30 Ocak 2009 Cuma

Camus, Absürdizm, Barış Özbek ve Irkçılık Üzerine

Yazısına güzel bir başlık bulamayan, amma velakin okuyucuya "entelektüel birikimim almış başını yürümüş; kız varsa derhal msn versin" tarzı göz kırpmak isteyen her yurdum genci gibi "heberek güberekler üzerine" başlık formatını kullandım. Nietzsche'nin bile aynı amaçla bu iğrenç formatı kullandığından gayet eminim.

İlk yazım olmasından mütevellit, blog sakinlerini selamlıyor ve kompozisyonuma başlıyorum.

İntihar etmeli miyiz? Soruyla başlamasak iyiydi sanki. Neyse. Bu soruyu cevaplayan cengaverin, felsefenin temel sorusunu cevaplandırmış olacağını söylemişti Albert Camus, Le Mythe de Sisyphe adlı eserinde. "İntihar etsem mi lan?" sorusu üzerinde bu aralar oldukça sık düşünmeye başladım. Ancak Camus'nün aksine, bu soruyu zihnimin derinliklerine sokan şey Absürdizm gibi felsefik konular değil. Çok daha yalın ama aynı zamanda çok daha habis bir sebebi var bunun: İlk 11'de yer alan Barış Özbek.



Barış Özbek hakkında detaylı bir analiz yapmayacağım. Şunu söylemekle yetineyim: Barış'ın Galatasaray'da ilk 11 oynamasında Galatasaray taraftarlarını depresyona sürükleyecek nedenler bulamayan insanlarla ilişkimi gözden geçiriyorum. Bundan sonra meraba-meraba.

Haber turumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz: Galatasaray taraftarı, Sivasspor maçında Balili'ye yönelik tezahüratları nedeniyle (kahrolsun İsrail, opçu Balili) ırkçılıkla suçlanıyor. Şimdi size bir şey demek istiyorum: Türkiye'de ırkçılık yoktur. Neden mi? Çünkü ben öyle söylüyorum. Irkçılık dediğin siyah oyuncular topla buluştuğunda (topla buluşmak?) maymun sesi çıkarmakla olur, muz atmakla olur. Bakınız Türkiye'de siyah oyuncular el üstünde tutuluyor. Demek ki ırkçılık yoktur. Kürtler, dağda yaşayan Türkler'dir. Karda yürürken kart kurt diye ses çıkıyormuş, ondan Kürt demişiz onlara. Ermeni, Rum falan diye bir şey yok zaten. Neticede herkesin Türk olduğu bir toprakta, ırkçılık nasıl ortaya çıkar? Gelelim Balili mevzuuna. Adam İsrailli. Demek ki savaşı destekliyor. Hatta savaştan direkt olarak sorumlu. E üstüne bir de gol atıyor horonzbunun doğurduğu? Asker selamı veriyor bir de. Oha artık. Taraftar öfkelenecek elbet. Şampiyon olmamız engellenemez. Medya, götün başın oynamasın. 9 buçuk yaşındayken beynimi aldırmıştım. Çok rahat oluyor böyle, hafif.


Yapılması gereken nedir o vakit? Suç ve Ceza? Raskolnikov?

Irkçı tezahürat yapan jelibon beyinli taraftarları tespit edip bir daha stada almayın. Ayrıca polisler donut yesin, vatandaş Super Bowl izlesin. Fakat God Bless America? Bu öneriyi ortaya koyan vatandaş kaç kez maç izlemeye gitti, merak ediyorum. Kombine kartların üzerinde bile kimlik bilgileri yer almıyor lan bizim memlekette. Hadi kameralardan ırkçı tezahürat yapanları tespit ettin, stada girişte nasıl ayırt edeceksin bunları? "E Amerikalılar, İngilizler nasıl yapıyor?" Merak ediyorsan git bi United maçına. Irkçı tezahürat yap. Uygulamalı göstersinler. Gerçi ilkokul 4 seviyesindeki İngilizce bilgin sayesinde götü kurtarabilirsin, anlamaz herifler ne dediğini.

