
Uyuşturucu batağına saplanan yıldızlarıyla manşetleri süsleyen, ırkçılığın -işin içindekiler dillendirmekten hoşlanmasa da- her zaman bir faktör olduğu ilham verici olmaktan uzak ve sönük bir lig. Bugün dünyanın en büyük global markalarından biri olan NBA'in, seksenli yılların başına kadar uzanan o imajı yıkıp bugünlere gelmesinin arkasında iki isim var. Ve iddia edilenin aksine David Stern bunlar arasında değil: Larry Bird ve Magic Johnson.
Tarihin bu en büyük bireysel sportif rekabetini ele alan en yetkin kitaplardan biri geçtiğimiz Kasım ayında Houghton Mifflin Harcourt tarafından piyasaya sürüldü. Kitapta Bird ve Magic'in cümlelerini birinci ağızdan okuyabildiğimiz tek yer önsöz, fakat geri kalan sayfalarda da Boston Globe yazarı Jackie MacMullan'ın müthiş bir işe imza attığını söylemeliyim. Henüz kitabın ilk bölümünü bitirebildim ama fazlasıyla ikna oldum.

Kitap epizotlar halinde yazılmış ve ilk epizodun merkezinde bu iki efsanenin yollarının ilk olarak kesiştiği yere gidiyoruz. Kentucky'nin şampiyon coachu Joe B. Hall'un daveti üzerine katıldıkları bir turnuvada Atlanta, North Carolina ve Kentucky'de Sovyetler, Küba ve Yugoslavya ile üç maç yapıyor Bird, Magic ve arkadaşları. Magic henüz Michigan State ile ilk senesini geride bırakmış ve All-American üçüncü takımında kendine yer bulmuş. Indiana seçiminden cayıp kolejdeki ilk senesini basketbol oynamadan geçiren Bird ise, Indiana State ile junior sezonunun ardından bu kampa gelmiş. Bu kısımda sıkça değinilen nokta, son NCAA şampiyonu olarak bu takımda tam yetkiyle görevlendirilmiş Hall'un Kentucky takımından öğrencilerini kayırması ve Magic-Bird ikilisinin buna gösterdikleri reaksiyon. O günlerde Sports Illustrated'ın kapağını süslemiş ve nispeten daha olgun bir oyuncu olan Bird, coachun tercihini bir ölçüde kabulleniyor. Fakat Magic, Sovyetler ve Küba önünde sadece 24 dakika süre bulduktan sonra her anı, Hall ve takımına gelecek sezon yapacaklarını düşünmekle geçiriyor. Antrenmanlarda küçük duruma düşürdüğü Kyle Macy'nin yedeği olmayı kaldıramıyor...
"You could see he was frustrated," Bird said. "I don't blame him. It was a joke. Kyle Macy over Magic? C'mon."
Bu kampta birbirleriyle ilk kez oynama fırsatı bulan ve bencillikten uzak yapılarıyla -ikinci takımda olmalarına rağmen- antrenmanların ve maçların ilgi odağı olan ikilinin bu tecrübelerinin üzerine bir time shift ile bu iki efsanenin kolej tercihlerini yaptıkları döneme dönüyoruz. Larry Bird'ün Louisville'e gitmeye bir başarısız bahis kadar uzak olduğunu biliyor muydunuz? John Wooden'ın UCLA'den eski öğrencisi olan dönemin Louisville coachu Denny Crum bir gün Bird'ün yanına geliyor ve "Seninle H-O-R-S-E oynayalım, kazanırsan peşini bırakırım yoksa bugün benimle okulu görmeye gelirsin" diyor. Neyse ki son şutu sokan Bird oluyor.
Magic'in kolej tercihi ise daha komplike olaylara sahne oluyor fakat son olarak ailesinin kararına ortak olup Spartans'ı seçiyor. UCLA coachu Larry Farmer ile görüştükten sonra arkadaşlarına "Hollywood'a gidiyorum" demeye başlayan Magic, UCLA'in Brooklyn'den -Bernard King'in kardeşi- Albert King ile anlaştığını ve artık onunla ilgilenmediğini duyunca evde çılgına dönüyor. Magic'in motivasyon yaratma konusunda bir sıkıntısı olmadığını, Macy olayından sonra Bruins'e edilen küfürlerle bir kez daha teyit ediyoruz.

Ailesinin yanından ayrılmamaya karar veren ve seçeneklerini MSU ve Michigan ile ikiye indiren Magic, profesyonel bakış açısının işaret ettiği gibi George Lee, Cazzie Russell, Rudy Tomjanovich, Phil Hubbard ve Rickey Green gibi isimlerle her zaman yerel rakibinin üzerinde olan Michigan'ı seçmeliydi belki de. Michigan'ın kampüsü evden sadece 85 kilometre uzaktaydı, bu bir problem değildi. Fakat geleneksel olarak Michigan maçlarını cumartesi öğleden sonra yaparken, MSU cumartesi akşamları oynuyordu. Magic'in annesi Seventh-Day Adventist kilisesine mensuptu ve dolayısıyla dünyanın altı günde yaratıldığına inanıp cuma gün batımından cumartesi gün batımına kadar olan zamanını sebat ile geçiriyordu. (Carlos Roa oley!) Babasının da işi dolayısıyla her cumartesi 85 kilometre yolu katetmesi çok kolay değildi. Çocukluğundan beri bir aile ritüeli olarak yeşilleri giyip Spartans'ı desteklemeye giden Magic duygusal kararı verip, ailesinin önünde oynamayı seçiyor ve Michigan'ı reddediyordu. Ama bunu yaparken de klasından ödün vermiyordu. Karar sürecinde cumartesi günleri ilk iş olarak Wolverines'e özgü lacivert-sarı renklerle Ann Arbor'a yollanan Magic, akşam evine yani Spartans'ın salonunun da bulunduğu East Lansing'e yeşil formasıyla dönüp günün ikinci maçını izliyordu.
"I should have gone to Michigan," Johnson said. "It was the better basketball school and the better school academically. But it wasn't as simple as that. I had grown up around Michigan State. I had gone to all the games since I was a little boy."
Bundan sonra da kısa pasajları direkt olarak tercüme ederek buraya koyacağım. Bu yazıda ilk bölümden gözüme çarpan birkaç anekdota yer vermiş oldum hedefimden saparak. Ben bir arkadaşımdan ödünç almıştım kitabı, fakat kütüphanemde bulunması gereken bir kitapla karşı karşıya olduğumu görmem çok uzun sürmedi. Herkese tavsiye ediyorum.

Yayınevleri sesimize kulak verip daha fazla basketbol çevirsin de istiyorum ama son "Ruhunu Arayan Takım" rezaletinden sonra hiç bulaşmasalar daha iyi gibi. Amazon'u seviyoruz. Bu yazı özelinde Wikipedia'yı da çok seviyoruz...
WHEN THE GAME WAS OURS
By Larry Bird and Earvin "Magic" Johnson, with Jackie MacMullan
Houghton Mifflin Harcourt, 340 pp, $26
1 yorum:
Son zamanlarda okudugum en iyi kitap diyebilirim.
Yorum Gönder