25 Aralık 2008 Perşembe

Theus Ex Machina


Daha önce slamdumb.com almıştı bu blogda yerini, NBA temelli mizah arayanlar için... Blog aleminde de güzel bir keşfimiz var. Gerçi Ball Don't Lie'da arz-ı endam ettikten sonra bizim keşfimiz olmaktan çıktı biraz ama: Garbagetime All-Stars.

Son dönemdeki coach devinimiyle Turkcell Süper Lig'i andırmaya başladı NBA iyiden iyiye. Konu bu yukarıdaki karikatürde de. Üzerine tıklayarak okunabilir boyutlara, buradan da daha fazlasına ulaşabilirsiniz. Önceki işlerden birinde Ercüment Sunter esintili bir Doc Rivers yorumu var ki, bittiğim andır.

24 Aralık 2008 Çarşamba

Sonucu Kararsızlar Belirleyecek


Radyo Eksen Müzik Ödülleri'nin beşincisi düzenleniyor bu yıl... Senenin son gününe kadar zamanınız var sanıyorum oylamak için. Eksen dinleyicisinin damağı kuvvetlidir, sonuçları merakla bekliyoruz. Buradan daha detaylı bilgilere ulaşabilirsiniz. Ben de sadık bir dinleyici olarak buradan paylaşayım dedim. Ama keşke bu işlem daha basit bir hale getirilip, site üzerinden oy vermek mümkün kılınabilseymiş. Olsun, ben yine de gönderdim kendiminkileri... Hatta şöyle bir şey:

"En İyi Albüm: The Last Shadow Puppets - The Age of the Understatement

İstanbul'da Gerçekleşen En İyi Konser: Rufus Wainwright @ Aya İrini

Albümü Yayınlanan En İyi Sanatçı veya Grup: Emiliana Torrini veya Guns N' Roses :)

2008'de Piyasaya Çıkan En İyi Şarkı: Two Silver Trees (by Calexico)

Yılın En Büyük Olayı: BLUR REUNITED!"

"Death Magnetic"in hakkı bolca yenmiş tarafımdan şimdi fark ettim de. Neyse bol bol hatırlayanı vardır zaten...

23 Aralık 2008 Salı

Tarık&Aygün


Geçen hafta TBL.org.tr hakkında bir şeyler karalamıştım, değişim aynı hızla sürüyor. Son olarak da Mete Aktaş'ın kaleminden son derece keyifli bir röportaj yayınlandı sitede. Türk Telekom kampının neşe kaynağı Erwin Dudley-Michael Wright ikilisini Darüşşafaka Cooper Tires deplasmanı öncesi yakalayıp, soruları yöneltmiş üstad... Klişeden çok uzak bu sorular ve merak konusu olan birçok noktaya da değiniliyor. Bize de okumak kalıyor. Yalnız giriş kısmındaki 'bir NBA yıldızı olarak Luke Walton' imgesi biraz kulak tırmalıyor. Burada da Mete Abi'nin objektif olma amacında olsa da, Lakers gömleğini tam olarak üzerinden atamadığını görüyoruz. Kolay değil tabi, kökeni Kareem Abdul-Jabbar'a kadar giden bir sevgi. Final serisi dördüncü maçı öncesi, sarı-mor renklere gönül vermiş bir grup genç dimağı etrafına toplayıp attığı nutuk da çok uzak değil. Taksim 42-15-7 rakamlarıyla inlemişti sıcak bir haziran gecesi.

Sitede bu tür röportajları daha sık göreceğiz sanırım. Anıl da kankası Emir Preldzic ile bağlantıyı kurmuş sanırım. Bunlara yeni sürprizler de eklenebilir. Elde malzeme bol ve işlenmeyi bekliyor zira. Hadi hayırlısı!

22 Aralık 2008 Pazartesi

Şeker Çocuk Devin



Bu sezona çok fena başlayan, Mavericks'i ağırladıkları bir gecede Izod Center ahalisini "Thank you, Cuban!" diye çığırtan Devin Harris All-Star için oy istiyor... Belki Texas günlerinde büyük beklentilerin üzerinde yarattığı baskıyla tam olarak ortaya koyamadığı mizahi yönünü de göstermeye devam ediyor. Önce Laker Girls'ün asisti ile yapmıştı bunu, bu sefer de geçen hafta kimsenin pek de ilgisini çekmeyen yaş küçültme olayıyla gündemde bir yer bulan Yi Jianlian ve Vince Carter eşlik ediyor ona...

Uzun lafın kısası, oy verin bu çocuğa... Bu sezonki performansıyla her şeyi hak ediyor, MIP ödülü için de benim tek adayım.

20 Aralık 2008 Cumartesi

Chuck Says #4


"Vujacic... He'll shoot at a funeral."*

* Sasha Vujacic ile Trevor Ariza arasında Sasha'nın bir şut seçiminden sonra çıkan tartışmada hangi safta yer aldığını belli ederken

18 Aralık 2008 Perşembe

Nothing Is Real But The Girl


Takımın derecesi gayet hoş gözükebilir, davulun sesinin oralara nasıl geldiğini de tahmin edebiliyorum fakat Los Angeles Lakers, sezona yaptığı girişi fazlasıyla özlettiriyor şu dönemde yandaşlarına... Savunmada o sezon başındaki direnci görmek mümkün değil. Phil Jackson'ın rotasyondaki değişiklikler ile havayı değiştirme çabaları sonuç vermiyor, en kötüsü de babanın bu çabalarında başrolü Luke Walton'a vermiş olması. Ben Vlade Radmanovic'i özlemedim desem yalan olur. Sacramento mağlubiyeti ile Reggie Theus'un head coachluk kariyerine beşinci uzatma dakikasını ekledik, bunu sevap olarak nitelendirirsek son dönemde yaptığımız tek hayırlı iş de diyebiliriz. Önümüzde dört maçlık bir deplasman turu var, takiben de Staples Center'daki Celtics randevusu. Açıkçası bu seride kaybedilecek hiçbir maç benim için sürpriz olmaz. Başlangıçta Heat karşılaşmasını farklı bir yere koyuyordum, ama bir de grip salgını baş göstermiş takımda. Bu sebeple serinin ilk maçında fazlasıyla eksik olabiliriz. Artık soyunma odasında neler dönüyor bilmiyorum. Pau "Ceren" Gasol de kameralarımıza istikrarlı olarak yukarıdaki pozları verince, insan başka şeyler düşünüyor ister istemez... Ama Ara Sıcak Lakers Buluşması'na denk gelen Magic deplasmanında ve içerideki Celtics maçında galip gelseler iyi olur. Şaka bir yana, 'Christmas Event' olarak NBA'in global pazarlama stratejisine de meze olmuş o maçta göreceklerim, sezonun sonu hakkında birçok öngörü geliştirmemi sağlayacaktır. Tam anlamıyla bir karakter maçı. Bir de RoxTurk camiasına verdiğimiz söz mevcut, 22 tarih olursa yüzlerine bakamam...

Bakalım bu beş maç sonunda hala konferansın tepesinde oturuyor olacak mı Lakers? Memphis deplasmanından bile korkuyoruz. Zaten bir Bobcats, bir Grizzlies... Yakın geçmişte şu takımlardan çektiğimizi kimseden çekmedik. Marc Gasol'ün kız kardeşiyle münasebeti nasıl olacak kestiremem, ama bu buluşma ister istemez şu aşağıdakini hatırlamama sebep oldu. Başlangıçta yola çıkarken böyle bir şey hayal etmiyorduk. Artık nasıl bir kitleye hitap ediyorsak!

