
Aslında bir günceye dönüştürme eğilimim vardı bu olayı, fakat haftasonu fazla hareketli geçti. Yeni yeni kendime gelebiliyorum, stajı da kafada bitirdim artık. Bu haftasonunun bünyeye etkilerini tecrübe ettikten sonra, "I'm too old for this shit" diyerek "Lethal Weapon" serisindeki Roger Murtaugh'a katılmak istiyorum hiç olmadığı kadar... Bu haftasonunun cuma ve cumartesi bölümü de fazlasıyla sporla iç içe günlerdi aslında. Cumartesi gecesi yine bir Irish buluşması düzenledik, bu sene için bir ilkti fakat katılım da Ramazan ayı olmasına rağmen oldukça tatminkardı. Dayanıklı ev blogu Bu Maç Evde İzlenir ekibi Gürkan-Şaban-Douglas olarak hazır bulundular, Target Striker blogundan Kutay ile de tanışma fırsatı bulduk. Türk basınında Mick Jagger'ı kuruyemişçide yakalayan adam olarak da yankı bulmuş Arda Başkan (ahanda yazı burada), Lakers Türkiye camiasından Şansal "Die-hard United Fan" Kulabaş ve Can "Sevinmek İçin Sevmedik" Bekarslan da ortamı şenlendirdiler. Özellikle Şansal'ın, çoğunluğunu yabancıların oluşturduğu mekanda meydanı boş bulup askerde korkutucu boyutlara ulaşmış küfür dağarcığına başvurması... Yine azılı bir Gooner olan Can'ın, son pozisyonda ön sıradaki yandaşlarından aldığı "Come on, it was offside" tepkisi... Bu kadroyla iki maç daha izlersek girişe fotoğraflarımızı asacaklar muhtemelen.

Başlıktaki replik de benim ağzımdan bir gaflet anında çıkmıştır, ama burayı kısa kesip maç hakkında birkaç kelam etmek istiyorum. Zaten gecenin 20 dakikalık geniş özetini Douglas şurada yazmış, sağolsun. Fotoğrafa gelince... Şansal, Douglas ve benim dışımda mekanda sanıyorum sadece tek bir United destekçisi vardı. Ön sıralarda ise Arsenal taraftarları ve genel anlamda United-Hater olarak adlandırabileceğimiz arkadaşlar vardı. Bu tek United destekçisi arkadaş da Bollywood sinemasından fırlamış gibiydi, biz Apu'ya benzettik. Zaten Old Trafford'da tribünlere yakın çekim yapıldığında multikültürel bir hava eser, her renkten insanı görebilirsiniz orada. Bunda United'ın kulüp politikası olarak en uzaklara en önce giden İngiliz takımı olmasının payı da büyüktür. Bu rastladığımız taraftar da bu politikanın başarısının canlı bir göstergesi olsa gerek. Fakat İngilizce gayet akıcıydı amcamda... Eşi de çekik gözlüydü, milliyeti konusunda çıkarım yapacak kadar verimiz yok. Doug mekana ilk girdiğinde kendisinden gelen kesif kokudan şikayetçiydi, ben 'ırkçılığın lüzumu yok' dedim önce. Fakat öyle böyle bir koku değildi hakikaten, yine de çok sevdik, salt onu eğlendirmek için cep telefonlarımızdan "Glory Glory Man United" çaldık gollerin sonrasında. Güzel amcaydı, 'stalker' moduna alıp Nevizade'de takip etmeseydi bizi daha güzel olacaktı tabi.
Blog okuyucularından da kimse gelmedi arkadaş, bira ısmarlayacaktık güya. Biz de Can'a ısmarladık böyle olunca, blogu takip ettiğini sanmıyorum.