Mekteb-i Sultani, elit, aristokrat, je parle français falan filan. Yahu taraftar adına özür dilemek bu kadar mı zor Galatasaray Yönetimi? He? En azından ırkçılık konusunda tarafını belli et. UEFA Kupası alınınca ailecek Galatasaraylı olan 0-6 yaş kitlesinden ibaret değil senin taraftarın. Aydın'ın doğum gününü kutlayacağına, bir özür mesajı yayınla web sayfandan. Hani şu manutd.com'u olduğu gibi çalan bir uzmanın hazırladığı, "Biz en güzel siteyi örnek aldık" diye kendini savunan bir mahlukatın hazırladığı, bir orro.. hazırla.. (neyse, sakinim) web sayfandan.

Davos hakkında da bir şeyler yazacaktım ama bana ayrılan alan doldu. Jameer All-Star oldu. Sık görüşelim.

Sizin İçin Seçtiklerimiz PART 3


Kaç gün oldu çocuk yazıyı yazalı, koyamadık bir türlü buraya. Öncelikle özür dileyelim... Vinny Del Negro'nun bu seçimde bir oy hakkı varken, Doğuş Arun'un da olmalı aslında. Bu arada sonuçlar da açıklandı. Doğuş'un adaylarına göre söylersek, doğu yakasında David Lee yerine Paul Pierce var. Lakers gömleğini üzerinden attığı zaman, sonuna kadar hak ettiğini de kabul edecektir zaten bence. Batı tarafında da tek karavana var... Al Jefferson yerine David West'i seçmiş hıyarlar. Ben bir şey demiyorum artık... Ne yani "All-Star benim için bitmiştir" mi diyelim?

Doğu Konferansı: (by Doğuş)

G - Devin Harris (NJ): Cuban'a selam olsun ki, bu herif All-Star olmayı sonuna kadar hak ediyor. Muhtemelen kendisi bu performansları gösteriyor olmasaydı, Carter şu anda 13 sayı ortalamalayla oynuyor olurdu... Carter'ı da gaza getirdi yani. Saygı duyuyoruz.

G - Joe Johnson (ATL): Atlanta taraftarı artık umutlu, uzun yıllar sonra ilk kez play-off yapacaklarından emin. Johnson da bu takımın en önemli parçası. Rakamları falan umrumda değil, kaç sayı ortalamayla oynadığını bile bilmiyorum ama Phoenix'te olsaydı şu an... Yok yok, düşünmesi bile kötü.

F - Danny Granger (IND): Indiana ligin en göze hoş gelen basketbollarından birini oynuyor ve bunu büyük oranda geçen seneye oranla daha çok yönlü bir oyuncuya(skorer demiyorum bakın, dikkat) dönüşen Granger'a borçlular. Granger'la LeBron yanyana oynar mı lan!?

F - Rashard Lewis (ORL): Tamam Pierce'a karşı geçen final serisinde tavana vuran antipatim bu kararımı etkiledi, kabul ediyorum ama Rashard hak etmedi demek de bayağı bir ayıp olur. Hedo bu sene Phoenix'te olmayı hak ediyor demek nasıl ayıp olacaksa, aynı şekilde bu da ayıp olur!

C - Chris Bosh (TOR): Dalembert diyecek halim yoktu ya! Sezona fırtına gibi başlayıp MVP adayları arasında adı geçtikten sonra biraz durulsa da, Bosh'tan başka birini düşünemiyorum burası için. Dalembert? Lopez? Turgay Şeren'e selamı çakarak bitirelim: "Aaa yok artık ebenin..."

UTIL - Jameer Nelson (ORL): Geçen sene Orlando taraftarının küfürlerini ne kadar hak etmişse, bu sene de burayı o kadar hak ediyor. Nelson için hala 'dengesiz', 'istikrarsızlığın sözlükteki karşılığı' diyenler şu geride kalan yarım sezonu izlemememişlerdir muhtemelen. Geçen sene "Nelson seneye All-Star olacak" diyen birine ne gözüyle bakılırdı ki?

UTIL - David Lee (NY): Abuk sabuk sesler çıkarmayın bilgisayar başında... Tamam, pek beklenen bir seçim olmadı. Ama David Lee'nin gelişimi de çok önemli bu son yeri ona vermemde. "Anca hücum reboundu alıp boş atar" ya da "Boş smaçtan başka bir şey yapamaz hücumda" şeklindeki tezleri iyi çürüttü. Run N' Gun basketbolu da ona çok yaradı tabi.


