24 Ağustos 2009 Pazartesi

Irish Açılımı Vol. 2 - Where Is Wigan?




"Cricket makes no sense to me. I find it beautiful to watch and I like that they break for tea. That is very cool, but I don't understand. My friends from The Clash tried to explain it years and years ago, but I didn't understand what they were talking about."

Bu aralar izlemediğim birkaç filmini de tamamlamak için ekstra çaba gösterdiğim Jim Jarmusch'ın bu sözlerine rastladım bir yerde tesadüfen. Dün bir önceki yazıda da belirttiğim gibi James Joyce Pub'a sezonun ilk ziyaretini yaptık. Gerçi orada yazdığım gibi bir "yollara düşme" durumu yoktu, zira Nevizade civarlarındaydım maç saatinde. Ama uzun yollar aşılmasa da, Türkiye'de insani bir anlatımla Premier League maçı izlemenin belli bir bedeli var. The Irish Centre sanırım eskiden daha pahalı bir yerdi, çünkü buraya giden arkadaşların sızlandığını hatırlarım yüksek fiyatlardan. Ama şu anda ellilik Efes'i gayet de 5 kağıda içebiliyorsun, o da Taksim standartlarında averaj bir rakamdır. Bedel maddi bir bedel değil demek istediğim. Bir anda Avustralya ile yapılan kriket maçı nedeniyle patriotist bir hava esebiliyor mekanda... Futbol maçı açmak zorunda olduğunu belirten işletmeciye gider yapılabiliyor alkol etkisiyle. "Come on Hodja, biz de futbolseveriz ama bu milli maç" şeklinde feveran edenler de oluyor. Neyse ki uzlaşmacı kimliğimle o noktada devreye girip üst kat seçeneğini masaya koydum. Uydu kaynaklı bir problem oluyormuş sanırım... Kriket yayınlayan kanalla futbol yayınlayan kanal bir arada gitmiyor muymuş, neymiş.


Bu teknik sıkıntı yüzünden barmenlerden birinin aklına SporMax gelene kadar, 35 dakika boyunca bir yandan sandviç yerken diğer yandan da kriket seyrettim. Bunu da yaptım yani, listemde hemen üstünü karaladım eve gelince. Akıl alır şey değil... Bir de skorlar da ilginç. "Tamam işte kazanmışsınız, farka bak hayvan gibi" falan dedim, amcanın teki bana oyun kurallarını anlatmaya başladı bir anda... O sırada içlerinden en alkollüsü lafa girip, biz anlıyoruz da mı seyrediyoruz gibisinden birkaç kelamda bulundu. İlginç ama gerçekten de maç boyunca neye nasıl tepki vermesi gerektiğini yanındaki hatunun asistleriyle çözebildi... Bir de maçı kaybetmişler onca yaygaranın üzerine. Üzüldüm diyemem.


İkinci birayı söyleyip üst kata geçtiğimde bir de İngiliz aksanı kaynaklı problem yaşadık, İrlanda barının olmazsa olmazıdır zaten. Latince'de 'sine qua non' dedikleri gibi... (Sevgili okur, burada anla ki bir İngiliz ile iletişememenin ezikliğini telafi etmeye çalışıyorum.) Adama Wayne Rooney ile birlikte kimin başladığını sormak istedim, "Owen or Berbatov?" diye bitirdim öncesindeki soru cümlesini. İngilizce'yi esasen bir Alman'dan öğrenmiş olsam da telaffuzum fena değildir, Turgut Özal gibi konuşmam yani... Tabi İngiliz aksanı olayına girişerek şebek olmak da istemediğimden bildiğim gibi konuştum. Ama adam oradaki özel isme takıldı ve "Owen or what?" diye üsteledi. Birkaç denemeden sonra komşu blogger Douglas McGiven'ı aramaya karar verdim. Derken, neyse ki kamera o sırada barajda yer alan Dimitar Berbatov'a döndü ve parmakla göstermek suretiyle derdimi anlatabildim. Soruma cevabımı zaten almıştım... Meğer adam çok da aman aman bir futbol takipçisi olmayan, şehrinin takımı olan Plymouth'u tutan ve dolayısıyla Berbatov'u nasıl telaffuz edersem edeyim tanımayacak bir adammış. Hatta sonrasında çok net bir Niall Quinn posterine bakıp Robbie Keane olarak algılaması var ki, değinmek bile istemiyorum. Posterdeki fotoğrafı aşağıya da koyuyorum. Yuh!


Bizim Genç Subaylar'ı ikna edemedik maç için. Zaten bir kısmı şehir dışındaydı, biri ayağını kırmıştı falan. Yalnız izleme ihtimalini bile göze almış olduğumdan, bu aksiyondan şikayetçi olamayacağım... Sonrasında 2 yıl boyunca Londra'da yaşamış bir amca geldi, yabancı nüfusun çoğunlukta olduğu bir yerde iki Türk'ün birbirlerini bulunca yaptıkları şeyi yapıp kendi dilimizde yabancıları çekiştirdik. O, Londra'da bulunduğu süre içerisinde etrafındakilerin ona sürekli kriket kurallarını anlattığını ama hala tek bir şeyi bile anlamadığını söyledi. Ve tüm bu tutkuya rağmen sürekli yenildiklerini... Ben de "Yok, Avustralya'yı yeniyorlardı bak" dedim sınırlı bilgimi kullanmak için, adamlar oradan o maçı da verebilmiş. Nereden? Oradan...


