30 Temmuz 2010 Cuma

World in Changes


YİNE Mİ EFES?

Blues Bar'da Michael Jordan, Scottie Pippen, Toni Kukoc, Luc Longley, Jud Buechler, Steve Kerr birarada. Ve sonra güzel bir sohbet başlıyor. Önce Avrupalı Toni Kukoc geliyor. Ve ilk sorusu, "Türkiye'de kim şampiyon oldu, gene mi Efes" diye soruyor. "Hayır" diyorum, "Ülker oldu bu sene." "Değişiklik iyi" diyor Kukoc ve ekliyor, "Ama Ülker bir türlü Avrupa'da iyi yerlere gelemiyor."


AVRUPA İLKOKUL

Biz Kukoc'la Avrupa'daki basketbolu konuşurken Scottie Pippen araya giriyor, "Siz neyi konuşuyorsunuz? Avrupa hala bizim ilkokulumuz" diyor. Kukoc dönüp ona cevap veriyor, "Ama ben Avrupa'dan geldim." Başta Jordan olmak üzere diğerleri takılıyorlar, "Hala ilkokuldasın." Sonra "Türkiye'yi tanıyor musunuz" diye soruyorum.


JORDAN'IN YORUMU


Hepsinde ufak tefek bir imaj var. Ama en iyi bilgiyi Kukoc veriyor. "Biliyor musunuz, Türkiye'de ortalama bir oyuncu yılda 2 milyon dolar kazanıyor." İşte burada basketbolun efsanevi adamı Michael Jordan lafa giriyor, "Yanlış yapıyorsunuz. Dışarıdan oyuncu alarak, para vererek, onları transfer ederek hiçbir yere varamazsınız. Kendi ürününüzü kendiniz yetiştirmeniz gerekir."


Tarih: 8 Haziran 1998, Hürriyet


On what other countries need to learn from NBA and American basketball system, Kobe gave a surprising answer, and he said: "I believe that the system works best right now is not the US system, I believe it is the European system. Because they develop basketball players, and they teach them the skills. I think the European system has jumped over US system."

Tarih: 29 Temmuz 2010, Xinhua

29 Temmuz 2010 Perşembe

Reassurance Team


ABD milli takımının 21 kişilik aday kadrosu toplandıktan hemen sonra Amare Stoudemire, David Lee ve Robin Lopez'in yaşadıkları sakatlıklar nedeniyle kadrodan çekilmesi, başlangıçta dengeli gözüken kadroyu sıkıntıya soktu şüphesiz. Son olimpiyatlardaki o dominant takımın bile yapmakta en çok zorluk çektiği şey, istikrarlı bir pota altı savunması oturtmak ve yine pota altı rotasyonundan organize hücumlar sonucunda sayı bulmaktı. Milli takım yetkililerinin uzunları seçerken, NBA kariyerlerinin ötesinde oyunlarının Avrupa basketboluyla ne kadar uyumluluk göstereceğini de hesaba katması gerekir ki bunun önemini halen kavramış gözükmüyorlar. Şu oyuncu grubunda umutların bağlandığı uzun Brook Lopez gibi gözüküyor örneğin... Çok beğendiğim ve gelecek açısından umut beslediğim bir oyuncudur ama gerçekten de Lopez'den FIBA'nın herhangi bir turnuvasında aynı etkinliği beklemek adil mi?

Kadro son halini alınca yaşayabilecekleri sıkıntılardan uzun uzun bahsederiz. Javale McGee kadro 15 kişiye çekildiğinde kesik yiyen isimlerden biri oldu, biliyorum ama benim İstanbul'a götüreceğim kadro bu olurdu:


Rondo - Billups - Rose
Gordon - Iguodala
Durant - Gay
Love - Odom
Lopez - Chandler - McGee

Dışarıda kalanlardan Russell Westbrook tercih edebilirdi ancak dış şut sokamaması onu da bu turnuva için ideal bir isim olmaktan çıkarıyor. Yine de özellikle bire bir savunması, bu kadrodaki diğer kısalardan sadece Chauncey Billups ile kıyaslanabilir. O da Denver'da geçen sene şalteri indirmiş gözüktü biraz. Rajon Rondo ve Derrick Rose'dan birisinden vazgeçmekse oldukça zor olacaktır. Finale kadar sadece iki boş gün bulunduran bir programda sakatlık ihtimalini de göz önünde bulundurmak gerek. Olur da Rondo ve Rose'dan birisi dışarıda bırakılır ve kadrodaki oyuncu sakatlık yaşarsa yerini Westbrook ile doldurmak mümkün olmaz. Mutlaka oyunun başka alanlarında katkılar yapar ama takım çok büyük bir hücum gücünden mahrum kalmış olur.


Böyle düşününce McGee yerine Westbrook'u almak daha makul geldi aslında. (Yine de orijinaliteye saygıdan değiştirmiyorum, bir de dışarı çıkmam gerekiyormuş.) Nokta şutör yokluğu da ABD kadrolarının geleneksel problemlerinden biri olarak göze çarpmıştır her zaman. Bu kadroda zaman zaman 2 numaraya çekilebilecek Billups'la ve çok formda gözüken Eric Gordon'la bu problemin aşılacağını düşünüyorum. Andre Iguodala, Danny Granger ve Rudy Gay gibi dış oyunculardan çok bu tip oyuncular iş görüyor bu tip turnuvalarda. Gay'i 4 numarada daha kaliteli katkı verebileceğinden Granger'ın yerine tercih ettim. Stephen Curry'nin de oyunu burası için oldukça uygun ama topa hükmetmeye meyilli olması oldu beni uzaklaştıran. Rondo-Billups-Rose üçlüsü varken can sıkıcı bir alışkanlık halini alabilir.

Pota altında ne kadar fazla fizik olursa o kadar iyi olur düşüncesindeyim. O yüzden ilk olarak McGee mantıklı geldi ama sakatlanmamış olsaydı Lopez daha şık dururdu, orası kesin. Yoksa hem McGee'nin adını burada anmak için çok erken olduğunu düşünüyorum, hem de hücumu alacağı asistlere bu kadar bağımlı bir oyuncunun bu basketbolda çok işlev gösterebileceğini zannetmiyorum. Ama tatil mevsiminde bulabildikleri oyuncu bu olmuş demek ki. Jeff Green'in yaptıklarını da oraya kaydırılacak bir Gay hayli hayli yapar.


Neyse ben çıkayım artık...

27 Temmuz 2010 Salı

Modern Family










İlk sezon tekrarları şu sıralar ComedyMax'te karşıma çıkıyor. İkinci sezon kapıda. Hala izlememiş olanlarınız varsa, üç vakte kadar bana çok dua edecekler...

Bir de hastalık haline gelen acayip bir şarkı var. DYLAN - In The Moonlight (Do Me)

Tränen des Vaterlandes / Anno 1636

Andreas Gryphius'un yazdığı ünlü bir Alman sonesi... (Başlık "Anavatanın Gözyaşları" anlamına geliyor.)


Almanya'da basketbol sezonunun noktalanmasıyla birlikte yayılmaya başlayan söylenti gerçeğe dönüştü ve FC Bayern München, başkanı Uli Hoeneß'in açıklamaları doğrultusunda basketbolda da yeniden bir güç merkezi olma yolunda çalışmaları başlattı. Genişleyen vizyonu göstermek adına el atılması gereken ilk bölge saha kenarıydı elbette. Hoeneß'in seçimi de Alman basketbolunun en başarılı coachlarından birini başa getirmek oldu: Dirk Bauermann. Birçoğunuzun bildiği gibi 2003 yılından beri milli takımın başında Bauermann ve 1993'te Christian Welp önderliğinde kendi evlerinde aldıkları altın madalyayı bir kenara koyarsak ülkeye en büyük başarılarını getirmişti. Ülke basketbolundaki bu sınırsız kredisine rağmen bize oldukça yabancı gelecek bir karar aldı 2008 senesinde DBB (Alman Basketbol Federasyonu) ve kulüp takımlarında görev alan antrenörlerin, aynı zamanda milli takımlarla ilişki içerisinde olmasını yasakladı. Gerçi aynı sene içerisinde Brose Baskets'le gelen başarısızlık sonrası Bauermann da istifasını sunup, milli takıma odaklanmak istediğini açıklayacaktı. Fakat aynı anda hem federasyonun medya direktörü, hem bir ikinci lig takımının genel menajeri, hem de basketbol yayın haklarının sahibi olan televizyon kanalının yorumcusu olan omurgasızları barındıran Türk basketboluna oldukça uzak bir yaklaşım karşı karşıya olduğumuz...

Alman basketbolu benim her zaman saygıyla baktığım bir yapılanmadır ki spora karşı da hayatın her alanında olduğu gibi aklıselim sahibi bir tavır takınan Almanya portresine uygun bir yapılanma. Henüz Euroleague maçlarını CINE 5 ekranlarından yeni yeni takibe aldığım senelerde bile, o günlerde Wendell "Iceman" Alexis ve babasının kontenjanından Marko Pesic dışında çok etkileyici bir kadroya sahip olmayan Alba Berlin ile olan maçların ayrı bir zevki vardı. Berlin'deki salon belki çok haşmetli değildi, fakat takımın iddiasının kalmadığı dönemlerde bile kapalı gişe olurdu. O yaşlarda ağzından çıkanı kanun kabul ettiğim Murat Murathanoğlu'nun söylemi de beni biraz manipüle ediyordu doğrusu: "Almanlar bu işe entertainment olarak bakıyor İsmet. Haftasonu evin erkeği, karısını, çocuklarını alıyor, 'Haydi basketbol maçına gidiyoruz' diyor. Bizim de basketbolu böyle görme zamanımız geldi."