Batı Konferansı: (by Doğuş)

G - Brandon Roy (POR): Batının yükselen değeri Portland, gençlerinin en iyisine çok şey borçlu. Hücumda yaptıkları falan zaten saygıya değer, ancak her şeyden önce bu yaşta yaptığı liderliğe dikkat ve saygı rica ediyorum... Diğer yazarlara uyarı: Roy'u koymazsanız yazıyı da yayınlamayın!

G - Chauncey Billups (DEN): Bir adam, sezon ortasında gelip bir takımın kaderini demeyeyim de yakın geleceğini ancak bu kadar etkiler. Bu takımla play-offa girsek de nereye kadar gidebiliriz ki düşüncesindeki Denver taraftarları, şu anda ne kadar iyi bir liderleri olduğundan bahsediyorlar.

F - Pau Gasol (LAL): Hak etti. Hakikaten istatistikleri Kobe'nin, Bynum'ın, Fisher'ın, Odom'ın olduğu bir takımda çok değerli. En ufak bir 'Lakers torpili' kullanılmamıştır. Tabi normal sezonda böyle performans gösterip, play-offlarda gösterilen sopayla sinmesin diyeceğim de Charlotte yenilgisinden sonra doluyum, fazla uzatırım.

F - Dirk Nowitzki (DAL): Buranın gediklilerinden. Takımını istediği yere taşıyamasa bile, kendisi burayı sonuna kadar hak ediyor. Şampiyonluk kazanamayacak gibi dursa da, en azından 2-3 sene daha burada yeri hazır gibi.

C - Shaquille O'Neal (PHO): Evet evet, hiç düşünmeden yazdım. Shaq-Kobe-Phil. Eski göz ağrımız. Tekrar. Büyük ihtimal son kez. Performansı da saygıyı hak ediyor. Nash yarı saha basketbolunda patlamış olabilir ama Shaq yaptığı ufak çaplı geri dönüşle alkışları alıyor. Shaq-Kobe-Phil diyorum, three-peat diyorum, adamlar winner diyorum.

UTIL - Tony Parker (SA): Sezona sakatlıkla başlasa da durdurulması en zor isimlerden biri NBA'de. Saygı duyulacak bir hücum repertuarı var, ayrıca geliştirdiği şutuna da şapka çıkarmak gerekir. Tereddütsüz yazdım.

UTIL - Al Jefferson (MIN): Tek başına takımın her şeyine yetişmeye çalışan topçulara her zaman büyük saygı duyuyorum, sanırım Kobe'nin 2005 civarındaki halinden dolayı(apaçiliği de sokuşturdum araya). Boston'daki halini düşününce de dipteki bir takıma son 12 maçtan 10'unu kazandırmış olması ve en önemlisi dipte de olsa bir takımın 'her şeyi' olması takdire şayan. Anthony ve Durant'e haksızlık etmiş olabilirim kabul.


Birkaç kişiye daha soracaktım da, açıklayıverdi hemen Adrian Wojnarowski denen onursuz herif... Biz de Genç Subaylar'a uzattık mikrofonu, sağolsunlar yanıtsız bırakmadılar...

Mert "Kensai" KASAPOĞLU:

Doğu Konferansı:
Devin Harris - Joe Johnson - Danny Granger - Chris Bosh - David Lee
Paul Pierce - Vince Carter

Batı Konferansı:
Chauncey Billups - Brandon Roy - Dirk Nowitzki - Pau Gasol - Shaquille O'Neal
Tony Parker - Al Jefferson

Yansımalar:
"David Lee, Vince ve Jefferson'a ayıp ettiler." (Batug)

İsmail "Svetlin" ÖZKISAOĞLU:
Doğu Konferansı:
Devin Harris - Joe Johnson - Danny Granger - Rashard Lewis - Chris Bosh
Paul Pierce - Jameer Nelson

Batı Konferansı:
Chauncey Billups - Brandon Roy - Dirk Nowitzki - Pau Gasol - Shaquille O'Neal
Kevin Durant - Al Jefferson

