını bekleyeceğim. All-Star seviyesinden uzakta gördüğümü söyleyebilirim ama. Anthony Randolph çok iyi gözüküyor orada, Anthony Morrow da geçen sezonun en güzel sürprizlerinden birini yaptıktan sonra iyi bir skorer olarak uzun yıllar bu ligde yer alacağını gösteriyor. Flip Murray ve Michael Redd de draft döneminde pek adlarından söz ettirememiş, ancak daha sonra bu ligde önemli parçalar haline gelmişlerdi. Özellikleri açısından benzerlik gösteren bu 22 numaranın kaderi de benzerlik gösterebilir, tabi Murray örneği daha uygun bir örnek olacaktır.


Derrick Rose'un yokluğunda Chicago'nun limitleri hakkında çok fazla izlenim elde edemedik. Boston karşısında pek rakip olabilecek bir takım bulamadı, ben de Ceyhun Eriş faktörüyle zaman zaman Belçika-Türkiye maçına geçtim hatta sıkılıp. (Orada da fazla duramadım gerçi, Eden Hazard oynasaydı bari arkadaş. Dick Advocaat'ı zaten hiç sevmem, bir de hala Emile Mpenza falan. O mu götürecek seni 2012 finallerine? En kötü günündeki Türkiye'yi yensen ne olacak? Gerçi en kötü günümüz hep böyle olsun, Fatih Terim gitti daha ne olsun.) Bu yukarıda zikrettiğim takımlardan beni en çok etkileyeni ise Dallas oldu. Shawn Marion ve Josh Howard da oynamadı söz konusu maçta. Bu isimler gelince bir kez daha izlemek lazım... Ama özellikle Drew Gooden güzel bir ekleme olmuş, Erick Dampier'ın önüne geçebilir rotasyonda. Quinton Ross, bir Rick Carlisle takımında maksimum verim gösterebilecek niteliklere sahip. Matt Carroll'a Lakers'ın bir şans verebileceğini düşünüyordum, hatta Adam Morrison yerine keşke onu alsaydık da demiştim Vlade Radmanovic'i gönderdiğimiz takasta. Gerçi o takasın başrolünü Shannon Brown kapmış durumda şu anda ya neyse... Carroll da iyi bir parça olabilir rotasyonda, Jason Terry de kenardan gelmeye devam eder belki. Öylesi daha güzel... Saha avantajını alması sürpriz olmaz Batı konferansında. Lakers'ın arkasına Denver-San Antonio ikilisini koyuyorum şu anda. Fakat Dallas, Portland ve hatta New Orleans'ın araya girmesi de mümkün olabilir. Utah da kurtulsun şu Çakal Carlos'tan, ondan sonra düşünelim.

10 Ekim 2009 Cumartesi

Wake Me Up When September Ends: Filmekimi 2009


Benim bir şekilde katıldığım altıncı Filmekimi olacak bu. İlk ikisi biraz kenarından köşesinden olmuştu gerçi, yine de beş yıl boyunca Biletix'e ödenen hizmet bedelleri bünyede alerji yaratmış olacak ki bu sene kalktım ilk kez Emek Sineması önünde kuyruğa girdim. Gerçi bir tanesinde kız arkadaşımı kuyrukta bekletmek gibi bir hayvanlık da yapmıştım yanlış hatırlamıyorsam. Yine de Biletix'in muhtelif yerlerimden defaatle kan aldığı gerçeğini değiştirmiyor bu... Bir haftasonu sabahına erken uyandık kuyruğa girmek için sonuç olarak. Uzun da sürdü bekleyiş... Kuyruk desen, o da Ağa Camii'ne kadar uzanıyordu biz biletlerimizi almış çocuklar gibi şen bir vaziyette evimize dönerken.

