
- Neredeyse bir hafta geride kalıyor ama diz üstünü diz üstüne koyabilmek için ciddi motivasyon gereken zamanlardayız. Bu yazının nihayete ermesi bile 10/1 falan veriyor.

- Sinan Erdem Spor Salonu için son test-event olacak bu organizasyonda, gönüllüler olarak el mecbur hazır bulunduk. Cuma öğleden sonra bizimkilerin idmanını yakaladığımızda zeminle ilgili bir şeylerin ters gittiği ortadaydı. Çemberden seken toplar, boyalı alanın belli bölgelerinde düzen dışı sekiyor ve çok hoş tınlamayan bir sesi de beraberinde getiriyordu. Daha sonra Doğan Hakyemez'in 'the ultimate bilirkişi' olarak devreye girip, zeminde bir tur attıktan sonra benzer rahatsızlığı paylaştığını okuduk. Şu anda planlanan, grup maçlarının ardından Abdi İpekçi Arena'daki parkelerin buraya taşınması yine yazılanlara göre. Bunun teknik olarak herhangi bir sorun yaratıp yaratmayacağından emin değilim, daha doğrusu konu hakkında hiçbir fikrim yok. Ama Engin Atsür'ün sakatlığının bu zeminle en ufak bir ilişkisi olma ihtimali de uykularımı kaçırıyor. Gerçi Engin'in sakatlık geçmişi düşünüldüğünde, farklı tetikleyici etkenler de tartışma konusu oluyor. Geçmiş olsun diyelim, gidişata göre belki bir kez daha derim.
- Organizasyonda pek bir sıkıntı yaşanmadı ama bu anlamda ana yemek için ölçü olabilecek bir turnuva değildi geride bıraktığımız. Uluslar arası katılımın çok daha yüksek boyutlara çıkacağı, tansiyonun devreye gireceği eleme maçlarında işler değişebilir. Böyle modern bir salonda, benzerlerindeki tavandan sarkıtmalı skorbordlar yerine ancak lise salonlarına yakışabilecek nitelikte ve ebattaki skorbordların kullanılması en büyük mimari skandal. O konuda pek bir değişiklik olması mümkün değil sanıyorum.

- Taraftar da bu hazırlık organizasyonunda sınıfta kalan unsurlardandı. Yeni Zelanda ve İran gibi takımlara karşı yapılan maçların ilgi çekmemesini anlayabiliyorum ama bir pazar akşamı, ulaşımın bahane olamayacağı bir yerde konuşlanmış bir salonda yapılan Türkiye-Sırbistan maçı daha fazla ilgi çekmeliydi sanki. Ben ilk iki günün yorgunluğu ve dergi için harcamam gereken mesai nedeniyle o günü pas geçtim ama duyduğum kadarıyla sadece 5-6 bin kişilik bir seyirci varmış. Bunun üzerine salı akşamı Ljubljana'da Stozice Arena'nın açılışı için 12500 kişilik salonu tıklım tıklım dolduran Slovenler'i izlemek de çok iyi gelmedi. Ljubljana ve İstanbul nüfuslarını karşılaştırdım, sonra ne yaptığımın farkına varıp vazgeçtim. İş günü faktörüne karşı muazzam bir atmosfer vardı gerçekten, daha fazlasını görmek isteyenler için hafta sonu bu salondaki hazırlık turnuvası Eurosport ekranlarında sahne alacak...

- Sırbistan maçını ilk yarıdan sonra göz ucuyla takip edebildim, diğer maçlar da sağlıklı bir veri kaynağı olamayacak maçlardı. Fakat belli sıkıntıları görmek için karşıdaki rakibin İspanya olması gerekmiyor. Guard rotasyonu facia. Gerçekten yukarıyı hedefleyen bir takımda ancak Sinan Güler'in rotasyondaki bu yeri eğreti durmaz. Diğer oyuncular tabir-i caizse hiç kalıplarının adamı değil. Kağıt üzerinde homojen ve zengin gözüken uzun rotasyonu da, en azından bu turnuvada bunu kinetik enerjiye çevirebilmiş değil. Kerem Gönlüm'ün pas tutması doğanın bir kanunu, çok yadırgamamak lazım. Ama NBA finalistinin bir şans verdiği Semih Erden'in hala aklını kullanmamakta bu kadar diretmesi anlaşılır bir şey değil mesela. Hakeza Ömer Aşık'ın boş görünen son sezonunun, gerçekten de göründüğü kadar 'boş' geçtiğini fark etmek de hayatımızı iyileştirmedi. Ömer'in fizik ve oyun gelişimi için, Kanyon Mars Athletic Club'da boy göstermekten fazlasını yapmasını umardım. Bu sene NBA'e oyunundaki bilindik defektleri taşıyarak gidecek Ömer ve ne yazık ki bu durumu değiştirmek için çok fazla çaba sarf etmediğini görebiliyoruz. Genel anlamda da takımın iyi yönetilmediğini söylemeye, Bogdan Tanjevic'le geçen bunca yıldan sonra gerek duymuyorum. Güler-Akyol-İlyasova-Erden-Aşık beşini burada görmek kimsenin canını sıkmaz, deneme der geçersin normalde. Ama bahse konu isim Tanjevic ise bunu çeyrek final maçının son periodunda görmeyeceğinin garantisi yok.