Yansımalar:
"Bu West olayı nedir ya, ne alaka? Geçen yıl da ev sahibi ayağına seçtiler tamam da, ayıptır bence Al-Jeff'e, Durant'e." (OC Register)

Interview with the Assassin II


Çoğu kişinin "The Illusionist" ile birlikte tanıdığı Neil Burger'ın ilk yönetmenlik deneyimidir kendileri. Yine "The Illusionist" ile karşılaştırmak gerekirse, çok daha düşük bütçeli bir filmden bahsediyoruz. Kötü oyunculuklar da cabası. Ama cidden kötü... Karşı tarafta ise tüm gerçekliğiyle duran bir Edward Norton etkisi var. O yüzden iki filmi kıyaslamak çok da uygun düşmeyecek. Ama yine de kendini izlettiren bir senaryo vardı ortada, ki o da Burger'a ait hemen belirtelim.

Neil Burger'ın dehasından ziyade, Mete Aktaş'ın Türkiye Basketbol Ligi'nin resmi sitesini canlandırmak adına sarf ettiği çabalara bir saygı duruşu niteliğinde olacaktı aslında bu yazı... Neyse ona da değinmiş oldum. Mete Abi de Fenerbahçe Ülker deplasmanı için bir kez daha Abdi İpekçi'ye uğrayan Trajan Langdon'ı kolundan tuttuğu gibi röportajı patlatmış. Sorulan sorular arasında biraz da sitemkar bir gönderme var. Langdon'ın Efes Pilsen'den ayrılışından bu yana Abdi İpekçi'ye yaptığı her dönüşte efsanevi performanslar sunmasına dair. Langdon da İstanbul'daki maçlara özel bir motivasyonla çıkmadığını söylemiş... Bir sonraki röportajda bugünkü performansını da dayanak olarak kullanabilir belki ama biz yutmayız. Daha 1 ay geçmedi Efes Pilsen karşısında çılgın attığı günün üzerinden. 7/10 üçlük ne, insan insana yapar mı? Yine 2006 Final-Eight ikinci maçında attığı 24 sayının her birini canlı izledi bu gözler. Ki görüldüğü üzere o gün Matjaz Smodis, J. R. Holden ve David Vanterpool gibi isimler de ortalamalarının çok altında kalacaktı. Hatta Popovic-Ender guard ikilisine bakmadan, o maçı kazanabileceğimizi bile düşünmüştüm o gün, itiraf ediyorum... Demem o ki, aslında kısa yoldan "Yok, Cem diye bir çocuk varmış ben sadece ona gıcığım, salonda görürsem ayrı bir havaya giriyorum" da diyebilirmiş. Öte yandan saygı duymakla birlikte o sezon ligde final serisinde Ülkerspor'u yıkan adam olsa da Final-Four yolundaki en önemli maçlarda sindiğini de hatırlarım ve pek sevmem kendisini... Ayağını denk alsın yani, Alaskan Assassin falan dinlemem ben...


Bağlantıyı da işte oradan kurduk zaten. Kendisine sanırım Duke yıllarında takılmış bir lakap bu. Güzel de bir lakap, NBA'de pek fazla Alaska orijinli oyuncu olmadığını ve bu arkadaşın da adeta bir suikastçi gibi sessiz sakin işini yapıp karşı takımın ipini çektiğini düşünürsek. Bu arada ben bu adamı ilk kez UConn-Duke finalinde izlemiştim herhalde, bir başka üstad Murat Murathanoğlu'nun anlatımıyla olması lazım. J. J. Redick vakasıyla birlikte unutulmuş olabilir belki ama kendisi parlak kolej kariyerine ve lottery pick olmasına rağmen NBA'de olduramamasıyla en büyük hayal kırıklıklarından biridir Blue Devils'ın... Çok doluymuşum herife de, evet!

Bu arada röportajın tamamını da tam buradan okuyabilirsiniz.