O dönemlerde Alman basketbolunun sorununun yetenek olduğunu düşünürdüm hep. Olağandışı bir oyuncunun çıkıp fitili ateşlemesini ve basketbolun yazgısını değiştirmesini bekliyordum. Tam o sırada da, şimdilerde Bayern'in mücadele ettiği Pro A liginde parlıyordu beklenen yıldız. Fakat o günlerde sahada eğreti duran bir projeden fazlası değildi Dirk Nowitzki ve Nike Hoop Summit'te bütün Amerikalı gözlemcileri etkileyerek henüz 19 yaşında NBA'e kapağı atınca, yerel lige heyecan getirme misyonunu tam anlamıyla yerine getirememişti. Belki Dallas kendisini seçtikten sonra takıma dahil etmek yerine bir sene Almanya'da bıraksaydı işler değişebilirdi. Sonuç olarak Nowitzki gibi bir yıldızın doğuşu Alman gençlerinin, gözlerini basketbola biraz daha fazla çevirmesini sağlasa da tıpkı bir önceki fenomen Detlef Schrempf'te olduğu gibi Bundesliga markasına üst düzey bir katkısı olmamıştı.

En azından kısa vadede...

Bugün yine en üst düzey sahneye çıkmaya hazırlanan Elias Harris, Tibor Pleiß, Robin Benzing, Tim Ohlbrecht, Lucca Staiger gibi isimler Nowitzki draft edilip manşetleri süslediğinde 9-10 yaşlarındaydı. Ve kendileriyle yapılan röportajlarda hemen hepsi, idolünün Alman gençlerine kapıyı açan Nowitzki olduğunu söylüyor. Ya da o kapıdan kafayı uzattıklarında gördükleri Kevin Garnett'in, Jason Kidd'in oyunlarından nasıl ilham aldıklarını. Harris ve Staiger belki Schrempf'in yolundan gitmeyi seçtiler. Fakat Staiger o gelişimi gösteremeyip, sadece bir nokta şutör olarak kaldı kolej kariyeri boyunca. Seneye Alba Berlin'le oynayacak ve ligin kalitesine hizmet edecek. Harris'in ise Almanya'ya tatil ve milli takım kampları dışında ayak basacağını düşünmüyorum yakın gelecekte... Fakat yeni jenerasyona ilham verecek isimlerden biri olmaması için görünürde hiçbir sebep yok.


Tüm bunlar Alman basketbolunun geleceğine umutla bakma sebebi olabilir, bundan Alman liginin de doğru orantılı olarak fayda göreceği aşikar. Peki ligde işleyen dinamikleri doğrudan değiştirebilecek başka bir aktör geliyor mu akla? Spor kulüpleri bireylerin üzerinde anlama sahip olan özel organizasyonlardır. Bunların bazıları tıpkı bir devlet gibi, kendine özgü yönetim merciini, şürekasını ve halkını oluşturmuş ve moda söylemle "bir kulüpten fazlası" olmuş kulüplerdir. Almanya'da bu tanıma uyan belki de tek spor kulübü FC Bayern München'in basketbolda yeni bir vizyon geliştirmesi, şüphesiz ki satır aralarında geçiştirilecek bir hadise değil...

Kısa vadede Brose Baskets, Alba Berlin, EWE Baskets Oldenburg gibi ligin lokomotifi olan kulüplerin bu yeni aktörün, oyun alanlarına müdahalesinden hoşnut olmaması çok ilginç değil. Zira her kulübün eşit olduğu Almanya'da da Bayern'in diğerlerinden biraz daha eşit olduğu herkesin malumu. Diğer ülkelerde böylesine ön plana çıkan benzer bir kulüp göremiyoruz. Tıpkı politikada olduğu gibi, bipolar yapılar her alanda daha kolay dengeye ulaşabiliyor. Fakat sorun şu ki, gerçekten kararlı bir Bayern lige adımını attığında Almanya'da buna karşı koyabilecek ve ikinci kutbu oluşturabilecek bir gücün ortaya çıkması mümkün değil. Kendilerine rol model olarak -kendileri gibi iki büyük futbol kulübünden güç alan- Real Madrid ve FC Barcelona basketbol kulüplerini belirlediklerini ifade ederken Hoeneß'in unuttuğu da işte bu. Real Madrid, FC Barcelona'ya sahip. Buna karşılık FC Barcelona da Real Madrid'e... O ligi çekilir kılan ve diğerlerini bu standartları yakalamaya iterek total kaliteyi yukarı çeken de bu çift kutupluluk.


Almanya'da şu anki görüntüde Bayern'in piyasayı bir tekel gibi yönetebilecek konuma gelmesi çok uzak ihtimal gibi durmuyor. Futbol liginde -zaman zaman farklı şampiyonlar çıksa da- halihazırda hakim olan durum bu... Önceki paragrafta isimlerini zikrettiğim kulüplerin birincil çekincesi de Bayern dışındaki futbol kulüplerinin yaşadığı sorunları bizatihi tecrübe etmek. Bunlardan biri monopol piyasanın karakteristiklerinden biri olarak, Bayern'in piyasadaki yerli oyuncuların aldığı ücretleri dikte etmesi. Hatta bu yüzden söz konusu kulüplerin, şu günlerde dikkatle Bayern'in transfer politikasını kestiğini gözleyebiliyoruz. Yabancı konusunda esnek ligde kadroyu Amerikalılar üzerine mi kuracaklar, yoksa sınırlı sayıdaki yerli yeteneği büyük ücretlerle ihya etmeyi mi seçecekler? (Geçen sezondan elde kalan oyunculardan sadece Robert Maras, Bundesliga seviyesinde görünüyor. Onu da Bayern kadrosunda gördüğüme şaşırdığımı söylemeliyim, milli takıma çıktığında kendisinden çok ümitliydim zira.) Şu ana kadar yaptıkları transferler ikinci şıkka uygun gözüküyor. Polonya asıllı Alman Artur Kolodziejski, milli takımdaki Amerikan asıllı veteranlardan Demond Greene, çifte kupalı Brose Baskets'ten Beckham Wyrick ve Bastian Doreth kadroya katılan ilk isimler oldular. Diğer transferlerden Sırp Aleksandar Nadjfeji, 2001 yılından beri -dört farklı takımla- Bundesliga'da ter dökmüş bir oyuncu. Bir diğer Amerikalı veteran Darius Hall için de farklı bir durum söz konusu değil. "Hall the Wall" 2004 sezonundan bu yana forma giydiği Artland Dragons'ın adeta bayrak adamıydı... Şimdi Bauermann'ın oyun kurucu bölgesi için yeni bir Amerikalı arayışında olduğu söyleniyor ama bu transfer politikası tam da Bundesliga'nın diğer aktörlerinin gerçeğe dönüşmesinden çekindiği senaryoyu işaret ediyor.


Bugünkü görünümüyle Fransa Ligi'ni andıran, play-offta serileri kısa tutarak sürpriz ihtimalini yukarıya çekmeyi amaçlayan ve her kulüp taraftarının, takımının görüntüsünden ne kadar mutsuz olsa da bir köşesinde umutlarını diri tutmasını sağlayan bir lig Bundesliga. Ancak Bayern, tahmin edildiği ve futbol sahnesinde gösterdiği üzere bu oyunun tek aktörü olmayı ve sahneyi diğerlerinden temizlemeyi amaçlayan agresif bir tutumla lige giriş yapacaksa bu görünümün kısa sürede değişeceğini söyleyebiliriz. Geçen sene Alman basketbolunu takip eden bir azınlık dışında herkesin soru işaretleriyle izlediği EWE Baskets Oldenburg, Euroleague seviyesinde beklenenden iyi bir basketbol ortaya koydu. Yerel lige dönüldüğünde aynı takımın çeyrek finalde maç alamadan Braunschweig'a elenişini izledik. Diğer yandan Eurocup finaline kalarak son yıllarda basketboldaki en büyük kulüp başarısını getiren Alba Berlin de ilk turu geçemiyordu. Tüm bunlar, şu anda istikrarlı olarak yukarıda bulunmayan takımların da yakın gelecek için hayaller kurmasına imkan tanıyordu. Sağlıklı hayallerdi bunlar... FC Bayern München gibi bir süper gücün lige dahil olması birçok kulübün bu hayallerden uzaklaşmasına yol açacaktır.


Daha şimdiden Brose Baskets'in basketbol operasyonlarından sorumlu Wolfgang Heyder'i danışman olarak görevlendirerek önümüzdeki yıllarda işlerin ne kadar çirkinleşebileceğini gösterdi Bayern. Heyder'in seneye birinci lige çıkacak Bayern'de bir üst kademe göreviyle ayartıldığını düşünen Bamberg ahalisi tepkili... Diğer kulüplerin merakla bekledikleri bir başka kararsa, yazının başlarında belirttiğim yasak kapsamında gelecek sezon Bauermann'ın coachluğunun engellenip engellenemeyeceği. Bayern'in sadece diğerleri kadar eşit olduğunu göstermek için DBB'nin elinde önemli bir fırsat var ama bu bile yeterli olmayabilir.

Peki Bayern'in bu lige hiç mi katkısı olmayacak? Elbette ki ilk aşamada medyada basketbol daha fazla yer kaplamaya başlayacaktır. Basketbola aç Münih şehrinin buz hokeyi için inşa edilmiş 4000-5000 kapasiteli Olympia-Eisstadion'u doldurması sürpriz olmaz. Belki Alba Berlin'in gücü yettiği sürece Berlin-Münih kapışmasını izlemek de zevkli olabilir. Muhtemelen Beko-BBL'in toplam değerinden daha büyük bir değer taşıyan FC Bayern München markasının dahlinin getirilerini küçük görmemek lazım. Ama bunun yanında yukarıda bahsettiğim noktalardaki endişe hakkımızı da saklı tutmalıyız. Bundesliga'nın da o tek başlı yavan Avrupa liglerinden birine dönüştüğünü görmek istemem.


"Mamma mia, Bayern!"

Ünlü bir İtalyan atasözü.

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Şapkasız Çıkma Çocuk!


Sevgili Rajon,


Nasılsın? Umarım iyisindir. Ben çok iyiyim. Lakin İstanbul yolculuğun öncesinde birkaç küçük uyarım olacak.

Seni mixed zoneda kıstırmaya söz verdim, böyle görmeyeyim.

Allen Iverson'ınki Porto Riko milli takımı için daha uygun gözüküyor olabilir. Ama sen yaratıcı çocuksun, daha iyisini bulursun.


Ters Jerry West figürüyle gelirsen de olmaz, burada yedirmezler.

Şimdilik bu kadar. Işık seninle olsun.

