4 Temmuz 2010 Pazar

ROTTERDAM, VITTEL VE BEN


Orhan Pamuk'un, "Masumiyet Müzesi"nin açılışında kullandığı şık ve anlamlı bir cümle vardır.

"Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum."

Seneler geçip de Rotterdam'daki prologue etabını izlerken neler hissettiğimi soran birilerine cevabım, hiç kuşkusuz, bu olacak. Tek farkla, Pamuk'un kitabının baş karakteri Kemal'in aksine ben yarışı izlerken de bunun farkındaydım. Yağmurdan sırılsıklam olmuşken, bedava dağıtılan iğrenç TUP marka cipsi yerken ya da Fabian Cancellara'nın zaferini izlerken de aynı fikirdeydim.

Hele bir de beni bu spora aşık eden Lance Armstrong'un önümden, hem de iyi bir dereceyle geçişini izlerken hissettiklerimi, keşke kalem erbabı olup da ayrıntılı yazabilseydim. Heyecan, gurur ve onur karışımı duygular içinde izledim olan biteni. Bu yazıda bütün bunların kırıntılarını bulabileceksiniz. Belki bütünlükten yoksun, dağınık bir şekilde olacak ama son iki günde gördüklerimin bir şekilde, bir yerlerde kayda geçmesini istiyorum.

2010 Tour de France'ın prologue etabının yapılacağı Rotterdam'a 2 Temmuz akşamı, yarıştan bir önceki gün varmıştım ve bu sayede metro ağını keşfetme ve parkuru görme fırsatım olmuştu. Avrupa'nın bana öğrettiği en önemli şey "Metro, hayat kurtarır." Rotterdam'ın bana anlattığı en önemli şey de ilk elden "Hazırız" mesajı olmuştu. Yarış parkuruyla, bitiş noktasının arkasındaki eğlence merkeziyle, parklarıyla, standlarıyla, basın merkeziyle ve kavurucu sıcağıyla Rotterdam, hakikaten de, Tour de France'a hazırdı.

Sıcak dedik, burada duralım. Hollanda, benim topraklarına ayak bastığım son 4 günde gerçekten de fenalık geçirten bir havaya sahipti. Hatta öyle ki, 2 gün önce Amsterdam'dan ayrılıp Rotterdam'a gidecek trene binerken uzun kollu üstümü, çantamda ağırlık yapar bahanesiyle arkadaşıma bırakmıştım. Etap boyunca yağmurla cebelleşirken uzun kollu üstümü düşündüm düşündüm, durdum.

Son dakika hatalarım bununla da bitmedi. Etap öncesi bölgeyi turlarken L'equipe standındaki satıcı "Bir dergi+Bir şemsiye=10 euro" ve "Bir dergi+Bir şapka=5 euro" diye iki ayrı kampanyadan bahsetti. Her 'yanlış zamanda cimrilik yapan savurgan adam' gibi ben de ikinciyi tercih ettim. Sonlara doğru sırılsıklam olurken şapkama uzun uzun baktım durdum. Gerçekten de uzun zamandır şahit olmadığım tarzda kasvetli ve gergin bir hava vardı Rotterdam'da ve bunun -her ne kadar izlerken sıkıntı verse de- etaba güzel bir hava verdiğini düşünüyorum. Harika Giro'dan sonra, Tour de France'ın da bu minvalde gitmesi en büyük dileğimiz.


Etap parkurunu avucumun içi gibi bilmemin şöyle bir faydası oldu. Su, turun resmi sponsoru benim de baş düşmanım olan, Vittel markaydı. Ve tanesi 3 euroydu. Fakat bir gün önce bomboş olan basın merkezine girdiğimde, orada Vittel'in ve daha bir sürü şeyin bedavadan dağıtıldığını görmüştüm. Burada uzun zamandır bir dolaba kilitleyip kullanmadığım pratik zekam baş gösterdi ve bir şekilde "Oraya girmeliyim" dedim ama maalesef, bütün gazeteciler içerideydi ve seyircilerin içeri girmesini engelleyen izbandut gibi abiler vardı kapıda. Tam o esnada Japon turistlerin binaya doğru yürüdüğünü görmemle bir aydınlanma anı yaşadım. Japon turistler, ellerinde fotoğraf makineleri, görevliye zor anlar yaşatırken ve yasağın mantığını sorgularken içeri girebilirdim. Nitekim öyle de oldu. Sessiz ve derinden girip odalara doğru hareketlendim.

Bisiklet dünyasının büyük beyinleriyle, nam-ı diğer bisiklet entelijansıyasıyla aynı mekandaydım artık. Hemen gazetecilerin asıl ikamet ettiği odaya girdim. Hummalı bir çalışmayla Tour'a hazırlanan ve bilgilerini son kez gözden geçiren yazarların ortasında durup çantama üç Vittel, iki çikolata ve bir de kek koydum. Yaka kartıma bakıp da hangi gazeteden olduğumu anlamaya çalışan ama bir kartım olmadığını görüp de meraklı bakışlarla beni izleyen bir dolu adamın arasından hızlıca çıktım.


Basınla alakalı şunu da eklemem gerek. Ben orada iki kuruşluk Vittel'in peşine düşmüşken arkamda bir kodaman gazeteci abinin "Merhaba ben bilmemne bilmemne, Mr. Bernard Hınault'yla görüşme imkanım var mı" şeklinde bir telefon konuşması yaptığına şahit oldum. İki resim arasındaki farka bakınız. Bir tarafta açık büfeden bedava reçel tabağı, peynir, tuz çalan anne geleneğini yaşatan bendeniz, diğer tarafta efsanelerin peşine düşen gazeteci dostlarımız. Tour de France'da hepimize yer var.