Sizin İçin Seçtiklerimiz PART 2


Yazının ilk kısmını da hiç olmayacak bir yerde kesmişim cidden... Neyse Federer-Roddick izledik, uyuduk, Armani nasıl koydu derken de resmi açıklamanın yapılmasına 2 saat kala klavye başına oturduk tekrar... Artık olduğu kadar. Zaten Mike Bibby seçimi nedeniyle telefonlarımız kitlendi, motivasyonumuz kırıldı.

Evet Batı diyorduk...

G - Brandon ROY (Portland Trail Blazers): All-Star adaylarım sorulduğunda belirli kriterlere göre hareket etmiyorum açıkçası. Daha çok Potter Stewart Kuralı'na göre hareket ediyorum: "I know it when I see it". Bu sezon ne zaman canlı bir maçına denk gelsem, Roy sahayı kötü rakamlarla terk ediyor aslında. En son Cavs maçını izledim mesela, çok sönük bir geceydi onun standartları için. Ama o da All-Starım diye bağıranlardan. Geçen sene Roy için erkendi bana kalırsa, Blazers'ın All-Star arefesinde yakaladığı seriyi ödüllendirme eğilimiyle takımın liderini NOLA'ya çağırdılar. Fakat bu sezonki kesinlikle hak edilmiş bir yer olacak.

F - Pau GASOL (Los Angeles Lakers): Aslında batıdaki forvetler arasında çok fazla sivrilen olmadı ligin ilk yarısı geride kalırken. En gönül rahatlığıyla onayımı almış isim Gasol. Bu sezonun başlangıcında bir dönem takımın 1 numaralı hücum opsiyonu haline gelmişti. Geçen sezonki final serisinin etkisinden de sanıyorum Christmas gecesindeki Celtics kapışmasının ikinci yarısında sıyrıldı. İlk yarıda taraftarı çileden çıkaran Ceren, soyunma odasından döndüğünde gözünü öyle karartmıştı ki maç sonunda LA basınının başlıklarına 'Katalunya Aslanı' olarak konu olacaktı. Son dönemde de muazzam ayak çabukluğunu kullanarak çok etkili maçlar çıkarıyor, Kobe Bryant son sakatlığı sonrası daha çekingen bir hale bürünmüşken. Bu All-Star'da rebound almaktan fazlasını yapacak sanıyorum.

F - Dirk NOWITZKI (Dallas Mavericks): Sevmiyorum reis bu adamı, yapacak bir şey yok. Şu ana kadarki performansı da zerre umrumda değil, coach falan olsam listeme koymazdım. Burada bir bilinçle hareket etmek zorundayız yine. Sezona da kötü başlamıştı aslında rakamsal bazda da. Ama Aralık ve Ocak aylarında 40 sayıyı zorladığı geceler çoğunlukta. Kime ne? Açıkçası kendisinin de tatmin olduğunu düşünmüyorum. Gerçi Alman bu, hiç belli olmaz. Sönük NBA kariyerinde Mark Cuban andavalının hiç mi payı yok, tabi ki var. Ama artık bir Dirk Nowitzki takımının mutlu sonu görebileceğini hayal edemiyor insan. Dirk'in de bu loser imajından kurtulması gerekiyor bir an önce... Texas'ta mümkün olacak gibi değil. Rakamlar All-Star yine de, Sezar'ı öldür hakkını ver. Yiğidin hakkı yiğide! Beynim dondu galiba...


C - Shaquille O'NEAL (Phoenix Suns): "Vince Carter'ın olmadığı bir All-Star düşünemiyorum", "T-Mac yok mu, izlemiyorum abi o zaman"... Geçiniz. All-Star bu adamdır. Kendi takımının şehrinde bu onuru yaşamayı da sonuna kadar hak etmiştir. Franchiseın üzerine titrediği Amare Stoudemire satışlardayken, Steve Nash artık son periodlarda eli belinde maçın bitmesini beklerken bu adam kaç tane maçı tek başına aldı Suns için. Shaq'i burada çok da eleştirdim yazın, hatta sonunda saha içinde kazandığı saygıyı saha dışında kaybetmemesi gerektiğini, aksine bu saygıyı saha içindeki oyunuyla pekiştirmesinin Mikan-Wilt-Kareem üçlüsünün arkasına adını yazdırması için şart olduğunu belirtmiştim. Bu sezon ilk adımı atmıştır bence. Takım doktorlarının back-to-back maçlara çıkmamasını tavsiye ettiği bir ortamda şu rakamları yakalaması gerçekten çok değerli. Orada olacaktır da Tila Shaquila...