Yours sincerely,

Cem

What Happens in Vegas...

Bilgisayar için servis çanları çalarken son yazıları yazayım... Orlando Yaz Ligi için yazdığım yazı kadar kapsamlı olmayacak bu. Zira katılımı daha yüksek bir ligdi Vegas'taki ve her bir maçı takip etmek pratik olarak imkansızdı. Hatta bir noktadan sonra, ikinci salonun da dahil olmasıyla günde sekiz maç yapılır oldu... Böylece teorik ihtimal de ortadan kalktı.

Ben de en azından bizler için de NBA seviyesinde neler yapacağı sır olan çaylak oyuncuları dizmek istedim. Biraz John Hollinger kafası oldu, herhangi bir istatistik falan da kullanmadım. Beyin bedava...


Top 10

1. Dominique JONES (#25, DAL, 13.80)

Burada olması Wall'dan daha iyi performans göstermesinden kaynaklanmıyor. Ondan büyük oyuncu da olmayacak. Ancak bu hafta içerisinde scoutların biçtiği değerini en çok yukarıya taşıyan oyuncuydu, belki de aynı scoutları tekzip etti performansıyla. Şutunu istikrara kavuşturması onun için kilit olacak. Sezonun başlamasıyla birlikte kısa rotasyonundaki rakiplerinden biri olacak Rodrigue Beaubois dökülürken, sergilediği performans iki kat daha değerli. Zira ilk gün Mavs'in bu seçimini yadırgamamdaki sebep de oyununun Beaubois ile fazlaca benzerlik göstermesiydi. İkisinin de şutu tam olarak tehdit sayılmaz, ikisi de çok hızlı ve içeriye penetrelerinin sonunda etki gösteriyor. Belki de birisini piyasası yukarı çıktığı anda elden çıkarmak en mantıklısı olacaktır. Ama Dom Jones'un bu ligde kalıcı olacağı kesin. Biraz dağınık ama kesinlikle skorer içgüdülerine sahip. Savunmada da Beaubois'ya net biçimde ağır basar, inanmayan Wall'a sorsun...

2. John WALL (#1, WAS, 20.75)

Wall hakkında biraz aşağıya kayarsanız uzunca bir yazı yazdım, o yüzden kısa tutacağım. (İşte o yazı!) En yukarıdaki oyuncular arasında baskıyı en iyi göğüsleyen oyuncuydu Wall. Kendisinden hiçbir zaman şüphe etmedi. Bence bu özgüvenin somut göstergelerinden biri olan bir sahne vardı... Sanırım Hornets maçında Wall üçlük çizgisinin bir adım gerisinde fake gösterdi, savunmacısı -Pondexter olabilir- tepki vermedi ve salonda bulunan herkesin Wall'a kilitlendiği bir South Park sessizliği yaşandı. Penetre için ilk adımını ileri doğru atmış olmasına rağmen meydan okumayı kabul etti Wall. Böylece zaten hayli kötü görünen şut mekaniği daha da kötü bir hal almıştı, şut da fileye ancak dokunup dışarı çıktı. Hafta boyunca her adımını kendine güvenerek attı Wall. Ve Orlando'da gördüğümüz Evan Turner'a oranla en büyük artısı bu mental kararlılıktı. Lig sonunda verdiği demeçte de şutu üzerinde çalışmasının ne kadar önemli olduğunu vurguladı, her şeyin bilincinde göründü. Elindeki malzeme süperyıldız malzemesi mi, bu tartışılabilir ama kontrolün çok özel bir karakterde olduğu ortada...


3. Derrick CARACTER (#58, LAL, 16.40)

Karakter demişken... İlk kurşunu İsmail Şenol atmıştı draft gecesi yayınında ama bu espri de daha çok yapılır. Çünkü bu adamın da bir 58. sıra seçiminden beklemeyeceğiniz kadar uzun bir kariyeri olacak. Caracter'ın kötü şöhretini sadece NBA yetkilileri değil, biz de çok iyi biliyoruz. Lisede en yetenekli uzunlardan biri olarak gösteriliyordu, hatta Nike All-American Camp'e davet edilen ilk sekizinci sınıf öğrencisiydi. O yaşta bir çocuğa çevresindeki herkesin 'en iyi sensin' demesi genelde iyi sonuçlanmaz. Lisenin sonunda Caracter da acayip kilo aldı, antrenmanlarından kaytardı, akademik başarısızlığının sebeplerini başkalarına yükledi ve bunun beraberinde de üç farklı lisede okudu. Louisville ona bir şans tanıdı, zira kolay vazgeçilemeyecek bir yetenekti ama orada da çuvalladı. Rick Pitino, kendisine notlarını düzeltmesi ve kendini toplaması için bir yıl izin verdiğinde de kapıyı arkasına bile bakmadan vurdu ve UTEP'in yolunu tuttu. Orada işler biraz daha iyi gitti ama lisedeki tutumları, çalışma etiği hakkındaki şüpheler ve uncoachable bir oyuncu olduğu yönündeki ağır kanı herkesi imtina ile yaklaşmaya itti.

Vegas'ta ise Caracter'ın sadece iyi yönleri sahadaydı. Cousins bu lige yeni giriş yapan bu çocuklardan bazılarının, olgunluktan hala ne kadar uzak olduğunun canlı örneği olarak rakiplerine sataşırken, hakemlere itiraz ederken Caracter o günleri geride bıraktığının mesajını çok net verdi. Theo Ratliff'in gelmesi Phil Jackson için büyük bir rahatlama oldu şüphesiz ve bu Caracter'ın Vegas'taki esaslı oyununun bile kadro için yeterli olmaması anlamına gelebilir. Zaten P-Jax'in çaylak oyunculara mesafesi de bilinmedik bir şey değil. Ancak çaylaklar arasında post-up oyunu en güvenilir isim görüntüsündeydi, savunmacısıyla bire bir kaldığında her zaman iyi bir atış buldu ve orada kesinlikle bir çaylak gibi durmuyordu. Savunmada biraz kaçak güreşip fazlaca faul alması düşündürücü ama Lakers kadrosundaki guardları ve yaptığı savunmayı gördüyseniz buna anlam vermekte çok zorlanmayacaksınız.

Lakers çocuğuna kıyak geçtim.

4. DeMarcus COUSINS (#5, SAC, 12.17)

Daha önce de yazıp çizdik, bu sınıftaki en büyük problematik bu adam. Her iki yöne de gidebilir. İyi gününde -Minnesota maçı- birkaç dakika izlerseniz telefona sarılıp, ligi domine edecek bir uzuna hazır olmasını söyleyebilirsiniz arkadaşınıza... Ancak kötü bir günüyse en az prime dönemindeki Zach Randolph kadar oyundan soğutabilecek bir çocuk bu. (Glen Davis gibi salya akıttı eleman maç kazandıran şutundan sonra, neredesin evladım?) Zaten herhangi bir röportajını birkaç dakika dinlediyseniz -daha fazlasına dayanmak çok kolay değil- parlak bir zekayla karşı karşıya olmadığınızı görüyorsunuz. Bu yüzden de çöpe giden yeteneklerden biri olma ihtimali yok değil. Çevresinde onu dizginleyen, belki ona mentörlük edecek birileri bulunursa hasardan kaçınılabilir. Kings'in bu işi ciddiye alması lazım, ödül beklediklerinden de büyük olabilir.


5. Greg MONROE (#7, DET, 14.60)

Benim çok sevdiğim çocuklardan biri Monroe da. İlk maçta Lakers'a karşı da fena değildi ama Jonas Jerebko, Austin Daye ve DaJuan Summers varken çok fazla sorumluluk alması mümkün olmadı. Ama maçlar ilerledikçe kullandığı top sayısı, bunları değerlendirdikçe de özgüveni artış gösterdi. Son iki maçta yukarıda bahsettiğim ikinci sene oyuncuları fazla süre almayınca da 20+ sayılık iki maç çıkardı. Çok bahsettiğimiz asist özelliğini sık gösteremedi, bu asistleri bekleyen bir pota altı partnerinin eksikliğini hissetti sanırım. Daha çok 5 numarada kullanıldı ve bu seviyede idare eder bir görüntü çizse de, NBA'de karşısında duramayacağı çok fazla oyuncu olacaktır. Daha önce de belirtmiştim, rebound özelliği biraz fazla göz ardı ediliyor. Burada da son maçtaki 14 rebounduyla 8.0 ortalamayı yakaladı ve şüpheci yaklaşanlara iyi bir cevap verdi.

6. Larry SANDERS (#15, MIL, 16.20)

Milwaukee'nin yaz ligi kadrosu da sıkıcı kadrolardan biriydi, galiba canlı olarak hiç izlemedim ve üç maçın tekrarına öyle üstünkörü bakabildim. Ama ne güzel çocukmuş bu. Kolejde hiç izlememiştim daha önce, birkaç workout görüntüsüyle de net bir şey söyleyemiyordum ama izlediğim ilk maçı olan o Memphis maçında çok özel bir oyun ortaya koydu. İki de üçlük gönderip, "Yapamadığı bir şey var mıymış" diye sordurdu hatta... 14.0 sayı, 8.4 rebound ve önüne gelene 3.2 blok. Milwaukee çok yararlı bir çaylak bulmuş olabilir yine. Ne güzel gençler buluyorsun (Erşan, Cengiz, Lük Rişar) ve sonra da ne adamlara ne paralar verip (Gooden, Bad Porn) övdüğümüze pişman ediyorsun...


7. Gani LAWAL (#46, PHO, 11.20)

Bu sınıftaki uzun enflasyonunun birkaç kişiyi mağdur edeceği belliydi. Solomon Alabi ve Hassan Whiteside ile birlikte bu mağdurlardan biriydi Ganican. 15.4 sayı ortalamasına eyvallah da, böyle bir istikrar için çok genç: 14-18-15-16-14. Neredeyse her gün maçınız varken böyle acayip bir dağılım eğrisi ortaya koyması önemli. Faulleri oturtabilmesi her uzun gibi onun için de elzem. Geçen seneki kötü Earl Clark seçimi sonrasında, pota altı rotasyonunun ihtiyaç duyduğu bir oyuncu tipini ikinci turdan yakalamışa benziyor onlar da...

8. Craig BRACKINS (#21, NO, 8.40)

Pondexter'ı izlemek için geçtik ekran karşısına ama daha istikrarlı katkıyı veren Brackins oldu. Elbette Pondexter'ın patlama yaptığı maçlar potansiyelini gösterdi, ancak sezonun ilk maçında Monty Williams kenara baktığında daha hazır olanın Brackins olduğunu bilecek. Oyununu oturtmuş ve neleri yapıp, neleri yapamayacağının farkındalığına erişmiş güzel bir çocuk Brackins. Bunu workoutlarda da göstermiş ve 21. sıraya kadar tırmanmıştı sonuç olarak. Matt Bonner'ın aldığı kontratı gördünüz, 'aklı başında şutör uzun' kontenjanından bu çocuğun macerası da uzun soluklu olabilir gayet... Hornets da güzel ortama benziyor. Sevgili dostum, doğum günü çocuğu Şaban Işık bu lafıma kızabilir ama Collison-Thornton-Brackins-Pondexter çekirdeği yeniden başlamak için gayet iyi bir çekirdek... Kendisi bu takımın miadını doldurduğunu kabullenmek istemiyor olabilir, geçen sene iyi bir play-off takımı olmaktan sağlıklı bir Chris Paul uzaklığında olduklarına inanabilir ama Emeka Okafor'un kontratını da iteleyebiliyorsam bu işi fazla uzatmazdım ben.


9. Landry FIELDS (#39, NY, 15.60)

Geçen sene UCLA sevdasına kötü Pac-10'i izlerken "Avrupa'ya gelirse yıldız olur" tespitini yapmıştım Fields için. Yaz ligi de onun özelliklerine iyi hizmet ediyordu şüphesiz, iyi top oynadı ve halihazırda doldurulacak yerler olan Knicks kadrosunda yer bulmaması sürpriz olur. Ben bu oyunu NBA'e direkt taşıyabileceğinden çok emin değilim, çünkü atletizm alanındaki yetersizlikler çok daha belirginleşiyor o seviyede. Savunmada yavaş ayaklar da sıkıntı olacaktır ama yüksek basketbol zekasıyla, sayıya nasıl gideceğini bilmesiyle Knicks temposunda kullanışlı olabilir. Andy Rautins ile arasında kadro için bir rekabet bekleniyordu ama ilk günden ağırlığını koydu. Elbette Rautins'in ağır bastığı dış şut özelliği Knicks basketbolu için çok değerli ama Fields gibi bir hücum silahından yararlanmayı başaracaktır Mike D'Antoni. İstatistiklerdeki 1.2/1.8 asist-top kaybı oranı da ürkütücü ama Fields'ın sahadaki oyunu, olmayacak pozisyonları basket faulle noktalaması sizi adeta hipnotize ediyor. Ben bugün bunu gördüm, çünkü istatistik kağıdındaki kötü rakamların hepsine 'hadi ya' tepkisi verdim.

Güzel topçu, orada yapamazsa da Beşiktaş'a gelsin. Tipi bana hafiften Christina Dalmau'yu hatırlatıyor ama, gelmesin...

10. Ed DAVIS (#13, TOR, 14.80)

Davis benim elde patlamasını beklediğim bir oyuncuydu ama gördüklerimden hoşnut kaldım. Potansiyele bakarak yapılan tüm seçimlerde o bust olasılığını arıyorsunuz zaten, ben de bahsedilenin aksine çok büyük bir upside barındırmadığını düşünüyordum. Ama halihazırda bile tatminkar bir top oynadı. Zaten Bryan Colangelo'nun son seçimi DeMar DeRozan'a da sallıyordum geçen sene buralarda. İlk senesindeki oyunuyla çok da kafama kafama vurmadı belki ama bu sene onun da bir çıkış göstermesini bekliyorum mesela. Önyargılar kırılabiliyor, düşünceler değişebiliyor. Önemli olan yanıldığını kabul edebilmek. Davis'te de aynısı olabilir, umarım da olur.

Honorable Mention

Patrick PATTERSON (#14, HOU, 12.40), Quincy PONDEXTER (#26, NO, 11.20), Luke BABBITT (#16, POR, 11.80), Jarvis VARNADO (#41, MIA, 9.25), Armon JOHNSON (#34, POR, 12.80)

Not: Oyuncu üzerine tıklarsan batugdraft2010 profiline gider, gitmezse Kubilay Kahveci sizinle ilgilenecek...

22 Temmuz 2010 Perşembe

Yuvarlağın Köşeleri - 1

Bloga sadakat gösteremediğimiz günlerde, bisiklet yazılarını bile özlerken böyle bir fikir geldi aklıma. En azından iyi kötü bir rutinimiz olsun istedim ve her ay düşüncelerine güvendiğim dört ismi buraya konuk etmek istedim. Sorular dolaysız, nokta atışı sorular olacak ve buraya her ay farklı dostları almaya çalışacağım. Kısa keselim ve ilk ayın sorusunu soralım:

"NBA'de 2009-10 sezonunda en iyi performansı gösteren oyun kurucu kimdi?"

Ben bu ligi adamakıllı takip etmeye başladığım dönemde John Stockton artık kariyerinin son demlerini yaşıyordu ve lige belli aralıklarla giriş yapmış Gary Payton, Jason Kidd ve Stephon Marbury arasında gidip gelmekteydi bu unvan. Palazlanması biraz daha uzun zaman alan ve onu bazılarına göre bu üç oyuncunun da önüne koyan evrimi ikinci Phoenix döneminde yaşayan Steve Nash'e o tartışmalarda pek yer yoktu. Şimdi Kidd ve Nash yolun sonuna gelmişken, Marbury'nin nerede ne yaptığını kimse bilmezken bir değerlendirme daha yapmak gerekiyor.

En iyi oyun kurucuyu sormayıp geçen sezon özelinde bir yorum almayı istememin sebebi kolay bir cevap imkanı tanımamak. Çünkü bu listedeki isimlerin çoğunun tercihinin Chris Paul olacağını düşünüyordum öyle bir durumda. Ancak aynı sezonun seçimlerinden Deron Williams, daha genç jenerasyonun en parlak temsilcileri olarak gözüken Rajon Rondo, Derrick Rose ve Russell Westbrook ile birlikte büyük bir kapışma var günümüzde de... Hakeza Alvin Gentry ile yarı saha basketboluna daha fazla imkan tanıyan yeni bir döneme giren Phoenix'te, savunma defektlerinin hücumdaki liderliğinin önüne geçmesine hiç izin vermeyen Kanadalı'ya da ancak saygı duyabildiğimiz bir sezondu. Ben Rondo'dan yana kullanırdım tek oyum olsa, ama konuşma sırası bende değil...


Eleye eleye gidelim. Jason Kidd'in durumu malum, ayaklar gitmiyor eskisi gibi. Chris Paul sezonun büyük bölümünü sakat geçirdiği için üzülerek eliyoruz kendisini. Derrick Rose ve Russell Westbrook ligin en baba genç oyuncularından ikisi ve yakın gelecekte NBA üzerine olan etkileri şimdikinden çok daha fazla olacaktır, özellikle RussWest'in kaydettiği aşama muazzam. Bu iki adamı elerken üzülüyorum ama elden bir şey gelmez. Chauncey Billups iyi bir sezon geçirdi ama eski pırıltısı yok gibi artık onun da. Play-offta da pek bir halt yiyemedi keza.

Geriye kaldı Steve Nash, Deron Williams ve Rajon Rondo. Performans olarak bu adamları ayırmak zor olduğu için beni en çok şaşırtanı seçeceğim sezonun en iyisi olarak. 2 sene önce Boston şampiyon olurken Rondo takımın en önemli dördüncü, hatta beşinci adamıydı. Sonra Boston'da işler iyi gitmedi. Yıldızlar iyice yaşlandı, yavaşladı ve sık sakatlanmaya başladılar. Tüm takım geri sararken Rondo sürekli olarak kendini geliştirdi. Lige ilk geldiği sıralar orta mesafede boş kalınca sıçamaz ördek gibi bir ileri bir geri giden adam hem şut zaafını belli ölçüde giderdi, hem de bu tip savunmalara karşı yeni çözümler üretmeye başladı. Kişisel olarak bir oyun kurucuda ilk aradığım özellik olan oyun zekasını, Big 3 ve Doc'un da doğru yönlendirmeleriyle maksimum seviyede kullanmaya başladı. Maçın sonuna, başına, kıçına değil tümüne etki etmeye başladı ki etrafında üç tane kodaman varken bu kadar sorumluluk almak kolay iş değil. 2 sene önce Boston efsane kadroyu kurduğu zaman bunu söyleyeceğim hiç aklıma gelmezdi fakat 2010 Doğu Konferansı şampiyonu Boston Celtics'in normal sezon artı play-offlarda en iyisi, daima bu nev-i şahsına münhasır arkadaşımızdı.

Yaş haddinden emekliye ayrılsa kendisine maaş bağlanacak Nash, hala MVP seviyesine yakın basketbol oynayabildiği için az farkla ikinci geliyor sıralamamda. Ligin en iyi beşine seçilen Deron ise bence üçüncüdür, ama delikanlı adamdır, severiz kendisini.

- Alp AKBULUT, batug.com Thunder Sixth Man


Play-offa girilirken Celtics’in şampiyonluk ihtimalinin, taraftarları arasında dahi diğer takımlar kadar görüldüğünü zannetmiyorum. Bazı taraftarlarının Miami’ye bile eleneceğini ya da ancak yedinci maçta turu geçebileceğini düşündüğü, bazısının “Miami yine iyi de, atletik Charlotte olsaydı yanmıştık” dediği bir durumdaydı Celtics. Rondo o takımın uyanıp, şubat ayından itibaren ligin en büyük favorisi ilan edilen Cleveland’ı geçmesini sağlayan başlıca adam oldu. Şahsen izlediğim NBA sezonlarında 2001 Lakers hariç böylesi bir diriliş hatırlamıyorum. Cavs serisinde kazandıkları dört maçın üçünün kahramanıydı Rondo. İlk galibiyette 19 asist, seriyi 2-2’ye getiren maçta 29 sayı, 18 ribaund, 13 asistlik o inanılmaz triple-double ve seriyi bitiren maçta 21 sayı (9/15 FG), 12 asist, 5 top çalma. Ve Rondo’nun liderliğinde açılan bu yol, şampiyonluk kupasına sadece birkaç dakikalık mesafeye kadar uzandı. Sadece o seride değil, normal sezonda ve play-offun diğer bölümlerinde de takımının en iyisiydi.

Ligin en iyi oyun kurucusu Rondo mu? Final serisindeki gibi birkaç adım geriden savunulabildiği -ki Cleveland’a göre daha organize savunma yapan Lakers’a karşı etkinliği belirgin biçimde düştü- ve yine final serisindeki gibi ciddi serbest atış zaafı yaşadığı müddetçe bence değil. Ama bu sezonun en iyi performansını o gösterdi.

- Orkun ÇOLAKOĞLU, batug.com Lakers Sixth Man


Geçtiğimiz yılın en iyi oyun kurucusu hiç şüphesiz ki Steve Nash'ti. Etrafındaki oyuncuların kalitesini düşününce sezon başında 'ancak play-off yarışında olur' denilen takımı konferans finaline taşımak, sadece onun gibi bir liderin yapabileceği bir işti. Tabi bunu 35 yaşında yaptığını da göz önünde bulundurmak gerek. Yine onun kadar başarılı bir sezon geçiren bir diğer isimse Rajon Rondo. Rondo için söylenen şu söz, sanırım onun ne seviyeye geldiğini özetliyor: "2008 finallerinde Lakers'la karşılaşan takımın en zayıf halkasıydı, 2010'da ise en iyi parçası."

Benim gözümde bu ikilinin ardından NBA'in en umut veren takımının, en önemli isimlerinden biri olan Russell Westbrook var. Hücumda gösterdiği gelişim daha çok göze çarpsa da, sessiz sedasız işin savunma ve ribaund yönlerinde pozisyonunun en iyi ismi olma yolunda ilerliyor. Rakip guardlara göre çok güçlü ve atlet olması da cabası. Gelecekte bir triple-double makinesi olma ihtimali mevcut.

Bu üç ismin yanı sıra her zamanki gibi müthiş oynayan ancak etrafından yeterli desteği alamayan Deron Williams, ball-hog sıfatından kurtulup bir All-Stara dönüşen Jameer Nelson, çaylak sezonunda takımını play-offa taşıyan ve ayrıca bir maçta 55 sayı atmayı başaran Brandon Jennings ve henüz kendisinden beklenen o büyük sıçramayı yapmamış olsa da emin adımlarla zirveye ilerleyen Derrick Rose da geçtiğimiz sezonki performanslarıyla isminden bahsettiren oyun kuruculardı.

- Mert KASAPOĞLU, Genç Subaylar


Aslında direkt "Ben en iyiyim" diyen biri olmadı bana göre. Ama kesin olan bir şey var ki ligde üç oyun kurucu açık ara öndelerken, arkalarından bir tanesi daha "Durun ben de sizle takılacağım" demeye başladı. "Şu oyuncu şu maçta 30 sayı-17 asist yaptı, ondan bu sıraya koyuyorum" demek bana göre saçma. Takımlarının başarısındaki önem paylarına göre ise sıralama şöyle bence:

İlk sıraya Deron Williams'ı koymam lazım. Nash-Billups karışımı bir oyun sergilemeye başladı artık. Bu sıraya çıkmasının nedeni Steve Nash'in sezonun ikinci yarısındaki düşüşü belki de. Ama takımının açık bir şekilde lideri ve skor yükünü de taşıyor. Pek çok kişi Carlos Boozer nedeniyle ona yeterli saygıyı göstermiyor ama aslında Boozer da, Deron sayesinde çok ekmek yiyordu.

İkinci sırada Nash var. Takımın her şeyi sonuçta adam. Herkes Amare Stoudemire ayrılınca play-off yapamayacaklarını konuşuyor ama güçlü batıya rağmen ben şansları olduğuna inanıyorum. Nash gitse mesela yapamazlardı bence. Bu takım (Frye, Dudley, J-Rich) bu kadar iyi üçlük attıysa ve play-offa üçüncü sıradan girdiyse en önemli isim Nash. Yine de sezonun ikinci yarısındaki düşüşü nedeniyle ikinci sıraya geriledi ve bu yaşlılığın belirtisi olabilir.

Derrick Rose ile Rajon Rondo'yu da honorable mention olarak koyuyorum. Rose gerçek bir oyun kurucu değil ve takımı iyi olmadığı için biraz hor görülüyor. Ama kendisinden başka bir skor tehdidi olmadan, özürlü şutörlere sahip takımını %50 galibiyet yüzdesiyle play-offa soktu. Rondo da KG-Allen-PP kötü bir sezon geçirirken takımı tek başına taşıdı belli bölümlerde ve kendini ne kadar geliştirdiğini gösterdi. Çok büyük iş yaptı. İkili arasında kim daha büyük oyuncu olacak derseniz cevabım net: Rose. Ama geçen sene için Rondo ufak bir farkla önde diyebilirim.

- Can KORİ, Konyalı Portlandlılar

20 Temmuz 2010 Salı

John Wall - Exit Interview


- Yaz ligindeki performansını notlandırması istendiğinde B demiş. Makul...

- Son maçında basına da yansıdığı gibi her iki ayağındaki tendon iltihabı yüzünden dinlendirilmiş. Not edilmesi gereken, bu sorunu rutin olarak yaşadığını belirtmesi olabilir.

- Sevemedim John Wall'u ya... Şu röportajda bile fazla egosantrik bir adam gibi geliyor.

Aşağıdaki yazıda fazla yüklenmiş gibi oldum galiba, bunla alakası yok. Zaten öyle olsun da istememiştim, ama iyi özellikleri zaten onu #1 yapan özellikler, bunları herhangi bir yerde okuyabilirsiniz. Ben yaşayabileceği sıkıntılara odaklanmak istedim.

John *Insert Joke Here* Wall


Başlamadan uyarayım, bu yazı içerisinde oyuncunun ismiyle ilgili herhangi bir espri olmayacak. Yakalarsanız da istem dışı olmuştur, emin olabilirsiniz. Derginin gelecek ayki sayısı için yazdığım yazıyı "Wonderwall" metaforu üzerine oturtmak çok şık bir hareket gibi gelmişti. Yazı bittikten sonra da başımı -zeminle 45 derecelik bir açı yapacak şekilde- uzaklara yöneltmiş ve gururla ufuk çizgisini aramıştım. Bir haftadır takip ettiğim ne kadar Amerikan kaynağı varsa bu gülünçlüklerin peşinde ve dışarıdan bakınca kendi yaptığımdan da tiksindim. Henüz sezon başlamadan, yapılabilecek tüm esprilerin dünya üzerinde bir yerde yapıldığını düşünüyorum. Siz de içlerinden hoşunuza gidenlerle boşluğu doldurabilirsiniz.

John Wall'un yaz ligindeki performanslarının bu kadar yankı bulması çok şaşırtıcı değil. Kentucky gibi gelenek sahibi bir kolejin NBA'e gönderdiği ilk top-pick seçimi ve açıkçası Wall, Vegas'taki haftasında hayal kırıklığından fazlası olmasaydı bile hakkında -en azından ana akım medyada- çok fazla eleştiriye rastlayamayacağımızı düşünüyorum. Şu anda da -bence ikinci senesine adım atacak oyunculardan DeMar DeRozan ya da Reggie Williams kadar hak etmediği- bir MVP unvanıyla onurlandırılmış durumda...

Maçları izlememiş herhangi biri okuduklarına bakarak, NBA'in en yeni süperyıldızına merhaba dediğini düşünebilir. Fakat izleyenler Wall'un oyununun NBA'de direkt bir etki yaratmasına izin vermeyecek kadar fazla defekti barındırdığını fark etmiştir. Bu defektlerin bazıları, yaz liginin karakteristiklerinde daha kolay görülür bir hal aldı ama bazen de evrensel olarak çirkin görünen ve oyunun oynandığı her yerde baş ağrısı anlamına gelebilecek şeyler gördü gözlerimiz.


Wall 4 maçta 21 top kaybı yaptı ve bu can sıkıcı bir rakam ama topa hükmeden bir oyun kurucunun yaz ligi seviyesinde daha azını yapmasını bekleyemem ben. Her şeyden önce basketbol gibi ancak kolektif bir iyiye ulaşmayı amaçlayabileceğin bir oyunda, ilk kez biraraya geldiğin dört farklı beyinle birlikte oynamak kolay bir görev değil. Hele bunları yönetme görevi de sendeyse bunu ikiyle çarpmak gerekiyor. Bunlarla beraber herkesin gözlerini çevirdiği isimsen dünyanın en zor işiyle karşı karşıyasın. Bu çerçevede düşündüğümüzde Wall kötü bir sınav geçirmedi. Ancak lige giriş yapmadan önce de sahip olduğumuz bazı soru işaretlerinin, kolej basketboluna göre daha fazla kaliteli oyuncu bulunduran bu ligde ciddi boyutlara ulaştığını söyleyebiliriz. Fakat bunlar nedense çok fazla dillendirilmiyor, tozlar lig başlayana kadar halının altına süpürülüyor. Bunu Kentucky'ye bağlayabilirim ama basketbol basınımızda bu işi yapmak için daha gönüllü kimseler var. Yine de John kardeşim burayı okuyorsa, her şeyin o kadar toz pembe olmadığı konusunda uyaralım.

Çetin Yılmaz: "Öncelikle shot-selection dediğimiz... Böyle diyorum ama Türkçe'ye tam olarak çevirmek mümkün olmadığından, yoksa sen de biliyorsun ki..."


Çetin Hoca'nın olduğu gibi benim canımı en çok sıkan da şut seçimleri oldu. Bir başka Kentucky mezunu Rajon Rondo gibi zorlanabileceği söyleniyordu ama ben şut hissiyle en azından Derrick Rose kıyaslarını hak ettiğini düşünüyordum. Rose en azından orta mesafeden riske edilen bir oyuncu olmamıştı hiçbir zaman, ancak Wall şu anda sahanın her yerinde 3-4 adım geriden savunmayı tercih edebileceğiniz bir oyuncu. Bu yüzden de ciddi bir gelişim gösteremezse -Rose'dan fazla yol katetmesi gerekiyor- Rondo'nun yaşadığı zorlukların aynısını yaşayacak. İlk iki maçta belki de izleyenlere şutuna güvendiğini göstermek için çok yanlış tercihler yaptı, normalde kullanmayacağı bazı şutları kullandı. Bu psikolojiyi yalnızca şut seçimlerinde değil, saha üzerindeki her seçiminde hissettik aslında. İlk iki maçtaki 16 top kaybından sonra, üçüncü ve dördüncü maçların toplamında top kayıplarını oldukça azalttı. Bunda takım arkadaşlarıyla bağ kurmaya başlaması gibi gelen olumlu eleştiriler sonrası o ilk psikolojideki değişimin de pay sahibi olduğunu sanıyorum. Ancak o jumperı istikrara kavuşturamazsa, özellikle Hornets maçında göze çarpan bizim lisedeki tabirle 'bok atar' savunmasına NBA'deki guardlar tarafından da sıkça başvurulacaktır. Bitirdiği birkaç fast breakin yardımına rağmen Wall'un o savunmaya cevabı 10/23 olabildi. Bir önceki maçta bu sefer Dominique Jones'un daha yakın savunmasında ise 4/19'da kalmıştı ve o gün herkes son çeyrekte sahaya bile girmeyen Rodrigue Beaubois'nın sıfır sayılık performansını konuşurken maçın büyük bölümünde yaşanan Jones-Wall kapışmasının mutlak galibinin Jones olduğunu pek az kişi yazdı.

Şut konusunda Rondo'ya göre daha gelişime açık bir şutu olduğunu kabulleniyorum, 2008 final serisindeki gibi manzaralara imkan vermeden jump-shotını kabul edilebilir düzeye çıkaracağına inanıyorum. Bu handikapın tamamen görmezden gelinmesi ise şu aşamada bu süreci geciktirebilir gibi gözüküyor. Yine de şu anda attığı şuta jump-shot demek bile zor, zira ayakları üzerinde neredeyse havalanmıyor bile Wall. Bu çirkin mekaniği düzeltince getirileri de kısa zamanda görülecektir. John Calipari sizi kolaylıkla 1 numara yapabiliyor, ya da Daniel Orton örneğinde olduğu gibi size hiç beklemezken ilk turu garanti edebiliyor ama oyununuzu geliştirme işini NBA'e bırakabiliyorsunuz işte.


Wall'un yıllardır belli oyuncularla kıyaslandığını görüyoruz. Bizim futbol medyasındaki "Alex'in koşanı" tanımlamasını andırıyor aslında biraz. Bunlar arasında Rondo ve Rose'a göre ağır basan yanlarında oyun dışı bir özellik de göze çarpıyordu hep: Karizma. Gerçekten olgun bir çocuk. Liseyi üç farklı okulda geçirmesi, basketbola odaklanmasına yardımcı olmuş olabilir. Zaten diploma aldığı okulun adı da Word of God Christian Academy. Kolejde de liderliği üzerine alma noktasında hiç tereddüt etmeyen bu adam, Vegas'ta Sam Cassell'ın direktiflerine yüksek sesle karşı çıkarken de görüldü. (Tık!) Bu karizma denilen şey çift yönlü çalışabiliyor ve Wizards her ne kadar franchiseın yeni merkezi olarak John Wall'u belirlemiş gözükse de takımda hala Gilbert Arenas adında bir oyuncu var. Bu senaryonun sonunu gerçekten merak ediyorum. Oyun zekası genelde zayıf bulunan Javale McGee'ye kenardan "Odağını kaybetme" diye bağırmak, yaz liginde yapabileceğin bir şey. Peki ya Arenas'ın yanında bunu yapabilir misin? Yaptıktan sonra soyunma odasında duş alırken rahat olabilir misin?

İlk iki gün sonundaki top kaybı rakamları ciddi endişe kaynağı olmuştu ama -Eric Bledsoe kadar abartmadığınız takdirde- bunun sorun edilmemesi gerektiğini o zaman da yazmıştım. (Sözlükte yazdım sanırım. Hatta orada bahsettiğim bir imza muhabbeti vardı, ona da değineyim.) İlk maçının bitiminde NBA yetkilileri kendisinden 15 dakika boyunca imza dağıtmasını istiyor ama o herkesin imza aldığından emin olana kadar sürdürüyor bu işlemi. Tam 1 saat sürüyor, diğer maçın devre arasında o oyuncularla birlikte soyunma odasında gidebiliyor. Bu olumlu bir şey. NBA'de karşısındaki guardlar elemanı tanıdıkça sürdürmesi ne kadar mümkün olabilir, emin değilim ama çizgiye bu kadar kolay gitmesi önemli. Yine de yaz liginin doğasında olan şeylerden biri de bu, o yüzden tıpkı yüksek top kayıpları gibi bu da göz ardı edilebilir. 36 dakikaya vurulduğu zaman geçen sene lig lideri olan Kevin Durant'ten daha fazla serbest atış kullanmış eleman. Gerçek olamayacak kadar güzel bir istatistik ki muhtemelen de gerçek olamayacak. Özellikle -normalde bu kadar yakından almayacak- savunmacısını geçtikten sonra, savunma şablonunu oturtamamış rakibin boşluklarına penetre edebilecek bir oyuncuysan faul almakta hiç zorlanmıyorsun. 4/19 ile oynadığın maçta herkes 21 sayını konuşabiliyor sonra: "Bir de gününde olsa kaç sayı atardı kim bilir?"


Bir de McGee ile oynadığı pick 'n rolller heralde umut verici olmuştur, takımın geleceğinde önemli bir ikili olacakları aşikar. Top çalma konusunda da kolejde bir senede gösterdiğinden daha fazlasını şu bir haftada gösterdi. Elbette pek organize bir basketbol oynanmaması top kayıplarına yaptığı etkiyi diğer yönde de yapıyor ama 2.5 top çalma ortalamasını ben daha çok Vegas'ta savunma yapmaya karar vermiş olmasına bağlıyorum. Rondo'nun ben bu sene bire bir savunmasını da geliştirdiğini düşünsem de, salt top çalma rakamlarına dayanarak elit bir savunmacı olduğunu iddia edenleri de eleştiriyordum. Wall ise üstün fiziğiyle -NBA seviyesinde de- her guardın önünde durabilecek malzemeye sahipken bunu yapıyor. Doğru ellerde en iyi savunma yapan guardlardan birine dönüştüğünü de görebiliriz. Liderlik meselesi ise daha önce belirttiğim gibi çift taraflı çalışabilir, Arenas'ın olduğu bir takımda işler tatsız bir hal alabilir. Öte yandan ben de liderliğini ilan etmeden önce onu hak etmesini yeğlerim. Rose'un ve Rondo'nun yaptıkları gibi. Cin olmadan adam çarpmaya çalışmamak lazım.

Wall'dan ileride NBA izleyicilerine sunacağı iyiyi de, kötüyü de, çirkini de belli ölçülerde gördüm ve bir çaylak olarak MVP ödülünü hak edecek oyuncu olduğunu düşünmesem de bunca baskının altında sınavdan geçer notu verdim. Medyada ise kötü ve çirkinin neredeyse görmezden gelinip, tamamen iyinin pazarlanması biraz düşündürücü. Umarım Wall eksiklerinin farkındadır ve Kasım ayına kadar bunlarda bir ölçüde gelişim sağlayabilir.

9 Temmuz 2010 Cuma

Ewing Theory?

Çeviremediğim için kusura bakmayın. Chris Grant'in kendinden üçüncü şahıs olarak bahseden adamın kararı sonrasındaki basın açıklaması:

"We believe in this team, this organization, this community, and what we will do to compete at the highest level. We believe in the new coach and leader we have in Byron Scott, and the world class basketball organization and positive and strong culture we've established. Dan Gilbert and our ownership group are firmly committed to reaching our goals and succeeding on the court and in the community, at the highest level."

"Our fans stepped up and showed their support, to a degree unlike anywhere else. We are fortunate to have the support of the best fans in the NBA. That passion and dedication will be rewarded. We will work relentlessly to continue to build a team that will contend. A team that will win championships. We are all competitors and our one goal is to win, that and Dan Gilbert and our ownership team’s commitment and investment in this organization and community are constants that will not change."


8 Temmuz 2010 Perşembe

İki Resim Arasindaki 7 Fark: Tour de France vs. Giro d'Italia



Leman Dergisi'nın efsane köşesinden esinlenerek, bisiklet sporunda bir karşılaştırmaya gidelim:

1) Tour de France, dünyanın düzeninden daha önemli olmayıp İkinci Dünya Savaşı sırasında düzenlenmemiştir.

Giro d'Italia, 1940 yılında bile topun tüfeğin arasında düzenlenmiştir.

2) Tour de France, Fransızların bazı sempatik etap zaferleri dışında sadece coğrafi olarak Fransa'ya aittir.

Giro d'Italia ise, İtalya'nın bisiklet sporundaki güç gösterisi tadındadır.

3) Sarkozy, "Tour de France olmadan temmuz, temmuz olmazdı" der.

Berlusconi'nin Giro d'Italia hakkında bir demecine rastlanmamıştır.

4) Tour de France, bisikletçilerin sadece net zamanını karşılaştırarak "Kalçasına güvenen Alpler'de veya Pireneler'de atağa kalksın" mesajı verir.

Giro d'Italia etaplarda ilk üçe fazladan zaman bonifikasyonu vererek bisiklet sporunu araba yarışına çevirmeyi hedefler.

5) Tour de France, bisiklet takviminin en önemli yarışıdır.

Giro d'Italia, UCI Pro Tour takviminin en önemli yarışıdır.

6) Tour de France'da başarılı olan bir bisikletçiyi yıllar sonra televizyonda, doping kullandığını ağlayarak itiraf ederken görürsünüz.

Giro d'Italia'da etap kazanmış emekli bir bisikletçiye, Dreiländergiro gibi halka açık mütevazı bir bisiklet organizasyonunda rastlayabilirsiniz.

7) Tour de France'ın sarı rengi adına 'Etek Sarı', 'Sarı Gelin' gibi halka malolmuş türküler yazılmıştır.

Giro d'Italia pembesinin tek resmi şarkısı 'Toz Pembe', Demet Akalın tarafından bestelenmiştir.

Entourage



Şimdi ESPN'de canlı yayınla açıklama hadisesi işleri biraz değiştirdi. Milyonların karşısında LeBron James'in ağzından Cavs haricinde bir şey çıkarsa bunun Cleveland halkının sırtına saplanan hançer etkisi yaratacağı ve King Bron'ın imajına öyle bir leke sürmeye cüret etmeyeceği söyleniyor. Yine de işler bu kadar çığırından çıkmışken, "Olur mu hiç öyle şey, Akron'daki dostlara çok ayıp olur" diye neredeyse bir final maçı gibi pazarlanmış bu olaydan gelecek ekstra birkaç milyon dolara hayır diyemezdi LBJ. Yani ben bu canlı yayın olayının gereğinden fazla yorumlandığını düşünüyorum. Kankası Damon Jones olan adama güvenmeyeceksin!

Cavaliers organizasyonu dip noktasına gelmiş durumda benim nazarımda, birçok şeyi yanlış yaptılar ve beklenen gün gelip çattığında şu anda memleket muhabbeti dışında ellerinde hiçbir koz yok. Yetersiz bir coach üzerine getirdikleri adam da bu konuda bir o kadar şüpheli Byron Scott. Knicks, Bulls ve Heat dışında bir karar beni şaşırtır. Heat'e çok ihtimal vermiyordum. Malum egoların, ilginin, paranın paylaşılması bu çapta yıldızlar söz konusu iken pek olurlu gözükmüyor. Fakat yoğun bir dedikodu rüzgarı esti bu sabaha karşı. Olursa birisi takasını istemeden geçer mi beş yıl, emin değilim. Ama tetiği çekeceklerse cesur hareket olur, getirisi de büyük olur.


Herkes de doğuya gitti yalnız, Lakers adına güzel bir ortam oluştu. Seneye güzel takım Thunder ile oynarız yakanın finalini...

Bütünleme Zamanı - Orlando SL 2010


Son birkaç günde serbest oyuncuların tercihleri gündemi meşgul ederken, Orlando Yaz Ligi de perdelerini açtı. John Wall'un Las Vegas'ta sahne alacak olması, burayı biraz ikinci plana itmiş gözükse de gayet sağlam kadrolar var. Derrick Favors ve Evan Turner'ın karşı karşıya geldiği Sixers-Nets maçı dışında medyadan çok fazla rağbet görmemiş olsa da, maçlar sırasında gözüme çarpan oyuncuları buraya da not düşmek istedim... Ligdeki diğer takımlarsa Celtics, Magic, Jazz, Thunder, Bobcats ve Pacers.

Aynı saatlerde Sepetçiler Kasrı'nın müthiş manzarası ve hastası olduğumuz Martha Wainwright vokaliyle cennetten bir geceye tanık olduğumuzdan dünün ilk iki maçını izlemediğimi de belirteyim. İzlediğim maçları da büyük bir iş disipliniyle takip etmiyorum, eksikler olacaktır...


Lance Stephenson (Indiana Pacers): +18.50 efficiency

Stephenson liseden beri piyasa değeri büyük iniş çıkışlar gören bir oyuncuydu. Hakkında "Born Ready" adında bir reality show yapılacak kadar göz önünde bir gençlik geçirip, Rucker Park'ta kendisinden yaşça büyük oyuncular karşısındaki -lakabının kaynağı olan- performanslarıyla dillerden düşmedikten sonra beklediği şey lige 40. sıra seçimi olarak girmek değildi şüphesiz. Üstelik 38. ve 39. sıralardan iki seçim hakkı olan Knicks'in onu görmezden geldiğini de hatırlatmak lazım. Bu bağlamda kanıtlayacak birçok şeyi vardı ve bunu ilk iki günde en iyi şekilde yaptı. Hem de bazıları gibi oyunu forse etme derdinde gözükmeden, bir katilin soğukkanlılığıyla.

Çaylaklar arasında ilk iki gün itibarıyla en çok ışıldayan net biçimde oydu. Kendisini Cincinnati'de çok da alıcı gözle izlemediğimi söylemeliyim, sadece internet ortamında sokaktaki birkaç maçından görüntüler izleyebilmiştim. Sahada diğerlerine oranla hem mental açıdan, hem de fiziken çok olgun duruyor. Sahaya adımını ilk attığında, onu hiç izlememiş biriyseniz oyun kuruculuğu kotarabileceğinden şüphe duyabilirsiniz. Fakat topu eline alıp numaralarını sergilemeye başladığında, o şüphelerden eser kalmıyor. Oyun zekası ve bunu pas yeteneğiyle birleştirmesi günün en güzel görüntülerini görmemize imkan tanıdı ilk gün. LeBron James'ten bu sezon haftanın en iyi hareketi de seçilmiş güzel bir bounce pass gelmişti, Anderson Varejao'nun basketiyle tamamlanan. Aynı tadı veren bir pası oldu Magnum Rolle'a, görüntü bulabilirsem paylaşırım...

İkinci günse maçın başlarında ayak bileğine aldığı darbeyle bir süre kenarda oturmak durumunda kaldı. Takımda da işler ilk günkü kadar iyi gitmiyordu. İlk gün kendini kanıtlama isteğinin pompaladığı bir performans gelmişti Pacers'ın çaylak üçlüsünden. İkinci gün bu ortada yoktu ve karşıda Magic'ten çok daha sağlam bir takım izlenimi veren Nets'in olması da çok yardımcı olmadı. Terrence Williams müthiş bir top oynarken, Damion James ve Derrick Favors
da vasatın üstüne çıkınca Nets buranın en korkutucu takımı olmaya aday. Sıra onlara da gelecek... Ama Born Ready, NBA izleyicileri için şimdi daha anlamlı bir lakap oldu.

İlk iki maçta 27.5 dakikada 75% şut isabetiyle 18.0 sayı ortalaması yakaladı Stephenson, 3.0 asist düşük gibi gözükse de normal şartlarda asist olacak birçok pas da güme gitti. Yaz Ligi olayının doğasıyla ilgili bir durum bu, çok da kafaya takmaya gerek yok...

Terrence Williams (New Jersey Nets): +19.50 efficiency

Geçen sezon en çok beklenti içinde girdiğim çaylaklardan biri olan, ancak sezon genelinde kötü giden Nets'in iyi işlemeyen parçalarından biri gibi gözüken T-Will sezonu gayet iyi bitirmişti. Takımın hiçbir iddiası kalmamış olsa da, ilk beşteki yerini sağlama almasını sağladı triple-double ile flört eden ortalamaları sayesinde. Chris Douglas-Roberts'ın gönderilmesinde de ölü sezonda cap boşaltarak el güçlendirmenin yanı sıra bu form durumu da etkili olmuştur muhtemelen.

Williams ilk iki gün oyunu kimsenin yapamadığı kadar domine etti. Turner ve Stephenson'ın NBA'deki ilk derslerini aldığını söyleyebiliriz. Savunmasıyla onlara kolay bir başlangıç yapma şansı vermediği gibi, her ikisinin de savunması o maçlar sırasında biraz sorgulandı. Yaz Ligi'ne çok önem vermemek gerek, geçen sezon benzer şeyleri söylediğimiz Anthony Randolph'un sezonu da ortada ancak ben sahada Nets uygun şartları sağlarsa MIP ödülüne adaylığını konuşabileceğimiz bir oyuncu gördüm ilk iki gün itibarıyla. Yürüyedursun...

Bobcats-Celtics maçı başladı, devamı sonra gelecek...


Jrue Holiday (Philadelphia 76'ers): +14.50 efficiency

İkinci senesini geçiren oyuncular için, sorumluluk alınan bir sezon sonrasında yaz liglerinde tutunulan iki tavır oluyor. Bir tanesi 'neden buradayım ki' moduna girip, umarsızca fade-away sallayan ve kötü yüzdeyle iyi istatistikler yapmasına rağmen aslında ligi sabote eden oyuncu tipi. İlk maçtaki James Harden'ı bu havada gördüğümden iyi rakamlarına rağmen bu listeye eklememiştim, fakat günler ilerledikçe sahaya basketbol adına bir şeyler koymaya başladı o da. Holiday bu oyuncu tipinin özelliklerini yansıtmıyor ve ilk dakikadan bu yana buranın kralı olduğunu gösterme gayretinde.

Turner seçimi sonrasında Holiday-Turner backcourtuna umut anlamında büyük yatırım yapan Sixers organizasyonu için Orlando Yaz Ligi, diğer takımlara oranla çok daha anlamlıdır sanıyorum ki... Belki Nets ve Pacers da sahadaki kimi oyunculara gelecek planlarında önemli roller yüklemiş vaziyette, fakat Doug Collins kenardaki en dikkatli head coach olmalı geride kalan günlerde...

"I'm a lot more comfortable... That year under my belt really helped."

Magnum Rolle (Indiana Pacers):
+10.50 efficiency

Draft gecesi batug.com ahalisiyle CoverItLive olayına girdiğimizde, son yılların isim açısından en cömert sınıfına yakışır bir anket düşündüm. Yarı finaller için seçenekleri oluşturduk ve sonuçta Al-Farouq Aminu vs. Quincy Pondexter finalini hazırladı oylar... Fakat gece noktalanmak üzereyken, hemen hemen kimsenin mock draftinde kendisine yer bulamamış bir oyuncu anons edildi. Herkesin düşündüğü espri Russ Bengtson'dan gelecekti:

"Magnum Rolle is going to be the first NBA player to get an endorsement deal with Vivid Video."

Rolle ilk maçında bunun yanında sahada takıma vereceği şeyler de olabileceğini gösterme gayretindeydi. Orlando'ya karşı ilk maçta sadece 19 dakikada 11 şut denemesi bunun göstergesiydi, belki negatif anlamda aldığı 6 faul de... Bu agresif oyunuyla rotasyonda kısa sürede bir yer kazanabilir. Jeff Foster ve Troy Murphy geçtiğimiz sezonu sakatlıkların da etkisiyle kayıp geçtiler ve yenilenen takımda kendilerine yer yok. Onların yokluğunda zaman zaman şans bulan Solomon Jones ve Josh McRoberts da bu seviye için yetersiz olduklarını gösterdiler. McRoberts yaz ligi takımının da kadrosunda ve buradaki oyunu da onun hakkında olumlu bir şey arayanlara yardımcı olmadı. (İkinci gün 11 sayı, 6 rebound, 6 asist ve 2 blok başlangıçta güzel duruyor ama bir pota altı oyuncusu 3/18 ile şut attıysa bu pek güzel değildir.) Bu şartlar altında Rolle'un eline fırsatlar geçecektir, bunu kullanma konusunda da iyi ışıklar verdi. Hücumda zayıf görünümüne rağmen, NBA fiziğindeki oyunculara karşı bile bu problem olmadı ve atletizmiyle potaya gidebildi. Daha ziyade yardım savunmacısı portresi çiziyor, bire birde de sağlam durabilirse ilk aşamada 8-10 dakikaları görecektir bence.


Derrick Brown (Charlotte Bobcats): +16.00 efficiency

6/10 ile 20 sayı, 5 rebound, 3 top çalma. 6/12 ile 14 sayı, 8 rebound. Bir tanesi Sundiata Gaines'in kaçan son saniye üçlüğüyle, bir tanesi de Jeremy Pargo'nun son saniye oyunuyla gelse de iki galibiyete taşıyan iki önemli performans. Bobcats kadrosunda herhangi bir draftee göze çarpmıyor ve Brown-Henderson ikilisinin yaz ligi olayına yaklaşımları takımın performansını direkt etkiliyor. İlk iki gün çok güvenli gözüken ikili, bugün şalteri kapatınca Celtics önünde skoru maç boyu 20 sayı geriden takip etmek zorunda kaldılar mesela.

Brown geçen sene aldığı süreleri hak ettiğini ispatlamalı, zira Theo Ratliff ve Tyrus Thomas eklemeleri Larry Brown'ın hedef yükseltirken bu gence çok da güvenmediğini gösterebilir bazılarına... Çaylaklarla çok arası olan bir coach değildir ve pota altındaki derinlikten yoksun kadro nedeniyle Tyson Chandler'ın sakatlığında çaresiz kalmasa bu ikinci tur seçimine başvurmayacaktı muhtemelen. Brown'ın yaz ligindeki oyunu tatmin edici, fakat oyununa bazı şeyler ekleyip coachunu etkilemesi gerekiyor bir an evvel. Minimum kontrat oyuncusuna gider şu haliyle en fazla.

Luke Harangody (Boston Celtics): +20.00 efficiency

Harangody Notre Dame'da kolej kariyerine hızlı girip iyi rakamlar yakalamış bir oyuncuydu ve daha önce drafte girme kararı alsa, beklenti ilk turun altına düşmeyeceği yönündeydi. Fakat geçen sene sakatlıktan geri döndükten sonra şutunu bulamaması ve içeriden de herhangi bir üretim sağlayamayınca onsuz daha iyi işleyen takımın erken vedasına sebep olması draft öncesi elini kuvvetlendirmedi. Danny Ainge pota altında imkanları kısıtlıyken, kolej tecrübesi üst düzeyde bir oyuncuyu tercih etti.

Brian Scalabrine oyunun diğer yönlerinde fonksiyon göstermekten uzak olduğundan, kenardan şut atan bir 4 numara getiremiyor Celtics bu kadrosuyla. O derinliği Harangody sağlayabilir mi, emin değilim. Belki normal sezonda kısıtlı sürelerde kullanılacaktır ancak play-off zamanı Scalabrine'den daha iyi bir alternatif olamayacakmış gibi gözüküyor. Benzer zaafları Harangody de oyununda barındırıyor ve bunları kompanse etmek için ekstra efor sarfiyatı oluyor takımına faturası. Çekirdek korundu, hedef son bir kurşun kullanmak, bunlarla uğraşacak zaman yok...

Şutunu bulmuş en azından, üçüncü günü de katarsak 6/12 ile üçlük attı ve düzeneği kurunca üst üste saymaya başlayabiliyor. Fakat belki daha kritik istatistiği ikinci gün kötü şut atarken 12 rebound çekmeyi başarmasıydı. Semih Erden'in yokluğunda görev tanımındaki değişiklik de bunda etkendi gerçi, aldığı kadar da rakibe verdiğini söyleyebiliriz. Yine de kendisini savunması gerektiğinde bir belagat olabilir orada yazan rakamlar.


Honorable Mention:

Evan Turner (Philadelphia 76'ers, +16.00) - Gerald Henderson (Charlotte Bobcats, +20.50) - Gordon Hayward (Utah Jazz, +15.50) - Patrick Ewing Jr. (Orlando Magic, +12.50)

Turner bir şeyler kanıtlama arzusunun çok yaramadığı isimlerdendi aslında bugünkü performansı da hesaba katarsak. Hücumda topa sürekli hükmetme çabasındaydı, Holiday'le birlikte sahada bulunduğu dönemlerde dahi ekseriyetle tepede topu alıp oyunu kurmaya çalıştı. Hadi yalan söylemeyelim, oyunu kurmaktan çok kendi başına bir şeyler yaratma niyetindeydi. Big Ten'de aldığı düdükleri burada alamayınca hakemlerle dialoga girdi sıkça, çok iyi işaretler değil. Ama kendine güveninin üst düzeyde olması olumlu, Derrick Rose da kötü bir başlangıç yapmıştı iki sene önce. Oynaması gereken zaman bugün değil, kendisini rahatlatması lazım. Ben genel olarak olumlu bulup listenin bu kısmına dahil etmiştim onu, fakat bu sabaha karşı 1/6 ile 4 sayıda kalıp takıma yarardan çok zarar getirdi. Savunmasının yetersiz olabileceğini söyleyenlerden etkilenmiş olsa gerek, Ohio State'te hiç olmadığı kadar agresif fakat sürekli çalışan kolları kolay fauller almasına sebep oluyor. Meydan okuması güzel tabi de, bunu yarın lig başladıktan sonra yaparsan 'hele bir soluklan yeğenim' diye kenara alırlar...

Henderson da üçüncü günü nispeten kötü geçirdi, zaten ilk yarıda Celtics farkı koyunca İspanya-Almanya maçının havasına girip satmıştık o maçı... İlk iki gün gerektiği zaman içeriyi zorladı, fauller aldı. İyi bir kolej oyuncusu olarak gelmesine rağmen, yeteneklerinin NBA'e aynı düzeyde uyum gösteremeyeceği hep söylenmişti. Başka bir yerde daha fazla süre bulabilirdi açıkçası, coach faktörü mutlaka önemlidir ama ilk senesinde o konvertibilite sorunlarını yaşadı bulduğu dakikalarda da. Ben kendisine bu ligde bir yer bulabileceğini düşünüyorum zamanla çoğunluğun aksine.

Hayward ise Turner ve James'in aksine, üç ay önce ulusal basının manşetlerini süsleyen oyuncu değil de kendisini denemeye gelmiş sıradan bir oyuncu havasındaydı. Gerekmedikçe sorumluluk almadı, adeta Jazz basketbolundaki rolünün provasını yaptı. İnsanlar 9. sıra seçiminden ekstra bir şeyler görmeyi bekliyor tabiatıyla... Bunu yapmadı ama şut pozisyonu hazırlandığında tetiği çekti, takım skorda sıkıntı çekerken faul çizgisine gitti, savunmada önemli katkılar yaparak son çeyrekte maçı çeviren isim oldu Bobcats'e karşı. Üçüncü günde üçüncü maç ona da biraz fazla geldi, belki Pacers'a karşı hislendi çocuk bilmiyorum. Ama takım erken havlu atarken pek aktif değildi Hayward yine. Jazz'in doğrudan skoru sırtlamasını beklediğini sanmıyorum ama biraz daha işin içine girmesinden mutlu olurlardı heralde.

Ewing Jr. da fena görünmedi, çok daha kötü oyuncular kontrat aldı NBA takımlarından. Hiç tanımayanlar varsa babasıyla oyuncu olarak tek ortak yönlerinin Georgetown mezunu olmaları olduğunu söyleyelim. Kenarda babası olmasa ilk beş çıkar mıydı emin değilim, o da 'çıkamazdı' diyenleri tekzip etmenin peşindeydi zaten. İlk iki gün bulduğu 57 dakikaya 29 şut sığdırdı bunun sonucu olarak. Ama kötü değildi kesinlikle, en azından bu seviyede etkili görünen bir post-up oyunu ve fena olmayan bir dış şutu var. Savunmada da sağlam duruyor, pas kanallarını iyi kapatıyor. Geçen sene Las Vegas Summer League'e çağrılmasına rağmen sakatlığı nedeniyle pas geçmişti. Bu sene de buradan Vegas'a geçip orada babasının efsane olduğu takımla oynayacak, bakalım aynı süreleri bulabilecek mi?

Üçüncü gün sonrası bu listeye Damion James, James Harden, Paul George, Byron Mullens ve Kosta Koufos da eklenebilir. Aşağıdaki listeyse acayip. Daniel Orton'ın ilk iki gün sonundaki şut yüzdesinin 7.1 olduğunu biliyor muydunuz? Toplam 30 dakikada 5 sayı, 5 rebound ve anlamsız dayılanmalar... Evet Fikret Engin ne olur? Büst olur.


Daniel Orton (Orlando Magic, -4.50), Stanley Robinson (Orlando Magic, +7.00), Marreese Speights (Philadelphia 76'ers, +9.50), Semih Erden (Boston Celtics, NL), Jerome Randle (Orlando Magic, +12.00)

Semih bu sabaha karşı fena değildi fakat, Randle'dan da beklentimiz yüksek yoksa çok kötü top oynadığından değil de...

Yeni Yazıhane Diyorsak...

Bir yılı geride bıraktığımız gibi soluğu yeni tasarımda aldık. Kubilay Kahveci'nin yeni oyuncakları için buradan yakın. Yazıhan...