Bütün bu hengamenin içinde yarışa az kalmıştı ve bitiş noktasına yakın bir yerde, dev ekranın tam karşısına konuşlandım. Bir yanımda Schleck kardeşlerin fanatiği Lüksemburglu baba-oğul, öbür yanımda hala Brezilya maçının sarhoşluğu üzerlerinde olan Rabobank hastası Hollandalılar beraberce kardeşçe beklemeye başladık.

Dev ekranın karşısında olmanın faydalarını etap boyunca göreceğimi umuyordum ama bütün ümitlerim ilk iki saat itibarıyla fos çıktı. Ekran sadece bisikletçilerin çıkışını gösteriyordu, ne başka bir görüntü ne de başka bir bilgi yansıdı ekranlara. En azından, ilk iki saat itibarıyla.

Bu esnada, ben de kendi kendime Footon Servetto bisikletçilerinin derecelerini telefonla ölçüp önlerimden geçerken çılgınca destekleme oyunu yarattım. Neden böyle bir sevdaya düştüğümü merak edip soran bir abiye de Christian Prudhomme'ün yanlış kararı üzerine bir söylev çekip, "Ne işi var bu takımın burada" minvalinde bir şeyler söyledim. Bolca yabancı dil hatasıyla elbette. Kibarca kafa salladı ve önüne döndü.

Sonlara doğru favoriler yavaştan çıkmaya başladığında dev ekran ve bizim keyfimiz yerine geldi. Arka arkaya Lars Boom ve Robert Gesink'in güzel dereceleriyle çıldıran Hollanda halkı, aralıksız yağan yağmura rağmen sonuna kadar yarışı beklemeyi sürdürüyordu.


Derken Lance göründü. O anda, Lance'in çıkışından sonra herkesin şöyle bir silkinip kendine gelmesini ve o kolektif 'işte başlıyoruz' hissiyatını görmeliydiniz gerçekten de. Arkasından Cancellara ve Alberto Contador'un çıkışıyla beraber bütün seyirciler konuşmayı, yemeyi içmeyi bıraktı ve pür dikkat yarışı izlemeye başladı. Lance'in ilk ölçüm noktasındaki harika derecesini gören herkesten bir "OOOOO" nidası yükseldi... Cancellara gelene ve efsane performansıyla bu ses dalgasını iki katına çıkartana kadar. İyice yükselen heyecan dalgası içinde Contador'un beklenenden kötü gelmesi benim gibi Lance fanatiklerinin yüreğine su serpti. Üç bisikletçi birer dalga arayla önümüzden geçerken çıkan sesi gerçekten de en son iki sene önceki Metallica konserinde gördüğümü hatırlıyorum. Tarihe geçecek nitelikte bir atmosferdi.

Burada biraz durup şunu belirtmem gerekiyor. Lance Armstrong önümden geçerken avazı çıktığı kadar bağıran bendenizin ve diğer fanatiklerin kafasında başka iki şey vardı.

1- Evet, gerçekten de bu adamı canlı görmek çoğumuzun hayalidir.

2- Bu adamı formda görmek ise herkesin icinde taşıdığı daha büyük bir özlemdir.


Epey tartışılan geri dönüş kararından beri bizim Lance Armstrong'dan beklediğimiz buydu. Masaya yumruğunu vurması ve bir direnç göstermesi. Geçen seneki üçüncülük elbette çok iyiydi, özellikle de bu yaşta birinden beklenenden daha fazlasıydı. Ama Hinault'nun dediği gibi: "Bu adam bu yaştaki normal bir adam değil, bu adam Lance Armstrong." Ve eğer gerçekten de formdaysa dün gösterdiği gibi, Alberto Contador'a karşı bir reaksiyon gösterebilir. Geçebilir ya da geçer demiyorum ama Contador'un son üç yıldır ve son dört büyük turdur kurduğu hegemonyaya karşı koyabilir.

Zaman ve yanal rüzgarlar ve pave yollar ve Tourmalet her şeyi gösterecek.


Not: Dünyanın en kötü fotoğraf makinesiyle çektiğim fotoğrafları (Kodak tek kullanımlık makine, eskici gibi bir yerden aldım, aferin bana) bir dahaki yazıda koymayı umuyorum. Bisiklet fanatiklerine bir not, Didi Senft'le fotoğraf çektirdim. Yani en azından bizi çekmesi için makineyi verdiğim İngiliz velet bir hata yapmadıysa, çektirdim. Bu hafta hem onla, hem de tribünlerdeki diğer atraksiyonlarla ilgili bir yazı daha yazmayı planlıyorum. Başlıktaki "Dedem, Gofret ve Ben" atmosferinin ben de farkındayım, değiştirmedim.

Sevgi, saygı.

1 yorum:

leblebici dedi ki...

helal olsun blogda$ =)

ben %1'lik paristeki finali izleme ihtimalimle burda heycanlanirken, sen gitmis olayi yerinde incelemissin. Ve belli ki turu da etap etap yerinde takip ediceksin. Tadini cikarmaya bak, tur sonrasinda veya sen ne zaman yazarsan deneyimlerini bekliyoruz. Didi'yle olan fotografi da :D

Yeni Yazıhane Diyorsak...

Bir yılı geride bıraktığımız gibi soluğu yeni tasarımda aldık. Kubilay Kahveci'nin yeni oyuncakları için buradan yakın. Yazıhan...