Sonra eleman Chelsea taraftarı çıkınca biraz daha mesafe koydum araya, ama devam etti muhabbet. Alt katta olay yaratan herife, üst katta ciddi ciddi "Where is Wigan?" diye bize soran danaya nispet yaparcasına birer İngiliz soylusu gibi birbirimizin takımlarına methiyeler düzdük. Ben "Chelsea bu sene alır götürür, geçen sezon Luiz Felipe Scolari gibi bir talihsizlik olmasa yine bırakmazlardı da ucuz kurtulduk" derken, o da "Sir Alex Ferguson takımları hep böyle başlar, sonra Christmas gelince bir bakarsın 10 maçlık seri yakalamışlar" dedi. O an, benzer şeyleri söyleyen bir arkadaşımı hatırladım... Haksızlık etmişim kendisine.


Maçtan bahsetmek de isterdim ama bize ayrılan sürenin... Basına baktığımda maçın "Michael Owen'ın Yeniden Doğuşu" olarak lanse edilmesine ramak kaldığını gördüm. Güzel bir tek vuruşla, çok az sayıda forvetin atabileceği bir gole imza attı 7 numara. Etrafımdaki United sevmeyen 3 kişilik kalabalık tarafından da homurtu yerine alkışla ödüllendirildi bir gol ilk kez. Chelsea insanı "And it's free" diye ekledi, Plymouth insanı onu da anlamış gözükmedi. Hala Wigan'ın haritadaki yerini çıkarmaya çalışıyordu. Derken biz maçın rahatlığıyla Fulham-Chelsea maçını konuşmaya daldık. "Zor deplasman" dedim, iki metro istasyonu uzaklığındaymış Chelsea bölgesine Craven Cottage. "Yok yani, elindeki bütçeye oranla en iyi kadro kuran takım bence Fulham bu ligde" dedim, onay gördü bu tezim. Bu muhabbet daha önce de gerçekleşmiş olabilir, gollerin dakikalarına baktım da şimdi... Sonuç olarak Nani'nin golünü göremeden çıktım ben. Güzel de golmüş galiba, ama pek üzülmedim.


Tatsız başlayan Irish sezonunun hem muhabbet, hem de futbol açısından bereketli bitmesine sevinmiş biçimde çıktım mekandan. Uzaklara baktım, "Bu sene burada yine çok eğleneceğiz" dedim. Geçen sezon 3 maç izlemiştik toplu olarak, ama o az sayıda buluşmada unutulmayacak replikler kazınmıştı hafızalara. Yetmedi, bir blogun kulağına ismini üfledik burada... Yarı finaldeki Arsenal-United maçında Gunners erken kopunca oyundan, Bu Maç Evde İzlenir çıktı ortaya. Gürkan, Douglas, Gani, Oğuz, İsmail, Doğan tayfası olarak İrlanda çıkarması yaptık, yeşil sermayeye milyonlar döktük geçen sezon. Bu satırları okuyan herkese de bir bira sözümüz olur, gelip de ortamımızı şenlendirmeye niyet ederse... 18 yaş problem olabiliyor, oldu da yalnız. Onu da eklemeden geçmeyeyim. Hatta öyle de bitireyim. Çok uzun olmuş...

11 yorum:

Sir Douglas McGiven dedi ki...

ben geleyim ısmarlayın lan bana bira

Sheed dedi ki...

kazana düştün sen..

Sir Douglas McGiven dedi ki...

kazı kazan

hıhaahahahuahuahuahuahuhuahuaerahuahufşdsfjlasdkjfaskidjfaskjifafjıgklcxvmzcxvöçxmcxçvmzx

tamam tamam sustum

rezil bir insanım

Orange dedi ki...

haftaya arsenal beyler...

zubizaretta dedi ki...

Daha dün gibi hatırlarım, gözlerim buğlu, karnım aç Ayriş kapısından döndüğüm günü. 4 ıslak atmıştım kendimi kaybetmişcesine. Hala gözlerim dolar o günü hatırladıkça.

Neyse kaldı bir sene...

Saban dedi ki...

Ah zubi, transbilecik trenindeki yusufların aklımdan çıkmıyor.

Orange dedi ki...

cem o değil de, kombineyi de aldım, gerek ayriş gerekse inönüde geçecek bu sene dayı heh heh

Sheed dedi ki...

yüreğine sağlık coca-cola light..

şaban, "trendeki zubi" adlı oyunu ben 3-4 ay önce irish önünde de izlemişim meğerse.. o gün tanıdık gelmişti ama çıkaramamıştım.. priceless..

Sir Douglas McGiven dedi ki...

operadaki zubi

Sheed dedi ki...

kızgın damdaki zubi

Svetlin dedi ki...

ben maçı bulgaristan'da berbatov'un hala oğulları ile beraber izlicem sanırım. gollerde beraber grozdovo'ları yuvarlıyacaz. bi dahaki maça artık :(

Yeni Yazıhane Diyorsak...

Bir yılı geride bıraktığımız gibi soluğu yeni tasarımda aldık. Kubilay Kahveci'nin yeni oyuncakları için buradan yakın. Yazıhan...