- Özellikle Yeni Zelanda maçında bizim çocuklarda anlamsız bir gerginlik vardı. Muhtemelen Engin'in sakatlığının yarattığı şok etkisinin payı vardır, haksızlık etmeyelim. Fakat hafta sonunun benim için en komik anı -basın tribününde yaşadıklarımı düşününce anlatılabilecek en komik anı desem daha doğru olacak- Semih'in Yeni Zelanda takımının geleneksel Haka dansını icra ettiği andaki tepkisiydi. İlk günkü Sırbistan maçı öncesinde ritüellerini yerine getirmeyen Tall Blacks, NTV'nin de isteğiyle ikinci maç öncesi taraftarı bu şovla selamlıyor. Her zamanki gibi yüzüne o anlamsız sırıtışı kondurmak için bahane arayan Hidayet Türkoğlu kopuşlarda. Diğer çocuklar da öyle. Semih dışında elbette. Haka dansına sırtını dönen Semih, kenardaki yönetmeninden 'şimdi öfkeli ol' direktifi almışçasına kaşlarını çatıyor ve uzaklara bakıyor. Çok acayip bir kafa yapısı, Celtics'e gitmesine sevinmemek mümkün değil benim için...
- Şampiyona yaklaşırken Power Rankings falan hazırlayıp, takımlar hakkında birkaç kelam etme isteğim mevcut. Ama başlangıçta söylediğim gibi çok kolay olmuyor o işler. "Sıcaklıktan değil, nemden hep." Sırbistan yine dengeli bir takım kurmuş. Gelmeme kararıyla kitlesel ağıtlara sebep olan yıldızların yanında, Uros Tripkovic'in yokluğunun takımı için ne kadar acı verici olacağı biraz gözden kaçırılıyor bence. Buna rağmen Sırp basketbolu, yeni jenerasyonlarının milli takımlar kademesinde ilerlemesine uygun zemini hazırlamaya devam ediyor. Kadro kurmayı da birkaç istisna dışında kariyeri boyunca bu işin profesörlerinden olmuş Dusan Ivkovic'e bıraktıkları düşünülürse yarı final görmeleri kimseyi şaşırtmaz yine. Özellikle forvet rotasyonunda ismi çok büyük olmayan Marko Keselj, Nemanja Bjelica, Dusko Savanovic ve Novica Velickovic'in işlevsel oyunları ABD gibi birçok takım için çok büyük sıkıntı anlamına geleceklerdir. Oyuncu değerlerini üst üste koyarak değil de, oyuncuların bir araya geldiklerinde yarattığı sinerjiyi hesaba katarak bu Sırbistan kadrosunun, İstanbul'a gelecek en iyi üç kadrodan biri olacağını gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz .

- Yeni Zelanda ilginç takım. Basın toplantısında Nenad Vucinic'e birkaç soru sormayı düşündüm ama sonra vazgeçtim. 36 yaşındaki Pero Cameron ve Phill Jones artık tam anlamıyla idareten oynuyor ve geriye kalan oyunculardan da Kirk Penney ve Efes Pilsen tarihindeki yeri utanç kaynağı olan Craig "Knows Good Sex" Bradshaw dışında hiç kimsenin uluslar arası tecrübesi yok. Fakat Benny Anthony Jr. ve Thomas Abercrombie yakışıklı çocuklar. Abercrombie & Fitchett kombinasyonunun da 'doğru kullanıldığında' öldürücü olacağını hepimiz biliyoruz.
- İran'ı anlamadık ya pek. Arsalan Kazemi diye bir topçuyu büyüttükçe büyüttü, "İran basketbolunun geleceği" diye etiketledi bizim çocuklar ama onda da pek numara yok. Javad Davari'nin adına bakmadan, Sinan'a ucuz Rucker Park hareketleri çekmesi falan komik detaylardan biriydi İran maçlarındaki. Hamed Haddadi'yi Türk halkı bağrına bastı, bazen bizim çocuklarla olan gerginliklerinde ona arka çıktı... Normal yahu, çok şaşırtıcı değil. Omri Casspi'nin elini sıkmamış olsa, hava alanında çiçeklerle karşılanabilirdi de.
- Son gün gitmeyerek, İran-Yeni Zelanda maçının raporunu yazmaktan kurtulmam, hayatımda verdiğim en iyi kararlar listesine üst sıralardan giriş yapabilir.
- Finaldeki Türkiye-Sırbistan maçını İsmail Şenol'dan değil de Osman Sakallıoğlu'ndan dinlemiş olmaktan hoşnut değilim. Hoşnut olanlarla da arkadaşlığımı gözden geçiririm.

- Red Foxes şahane. Gerçi ben kendilerinin iki saatlik antrenmanını izledikten sonra akıl sağlığımı büyük ölçüde yitirdiğimden, Pınar İlik'in bloguna yönlenip daha objektif yorumlar okuyabilirsiniz. Tık!
- Yok yok, Red Foxes şahane.
Fotoğraf: TBF.org.tr
5 yorum:
Okurken çok eğlendim :) şahane yazmışsın
Pazar günü salonun boş olması konusunda zamanında oraya ulaşımı okuluna giderken kullanmış biri olarak pek kolay bulmuyorum. Her ne kadar eskisi gibi önce anadolu yakasından avrupa yakasına geçip ardından 85mye binme işkencesi söz konusu olmasada her daim sıkış tıkış ve balık istifi olma ihtimali yüksek olan metrobüste benim adıma çok süper bir ulaşım aracı değil.
Tabi birde maçın pazar günü olması ertesi günün haftanın ilk iş günü olmasıda nahoş bir durum. Zaten bu tür spor ve sanat organizasyonlarında pazar fetişini hiç anlamam. Öğrencilik hayatımda da çalışma hayatımda da pazar günü benim için tembellik etme günü olmuştur ve olmaya devam etmekdedir :)
Uzun lafın kısası onca yol pazar pazar toplu taşımayla hemde böyleumut vermeyen bir milli takım için çekilmiyor :)
Birde ben Semih Erden antremanda Kevin Garnett tarafından odunla kovalanma ihtimali yüzünden "I Love This Game" :)
onur, normalde metrobüse pek işi düşmeyen biri olarak benim için de çok eğlenceli bi deneyim değildi.. ama bahane bulmak istersek spor sergi sarayı yerinde, en uygun zamandaki maçlar için de bahane bulacağımızı düşünüyorum.. olay o oyun sevgisine sahip olabilmekle ilgili ve slovenya'yla kıyasladığımızda ağır sınıfta kaldığımızı kabul etmeliyiz..
pınar, ben de senin izlenimlerinden aynı derecede zevk aldım.. ben foxes için ağzımı silip, "şahane" diyebiliyorum mesela en fazla, senin yazında fazlası vardı :)
İsmet Badem deyimiyle adamlarda Basketbol birinci spor :)
Şaka bir yana Avrupa'da direkt yarıştığımız ülkelerin pek çoğunda bizim ülkemize göre çok daha üst düzey bir ilgi var bu spora ama şu ulaşım mevzusu ve günde buna ayrıca tuz biber eken cinsten olmuş
son romanya maçı da bunun direkt göstergesi bence.. o maç için de oruç rehaveti, sıcaklık, maçın ehemmiyetsizliği diye sıralayabilirsin ama aslında oyuna değil de kör taraftarlığa ve getirdiği aidiyet duygusuna hasta olduğumuzun kanıtı bence..
eleme grubu maçlarını da biliyoruz.. stadın yarısı sponsorlara dağıtılan biletlerden nasiplenenlerle, diğer yarısı da "şehitler ölmez vatan bölünmez oleeey" insanları ile dolmakta.. tamam ben de pazar günlerimi lise basketbol maçı izleyerek geçirmiyorum, zelanda-iran maçından yaka silkiyorum ama genel tablo çok daha can sıkıcı..
Yorum Gönder