19:48:39 -- x days ago

16 Aralık 2008 Salı

Türkiye Yeni Bir Brezilya Olabilir!


Bu sözler milli takım antrenörümüz Fatih Terim'e ait. Başlığı görüp de ''Nah olur'' diyen sayısı oldukça fazladır herhalde. Futbolda her geçen yıl gelişim gösterdiğimiz doğru. İstikrarı oturtursak o zirvedeki 10 ülke arasına girebileceğimizi hepimiz biliyoruz... Ama Brezilya'nın yeri?

Buna sadece milli takımlardaki başarı seviyesi olarak bakmak yeterli değil. Brezilya'nın her sene 500 üzeri oyuncu ihraç ettiği bilinen bir gerçek. Biz ise Tuncay'ın Chelsea'nin listesinde olduğu haberlerine bile sevinçten geberiyoruz. Zaten yurtdışında oynayan çoğu oyuncumuz o ülke doğumlu olan gurbetçi futbolcularımız. Basketbolda, "Yeni bir ABD olabiliriz" demek gibi aslında bu. O takımı da yenebilirsiniz ama bu onların en iyi olduğu gerçeğini değiştirmez. Brezilya'da spordan ziyade bir sanayi olarak görülüyor futbol. Her yıl sadece futbolcu satarak 600-700 milyon dolar gelir elde ediyorlar. Fatih Terim aslına bakılırsa elde ettiği o kadar başarıya rağmen ülke genelinde fazla sevilmeyen bir kişi. Egosu ve böyle garip açıklamaları buna sebep. Hedef koymak gereklidir ama bu hedeflerin ulaşılır çerçevede olması da aynı ölçüde gerekli.


İmkansız diye bir şey yok tabi ki. Ama kısa süreli planlar yapmakta fayda var. Brezilya olacağız söylemleri yerine ilk önce şu tesisleşme ve futbol okulları projelerini yerine getirmek daha faydalı olacak. Takımlarımız yeni stadyumlar yapmaya başladı. Bu, spora ilgiyi ve para akışını artıracaktır. Ülke potansiyelimiz yıllardır anlatılır. Ama bu potansiyel enerjiyi kinetik enerjiye çevirmekte aynı beceriyi sağlayamıyoruz. Ligimizin kalitesi artmalı, para girişi artmalı demek bile yeterli değil. Bahsi geçen ülkede en ücra köylerde bile kulüpler var. Bir yaşam biçimi haline gelmiş, oğluna "Sen futbol oynamayacaksın" diyen baba sayısının da ülkemizdeki kadar olmadığını bilmek için dahi olmaya gerek yok. Bunu söyleyen teknik adamın ülke basınında yer alan haberler de şöyle bu arada: "Nobre milli takımda oynar mı, Lincoln oynar mı? Deivid de bugünlerde çok formda be"... Ha bir de orta sahamızın göbeğinde esmer, kavruk bir adam var. Bilin bakalım bu saydığım adamlar hangi ülkeden...

15 Aralık 2008 Pazartesi

We Power Blogger and also TBL.org.tr!


Beko Basketbol Ligi'nin resmi bir sitesi var bildiğiniz üzere: www.tbl.org.tr... Ben çok da içli dışlı değildim aslında siteyle, canlı yayın fasilitesini bir kenara koyarsak. Ama Mete Aktaş'ın bu site için iş başı yapması sonrası, birçok güzellik göreceğiz sanıyorum aynı adreste bundan sonra. İlk olarak Aktaş'ın kelimelerini kullanırsak, 'yıllardır okuduğumuz sıkıcı maç yazılarından bir an evvel kurtulma' hedefi doğrultusunda, 'oynanan maçtan can alıcı istatistiklerin, sahada yaşanan kritik olayların, maç sonrasında oyuncu ve koçlardan alınacak demeçlerin kullanılıp harmanlanacağı, yazıyı okuyanın takımların sahada oynadıkları oyunu ve kırılma anlarını görebileceği tarzda maç yazıları oluşturmak' için kollar sıvandı. Ben de bu kadronun içerisinde yer buldum ve uygulanacak rotasyon dahilinde İstanbul'daki maçlar hakkındaki yazılarımla destek vermeye çalışacağım. Cuma gecesi oynanan Beşiktaş Cola Turka-Banvit maçıyla da siftahı yaptık, acemiliklerimiz olmuş olsa da...


Mete Abi'den aldığım birkaç isim beni daha da mutlu etti. Kadroda hem blog dünyasından aşina olduğum, hem de batug.com yoluyla sınırlı da olsa irtibat içerisinde bulunduğum Emre "Parma Maniac" Özcan, Anıl "Salsa" Aksaç gibi saygıdeğer isimlerin olması heyecan verici. Hatta bu isimlere birkaç tanıdık yüzün daha eklenmesi olasıymış... Sonuç olarak, Türk basketboluyla ilgilenen okuyucuların, ligin resmi sitesini sık kullanılanlar arasına eklemesi şiddetle tavsiye olunur. Zira gözlemlediğim kadarıyla, bu değişiklik sadece bir başlangıç... Keep watchin'!

Not: Bu arada Banvit maçı çok da güzel geçti, bu olay vesile olmasa kaçıracaktık belki de. Yalnız recap olayının doğasına aykırı olduğundan, birkaç dokundurmada bulunsam da Banvit guardı Joe Crispin'e yeteri kadar küfür edemedim. Annen çirkin oğlum!

13 Aralık 2008 Cumartesi

In Heavy Rotation - Kasım 2008


1. Crooked Mouth - Hold In The Sun (2007)
Top 2: Iron Wonders, Stand

2. Guns N' Roses - Chinese Democracy (2008)
Top 2: Better, Madagascar

3. Porcupine Tree - Lightbulb Sun (2000)
Top 2: Shesmovedon, Russia On Ice

4. The Eternal - Kartika (2008)
Top 2: Last Embrace, Blood

5. Replikas - Zerre (2008)
Top 2: Eksik, Bugün Varım Yarın Yokum


6. Snow Patrol - A Hundred Million Suns (2008)
Top 2: Take Back The City, The Lightning Strike

7. KETZ - Walkthrough (2008)
Top 2: Before The Rain, You Is I

8. Threshold - Critical Mass (2002)
Top 2: Echoes Of Life, Critical Mass

9. The Last Shadow Puppets - The Age Of The Understatement (2008)
Top 2: My Mistakes Were Made For You, Standing Next To Me

10. Liquid Tension Experiment - Liquid Tension Experiment 2 (1999)
Top 2: Acid Rain, When The Water Breaks

Midye Beyinli Medya


Her ülkede olduğu gibi bizim ülkede de spor basını oldukça renkli, hatta haddinden fazla. Az çok diğer ülke spor basınlarına da bakıyorum ama bizimki bir başka... Öylesine garip eleştiriler yapılıyor ki, insanın yok artık diyesi geliyor...

Efendim, öncelikle teknik direktörler hakkında yapılan yaygaralarla başlayalım, dünya üzerinde bu kadar kaba et olmuş medya yoktur herhalde. Efsane 2000 yılından sonra Terim takımdan ayrılmış ve takımın başına Mircea Lucescu gelmişti. O dönemde gazetelerde neler gördük neler... Yok adam köylüymüş, futboldan anlamazmış, böyle defansif futbol mu oynatılırmış... Futboldan anlamıyor dedikleri adam da Inter'le UEFA Kupası kaldırmış bir teknik adam bu arada. Lucescu ilk yılında Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finali gördü, ikinci sezonunda ise yine gruplardan çıktı. Ardından ikinci tur gruplarında ölüm grubunda yer almasına rağmen (Liverpool, Barcelona, Roma) oldukça iyi bir performans sergilemişti, 6 maçta 1 mağlubiyet almasına rağmen elenmekten kurtulamamıştı. Takım kadrosu da Victoria Mendez, Andres Fleurquin, Sebastian Perez gibi yabancılardan oluşuyor... Özhan abinin müthiş başarısıyla gönderildikten sonra takım kendini hala toparlayamadı zaten. Gerçi sonra Beşiktaş'a gitti, ordan da anlamsız bir şekilde kovuldu. Beşiktaş'ın durumu da ortada. Şimdi o küfür edercesine eleştirdikleri adamı her ay gazetelerine şuna buna geliyor diye haber yapıyorlar o ayrı mesele...


Sonraki talihsiz insan da efsane futbolcu Zico olmuştu. Adama stajyer, korkak gibi birçok sıfat koyuldu yine. Hayatında topa vurmamış adamlar Zico'yu futbolu bilmemekle suçlayınca TV karşısında defalarca mavi ekran vermişliğim vardır. Adam çeyrek final yapıp tarihinde hiçbir başarısı olmayan Fenerbahçe ile tarih yazmıştı. Futbol üstadı(!) Aziz Yıldırım görevine son verdi... Peki niye? Hakkı olan parayı istediği için. Geldiğinden beri hakkında söylenmedik bırakılmayan Michael Skibbe de elinde kapaklarla koşmaya başladı, o da yakındır...

Tersi de çok oldu tabi. Vicente Del Bosque ve Luis Aragones gelmeden söylenenler ve sonrasında oluşanlar ortada. Kariyeri iyiyse kesin başarırlar, kötüyse kesin bir şey olmaz bunlardan gibi şizofrenik beyinleri var bunların. Fatih Terim, Galatasaray'a geldiğinde 7 Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu kazanmıştı zaten, Jose Mourinho'nun Porto'ya gelmeden gezegenlerarası kupa aldığı da söylentiler arasında.


Son yıllardaki moda da oyunculara çemkirmek. Neymiş efendim Lincoln top sektirmiş, rakibini küçük düşürmüş. Ulan Cristiano Ronaldo neler yapıyor maçlarda skor 3-0 olunca, hakeza Ronaldinho. Onlar yapınca adama bak yapıyor be diyenler, bizimkiler yapınca neler neler diyor... Hakan Ünsal-Sergen Yalçın ikilisi de var ki of of... Onlara hiç girmeyeyim bitmez bu yazı. O değil de biri şu Hıncal Uluç'u dürtüklesin, kendine gelsin adam. O kadar saçma yorumu var ki yazsam kitap olur, zaten bizim Özhan "Historyfucker" Canaydın bir ara kitabını yapıyordu. Fazla uzatıp başınızı da ağrıtmayayım efendim, zaten yazının fikri ve anlatmak istediği bir şey yok, bir çemkireyim dedim.

Kanter 4 President!


Sabah Salsa Basket'te okudum ben de, Anıl'ın radarından hiçbir şey kaçmıyor zaten. Buraya giren oraya da giriyordur gerçi de, biz de hatırlatalım... FIBA Europe'un kendi çapında gelenekselleştirdiği birtakım ödüller varmış. Benim yeni haberim oldu. Sezonun en iyi oyuncusunu ve en iyi veledini seçiyorlar. Bizim 1992 doğumlu çocuğumuz Enes Kanter'in ikinci ödül için adaylar dahilinde olmaması düşünülemezdi. Tabi Enes turnuvalardan da alışık olduğu gibi, yine kendisinden bir jenerasyon büyük oyuncularla kapışıyor genel olarak. Bu sene bir kamuoyu yaratılır da ödülü alırsa bilemem de, favorilerden biri değil. Yine de büyük bir gurur kaynağı tabi bu adaylık da. Enes'i tanıtırken, bu yaz hem U16 seviyesinde, hem de U18 seviyesinde çılgın attığından dem vurulmuş. Arkasına da eklenmiş: Promoted to senior squad at Euroleague side Fenerbahçe Ülker for the 2008-2009 season. "Bogdan Baba Bizi Bırakma!"


Diğer adaylara bakıyorum: Danilo Gallinari, Kosta Koufos, Omri Casspi ve pek tabi Ricky "If Ashton Kutcher and A Giant Nose Had A Baby" Rubio defalarca izlediğimiz hot prospect gençler. Bendeniz Nikos Pappas, Milan Macvan ve Miroslav Raduljica'yı da izleme fırsatı bulmuştum naçizane. Çeşitli müsabakalarda... Ama işin piri Oktay "The Youth Guru" Akarsu tabi, çok şükür o da aramızda bu gece. Ben girizgah yaptım, o da neticelendirecektir bir ara. Zaten Donatas Motiejunas, Tomas Satoransky ve Mario Delas gibi isimleri Türkiye'de ilk onun kaleminden okuduk.

Gazı da verdikten sonra oy verme işlemini nasıl hayata geçireceğinizi de iliştirelim. Veletler için buradan, abileri için de şuradan devam edebilirsiniz... Ben Rubio-Kanter-Casspi ve Türkoğlu-Pekovic-Gasol gibi bir şeyler yaptım galiba. Çok da iddialı değilim, yanlış kamuoyu oluşturmayalım.

12 Aralık 2008 Cuma

Top Ten Ways To Make The U.S. Open More Exciting


10. Ten ball boys, nine uniforms
9. Extra point awarded for nailing opponent in the Adam's apple
8. Ball replaced with ready-to-hatch ostrich egg
7. Uh, cookies?
6. Bring in some of them Olympic beach volleyball babes
5. Make Federer even more Federerer
4. Two words: 'lectrified net
3. Players must begin match with blood alcohol levels of .10
2. Get Andy Dick to spice up the Gatorade
1. Even though she has no experience, put Sarah Palin in the finals

David Letterman - September 5, 2008


David Letterman'ın adı geçmişti sanırım önceki yazıların birinde... Aslında Comedy Central insanları Stephen Colbert ve Jon Stewart'ı daha ilgiyle izliyorum. Hakeza Conan O'Brien'ı da... Letterman'ın daha klasik bir tarzı var ve bazen sıkabiliyor beni. Jay Leno da böyle. Yine de yukarıdaki listeyi, spor ile ilişkisini de düşünerek koymak istedim buraya. Çoğu kişiye soğuk gelebilir, fakat güldürdü beni bir kısmı... 5 numara favorim. Bu arada Letterman'ın Maria Sharapova ile tenis oynamışlığı olsa da, motorsporları olayına daha çok bulaşmış. Hatta Indy Racing League'de başarıyla mücadele eden Rahal Letterman Racing takımının iki sahibinden biri. Böyle de gereksiz bilgi veririm...

Basile feat. Andersen


Adı Avrupa basketbolu için çok büyük bir karşılaşma vardı bu gece: Panathinaikos-Barcelona... İlk maçta Barcelona'daki tecavüz sonrası Pana bu maça farklı bir şekilde asılacaktı hiç kuşkusuz. Zeljko Obradovic maç öncesi sakatlıklardan yakınıyordu, hemen Bernd Schuster'i hatırladık. Neyse ki benzer şekilde talihsiz bir açıklama gelmedi, yoksa O.A.K.A.'dan çıkması pek kolay olmazdı.

Yazın başında Euroleague transferlerini ele alan bir değerlendirme yazısı koymuştum buraya, orada da David Andersen'in tam isabet olduğundan bahsetmiştim zaten. Maça damgasını vuran isim oldu Barcelona adına. O ve Gianluca Basile için farklı bir motivasyon daha vardı bu gece özelinde. Euroleague'deki 165. karşılaşmalarına çıktı bu ikili ve yine eski bir Barcelona oyuncusu Denis Marconato'nun rekoruna ortak oldular. Andersen'in adının Basile ve Marconato ile birlikte anılması şaşırttı beni açıkçası. Marconato ve Basile 1975 doğumlu iken, Andersen 1980 doğumlu. Tabi bu noktada CSKA etkisi giriyor devreye. Her sezon sonuna kadar gidip, oynanabilecek maksimum maç sayısını yakaladıklarını düşününce J.R. Holden'ın da 164 sınırına dayandığını görmek aynı derecede bir sürpriz etkisi yaratamadı bünyede. Basile de böyle bir gecenin şerefine bu sezonki ortalamalarının çok üstünde bir gece geçirdi. 4/9 üç sayı isabeti Basile'yi tanıyanlar için beklenmedik bir şey değil. Fakat yanına eklediği 5 asist ve 4 rebound çok özel rakamlar... En az Basile kadar iyi bir şutör olan İbrahim Kutluay'ın yaşlılık döneminde yapması gereken ama yapamadığı şeyler bunlardı heralde...


Andersen'e gelince... Rusya'daki kariyerinin son iki sezonunda üç sayılık atışları iyiden iyiye portföyüne eklemişti zaten. Ama bugünkü 2/2 Pana uzunları için de çok beklenmedik oldu. 22 sayısının yanına 9 rebound ekledi. Xavier Pasqual maçlara genelde Daniel Santiago ile başlamayı tercih ediyordu, bugün de Fran Vazquez ile başladı. Andersen'i benchten getirme stratejisinin tavan yaptığı maçtı belki de bu maç. Zira bir dönem karşısında Dusan Sakota denen yeni yetmeyi bulan Andersen, rakibini akşam yemeğine aperitif olarak kabul etti.

Bu arada Obradovic saygı duyduğum bir coachtur genel olarak, fakat bu çocuğu neden kadroda tutuyor anlamıyorum. İzmir'de izledikten sonra da çok fazla ileri gidemeyeceğini söylüyordum zaten, o turnuvada zaman zaman istatistik hanelerini doldurmuş olmasına rağmen. Ama Panathinaikos'ta süre bulabilmesini kulüp geleneğinde bulunan milliyetçiliğe bağlıyorum daha çok. Yönetim ne olursa olsun böyle gençlerin fırsat bulmasını istiyor, çok daha iyi Amerikalı oyuncuları getirebilecek finansal güce sahip olmasına rağmen.


Stratos Perperoglou da ayrı bir olay. 5 dakika oyunda kalıp 3 tane üçlük denedi, hiçbiri de boş atış değildi. Sahada da Kostas Tsartsaris ve Dimitris Diamantidis gibi isimler vardı aynı dönemde. Yunan gençlerinin aldıkları süreleri bu şekilde çarçur ettiği bir ortamda, önümüzdeki 10 yıl boyunca Avrupa basketbolunu domine etmesini beklediğim Nikola Pekovic'in 12 dakika alabilmesi büyük hayal kırıklığıydı, gerçi bazı sakatlık problemleri yaşamış hafta arasında. Yine de bu sezon aldığı sürenin daha çok maçta 20 dakikanın üzerine çıkmasını bekliyordum açıkçası.

Ama takıma en büyük zararı veren her zamanki gibi Sarunas Jasikevicius oldu bence. Saras'ı çok severim, antipatik addedilen hareketleri bana pek de öyle gelmez. Ama NBA sonrası kariyeri sürekli bir düşüş halinde. Bunu milyonlar görürken kendisinin bir türlü kabul etmek istememesi hoş değil. Kendisini hala dünyanın en iyi oyun kurucusu olarak görüyor, Indiana ve Golden State formalarıyla geçirdiği iki felaket sezon da bu özgüvene herhangi bir sekte vurmamış anlaşılan. Bu sezon bir oyun kurucu için en önemli istatistik olarak gördüğüm asist-top kaybı oranı neredeyse 1... Euroleague'de 27% ile üçlük atmasına rağmen, kullanmaktan hiç çekinmiyor. Zaten Spanoulis-Diamantidis gibi bir guard ikilin varken, Jasikevicius tercihi doğru bir tercih olmaktan çok uzaktı bana kalırsa. En fazla gövde gösterisiydi.


Regal sponsorluğundaki Barcelona'nın ise en çok point guard pozisyonunda zorlanacağını düşünüyordum. Bu yaz elden çıkardıkları Pepe Sanchez, Sergio Llull'ün iyi başlangıcı sonrası Real Madrid rotasyonunda biraz gerilerde kaldı. İlerleyen yaşına sakatlık sorunları eklendi. Fakat Barcelona oyun içinde böyle bir zekayı arıyor zaman zaman. Evet, Jaka Lakovic'i hiç beğenmiyorum... Pasqual da bu katkıyı ilk beşe yerleştirdiği Basile'den bekliyor olmalı. Victor Sada'nın bugünkü performansı ise sevindirici. Açıkçası geçen sezon Akasvayu Girona formasıyla yaptıkları beni tatmin etmeye yetmemişti Barcelona adına. Bugün Euroleague'de ikinci kez ciddi süre almasına rağmen hiç sırıtmadı, 6 sayı ve 6 asist de Pasqual'ın beklentilerini karşılamış olsa gerek. Sada'nın Barcelona'nın özkaynaklarından yetişen bir değer olduğunu da hatırlatarak Oktay'ın çok sevdiği bir başka İspanyol oyun kurucunun güzel asistinin videosuyla bitirelim.



Haftanın diğer maçlarına da değinelim biraz. Yukarıdaki görüntünün alındığı maçta Ricky Rubio'nun takımı Joventut Badalona, bu maçta Nando Gentile'nin sahaya çıkardığı Lottomatica Roma'yı yenmeyi başarmış. Takım Euroleague'de çok iyi gitmesine rağmen istifasını sunan bir diğer tanıdık sima Jasmin Repesa'nın yerine, Dejan Bodiroga'nın Bogdan Tanjevic'i getirme eğiliminde olduğu çıkmış İtalyan basınında. Tanjevic için zor bir karar olacak. Bir tarafta diline pelesenk ettiği 2010 hedefi, diğer tarafta bir nevi manevi oğlu Bodiroga'nın yanında İtalya'da eski günlerine dönme ihtimali... Lafı gelmişken Fenerbahçe'de hücumda eskiye oranla artan paylaşım güzel de, Marques Green kabak tadı vermeye başladı artık. Devin Smith'i gördükçe de Tarence Kinsey'yi özlememek mümkün değil. Herkes Gordan Giricek'in takıma girmesini bekliyor, inşallah girecek.

Efes Pilsen hakkında bu aralar yeni bir yazı göndereceğim siteye, oradan takip edersiniz. Ancak galibiyete rağmen birkaç detay dışında sevindiren çok fazla şey yok. Kaya Peker bu sezon ilk kez kendini oyuna tam anlamıyla vermiş gözüktü, gerçi yine bazı savunma hataları yaptı ama... Cliff Hammonds da adının güzelliği dışında birkaç numarası olduğunu gösterdi. O da oyun zekası bakımından vasatın altında, şutu da yeterli değil. Fakat penetreleri hoş, savunmada da iyi durdu bu maçta Massimo Bulleri ve Luca Vitali önünde. Panionios deplasmanı sonrası tamam ya da devam diyeceğiz. Onlarda da Goran Nikolic'in yerini alan Demos Ntikoudis ile bir upgrade söz konusu. Bakalım neler olacak. Aynı grupta Real Madrid'in, kuralar çekildiğinde fazlasıyla hafife alınan Partizan'ı iç sahada Reyes-Tomas yapımı bir son saniye mucizesiyle yenebildiğini de hatırlatıp ufaktan Utah-Portland maçına kaçayım. İzlenecek maç değil de, Portland'ın kırmızı formasını seviyorum işte. Bir de Deron Williams'ı...

Moment of Zen #7


"Why would I carry such a weight on my shoulders?
Why do I always help you carry your boulders?"

The Dø

Grubun Yeni Melek konseri öncesi Radyo Eksen söz konusu şarkıyı her saatin başında sektirmeden çaladursun, benzer bir aktarımı Kobe Bryant için yaparak ilham kaynağım olan Murat Can Ege'ye teşekkürlerimi sunayım ben de...

Site eski güncelliğini yakalamışken: Bookmark This Link

10 Aralık 2008 Çarşamba

The Game Winning Shot!


Son kurban Blazers...

Anneciğim Hoffenheim!


Sezon başında Hoffenheim'ın en zayıf halkasının kalecisi Ramazan Özcan olduğunu söylemişim, geçen hafta izleme fırsatı bulduğum Daniel Haas'ı ise beğendiğimi söyleyebilirim. Sezon başında da sakatlığı nedeniyle eldivenleri Ramazan'a teslim etmişti diye hatırlıyorum... Ama Ralf Rangnick o bölgeye bir takviye yapmanın fena olmayacağını düşünmüş. Yurtdışı kariyerinde Stuttgart günlerini özlemle arayan ve daha çok yediği komik gollerle konuşulan Timo Hildebrand'ın sözleşmesinin çift taraflı feshi de gündemde sıcak iken...

Bilindiği üzere geçen sezonki hayal kırıklığı sonrası Valencia'nın kalesi genç Brezilyalı Renan'a emanet. Yedek kulübesinde de bir başka genç isim Vicente Guaita herkesin güvenini kazanmış durumda. Bu şartlar altında son kez Süper Kupa karşılaşmasında Real Madrid'e karşı forma şansı bulabilen Hildebrand'ın salıverilmesi çok anormal değil. Bu kalitede bir kalecinin sadece 5 gün kulüpsüz kalması da anormal değil. Hildebrand'ın, güzel anılar paylaştığı Rangnick'in yanına gitmeyi tercih etmesi hiç değil. Belki de anormal olan Hoffenheim'ın doğru işler yapmaktan vazgeçmemesi.


Savunmada Marvin Compper çok sağlam. Sağ bek Andreas Beck'ten zaten bahsettik. Orta sahada benim çok beğendiğim Sejad Salihovic ve Carlos Eduardo'ya sahipler. Chinedu Obasi ve Tobias Weis gibi oyuncularla ilgili de sadece iyi referanslara sahibim. Vedad Ibisevic ve Demba Ba da gerekeni yapan forvet oyuncuları. En fazla oyun zekalarını sorgulayabiliyorsun zaman zaman. Selim Teber geçen hafta yedekti. Salihovic gibi... Rangnick de rötuşlarla uğraşıyor anlaşılan, ana kadro zengin ve rotasyona müsait iken.

Karlsruhe ve Stuttgart'ın şampiyonluk ihtimali hiç olmadı. Onları her türlü destekleyeceğim de, Renato Augusto'nun, Patrick Helmes'in, Rene Adler'in şampiyon olduğunu görmek de beni mutlu eder. Yani şampiyonluk yolunda desteğim Bayer Leverkusen'den yana bu sezon için. Yine de en büyük merak konusu Hoffenheim'ın sonuna kadar gidip gidemeyeceği... Umut beslemek için birçok sebebimiz vardı. Kendisine Football Manager 2005 kaynaklı bir kırgınlığımız olsa da, Timo Hildebrand'ın gelişi de başlı başına yeni bir sebep olacak bizler için.


Bu da bir köşede bulunsun:

Adsız: "Bir de bana göre Hoffenheim ligden düşmeyi geçtim, Avrupa kupaları bile görebilecek bir takım."

Sheed: "Hoffenheim öyle bir beklenti yarattı, genelde herkes senin gibi bakıyor ama ben bu konuda biraz muhalifim. Ligde kalmaları benim açımdan sürpriz olur, Avrupa kupası görürlerse blogun temasını Hoffenheim mavisi yaparız, bu bir sözdür."

Şu anda teknik yetersizlikler var da yapacağız bir güzellik. Bu bir sözdür. Neyse Kevin Love mahcup etmedi sağolsun...

Deutsches Retro #2


Seksenli yılların sonundan, Bundesliga'dan yansıyan bir kare... Söz konusu takım bugünlerde çok da popüler sayılmaz, ama o günlerde öyleydi. Doksanların gelmesiyle birlikte bu takımımız için 1. Bundesliga uzak bir hedef halini aldı. Ancak bugün Almanya'da herkes onları bu formayla ve göğüslerinde yer alan reklamla hatırlıyor. Onları uzun süre gündemde tutan, bir süre de DFB tarafından sansür yiyen London firmasının ne ürettiğini takım adı ile birlikte yorum ekranına iliştiren ilk kişiye blog olarak sevgilerimizi göndereceğiz. Bu sıralar nakit yönünden sıkışığız da az biraz... Bayram harçlıkları da eskisi gibi değil malum.

DR #1: Stefan Kuntz

Bir Maç İzledim Hayatım Değişti


Efsanevi bir maçtı Santiago Bernabéu'daki... Araya bir sürü şey girdi, ama yine de es geçmek istemedim bu futbol şölenini. Barcelona'nın tecavüzleri de zevkli oluyor aslında, Atletico Madrid maçının tekrarı bile heyecan vermişti mesela, ama bu haftaki Valencia maçı izlenmese de olurdu diyorum şimdi bakınca. Lazio-Inter de yeteri kadar iyi değildi, en güzel şey Mobido Diakite'nin kendi kalesine attığı goldü herhalde. Tomas Sivok bile unutuldu gitti, o derece. Zaten Mauro Zarate de ben izliyorum diye midir nedir, hiçbir şey oynamadı yine. Az biraz Pasquale Foggia vardı Lazio cephesinde, o kadar. Bir de Bayern-Hoffenheim vardı es geçmeyelim. Deli gibi zaman aşımına uğramamış olsa onu da yazmak istiyordum, ama içimi Borges'in yorum ekranına boşalttım galiba. Yine de Andreas Beck'e saygı duruşunda bulunmayı bir borç bilirim. Luca Toni de nasıl bir antipati sembolü oldu gözümde bilemezsiniz. Thierry Henry de coştu zaten bu hafta. Of... Of ki ne of!


Futbol yazmayı özlemişim ama. Yavan cumartesi maçları sırasında bir türlü yaşayamadığımız tansiyon için pazar gecesine kadar bekledik. Madrid'de endişeli bir Alman çarpıyordu göze, sonu da çok hayırlı olmadı zaten. Ben bir şekilde Real Madrid'in kazanacağını düşünüyordum aslında. Iker Casillas'a hiç yakışmayacak bir hata sonrası gelen Adriano Correira golü de bu fikrimi çok fazla değiştirmedi. Bir an gelecek ve Real Madrid maça ortak olacaktı, sonrası kolaydı zaten. La Liga'da bu yıl da bolca gördüğümüz şekilde, hakem Real Madrid'in karşısındaki takımı kızdırmayı tercih edecekti. Frederic Kanoute'nin golü acaba dedirtmedi değil. Ancak 60. dakikayı geçtikten sonra ev sahibine bir şeyler oldu. Tam olarak nedenini çözemedim, Schuster o dakikalarda da aciz orta sahasını sadece izliyordu zira. Fakat muhtemelen Raul Gonzalez ile bir ilgisi vardır. Raul bu oyundaki ilk aşkım belki de gerçek anlamda. Bugünlerde çok hatırlamak istemediğim bir Ronaldo dönemi de yaşamıştım öncesinde ama Raul Gonzalez, Fransa karşısında 90. dakikada kaçırdığı penaltıdan sonra bile fenomenliğini koruyabilmiştir benim gözümde. Pazar gecesi top toplayıcı çocukların da görevini yaptı. Böyle performanslarını gördükçe 'Raul Madrid' muhabbeti çok daha anlamlı oluyor. Koskoca bir kulüple empati kurmuş yalnız bir adam. Sahada bir oraya, bir buraya koşuyor. Tekme yiyor, topuna bakıyor. Başka birisinin egomanyağa dönüşeceği bir ortamda hala Atletico Madrid'den bu saflara geçtiği günkü kadar düzgün bir adam. Helal olsun!


Herhalde bir nokta geldi ki, bu adamın sessiz isyanını duydu sahadaki yeni yetmelerden birkaçı. Gamsız kız kardeşini düşününce daha da seviyorsunuz bu Gonzalo Higuain'i. RVN sakatken, Klaas Jan Huntelaar yoldayken gayet de iyi kotardı o bölgedeki işini Gonzalo. Pazar günü 10. golünü attı. Gol de ne goldü... Sevilla kalesindeki artçı sarsıntıyı yaratan da bir karambolde ortaya çıkan Fernando Gago oldu. Aslında artçılar devam ediyordu. Fakat hakem Higuain'i çeken elleri görmedi, ya da... Aynı hakem Arjen Robben'i ikinci sarıdan atmayı da ihmal etmiyordu yine aynı dakika içerisinde. Çok arabesk olacak ama: Robben, bana seni sevmem için bir sebep ver. Yalnız arabesk dedim, "Glory Box" bu basbayağı. Neyse Robben işte, ne beklersin ki. Takım da belini doğrultamadı bir daha. Schuster'den Gago'yu oyundan almasını bekledim aslında. İşte o zaman Fotomaç'taki künyesine "TSL Comparison: Mustafa Denizli" yazılabilirdi gönül rahatlığıyla. 85 geldi, Renato idi cezalandıran... Schuster'i, sahaya sürdüğü 'soft porn' orta saha oyuncularını, herkesi... Sadece Raul'ün onların arasında bulunduğu gerçeğine üzüldüm, acıdım. O kadar...


Şimdi ne olacak? Ben Juande Ramos'u severim... İşler Londra'da iyi gitmemiş, Spormax yok pek takip edemedik. Yine de bu ligde iyi iş yapacağını düşünüyorum. Piyasadaki en iyi isimlerdendi bence Real için. En azından sene sonunu getirmek adına... Şimdi çıkar da van der Vaart-Gago-Guti orta saha üçlüsüne sadık kalırsa bunları bir kez daha düşünürüm tabi. Hatta belki düşünmeme de gerek kalmaz Camp Nou'da yaşanacaklar sonrası. Oktay'ın dediği gibi ekranın sol üstünde zaman zaman beliren kırmızı nokta da çok manidar olacaktır böyle bir durumda. Ama Ramos'un ilk maçında böyle bir şey beklemiyorum. Tipik yeni hoca gazı tek dayanağım değil. Orta sahada sakatlıklar söz konusu, Ramos'un eli çok kuvvetli değil. Sağlıklı bir Mahamadou Diarra bile işleri değiştirebilirdi aslında, o da yok bildiğim kadarıyla. Gago şugar çocuk, ama yeterli olmuyor tek başına. Gördüğüm kadarıyla da takımın en iyisi olarak gösteriliyor çoklukla basında... Christoph Daum'un 4-1-3-2 dizilişinde Marco Aurelio her maç dört yıldızı nasıl alıyorsa, o da o şekilde alıyor aslında. Robot bilimi değil bu... Fabio Cannavaro'nun da eski günleri arattığı ortada. Michel Salgado'nun hala onbirde yer bulması bir nevi zorunluluk gibi gözükse de, Real Madrid gibi bir kulüpten bahsediyorsak komik. Sol bekte de Marcelo'ya ilk günden beri sempatim var, ama artık kart görmesin. Bizim İbrahim Kaş gibi obsesiviteye bağladı işi...


Büyük resme bakarsak, Juande küçük çaplı bir enkaz aldı desek yanlış olmaz. Orta sahada o gereken sertliği sağlayacak çok yeterli malzeme yok gibi. Ama bir çözüm bulmalı. Duscher-Romaric ikilisi karşısında bile hiçbir varlık gösterememiş söz konusu üçlü doğru formül değil, o kesin. Belki Royston Drenthe doğru denklemlerden biri içinde yer alabilir. Ama o da zor, zira agresif çocuğumuz Marcelo sarı kart cezalısı olmalı. Zaten onun için her beşinci maç ceza anlamına geliyor. Gerçekten kolay bir görev değil, ama imkansız da değil. Real Madrid'in en büyük avantajı Schuster'in giderayak yaptığı açıklama olabilir. Tabi tek başına değil. Fakat Pep Guardiola ne kadar engel olmaya çalışırsa çalışsın, kamuoyunda Real tandanslı yazarların dahi Camp Nou'daki tecavüzden bu kadar emin konuşması futbolcuları rehavete sürükleyecektir. Real'in bir maç çalabilmesi için yeterli olur mu? Doğrusunu söylemek gerekirse zor. Ama bir beraberlik belki bir nefes almasını sağlayabilir Ramos'un... Sezon sonu içinse yönetimin çok büyük bir beklenti içinde olmadığını düşünüyorum. Ligi onurlu bir dereceyle bitirmeyi hedefleyerek, belki de Barcelona'nın Frank Rijkaard yönetimindeki ilk sezonunda olduğu gibi bu yılı geleceği düşünerek geçirmek kafi olabilir. Sonra da çıkış için doğru zamanı beklemek kalıyor geriye. Çok uzun sürmeyecektir...

9 Aralık 2008 Salı

Adiós Schuster!


Dünkü açıklamanın ardından alınması farz olmuş bir karardı, gecikmeden Madrid yönetimi de kovmuş Bernd Schuster'i. Dünyanın en büyük derbilerinden biri olan El Clásico'dan önce... ''Camp Nou'da kazanmak imkansız'' diye açıklama yaparsan olacağı bu. Düşünsenize Michael Skibbe veya Luis Aragones böyle bir açıklama yapıyor. Kovmakla kalmazlar bir de yaş sopayla döverler. Gerçi bilmiyoruz belki Schuster'e de girişmiş olabilirler.

Hey Gidi Jail Blazers...


Doksanlı yılların sonu ve yeni yüzyılın başındaki Portland'a herkes bir sempatiyle bakardı herhalde, en azından benim sempatim vardı. Damon Stoudamire, Scottie Pippen, Aryvdas Sabonis ve Rasheed Wallace gibi önemli oyuncularla bezenmiş güzel basketbol oynayan bir takımdı. O yıllarda bir türlü şampiyon olamadılar. O potansiyel vardı aslında ama bir türlü olmadı. O dönemdeki Lakers da pek yenilecek gibi durmuyordu ya neyse o ayrı mesele...