Maça gelecek olursak, Arsene Wenger'i tebrik etmek gerekiyordu her şeyden önce. Taktiksel açıdan gerçekten dahiyane bir diziliş vardı sahada, en azından güzel bir Old Trafford formasyonuydu. Cesc Fabregas'ın yokluğundan da yardım almıştır muhtemelen. Cesc'in sakatlık haberini aldığım gibi üzüldüm açıkçası. Bize karşı oynadığı maçlarda hep büyük beklentilerin odağı olur fakat her maçta da kaçak güreşirdi zira. Onun yokluğunda Denilson-Song-Diaby gibi çok sağlam bir orta saha kurgusunun yanında, bir de önde sağ ilerideki tercihini Emmanuel Eboue olarak kullanmıştı Wenger. Soldan gelen, fakat oyun içinde fazlasıyla serbestliğe sahip Andrei Arshavin dışında beşli orta sahada herkes savunmada bir görevle yüklenmişti menajer tarafından. Örneğin Eboue, ekrana gelen taktiksel dizilişte 4-3-2-1 dizilişindeki ikiliden biri olarak gözüküyor olsa da birçok kez Ryan Giggs'in peşinde gördük kendisini. Durum böyle olunca, Wayne Rooney'nin geçen sezon ısrarla oynamak istediği, bu sezon nihayet kavuştuktan sonra da gollerini ardı ardına sıraladığı pozisyondan da tek forvet tercihiyle koparıldığı bir maçta atakları sonlandıracak kadar ileri gidemedik.

United cephesinde Rooney bu sefer pivotal bir göreve soyunmuştu, fakat Carrick-Fletcher ikilisi önlerindeki üç kişiden oluşan enerjik orta saha setini aşamadıkça kanatlara yığılan oyun bir Cristiano Ronaldo'nun varlığına muhtaçtı. Nani-Valencia ikilisi zaman zaman burayı zorluyordu, fakat Vermaelen-Gallas ikilisi arasında kaybolan Rooney bir türlü topla buluşamıyordu. Yani Wenger, Ronaldo-Tevez ikilisini kaybeden United'da hayatın devam etmesini sağlayan can damarının orta saha ile etkileşimini koparmıştı. Giggs'in üzerinde de bir baskı oluşturup Galli oyuncuyu yıprattıkça, gol Red Devils için uzak bir ihtimal haline geldi ilk yarıda. İkinci yarıda da herhangi bir değişiklik yoktu. 60. dakikaya United geride girmiş olsa, muhtemelen Dimitar Berbatov kartını erken kullanacaktı Fergie. Bu kart kullanılmadan Arsenal'ın diri savunma hatlarını geçme durumu tek bir şekilde hayat bulabilirdi zaten. O da gerçekleşti. Kariyerinin muhtemelen en güzel golünü Arsenal'a atan ve Gunners'a karşı geçmişte çok özel performansları olan büyük usta Giggs öyle bir derin top attı ki... Savunmayı çaresiz bırakan bu topa koşu yapan Rooney, kontrolsüz çıkan Manuel Almunia'ya ayağını takınca pozisyona penaltı çalmayacak bir hakem bulmak çok kolay değildi.

Mike Dean çok eleştiri aldı, ancak skora bir etkisi yoktu hakemin bu maçta. Tabi şu cümleyi kurabilmemde şansının da büyük yardımı oldu. Darren Fletcher'ın, lacivert tozluk giyen 10 numaralı oyuncuya yaptığı hareket net bir penaltı. Hatta kitaptaki tanımlarından biri... Fletcher'a pozisyon sorulduğunda, o da "Bir parça toptan aldım, bir parça da adamdan" gibi bir karşılık vermiş ki profesyonel bir oyuncu ancak bu şekilde itiraf edebilir penaltıyı. Maç öncesi Doug "Giggs Arsenal sever" dediğinde, buna katılmakla beraber bir başka ismi ön plana çıkarmış ve "Fletcher da sever" demiştim. Fletcher'ın bir United oyuncusu olarak kabul görmesi, Patrick Vieira'ya karşı ortaya koyduğu müthiş performansa denk gelir. Bu maçta da, hafta arasında Ada basınında "Yeni Vieira" olarak lanse edilen Abou Diaby önünde benzer bir performans sergilemesi de ilginç bir tesadüf. Maç sonunda Wenger hakemden şikayet ederken, "Bugün sahada yirmiden fazla faul yapmış, fakat sarı kartla cezalandırılmamış bir oyuncu var" şeklinde bir cümle sarf etti. Burada kastettiği ismin 24 numaralı İskoç olduğu çok açıktı. Fakat Fletcher'ın oyun yapısını ifade etmeye çalışırken, her ne kadar terminolojide nasıl yer edindiğinden emin olamasam da 'tatlı sert' ifadesini kullanmak geliyor içimden. Rakibi yıldırabilen, ancak bunu yaparken faulden ve karttan kaçınabilen oyunculardan Fletcher. Ve emin olun ki, böyle çok fazla isim yok ve değer yaratan bir özellik söz konusu olan. Dean'in tarafsızlığını sorgulayanlar vardır belki aranızda, fakat geçen sezon boyunca en fazla kart gösteren İngiliz hakemi bile ikna edebiliyor Fletcher. (Bu maçta da altısı deplasman takımına olmak üzere 9 sarı kart çıkardı Dean.)

Diaby'nin şanssız bir şekilde kendi kalesine attığı gole deliler gibi sevindik. Ama bu gol Sir Alex Ferguson'ın forveti ikileme hamlesini rafa kaldırmasına sebep oldu ve United kendi sahasında mahkum bir oyunla tamamladı maçı. Çok yakışmadı tabi... Ferguson her transfer söylentisini özenle yalanlayarak, takımın kadrosunun yeterli olduğunu söylese de Wes Brown ve Ben Foster gibi adamlar ilk onbirde çıktı bu maçta. Rio Ferdinand ve Edwin van der Sar ne yazık ki, artık sağlıklı olarak 30 maç oynayacaklarına inanamadığımız oyuncular. Sakatlık haberleri gelmeden de bunu görebiliyorduk kolaylıkla. Orta sahada da, rakibin Carrick-Fletcher hattını kapatması sonrası kanatlara yüklenen oyunda Nani-Valencia ikilisinin etkinlik göstermekten uzak olduğunu gördük bu ilk ciddi sınavda. Nani'nin sezonun geri kalanındaki oyunundan memnun arkadaşlar var. Wigan Athletic maçında kaliteli bir asist yaptı, güzel bir frikik golü kaydetti. Bu maçta ayağının dışıyla Berbatov'a gönderdiği top enfesti. Fakat durum berabereyken veya takım gerideyken yapamıyor Nani bunları. Takım Ronaldo'dan alışık olduğu üzere topu bir adama teslim etmek zorunda hissettiği anlarda, Nani ekseriyetle olumsuz kullanıyor o topu. Ancak rakip açıldığında ve savunmada boşluklar oluştuğunda attığı kontra toplarla etkili olabiliyor. Bize bundan fazlası gerek şüphesiz.

Dean'in en az tartışılan kararı iptal ettiği Robin van Persie golüydü muhtemelen. Fakat sonrasında Wenger'e yaptıkları gerçekten hoş değildi. Karara değil kadere itiraz ettiği çok açık olan Wenger'in böyle bir muameleyi hak etmediği gibi, saygın bir menajer olarak o tip bir muameleyi kolay kolay hak edemeyeceği de açıktı. O yüzden herkes gibi, James Joyce Pub'da oluşturduğumuz Stretford End tribünü olarak biz de Wenger'i ayakta alkışladık. Helal olsun. Yalnız böyle bir taktikle sahaya çıktığın maçın sonrasında, rakibin oynadığı oyuna "Anti-Football" diyerek çamur atma çabaları komik duruyor. Bir kez daha düşünsek mi?

Kitap Notu: James Joyce dedik durduk, şu sıralar Timaş Yayınları'ndan Asude Savan çevirisiyle çıkan "Büyük Yazarın Gizli Evreni" adlı kitabı dolaştırıyorum elimin altında. Staj sırasında hiçbir şey yapmamakla meşgul olduğumuz toplantı odasında, Silivri otobüslerinde, metrobüste falan... Joyce ile uzun süreli bir dostluk kurmuş bir başka İrlanda kaçkını Arthur Power'ın kaleminden Joyce'un o gizli evrenine bakış atıyoruz anılar vasıtasıyla. Özellikle Joyce'un, hayatında ve yazınında önemli yer tutan yalnızlık imgesiyle ilişkisini kavramama çok yardımcı oldu kitap şu ana dek. Tavsiye ettim, oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder