
Pekin'de futbol çok konuşuldu, özellikle de yıldız oyuncuların kulüpleri ile milli takımları arasında yaşadıkları dilemma fazlasıyla gündeme geldi. Yeni düzenlemelerin gelmesi sürpriz olmaz. Arjantin-Nijerya finali ise herkesi Atlanta Olimpiyatları'na götürdü, beni götüremedi açıkçası. 8 yaşındaydım ve Atlanta'da olup bitenle ilişkim "Oha, Naim Süleymanoğlu Time'a kapak olmuş lan" cümlesinden ibaretti muhtemelen. Onun altın madalyasını biliyordum sadece yani. Ama bu final beni de geçmişe götürdü, daha yakın bir geçmişe... 2005 yazına gittim. İnsanlar yazı tüm devreleri kapatıp mutlak dinginliğe ulaşmak için en uygun zaman olarak görüp, ona göre değerlendirirler genelde. Bu bağlamda televizyon planlar dahilinde değildir, aslında plan bile olmamasıdır esas amaçlanan. Bense o yaz her Allah'ın günü NTV'nin yayın akışına bakıp, Hollanda'daki Dünya Gençler Şampiyonası'na göre ayarlardım her şeyi. Böyle bir organizasyonu Güntekin Onay'dan, Okay Karacan'dan dinlemek... Bugün olsa yine yaparım aynısını, dakika düşünmem. Dönemin en büyük yıldız adayları Quincy Owusu-Abeyie, Lionel Messi, Diego Tardelli, Philippe Senderos, John Obi Mikel ve Olcan Adın(!) da bu turnuvadadır en nihayetinde... Tabi turnuva bitiminde çok daha farklı isimler de gündeme gelecektir ya neyse...

O turnuvada güçlü takımlar vardı. Yarı finale ite kaka ulaşan Fas bunlardan biri değildi. Yarı final göremeseler de İspanya, Almanya ve Hollanda iyi kadrolarla katılmışlardı organizasyona. Fas'ın yanında Nijerya, Arjantin ve Brezilya bulunuyordu ve tıpkı Pekin'de olduğu gibi yarı finalin bir ayağı Brezilya-Arjantin idi. Brezilya'nın kadrosuna baktığımda çoğunluğunu o turnuvada ilk kez izlediğim ama sonrasında hayatımıza girmeyi başarmış bir oyuncu grubu var... En başta Bobo tabi, o günlerde bana çok daha ağır bir oyuncu izlenimi vermişti, ki Bobo ağırdır da. Pozisyonunun o turnuvadaki tartışmasız en iyisi sağ bek Rafinha, bu seneki yarı finaldeki feci performansına rağmen beğenebildiğim Rafael Sobis, Diego Tardelli, Renato ve Gladstone. Hollanda'nın o kadrosu ise yıldızlar topluluğu konumundaydı, belki de evsahibi olduklarından alt yaş kategorisindeki parlayan oyuncuları da normalde çok tercih edilmeyen bir şekilde o kadroya katmışlardı. Benim o kadroda en çok beğendiğim, yeni bir Marc Overmars mı geliyor diye sordurtan Tim Vincken halen o büyük patlamayı yapamadı. Quincy Owusu-Abeyie ise Arsene Wenger'in gözüne giremedikten sonra Spartak Moskva ve Celta Vigo derken bu yıl Birmingham City'de deneyecek. Belki de son şansı. Aynı kadroda geliyorum diye bağıran bazı isimler de gerçekten geldi ama... Ryan Babel ve Hedwiges Maduro bunlar arasında en çok sivrilenleri. Ron Vlaar, Urby Emanuelson ve bu turnuvada ilk onbir yüzü görememiş olsalar da Ibrahim Afellay ve Gianni Zuiverloon da listeye dahil edilebilir.

Almanya ve İspanya'ya da değindikten sonra esasoğlanlara geçeceğim. Almanya'da o jenerasyonun en parlak ismi olarak gösterilen Michel Delura'yı bulabilene aşk olsun. Aslında o turnuvada da beklentileri karşılamaktan uzaktı. Benim o kadroda dikkatimi çekebilen isimler Marcell Jansen ve özellikle de kaleci Rene Adler idi. Sonuç da ortada... Bunların yanında stoper Marvin Matip'i beğenmiştim o günlerde, hala beklemedeyiz. O kadrodan Andreas Ottl, Sebastian Freis ve Christian Gentner de bugün Bundesliga'da kendinden söz ettirebilen isimlerden. İspanya ise bizi eleyen takımdı o turnuvada, 3-0 ile çok net hem de. Cesc Fabregas, Alberto Zapater, Fernando Llorente, Javier Garrido, Jose Enrique o gün de en çok konuşulan isimlerdi, geldikleri nokta da bizim için sürpriz değil. Ama o gün Real Madrid'in oyuncusu olarak en fiyakalı isim Juanfran'dan haber alan yok... Madem Türkiye'den bahsettik, o kadrodan da birkaç isim sayalım. Ben en çok Sezer Öztürk ve ilginç bir biçimde Hakan Aslantaş'ı beğenmiştim o kadrodan. Sezer özellikle çok büyük bir hayal kırıklığımdır. Hakan'da ise ne gördüm, şu an ben de bilmiyorum açıkçası... Burak Yılmaz, Gökhan Güleç, Uğur Uçar, Selçuk İnan, Yasin Çakmak, Kerim Zengin, Olcan Adın, Gürhan Gürsoy... Hepsi bu takımda. Serkan Kırıntılı var kalede de, evlerden ırak. Bu kadroyla Çin, Ukrayna ve Panama'nın olduğu gruptan ancak en kötü üçüncü olmadığımız için çıkabilmiştik, sonra da İspanyollar çıktığımıza pişman etmişti dediğim gibi.

Nijerya'da ise umutlar John Obi Mikel üzerinde yoğunlaşmıştı, o gün bile Manchester United'ın kıskacındaki çocuktan bahsediyoruz. Son dakika çalımıyla Chelsea'yi seçti sonraları, hayırlı olmuş belki de bizim için. O kadroda o gün en beğendiğim isim Taye Taiwo idi, İnönü'de golü attığında içim iki kat cız etmiştir o yüzden. Ama o turnuvayı izleyen biri için Taiwo'nun çıkışı kesinlikle sürpriz değildir. Onyekachi Apam'ı da bizim Deniz Uygar'a benzetmiştim. Oyunu da benziyordu da, isimler de birbirini çağrıştırıyor onun da etkisi vardır. Okechukwu Uche kadar oyuncu olur mu bilmiyorum, halen Nice forması giyiyor. Bir diğer beğendiğim isim de Daniel Abwo idi, ülkemize de geldi ama dikiş tutturamadı. Yine de adamın yetenekli olduğunu düşünüyorum. O gün savruk gözüken Solomon Okoronkwo'nun Hertha Berlin'de onbiri zorlayabileceği konuşuluyordu yakın zamanda, yine de ben bu adamın iyi bir kariyeri olacağını öngöremiyorum. Soldan Taiwo bindirirken, sağ da boş durmuyordu. Kennedy Chinwo vardı, ama sanırım onu da iyi gösteren Taiwo imiş, hala ortalarda yok. Kaptan Promise Isaac vasat gözükmüştü, Gençlerbirliği'ndeki performansıyla mahcup eder gibi oldu, bir de Trabzonspor'da görelim. John Obi Mikel o jenerasyondaki ilgi odağıydı zaten. O Türk taraftarının hayatında yeri başka olan takımın bir diğer parçası Samson Sia Sia da bu takımın başındaydı, Pekin'de de gördük onu. Ukrayna, Hollanda ve Fas'ı yenerek yürüdüler finale, özellikle Hollanda maçı efsaneviydi. Maç penaltılara da gitse, domine eden taraf 90 dakika boyunca evsahibi de olsa Nijerya'nın turnuvadaki en büyük başarısıydı o.

Arjantin'e gelince... Apertura-Clausura hiç fark etmez, sürekli oyuncu yetiştiren müthiş bir ligleri var, bu sır değil. Bu turnuvada kupaya uzanan taraf da müthiş yetenekler barındırıyordu. Lionel Messi'den bahsetmeye gerek var mı bilmiyorum da, çeyrek finaldeki İspanya maçının yalnızca 20 dakikasını izlemiş ablam bana 18 numaranın adını soruyordu maç sonrası. Sizce kimdi? Ablamın bile görebileceği kadar bariz bir şekilde parlıyordu çünkü orada. Zaten Güntekin de sürekli Leo'ya değiniyordu, o gün de Barcelona oyuncusuydu Messi. Tabi içime sindiremedim bunu. O psikolojiyi tahmin edersiniz. Bütün turnuvayı izlemişsin. Yazlıkta net falan hak getire, deftere oyuncu ismi yazıyorsun 21. yüzyılda. Sonra ablan geliyor ve 18 numarayı soruyor. Ben de haliyle "Tamam Messi fena gözükmüyor da bilmiyorum yani Pablo Zabaleta falan var, o belki de daha büyük oyuncu olacak bilemeyiz" falan gibi bir şeyler gevelemiştim. Nasıl bir ruh halidir o, Zabaleta'ya sarılmama neden olmuş... Zabaleta gün geçtikçe beke çekildi hiç anlamadığım bir şekilde, takip edemediğim bir süreçte. Yine de Espanyol'da ilk onbirde çıkmasına yeten bir performansı var. Tabi o kadrodan daha iyileri de çıktı. Sergio Agüero, Fernando Gago ve Ezequiel Garay en başta gelenler. Lucas Biglia Anderlecht'te fena oynamıyor, o gün çok beğendiğim Gustavo Oberman'ı bu sezon Cluj kadrosunda görüyoruz. Muhtemelen en büyük hayal kırıklığım Oberman, belki biraz da Owusu-Abeyie... Neri Cardozo'nun Avrupa'ya gelmesini bekliyorum hala, Boca'da fena da oynamıyor hani. Dönem dönem Fotomaç'ın ilk sayfasını da süsleyen bir Juan Manuel Torres de var elde, o turnuvanın parlayanlarındandı gerçekten de. Oscar Ustari Pekin kadrosundan son anda çıkarıldı bildiğim kadarıyla. Getafe'de ismi uzun selefinden eldivenleri aldığı takdirde çok konuşulan bir kaleci olabilir. O turnuvada bir Adler vardı, bir de Ustari zaten benim için kaleci olarak...

Kadrolarda değişiklikler oldu tabi geçen yıllarda, tam anlamıyla bir
rivalry demek güç olacaktır ama bu takımların bir kez daha karşı karşıya gelmesi bana futbolda bazı başarıların tesadüfe dayalı olmadığını ve bu modellerin örnek alınması gerektiğini gösteriyor. Eğer o gün Utrecht'te Arjantin'in karşısında bizim milli takımımız olsaydı bunu 2008'e taşıyabileceğimizi düşünmüyorum. Oyuncular ne kadar yetenekli olursa olsun şans bulmakta zorlanacaklar ve ileri adım atmaları gereken zamanda yerlerinde sayacaklardı, belki de geriye gideceklerdi. O kadroda bulunan, o günlerde bile ışık saçan bir Yasin Çakmak'tan bahsettik, Edu Dracena'dan çok mu geride acaba? Geçen sezon görev yaptığı maçlarda bana hiç öyle gelmedi açıkçası. Bir önceki jenerasyonumuzun da sonunu biliyoruz. O kadrodan Tuncay Şanlı dışında birisini saymak bugün mümkün değil pek. Fatih Sonkaya? Okan Koç? Kemal Aslan? Tabi ki bunlardan bazıları sakatlıklara yenik düşmüştür, bazıları da kendi zayıf iradelerine... Yine de ben sistemin de bu oyunculara hiç yardımcı olmadığını düşünenlerdenim.