Sonra bu takım ne olduysa fazla değil 1-2 yıl sonra en nefret edilen takımlardan biri haline geldi. Oyuncuların karıştıkları olaylar, sahadaki rezil oyun bütün sempatiyi kısa sürede yok etti. New York'un dışarıda, arada sırada suça karışan ikiz kardeşi gibiydiler. Rose Garden gerçekten rakipler için 'gül bahçesi' haline gelmişti. Darius Miles, Zach Randolph gibi ne idüğü belirsiz birçok oyuncusu olan takımın değişime bir an önce gitmesi gerekliydi, bu açık seçik ortadaydı...


Rashard Lewis ve Ray Allen'a rağmen oldukça vasat olan takımı batıda konferans yarı finaline kadar yükseltmeyi başaran Nate McMillan'ı coachluk görevine getirdiler. Seattle'ın pota altı oyuncuları aklıma geldi şimdi: Jerome James, Danny Fortson, Nick Collison... Bildiğin Aliağa Petkim uzun rotasyonu kalibresi. Neyse o ayrı yazı konusu... Kevin Pritchard oldukça iyi hamleler yaparak kadroyu düzeltme yolunda önemli işler yaptı. Brandon Roy'u seçerek de üzerine takım kurulacak adamı elde etmiş oldular. Potansiyelli gençler de takıma katıldı. LaMarcus Aldridge, Channing Frye, Travis Outlaw, Sergio Rodriguez... Bu yapılanma Greg Oden'ın geçen sezon tek maç bile oynamamasından dolayı sekteye uğramış gibi görünmesine rağmen takıma oldukça katkı verdi aslında. Brandon Roy'un All-Star kalibresine ulaştığı ve Portland'ın o antipatiyi kırdığı bir sezon oldu.


Bu sezona geldiğimizde ise bendeki o nötr düşünce tamamen pozitif hale geldi. Tabi ki bunda İspanyol basketbolunu sevmem de önemli bir etken. Sezon başı aslında play-off yarışına gireceklerini düşünüyordum ama bu seviyeye ulaşacaklarını düşünmüyordum. Ama forumlara bakınca, ''Takım o kadar da iyi değil, Oden bu mu yahu?'' şeklinde yazılar gördüm. Ayıptır yahu, takım batıda ikinci sırada, Oden da bu sene daha da güçlenen Blazers savunmasının en önemli elemanı. Yeni bir Shaq O'Neal falan bekliyorlarsa fazla beklemesinler. Savunma ve rebound konusunda oldukça iyi olan, her maç double-double potansiyeli olan iyi bir uzun olacaktır. Oldukça değişken iki beşe sahip olmaları da oldukça iyi bir tehdit. Blake-Roy-Batum-Aldridge-Oden beşi daha çok set oyununa yönelik ve sert savunma yapan bir beş. Ama Sergio, Rudy ve Travis işin içine girince oldukça hızlı ve fast break kovalayan, izlemesi zevkli bir takım haline geliyorlar. Sergio bildiğim kadarıyla 48 dakika istatistiklerine göre ligde asist lideri. 13 dakikada 7 asist gibi abuk istatistik yaptığı maçlar oldu. 1-2 yıl içinde de ilk beşe yerleşeceğine şüphem yok. Ama şu an için play-off sertliğine uyum sağlayacak gibi görünmüyor. Rudy ise bildiğimiz Rudy. Avrupa'daki başarılı grafiğini buraya da yansıttı. Kariyeri bana göre Manu Ginobili'yle oldukça benzer, onun seviyesine ulaşacağını düşünüyorum. Batum fazla istikrarlı olmamasına rağmen potansiyelini gösterdi geri kalan süreçte. Bu takım 1-2 takviyeyle gelecek sezonlarda şampiyonluğa oynayacak hale gelecektir. Aslında Cavs taraftarı olsam da bu sezondan sonra Portland'a oldukça sempatiyle bakıyorum. Bakalım eski Lakers-Portland serileri tadında seriler izleyecek miyiz yeniden Portland'dan?

8 Aralık 2008 Pazartesi

İyi Bayramlar!


Şimdi para da vermiyorlar el öpünce yahu, para bile ister oldular, yaşlanıyor muyum ne? Neyse efendim bunalıma gerek yok. Kurban bayramınız kutlu olsun...

7 Aralık 2008 Pazar

Hanım Çocukları Yatır Barça Maçı Başlıyor!


Ligde 14 maçta 44 gol, Şampiyonlar Ligi'nde 5 maçta 16 gol... Barça maç başına 3 golden fazla gol atıyor bu sezon. Maçları da iyice sıkıcı hale gelmeye başladı. Sporting Lisbon'a 5 attılar, Sevilla'ya deplasmanda 3 tane salladılar ve dün gece NTV'nin 49. dakikadan sonra kırmızı noktalı yayına geçtiği maçta Valencia'yı 4-0 yendiler. Aslında sezon başında benim Pep Guardiola hakkında kafamda birçok soru işareti vardı. Ronaldinho'nun gitmesi ve diğer etkenler hep kafamı kurcalıyordu. Ama Pep bana düşüncelerimi de soru işaretlerimi de yedirdi.

Bana göre Şampiyonlar Ligi'nin en büyük favorisi konumundalar. Oynadıkları futbol da göze oldukça hoş gelen bir tarzda. Yerden ve hızlı pas yapmak takım geleneği aslında, Barça yıllardır aynı sistemle oynuyor. Ama bu sistemi en iyi uygulayan takım bu herhalde. Sağ bek bile hücumlarda etkin bir rol alıyor. Orta sahadaki oyuncuların oyunu iki taraflı oynaması nedeniyle de savunmada pek sorun yaşamıyorlar. Belki de tarihin en dominant takımlarından birini izliyoruz şu an. Sezon sonuna kadar devam eder mi bu inanılmaz performans bilinmez. Ama devam ederse şaşırmam açıkçası. Ha aklıma gelmişken, haftaya El Clásico var, hem de Camp Nou'da... Aklıma kötü şeyler de gelmiyor değil hani.

Devin Harris misin Soner Şentürk?


Öztürk Pekin de ne yalan bir adamdır. Neyse efendim, esas konumuz Soner Şentürk. Yıllardır izliyoruz kardeşi Caner Şentürk ile birlikte. İkisi de Darüşşafaka'nın Türk basketboluna armağanlarından. Caner şimdi Erdemir'de, pek de süre alamıyor. Ama sürpriz değil, zaten yıllardır bu ikiliden açık ara öne çıkanı Soner'di. Yalnız bugünkü Fenerbahçe Ülker karşılaşmasında başka bir seviyeye atlamış olduğunu gördüm çok net. Bu sezon daha önce Galatasaray Cafe Crown önünde izlemiştim yanılmıyorsam, yine etkili olmuştu aslında. Özellikle de top çalmalarıyla. "Sezon başından beri geliyorum diyordu zaten" diye geçiştirecekler olabilir, o yüzden söylüyorum. Beni ikna etmeleri zor. Bugünkü istisnai performansında en büyük etken Cliff Hammonds'ın hafta arasındaki transferi olsa gerek. Ekrem Memnun da Hammonds'ın yerine yeni yabancı alınmayacağını söyleyip güvenini tazelemişse, Soner'in bugünkü performansı biraz daha anlaşılır olabilir. Tabi ben sadece tahmin yürütüyorum. Ama inşallah öyledir. Ona bu 40 dakikayı gönül rahatlığıyla verecek bir coach varsa, o da Ekrem Memnun'dur zaten. Hak etmiyor mu, sonuna kadar hak ediyor...


Soner'i bugüne kadar çok fazla izlememiş olanlar olabilir, onlar için ne tip bir oyuncu olduğundan bahsedeyim biraz. Özellikle savunmada çok hareketli bir oyuncu ve sürekli olarak bir top çalma eğilimi var. Bunu yaparken de bire bir savunmasının dozajından taviz vermiyor. Hücumda da team-first dediğimiz oyun kuruculardan. Ama asist özelliğini gözümüze gözümüze soktuğu böyle bir maçını izlememiştim daha önce. 22 yaşında olmasına rağmen hala gözle görülür bir gelişim içerisinde olması çok önemli bir özellik. Bu bağlamda da kendisinden şutunu bir istikrara kavuşturmasını rica ediyoruz tüm basketbolseverler olarak. Çünkü bu gözler Hakan Demirel de gördü. Gözümüzün önünde eridi bitti 2004 yazında tavan yapan o büyük yetenek. Benzer oyuncular da aslında, ama ben daha çok Barış Ermiş'e benzetiyorum Soner'i. Efes Pilsen'de de, Pınar Karşıyaka'da da çok özel performanslarını izledik Barış'ın. Özellikle de eli sıcak olduğu günlerde. Fakat bugünkü Soner performansı gibisini gösterebilmiş miydi, emin değilim. Tabi Soner deyince, en büyük imzalarından biri sol penetre üzerinden bıraktığı turnikeler. Zaten bu yüzdendir Devin Harris muhabbeti. Umarım bugünkü gibi performanslarını daha üst seviye maçlarda da görme mutluluğuna erişiriz önümüzdeki yıllarda. Çok fazla beklemeyecekmişiz gibi geliyor.


Not 1: Bu arada biz blogdan elimizi çektikten sonra, benim ilk geldiği günden beri çeşitli platformlarda çeşitli kişilere karşı savunmak durumunda kaldığım Emir Preldzic de farklı bir oyuncu oldu çıktı. Bugün 1/6 üç sayı isabetine rağmen, yaptığı birbirinden şık 8 adet asistle muazzam bir oyun ortaya koydu. Yine de Soner'in maçı vermeye hiç niyeti olmadığını defalarca gördük. Adam taktik olarak kaçırmak için attığı faulü bile soktu. Charles Shackleford'un kulaklarını da çınlattık haliyle.

Not 2: Türk basketbolundan yazmışken Efes Pilsen yazarlığı gibi bir olayım var batug.com'da, Orkun Çolakoğlu sağolsun. Onun da haberini vereyim dedim, ilgilenen gitmesi gereken adresi biliyor zaten. Oraya buraya link koymak çok samimi gelmedi şimdi...

Redeem Team


Basketbolda ABD'nin kurduğu dominasyon hepinizin malumu. İnanılmaz bir organizasyon olan NBA, sponsorluklar, dönen para ve şovlar ile herkesin ilgi odağı durumunda yıllardır, herkesin onları en iyi olarak gördüğü su götürmez bir gerçek. O inanılmaz Dream Team kadrolarından sonra Indianapolis'te yaşanan faciadan Pekin 2008'e değin, 8 yıl altın madalya göremedi Amerika. Bu sürede ise Sırbistan, Yunanistan, Litvanya gibi oldukça kaliteli Avrupa ülkeleri kendilerini dünyaya ispat etti. Ama yazımda bahsedeceğim takım bunlardan biri değil. Katıldığı son üç organizasyonda da final oynayan İspanya.


Peki o doksanlı yıllardaki İspanya ne oldu da bu hale geldi? O zamanki takım da çok kötü değildi, genellikle çeyrek finali görürler ama oraya gelince tıkanırlardı. O takımı izledim ama yaşım gereği hayal meyal hatırlıyorum. Real Madrid efsanesi Alberto Herreros tabi ki unutulmaz oyuncularından biriydi o takımın. Yeteneğinden çok 2.20'lik boyu ve omuzlarındaki kıl yumağı ile tiftik keçisi modundaki Roberto Duenas abimizi de unutmuş değilim. O yıllardaki başarısını yeterli görmeyen İspanya altyapıya yönelerek basketbolunun gelişimini hızlandırdı. Tabi ki sadece altyapı taramaları yapıp oyuncu yetiştirmenin bir ekol oluşturmak için yeterli olmadığını bildikleri için, ligin de gelişimi için çalışmalar başlattılar. Gerek sponsorlar, gerekse de halkın ilgisini çekecek tanıtımlarla zaten Avrupa'nın 3-4 büyük liginden biri olan ligi en üst seviyeye getirmek için gerekli çalışmalara başladılar. Bu yaptıkları çalışmaların ilk semerelerini 2001 yılında ülkemizde yapılan Avrupa Şampiyonası'nda aldılar. Pau Gasol ve Juan Carlos Navarro'nun da kendini ispat ettiği bu turnuvada bronz madalyayı kazandılar, grup maçlarında hakemler bizim lehimize ilginç kararlar vermese belki de altına ulaşacaklardı. O turnuvadan sonra 2005'te turnuvayı domine eden Litvanya'ya yenilerek gümüş madalyayla yetindiler. Her geçen turnuva genç yıldızlar tecrübelenip daha iyi hale geliyordu ve yeni yıldız adayları takıma ekleniyordu.


Beklenen patlama ise 2006 Dünya Şampiyonası'nda geldi. Japonya'daki turnuvada inanılmaz dominant oynayan İspanya, ABD'yi yenerek bütün dikkatleri üstüne çeken Yunanistan'ı denize dökerek altına ulaştı. Takımın ana parçaları olan Gasol ve Navarro'nun yanına Rudy Fernandez, Jose Calderon gibi yeni yıldızlar gelip uyum sağlayınca bu göze hoş gelen inanılmaz basketbolu oynayan takım ortaya çıktı. Bir sonraki yıl ise evlerindeki Avrupa Şampiyonası'nda finale kadar müthiş oynadılar. Ama sürpriz takım olan Rusya finalde inanılmaz oynayarak altına ulaşmıştı. Bu yıl olimpiyatlarda ise belki de orijinal Dream Team'in kalitesine en yakın seviyede olan ABD takımı ile mücadele ettiler. Grup aşamasında bozguna uğradıkları maçtan sonra herkes finalin de aynı şekilde geçeceğini düşünüyordu. Ama beklenenin aksine İspanya inanılmaz bir performans sergiledi. Ama ABD o maçta hiç atamadığı kadar iyi şut atınca yenilmeye mahkum oldular.


Şu an NBA'deki İspanyol oyuncu sayısı 5: Rudy Fernandez, Pau Gasol, Marc Gasol, Sergio Rodriguez ve Jose Calderon. NBA tecrübesi yaşamış Navarro'yu da unutmamak lazım. Ayrıca seneye bunların yanına bir tane daha İspanyol katılıyor, hatta bu çocuğun Büyük Gasol'den daha iyi bir kariyere sahip olacağını düşünenlerin sayısı da hiç azımsanacak miktarda değil. Daha 14 yaşında Avrupa'nın tartışmasız en iyi liginde oynamaya başlayan ve 2006'daki U16 turnuvasında istatistiklerle dalga geçen (23.3 sayı, 12.8 rebound, 7.1 asist, 6.5 top çalma) Ricky Rubio... Takım her sene gücüne güç katıyor, zaten kaliteli olan kadrosu sürekli gelişiyor. İleriki yıllarda ulaşmak istedikleri hedef ise oldukça yüksek: ABD'nin tahtına oturmak! Bu çok çok zor olsa da, imkansız değil. 10 yılda yaptıkları gelişimi gördükten sonra her şeyi yapabileceklerini düşünüyorum artık. Ne diyordu İspanyollar? Ha, ''Viva Espana!''

Yeni Yazıhane Diyorsak...

Bir yılı geride bıraktığımız gibi soluğu yeni tasarımda aldık. Kubilay Kahveci'nin yeni oyuncakları için buradan yakın. Yazıhan...