
Bu seriye en son çok da hatırlamak istemediğim ikinci Bayern München maçı sonrasında yazmıştım. O günden bu yana James Joyce Pub'da izlediğim maçlar oldu ama buraya aktarmaya ya fırsat bulamadım, ya da yazmaya değecek çok fazla şey yoktu. Bir de sezonun dönüm noktalarından birindeki Chelsea maçı var, o günün ardından yazmamamın sebebini tahmin edebiliyorsunuzdur. Totem gereğince soda limonla geçirilen maçın son dakikalarında beyin sarsıntısı geçiren yan hakem, günümü şenlendirmemişti elbette.
Doğum günümü kutlamak üzere Taksim yollarına düştüğüm cumartesi akşamı, staj çıkışında yakaladığım arkadaşımla laflamak için burayı seçmiştim. Mekanın nemrutluğu dillere destan kıdemli garsonunun beklenmedik tutumları, üzerine de gelen 20% indirimle "Galiba akıllanıyorlar" dedim ve sezon prömiyeri için rotayı Nevizade açıklarına kırdım yine. Mekanda yaşadığım Celtics, Liverpool, Bayern ve Chelsea hezimetlerinden sonra, arkadaşlarımdan sık sık "Belki de artık gitmesen senin için daha iyi olur" nasihatleri eşliğinde dışarıdaki yerimi aldım. Maç öncesinde RedCafe forumlarını okuyup içimi öfkeyle doldurduktan sonra, hemen önümde konuşlanan pis Geordie canımı biraz sıkmıştı. Dışarıda müşterilere stand dışında bir imkan sunmuyorlar ve orası da bir noktadan sonra kapalı gişe oldu. Pazartesi gecesi futbolunun Birmingham, Wigan ve belki Liverpool'a uygun olduğunu düşünüyorum ama ilgi yoğundu yani. Bunun sonucunda da çerezimi iki Uzakdoğulu ile paylaşmak durumunda kaldım. Bunların da Newcastle taraftarı olduğunu öğrenmem, mekandaki geçmişimi düşünürsek çok da şaşırtıcı değildi.

Biraz Newcastle takımından konuştuk sempatik çiftle. (Sergen Yalçın oley!) Takımdan galibiyet beklemeleri, artık rutinleşmiş ilk hafta sürprizlerine rağmen fazlaca naif gelmişti. Genel yapıları böyleymiş, bunu sonra anladım. Mesela maç öncesinde şöyle bir konuşma geçti aramızda:
- Your defensive line looks a little bit crappy.
- Yeah, but we have Sol Campbell on the squad. He is not fit.
- Maybe he will never be.
- They were saying the same last year.
Burada futboldan anlamayan yengemizden hafif bir bakışı da esirgemedim ama Ramazan ayında kafa karıştırmaya da gerek yok...

Newcastle'ın hakikaten de en sorunlu bölgesinin savunma hattı olduğu açıktı. Sağ bek James Perch'e Tyne yöresinde de kimsecikler güvenmiyordu ve göbekte de Campbell-Taylor ikilisinin yokluğunda çok fazla elle tutulur yetenek yoktu. Fabricio Coloccini, Championship'i domine eden bir takımda sırıtmamıştı ama burası farklı bir sahneydi ve Arjantinli'nin bu sahnedeki yetersizliği küme düşmeyle noktalanan sezonda da açığa çıkmıştı zaten. Fakat rakibin Newcastle olması da maça heyecan katan bir etkendi benim adıma. Gerçi bir Blackpool ya da Burnley değildi karşıdaki ve beklentilerim dışında çok az şey görebileceğimin farkındaydım. O çok az şey arasında geride bırakılan başarılı sezonun önemli aktörlerinden, 17 gollü Andy Carroll'ın United çapında bir takım için tehdit olup olamayacağıydı. Yeteneğini bu seviyeye taşıyabilecek miydi, yoksa EPL için silik bir anı olarak kalan Championship golcülerinden biri mi olacaktı? Fantezi takımımın kelepir parçalarından Jonas Gutierrez bana puanlar getirebilecek miydi? Crystal Palace günlerinden beri sevdiğim topçulardan olan Wayne Routledge ne alemdeydi?