WC - Al JEFFERSON (Minnesota Timberwolves): Geçen sezon Blazers'ı ödüllendiren coachların aynı paralelde Al-Jeff'i de ödüllendirmesi beklenebilir. Dün geceki Pistons maçıyla balon patladı mı bilmiyorum ama Wolves, Kevin McHale takımın idari yönetiminden saha içi yönetimine kaydırıldığından bu yana çok iyi gidiyor. Her anlamda olumlu bir karar oldu aslında bu. Isiah Thomas'la kapışabilecek bir genel menajerlik kariyerinden sonra, en azından coach koltuğundayken takıma aynı ölçüde zarar verme imkanı yakalayamayacak McHale. Fikstür de yardımcı oldu gençlere, Randy Foye'un patlaması da. Ama sezon başından bu yana koruduğu istikrarıyla, daha ciddi adaylar da yokken Big Al'in All-Star olması yadırganmaz. Bence de adı geçen diğer isimlere göre daha çok hak ediyor bunu. Takım arkadaşlarının Rashad McCants, Sebastian Telfair veya Brian Cardinal olması da onun suçu değil. Tıkla büyüt, teşekkürler Ediz Ay'a...


WC - Paul MILLSAP (Utah Jazz): Son sıra ve yine sürpriz var. Millsap All-Star falan seçilmeyecek, baştan söyleyelim. Ama isim ararken daha iyisine de rastlayamadım açıkçası. Oklahoma City Thunder adlı güzide takımı NBA'in bir parçası olarak kabul edebilsem belki Kevin Durant diyebilirdim. Ama gerçekten o takımın oynadığı maçların boxscoreuna bile bakmıyorum, o kadar ilgimi çekmiyor. Geçen yolda arkadaşlar çevirdiler, dediler ne olacak bu Russell Westbrook'un assist-turnover ratio sorunsalı? Dedim, arkadaşlar her şeye bir sorunsal olarak yaklaşmayın, belki sadece sorundur, hatta belki sorun bile değildir çünkü Thunder'dan bahsediyoruz. Gerçekten de R-West güzel rakamlar çıkarıyor, hatta bazen 30+ sayı görüyorum hanesinde gözlerim yaşarıyor. Ama şu anda iddialı takımların herhangi birinde olsa, alacağı rol daha küçük olacak fakat daha değerli olarak algılanacaktı. Burada böyle bir imkanı olmadığından sayı ve asist hanelerini doldurmaya bakıyor, bu da top kaybı getirir tabi.

Westbrook'un bu yazıda yeri olmaması gerekirdi çoğunuza göre. Ama çapulcu İspanyollar kampanya yapmış, Rudy Fernandez'i dördüncü olarak göndermiş. O çok koydu... Neyse dışarıda kalan isimlere zaten birazdan değineceğim. Nereden çıktı Millsap, ona gelelim. Geçen sezonki performansı güzel bir sürpriz olarak geçiştirilmeye çalışıldı Murat Kosova tarafından çoklukla. Oysa ki adam gümbür gümbür geliyordu, Mehmet Okur'u falan da tehdit ederek. Bu sezon Carlos Boozer'ın sakatlığı sonrası Memo ile bir işi kalmadı da 'yayıncı kuruluş'un da desteğini alabildi. Bilmiyorum, onun da rakamlarına bakmadım. Ama fantezi takımımda var, sürekli de takip etmek zorunda kaldım. Boozer'ı unutturduğu dönemler oldu Salt Lake City ahalisine. Boozer da kafası sahada olduğunda az buz bir potansiyel değildir hani, bazı tercihleri sorgulanabilir olsa da... Deron Williams sakatlığı nedeniyle tonla maç kaçırdı, döndükten sonra da hala şut ritmini bulabilmiş değil. Hücum da Okur-Millsap ikilisine kalıyor daha çok. Millsap'in 'topu eline verin, o sayıya gider' gibi bir durumu yok Boozer'ın aksine. Ama ekmeğini taştan çıkarıyor her maç, ortaya çıkan da bayağı bir ekmekmiş hani: Aralık ayında 18.6, Ocak ayında 17.3 sayı ortalaması... İlk beşe yerleştikten sonra sakatlıklar da geçirmesine rağmen bu etkileyici rakamlara erişmeyi başardı. Tabi çok etkileyici gözükmedi de, reboundlar da var. Aralık ayında 11.5, Ocak ayında 11.6 onlar da. Bu arada ufak sakatlıklar dedik de Boozer'ı aylardır sahalardan uzak tutan sakatlıktan daha hafif sakatlıklar da olmayabilir bunlar. Bazılarının aksine adam gibi adam yani. Benim oyum Millsap'e!