Tabi pek de öyle değildi durumumuz. Programın da en iyilerinden biri olmadığını düşünüyorum. Aşağıya gideceğim yedi filmi yazacağım, dışarıda kalanlardan sadece bir tanesi festivalde izlenmesi gereken bir filmdi benim için. Onun da sadece "East of Bucharest" ve "4 Months, 3 Weeks and 2 Days" sonrası herkeste gözlenen eğilimin bir sonucu olduğunu söyleyebilirim. Pişman olup olmadığıma Göktuğ ve İnan'dan gelen bildirimlere göre karar vereceğim sanırım... Programıma uyduramadım bir türlü. "No Serious Man" son gün kopyasında bir sorun çıkınca apar topar kaldırıldı listeden. Festival programı açıklandığında gözüme kestirdiğim ilk filmdi, üzülmedim değil. Şansımızı "Vengeance" ile deneyeceğiz... Benim için biraz zoraki bir tercih oldu kendileri ama ilginç bir deneyim olacak gibi görünüyor.


Göktuğ dedik, Lordlar Kamarası işte bildiğiniz. Festival döneminde oraya da göz atmak gerekir arada sırada... Kuyrukta da yoldaşlık etti sağolsun, bir de Fransız ablaya röportaj verdik ayaküstü. Nicolas Sarkozy sordu. Birkaç dakika ciddiyeti koruyabildik, sonra Carla Bruni'ye bağladık ister istemez... Tüm bunlar sonunda, üç buçuk saatlik bir uyku üzerine gelen üç buçuk saatlik bekleyişin karşılığı değildi elimdeki biletlerin ait olduğu koltuklar muhtemelen. İKSV hakkında derin eleştirilere de girecek bir durumum yok şu saatte, zaten çok dolu falan da değilim kendilerine karşı. Bilet olayının işleyişinden genel anlamda bihaberim, fakat bazı çarpıklıklar olduğunu görmemek mümkün değil. Lale Kart almak en kestirme yol olacak gibi, ama çok da emin değilim...

Yine de güzel deneyim oldu. İnsan da yavaş yavaş para kazanmaya başladığı dönemlerde mutluluk duyuyor cebinde fazladan kalan paradan. Ya da belli bir yaştan sonra aileye hizmet bedeli gibi uyduruk yüklemelerle gitmek istemiyor. Bu ikisinden biri...

Şansal sırada -isteği dışında gerçekleşse de- güzel bir metafor yarattı. Gideceği filmlerin listesini yazdığı kağıdın altında haftasonu maçlarından yapılmış güzel de bir kupon bulunuyordu. Hatta içe doğru kıvrılmıştı kağıdın bu kısmı. Fanatik gibi güzide bir gazetede çalışmaya başlayınca moda girmen de kaçınılmaz oluyor. Selam olsun diyerek blog ekibinden gelen kuponları paylaşıyoruz:


KUPONİKİ:
Bu kuponumuzun güzelliği hem az para yatırıyorsunuz, hem de gala olaylarına giremeseniz de üç adet taş gibi film izliyorsunuz. "Valhalla Rising" dar haftaiçi programında ortaya çıkan en büyük banko... Şaka bir yana, birçok kişinin dark horse adayı bu Nicolas Winding Refn filmi. Park Chan-Wook içeride yine kaybetmez.

Bu kuponla size cennetin anahtarını veriyoruz, arabanızın anahtarını gönül rahatlığıyla basabilirsiniz.

Nicolas Winding REFN - Valhalla Rising
Park CHAN-WOOK - Thirst
Costa GAVRAS - Eden Is West

Bildiğim bütün bahis klişeleri de bu kadar galiba. Fazla uzatmadan bu üç ortak film dışında katılım göstereceğimiz diğerlerini de ekleyelim. İnan'ın geniş kuponunda sistem yapmanız önerilir. İsimler büyük ama bir tanesi mutlaka tatmin etmeyecektir, tek maçtan yatmayın boşu boşuna.

GARANTİ KUPON (Sheed):
Michael HANEKE - The White Ribbon
Shane ACKER - 9
Olivier HIRSCHBIEGEL - Five Minutes of Heaven
Johnnie TO - Vengeance


GENİŞ KUPON (Robbie Fowler):
Ken LOACH - Looking for Eric
Woody ALLEN - Whatever Works
Höfer, Marculescu, Mungiu, Popescu, Uricaru - Tales from the Golden Age
Steven SODERBERGH - Che Part One: The Argentine
Steven SODERBERGH - Che Part Two: Guerrilla
Steven SODERBERGH - The Informant

More News from Minor Heaven and Mubarak International Stadium

Ding Junhui-Peter Ebdon maçı var şu anda. Dün Tarja Turunen konserinden eve döndüğümden beri bloga bir şeyler karalamak var aklımda, hatta sadece bu yüzden spor aktivitesi atlamamaya çalıştım bugün imkanlar el verdiğince... Tartışmaya açık fiillerin neredeyse tamamının ayrı yazılması gerekliliğiyle yüzleşmek de her defasında geriyor beni. Dost Elver diye de adam vardı, ama kim olduğu konusunda en ufak bir fikrim yok...