Maç başladı ve ilk 30 dakika içerisinde bu sorularımızın neredeyse hiçbirine cevap bulamadık. 89 doğumlu Carroll savunmayı bitmek bilmeyen presiyle zorlamaya çalışıyordu, 8. dakikadaki bir köşe vuruşunda da Nemanja Vidic'ten kurtulup maçın ilk tehlikesini yaratıyordu. Fakat yıllar bazılarına acımasız davranmıştı ve Carroll, formasyonda hemen arkasında konuşlanmış Kaptan Kevin Nolan'dan herhangi bir destek alamıyordu. Eski Old Trafford kahramanlarından Alan Smith'in varlığında, coğrafyanın -ayık olduğu zamanlarda- elit savaşkan merkez elemanlarından Joey Barton'a rağmen orta saha Manchester deplasmanı için fazlasıyla yumuşaktı. Maç öncesinde kadroları gördüğümde bu maçın kanat oyuncularının performansıyla kazanılacağını düşünmüştüm, fakat Newcastle'ın solu bu testi alnının akıyla geçmeyi başardı. Bunda Jose Enrique-Gutierrez ikilisinin etkili Latin ortaklığı kadar, karşılarına hücum alanında faktör olmaktan uzak John O'Shea ve gününde olmayan Antonio Valencia ile çıkılmasının da payı vardı kuşkusuz. Sağ taraftaki Perch-Routledge ise savunma için öldürücü bir kombinasyon. Bu ligde Nani'den daha aklı başında onlarca sol açık var ve Chris Hughton için büyük bir baş ağrısı anlamına gelecektir burası.
28. dakikada ekrana seçilen karede Hughton, saatine bakıyordu. Görebildiğim kadarıyla yalnızca tek kolunda saat vardı. Muhtemelen kronometreli... Yüzündeki ifadeden sadece 28 dakika geçmiş olduğuna inanamadığını çıkarmak çok zor değildi. Bir duran top dışında rakibine pozisyon vermeyen ev sahibi, ilerideyse hafta içi Macaristan maçında sakatlığının nüksettiği söylenen Wayne Rooney'nin yanlış tercihleriyle bir dolu golden oldu. Nani de yaptığı her iyi işten sonra, iki tane "For Fuck's Sake Nani Moment" sunuyordu izleyenlere. Buna rağmen Newcastle'ın sağ tarafı o kadar sorunluydu ki, savunma arkasına atılan topta ofsaytı bozan Perch ilk golün yaratıcısı oluyordu. Paul Scholes'un pasına haksızlık etmeyelim ama amatör bir savunma dizilişi gördüğümüzü de kabul edelim. Hemen arkasından gelen ikinci goldeyse, bu sefer sıradan bir Evra-Nani kombinesi hak etmediği kadar etkili olacaktı...

İkinci yarıdaysa gündem maddeleri Scholes-Giggs ikilisinin dehası eşliğinde "Ustalara Saygı Kuşağı", çocukların Chicharito sevgisi ve "Joey Barton's pornstache" olarak şekillendi. Masadakilerin orijinini sorup yanlış anlaşılmak istemedim ama söylediğine göre iki yıl Newcastle'da yaşamış erkek olanı. "Senin bu United sevgisi nereden geliyor" sorusu da beni biraz rahatsız etti gerçi, bunun sonunda aldığım cevapların en tatminkarı "OK then" olur çünkü. Anlayışla karşıladılar yine de. Manchester'ın suyunu içip, kadınını sikmemişsen -pardon my French- taraftarlığını sorgulayan insanlardan değillermiş... Başlık da muhabbetin "Ustalara Saygı Kuşağı" kısmından.

Yıldız tablosuyla kapatalım. Hughton bu savunma hattıyla zorlanır, orta sahada da bazı radikal değişiklikler yapmalı. Kendisini Premiership'e çıkaran oyunculara sadakat eğilimi, yeni yükselen takımlardaki hocaların en büyük sıkıntılarından biridir. Ülkemizde bunu sık görmüyoruz ama burada yükselen teknik direktörün ödüllendirildiği de çok nadirdir. O yüzden daha İngiliz bir yaklaşım tutturmanız gerekiyor bu sıkıntıyı anlamak için. Smith'i ilk olarak Sir Alex Ferguson bu pozisyonda oynatmayı düşünmüştü ve bir ölçüde başarılı da olmuştu. Ancak geçirdikleri sakatlıkların ardından Smith, henüz 29 yaşında olmasına rağmen bu yükü taşıyabilecek gibi gözükmüyor. Belki iç saha maçlarında buna katlanılabilir ama böyle maçlar için başka bir formül bulmalılar. Nolan ise kötü bir hazırlık kampı geçirmişe benziyor ve onun sorunu zamanla aşılabilir. Bu maç özelinde çok doğru tercihler yapmayan Hughton, mutlaka takımının idealini bulacaktır. Fakat inatçılığı seçerse, Premier League kendisini çok hoş karşılamayabilir. İrlanda milli formasını giyen ilk siyahi futbolcu unvanlı ve zamanında apartheid karşıtı hareketin de neferlerinden olmuş Hughton umarım başlangıçta idareten aldığı bu görevi iade etmek zorunda kalmaz...
Manchester United XI vs. Newcastle United:
1 van der Sar 7
22 O'Shea 6.5 - 15 Vidic 7 - 23 Evans 7 - 3 Evra 7.5 (21 Rafael NE)
25 Valencia 6.5 - 18 SCHOLES 8.5 - 24 Fletcher 8 - 17 Nani 6.5 (11 Giggs 7)
10 Rooney 6 (14 Chicharito 6.5) - 9 Berbatov 7.5

Rooney'nin çok örnek bir sporcu hayatı yaşamadığı ve bu nedenle tatillerden formsuz döndüğü bilindik bir şey. Performansı yükselecektir... Sevindirici olansa Carling Cup'ta kötü görüntüsüne rağmen perdeyi kapatan golü atan Dimitar Berbatov'un ortalama üstü oyunuydu. Skor avantajı kazanılan maçlarda takındığı laubali tavırlarına da aşinayız, hele gol attığı maçlarda. Bu alışkanlığını sürdürmese daha fazlasını atabilirdi. Mental olarak hiçbir zaman olması gerektiği kadar güçlü olamayacak ama Michael Owen iyi sinyaller vermezken, böyle bir maç çıkarması beni sevindirdi. Haftaya Fulham önünde Scholes muhtemelen kenara gelir ve Park-Carrick ikilisi rotasyona girer...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder