10 Aralık 2008 Çarşamba

Bir Maç İzledim Hayatım Değişti


Efsanevi bir maçtı Santiago Bernabéu'daki... Araya bir sürü şey girdi, ama yine de es geçmek istemedim bu futbol şölenini. Barcelona'nın tecavüzleri de zevkli oluyor aslında, Atletico Madrid maçının tekrarı bile heyecan vermişti mesela, ama bu haftaki Valencia maçı izlenmese de olurdu diyorum şimdi bakınca. Lazio-Inter de yeteri kadar iyi değildi, en güzel şey Mobido Diakite'nin kendi kalesine attığı goldü herhalde. Tomas Sivok bile unutuldu gitti, o derece. Zaten Mauro Zarate de ben izliyorum diye midir nedir, hiçbir şey oynamadı yine. Az biraz Pasquale Foggia vardı Lazio cephesinde, o kadar. Bir de Bayern-Hoffenheim vardı es geçmeyelim. Deli gibi zaman aşımına uğramamış olsa onu da yazmak istiyordum, ama içimi Borges'in yorum ekranına boşalttım galiba. Yine de Andreas Beck'e saygı duruşunda bulunmayı bir borç bilirim. Luca Toni de nasıl bir antipati sembolü oldu gözümde bilemezsiniz. Thierry Henry de coştu zaten bu hafta. Of... Of ki ne of!


Futbol yazmayı özlemişim ama. Yavan cumartesi maçları sırasında bir türlü yaşayamadığımız tansiyon için pazar gecesine kadar bekledik. Madrid'de endişeli bir Alman çarpıyordu göze, sonu da çok hayırlı olmadı zaten. Ben bir şekilde Real Madrid'in kazanacağını düşünüyordum aslında. Iker Casillas'a hiç yakışmayacak bir hata sonrası gelen Adriano Correira golü de bu fikrimi çok fazla değiştirmedi. Bir an gelecek ve Real Madrid maça ortak olacaktı, sonrası kolaydı zaten. La Liga'da bu yıl da bolca gördüğümüz şekilde, hakem Real Madrid'in karşısındaki takımı kızdırmayı tercih edecekti. Frederic Kanoute'nin golü acaba dedirtmedi değil. Ancak 60. dakikayı geçtikten sonra ev sahibine bir şeyler oldu. Tam olarak nedenini çözemedim, Schuster o dakikalarda da aciz orta sahasını sadece izliyordu zira. Fakat muhtemelen Raul Gonzalez ile bir ilgisi vardır. Raul bu oyundaki ilk aşkım belki de gerçek anlamda. Bugünlerde çok hatırlamak istemediğim bir Ronaldo dönemi de yaşamıştım öncesinde ama Raul Gonzalez, Fransa karşısında 90. dakikada kaçırdığı penaltıdan sonra bile fenomenliğini koruyabilmiştir benim gözümde. Pazar gecesi top toplayıcı çocukların da görevini yaptı. Böyle performanslarını gördükçe 'Raul Madrid' muhabbeti çok daha anlamlı oluyor. Koskoca bir kulüple empati kurmuş yalnız bir adam. Sahada bir oraya, bir buraya koşuyor. Tekme yiyor, topuna bakıyor. Başka birisinin egomanyağa dönüşeceği bir ortamda hala Atletico Madrid'den bu saflara geçtiği günkü kadar düzgün bir adam. Helal olsun!


Herhalde bir nokta geldi ki, bu adamın sessiz isyanını duydu sahadaki yeni yetmelerden birkaçı. Gamsız kız kardeşini düşününce daha da seviyorsunuz bu Gonzalo Higuain'i. RVN sakatken, Klaas Jan Huntelaar yoldayken gayet de iyi kotardı o bölgedeki işini Gonzalo. Pazar günü 10. golünü attı. Gol de ne goldü... Sevilla kalesindeki artçı sarsıntıyı yaratan da bir karambolde ortaya çıkan Fernando Gago oldu. Aslında artçılar devam ediyordu. Fakat hakem Higuain'i çeken elleri görmedi, ya da... Aynı hakem Arjen Robben'i ikinci sarıdan atmayı da ihmal etmiyordu yine aynı dakika içerisinde. Çok arabesk olacak ama: Robben, bana seni sevmem için bir sebep ver. Yalnız arabesk dedim, "Glory Box" bu basbayağı. Neyse Robben işte, ne beklersin ki. Takım da belini doğrultamadı bir daha. Schuster'den Gago'yu oyundan almasını bekledim aslında. İşte o zaman Fotomaç'taki künyesine "TSL Comparison: Mustafa Denizli" yazılabilirdi gönül rahatlığıyla. 85 geldi, Renato idi cezalandıran... Schuster'i, sahaya sürdüğü 'soft porn' orta saha oyuncularını, herkesi... Sadece Raul'ün onların arasında bulunduğu gerçeğine üzüldüm, acıdım. O kadar...


Şimdi ne olacak? Ben Juande Ramos'u severim... İşler Londra'da iyi gitmemiş, Spormax yok pek takip edemedik. Yine de bu ligde iyi iş yapacağını düşünüyorum. Piyasadaki en iyi isimlerdendi bence Real için. En azından sene sonunu getirmek adına... Şimdi çıkar da van der Vaart-Gago-Guti orta saha üçlüsüne sadık kalırsa bunları bir kez daha düşünürüm tabi. Hatta belki düşünmeme de gerek kalmaz Camp Nou'da yaşanacaklar sonrası. Oktay'ın dediği gibi ekranın sol üstünde zaman zaman beliren kırmızı nokta da çok manidar olacaktır böyle bir durumda. Ama Ramos'un ilk maçında böyle bir şey beklemiyorum. Tipik yeni hoca gazı tek dayanağım değil. Orta sahada sakatlıklar söz konusu, Ramos'un eli çok kuvvetli değil. Sağlıklı bir Mahamadou Diarra bile işleri değiştirebilirdi aslında, o da yok bildiğim kadarıyla. Gago şugar çocuk, ama yeterli olmuyor tek başına. Gördüğüm kadarıyla da takımın en iyisi olarak gösteriliyor çoklukla basında... Christoph Daum'un 4-1-3-2 dizilişinde Marco Aurelio her maç dört yıldızı nasıl alıyorsa, o da o şekilde alıyor aslında. Robot bilimi değil bu... Fabio Cannavaro'nun da eski günleri arattığı ortada. Michel Salgado'nun hala onbirde yer bulması bir nevi zorunluluk gibi gözükse de, Real Madrid gibi bir kulüpten bahsediyorsak komik. Sol bekte de Marcelo'ya ilk günden beri sempatim var, ama artık kart görmesin. Bizim İbrahim Kaş gibi obsesiviteye bağladı işi...


Büyük resme bakarsak, Juande küçük çaplı bir enkaz aldı desek yanlış olmaz. Orta sahada o gereken sertliği sağlayacak çok yeterli malzeme yok gibi. Ama bir çözüm bulmalı. Duscher-Romaric ikilisi karşısında bile hiçbir varlık gösterememiş söz konusu üçlü doğru formül değil, o kesin. Belki Royston Drenthe doğru denklemlerden biri içinde yer alabilir. Ama o da zor, zira agresif çocuğumuz Marcelo sarı kart cezalısı olmalı. Zaten onun için her beşinci maç ceza anlamına geliyor. Gerçekten kolay bir görev değil, ama imkansız da değil. Real Madrid'in en büyük avantajı Schuster'in giderayak yaptığı açıklama olabilir. Tabi tek başına değil. Fakat Pep Guardiola ne kadar engel olmaya çalışırsa çalışsın, kamuoyunda Real tandanslı yazarların dahi Camp Nou'daki tecavüzden bu kadar emin konuşması futbolcuları rehavete sürükleyecektir. Real'in bir maç çalabilmesi için yeterli olur mu? Doğrusunu söylemek gerekirse zor. Ama bir beraberlik belki bir nefes almasını sağlayabilir Ramos'un... Sezon sonu içinse yönetimin çok büyük bir beklenti içinde olmadığını düşünüyorum. Ligi onurlu bir dereceyle bitirmeyi hedefleyerek, belki de Barcelona'nın Frank Rijkaard yönetimindeki ilk sezonunda olduğu gibi bu yılı geleceği düşünerek geçirmek kafi olabilir. Sonra da çıkış için doğru zamanı beklemek kalıyor geriye. Çok uzun sürmeyecektir...

Hiç yorum yok:

Yeni Yazıhane Diyorsak...

Bir yılı geride bıraktığımız gibi soluğu yeni tasarımda aldık. Kubilay Kahveci'nin yeni oyuncakları için buradan yakın. Yazıhan...