28 Ağustos 2009 Cuma

Whit Stillman'ın Gözünden Barcelona


Sinema tarihi, eleştirmenlerin ve büyük sinemacıların gazıyla bazı filmlerin değerinden fazla abartıldığı, bazı filmlerin de hak ettiğinin çok azı övgüye boğulduğu garip bir evren. Bu haliyle hepimizin bir yer işgal ettiği NBA dünyasına fazlasıyla benziyor ve yine NBA jargonuna hakim olanların diline pelesenk olmuş ''overrated'', ''underrated'' terimlerini sıkça kullanmamıza vesile oluyor. Ben de buna karşı olarak, kendime yarattığım bilgisayar artı 37 ekran televizyondan oluşan çılgın sinema ortamında geri planda kalmış bazı yönetmenleri keşfediyor, keşfettikçe coşuyor, coştukça paylaşmak istiyorum. Geçenlerde Whit Stillman konuk oldu mekanıma, "Barcelona" isimli filmiyle. Ve karşılıklı olarak memnunuz bu tanışmadan.

Barcelona'nın bir sanat aktivitesi için ne kadar elverişli olduğu, ne kadar ilham verici olduğu tartışılmaz. Sinema için konuşursak Ricardo De Banos'un 1908 yapımı "Barcelona en Tranvia"sından, 2008 yapımı Woody Allen filmi "Vicky Cristina Barcelona"ya kadar birçok sinemacı kentin büyüsünden yararlanmış; ama iyi, ama kötü. İşte bunlar içerisinde Whit Stillman'ın 94 yapımı fena halde bağımsız işi "Barcelona"yı ayrı bir yere koymak gerekiyor, zannımca. Stillman kendi finanse ettiği "Metropolitan"ın başarısı ve Oscar adaylığı sonrası daha fazla parayla ve daha fazla güvenle eski bir senaryosunu tozlu raflardan çıkarmış ve ''Bunu yapıyoruz beyler'' diyerek "Barcelona"yı çekmeye odaklanmış. Bu son hikayeyi kendim uydurdum ama sağlam oldu sanki. Stillman okusa o da inanacak buna.

Filmin hikayesi çok basit. Soğuk Savaş'ın son zamanlarında politik ve kültürel anlamda fokur fokur kaynayan Barcelona mekanımız, filmin adından belli olduğu üzere. Bir pazarlama şirketinde iyi maaşla çalışan Fred Boynton'ın yanına günlerden birinde pek de sevmediği deniz subayı kuzeni Ted Boynton taşınıyor. Fred, dans müziği eşliğinde İncil okuyacak kadar arıza ama sevimli bir adam. Pek çok açıdan onun zıttı olan Ted ise yakın zamanda gideceğini söylüyor ama o zaman bir türlü yakınlaşmıyor, kaldıkça kalıyor. Hikaye çok tanıdık, böyle onlarca iş görmüşsünüzdür muhtemelen. Zaten Whit Stillman da hikaye üzerine kurmuyor filmini, bambaşka dertleri var onun ve bunları kah diyaloglarla, kah ilginç durumlarla bizim önümüze sürmeye çalışıyor, başarıyor da büyük oranda. Spoiler vermek istemiyorum, zaten filmlerin öykülerini anlatmaktan nefret ederim o yüzden direkt alt paragrafa atlıyorum.


Geçenlerde Pedro Almodovar'ın derleme öykülerinden ve yazılarından oluşan ''Patty Diphusa Hikayeleri'' kitabı geçti elime. Önsözde filmin de geçtiği 80'ler İspanya'sını anlatıyor Almodovar ve uyuşturucunun, seksin ve apolitizmin hüküm sürdüğü 80'ler Madrid'inin birçok açıdan Andy Warhol'un "Factory"sine benzediğini öne sürüyor; aynı bataklık, aynı rahatlık. Almodovar'ın bahsettiği 80'ler Madrid'ini tüm İspanya'ya uyarlayıp kadın karakterlerin halet-i ruhiyesine bu pencereden baktığınızda, rahatlıklarının sekse bakış açılarının kaynağı anlaşılıyor.

Evet, Soğuk Savaş dedik. Film iki farklı dünyayı göz önüne seriyor. Dans, eğlence ve uyuşturucudan mütevellit partiler ve aynı anda, aynı dönemde sokakta yapılan politik mücadeler, NATO karşıtı eylemler, Anti-Amerikancı hareketler. Mesela bir sahnede Fred ve kız arkadaşı o gece gidilecek partileri konuşurken karşı tarafta eylemciler araba yakıp slogan atıyorlar, inanılmaz hakikaten de. Dönem paranoya dönemi, herkes birbirinden politik anlamda nefret ediyor, iftiralar, tartışmalar gırla gidiyor. Ama beri yanda zevk peşinde başkaları var ve birbirlerini tamamlıyorlar. Yaşamak için her anlamda heyecan verici bir kent ve dönem, 80'ler Barcelona'sı.

İlişkiler, diskolar, iş dünyası, ailevi bağlar ve hepsinden önemlisi Barcelona üzerine yapılmış bu benzersiz, muhteşem film hakkında hiçbir yerde iki kelam edilmemesi büyük eksiklik. Stillman'ın 20 senede 3 film yapmış olmasına şaşmamak gerek. Böylesine ince, böylesine diyalog ağırlıklı filmler yapıp da Amerikan sinemasında gündemde kalabilen bir Jim Jarmusch, bir de Richard Linklater var sanıyorum ki Linklater bile eleştirmenlerce büyük övgü alan "Me and Orson Welles" filmini 1 senedir daha gösterime sokmayı başaramadı. "Bağımsız Ruhlar", doksanlardaki kadar moda değil galiba.


Bilmiyorum, bilemiyorum Altan. Karmaşık problemler bunlar, oturup ben çözemem herhalde. Ama bildiğim tek şey, her anlamda ''underrated'' olan Whit Stillman'ın sinemayı çözmüş olduğu. Başka filmlerini izlemek üzere ışınlanıyorum ortamdan, "Barcelona"yı izlemiş, izleyecek, izlemeyi düşünen herkesten de yorum bekliyorum elbette. Beğenmemek yasak ama!

Hiç yorum yok:

Yeni Yazıhane Diyorsak...

Bir yılı geride bıraktığımız gibi soluğu yeni tasarımda aldık. Kubilay Kahveci'nin yeni oyuncakları için buradan yakın. Yazıhan...