Tarja Turunen dedik, herhalde bir perşembe gecesi Jolly Joker gibi bir yerde verilebilecek en iyi performansı verdi Diva. Özellikle gece boyunca giydiği ikinci elbisesiyle, beyazlar içinde bir tanrıçadan farksızdı ve çok da büyük olmayan konser alanına fazlasıyla hakimdi. Bu kadının bile sahne performansına laf eden ergenler görmüştüm sanal alemde, her biriyle yüz yüze görüşmek, kendilerine hal hatır sormak isterim... Nightwish günlerine tam olarak sırtını çevirmeyen, seyircisini ziyadesiyle tatmin eden bir setlist de vardı. Buna karşın birçok hayranının onu Nightwish ile birlikte kanlı canlı sahnede göremediği için üzgün olduğunu söyleyebilirim nispeten dışarıdan bakan biri olarak... Yine de mevcut bateristin Jukka Nevalainen'den daha iyi olduğuna kanaat getirdik. Solo albümünde onu Nightwish ile birlikte sevmiş kitleye biraz yumuşak gelen bir sound hakimdi, çok da doğal olarak. Dün Mike Terrana'nın konser ortalarına doğru gelen solosu ilaç oldu o anlamda... Zaten kendisi kısa bir dönem de olsa Yngwie Malmsteen ile birlikte çalmış bir amcaymış ufak bir araştırmadan sonra fark ettiğim kadarıyla, kanaatimizin yerinde olduğunu söyleyebiliriz.


Snooker yazınca Mithat'tan tepki görüyorum, o yüzden Glasgow GP için tek yazı hakkımı final sonrasında kullanmayı düşünmekteyim. O'Sullivan-Higgins maçını kaçırmak, üzerine bir de maçın decider ile sonuçlandığını öğrenmek de turnuvaya bağlılığımı olumsuz yönde etkiledi. Kimi destekleyeceğimi de bilemedim. Parma Maniac ve Svetlin'den gelen tepkilere rağmen hala Mark Allen denen çocuğa olan sempatim sürmekte. Bir başka sevdiğim isim olan Jamie Cope'u yenince de hoşuma gitti, fakat O'Sullivan-Higgins maçının galibi karşısında işinin zor olacağı belliydi. Nitekim bugün sadece tek frame alabildi Wizard of Wishaw'dan... Stephen Hendry, Ali Carter ve evsahiplerinden Stephen Maguire olumsuz anlamda şaşırtanlardan oldu. Robert Milkins'in Cinderella hikayesi de şu dakikalarda sonlanmaktadır diye tahmin ediyorum... Neyse uzatmayalım. Çinli ve Mark Williams da formda gözüküyorlar fakat John Higgins'in favori olduğu turnuvada, benim içimden formunu tekrar bulmaya başlamış gözüken Neil Robertson şampiyonluğu geçiyor. Güzel bir yarı final olacak o ikili arasındaki...


Mısır'da çok güzel bir turnuva devam ediyor. Turnuvanın tarihi sebebiyle bazı önemli oyunculara takımlardan izin çıkmamasına rağmen çok yetenekli gençler izledik. Eurosport da yayınlarıyla turnuvanın hakkını fazlasıyla teslim ediyor. Zaman zaman orijinal dil seçeneğine başvurmayı tercih etsem de spiker kadrosu da iyi iş çıkarıyor aslında... Bugün beş oyuncunun, iki teknik direktörün atıldığı, uzatma içerisinde 5 dakikada gelen 3 golle şekillenen unutulmayacak bir maç izledik. Turnuvanın başından beri buralara gelebileceğini göstermişti Macaristan. İtalya'yı yenerken uzatmadaki çok önemli iki golün sahibi Krisztian Nemeth kadar, müthiş paslar ile bu gollerin yaratıcısı olan iki orta saha oyuncusuna da minnettar olmalılar. İlk pası veren sanırım Marko Futacs idi, ikincisinde ise turnuva boyunca dikkat çeken Vladimir Koman'ın müthiş ara pası idi bahse konu olan... Sampdoria'nın oyuncusu kendisi, fakat Bari'de kiralık. Takip etmek gerek...


İtalya ve Macaristan bu jenerasyonlarıyla geçen yıl 19 yaş altı Avrupa şampiyonasının yarı finalinde de karşılaşmış, kazanan oyuna sonradan giren Martin Forestieri'nin attığı golle İtalyanlar olmuştu. O kadrodan Alberto Paloschi, Stefano Okaka Chuka, Andrea Poli gibi tanıdık isimler burada olmamasına rağmen iyi direndiler. Maçın en kritik dakikalarını rakiplerinden 1 ya da 2 kişi eksik götürmelerine rağmen, o dakikalarda dahi gol için daha arzulu takım görünümünde olmayı başardılar. Bir İtalyan takımında çok sık göremeyeceğiniz bir manzarayla ödüllendirdi bu çocuklar maçı izleyenleri. Michelangelo Albertazzi ve oyuna sonradan giren Eusepi-Bonaventura ikilisi not defterine adı düşülen oyunculardı benim adıma. Karşılaşmanın hakemi Oscar Ruiz'in kart seçimlerini kısmen de olsa sorgulamak gerek. Özellikle alt yaş kategorilerinde otoriteyi kart yoluyla sağlamaya çalışmak çoğu zaman işlerin çığırından çıkmasıyla sonuçlanır. Bu turnuvada da gördük ki birilerinin Güney Amerikalı hakemlere bunu bir kez daha hatırlatması gerekir.


Günün ikinci maçı sonrası ilk maçın gölgede kalmaması mümkün değildi. Gana ve Güney Kore de iyi top oynadılar. Yetenek anlamında rakibinden aşağıda olduğu açıkça görülen Güney Kore'nin her kategoride olduğu gibi yine seri paslarla, topu koşturarak oynadığı güzel oyun sonuca gitmeye yetebilirdi. Bu yönde Gana kalecisinden gelen ikramlara rağmen mümkün olmadı Güney Kore galibiyeti. Yine de bu ülkenin bir ekol yaratmaya doğru emin adımlarla gittiğini söyleyebiliriz. Her turnuvada disiplinli biçimde o karakteristik futbollarını sahaya sürebildiklerini görüyoruz ki yola onlardan çok daha önce çıkmış olmamıza rağmen, o yolun yarısını bile kat edememiş olduğumuzu görmek de hoş olmayan bir tat bırakıyor ağızda. Fatih Terim'in basın toplantısını izleyerek günü bitirmiş olmak da çok yardımcı olmuyor. Bu arada daha çok Abedi Pele'nin oğlu Andre Ayew için ekran karşısına geçmişken, Ransford Osei de güzel bir sürpriz oldu. Twente'de kiralık oynuyor ama kulübü Maccabi Haifa'ya yakın zamanda iyi bir bonservis ücreti kazandıracağını tahmin etmek çok zor değil. Ayew zaten Sir Alex Ferguson'ın ilginç biçimde ümitvar olduğu Gabriel Obertan'ın kayıplara karıştığı Lorient'da yaptıklarıyla bile kalitesini gösterebilmişti... Olympique Marseille forması için bana kalırsa hala erken, zaten Didier Deschamps da öyle düşünüp ikinci lige kiralamış bir seneliğine...


Bu yarıyıl biraz daha fazla bölüm dersi var. Bu da projesi, sunumu, ödevi bol bir süreç anlamına geliyor... Arada gelir yazarız. Tam preview mevsimi aslında, biliyorum. Ama zaman el vermeyebilir, ne verir zaman gösterecek. Böyle bir çıkmazla bitirmek de istemezdik yazıyı ama elden ne gelir...

Yeni Yazıhane Diyorsak...

Bir yılı geride bıraktığımız gibi soluğu yeni tasarımda aldık. Kubilay Kahveci'nin yeni oyuncakları için buradan yakın. Yazıhan...