Snubs: Dışarıda kalan oyunculara bakıldığında muhtemelen Carmelo Anthony orada olacak. Millsap ile olduğu gibi Melo ile de fantastik bir ilişkim var. Sağolsun, benim seçtiğimi öğrendiği gibi kariyerinde kaçırmadığı sayıda maçı kaçırmaya karar vermiş. Şu ana kadar 14 maç kaçırdı, All-Star'a kadar da sahada göremeyeceğiz muhtemelen. Neyse neyi tartışıyoruz, Phoenix'te olacaktır mutlaka. Ama ne oyunu, ne de rakamları beni etkilemedi yeterince, insanlar bu kadar kolay All-Star olmamalı gibi geliyor en azından...

Oha Tony Parker'ı unutmuşum. Önümde de yazıyor ama, ben Dirk'i koymayacaktım aslında. Son anda, sırf apaçi damgası yemeyelim diye koydum. Parker'a patlamış oldu. Yok yok, Orkun Çolakoğlu'nun tabiriyle Tony Parker Longoria'nın bu listede birçok isimden önce yeri var. WC için onu tekrar gündeme alıyor, Paul kardeşime de "Artık seneye inşallah!" diyorum. Öte yandan da yazının konseptini de düşününce yazdıklarımı silip yazıyı tekrar şekillendirmek hiç samimi gelmiyor. Şu anda da saatlerimiz 1:15'i göstermekteyken yetiştirmek de pek mümkün olmayacak. Böyle kalsın. Başka da kısa yok zaten düşünülebilecek. Jason Terry 6th Man ödülünü falan alsın, haddini aşmasın. D-Will'den zaten bahsettik... Durant ve Melo o seviyeye yakın, ama hak edecek kadar da iyi değillerdi bence. Uzun olarak da Shaq'in bu ekstra performansı olmasa Nene ciddi ciddi düşünülebilirdi. Ama sakatlıktan dönüşü, takımın pota altına getirdiği sertlik falan güzel de, sadece güzel şimdilik... Andrew Bynum? Clippers maçından sonra sorsanız bir başka gönüllerin All-Starı derdim onun için ama Bobcats maçında yaptığı hareketi hiç beğenmedim. Duygusal çocuk falan diyorduk, 'silent killer' çıktı vallahi...

"Usta o değil de, bizim hesap nedir şimdi son olarak" diyorsanız, milyonların duygularına tercüman oluyorsunuz. Çok karışık oldu bu yazı, işin içine zaman kısıtlaması girince... Hemen veriyorum bilanço...

DOĞU: 1. Joe Johnson, 2. Paul Pierce, 3. Devin Harris, 4. Danny Granger, 5. Jameer Nelson, 6. Chris Bosh, 7. Mike Bibby

BATI: 1. Chauncey Billups, 2. Brandon Roy, 3. Shaquille O'Neal, 4. Pau Gasol, 5. Tony Parker, 6. Dirk Nowitzki, 7. Al Jefferson

Diğer otoritelere de mikrofon uzattık. Doğuş'un yazısı da taslaklarda kaldı, onunla harmanlayıp yayınlayacağım.

29 Ocak 2009 Perşembe

Moment of Zen #10


"But if it's so good being free,
Would you mind telling me
Why I don't know what to do with myself?"

Emiliana Torrini

Sizin İçin Seçtiklerimiz PART 1


Bu işe geçen hafta girişmiştik aslında... ESPN ve benzeri büyük sitelerin ödüller açıklanmadan önce ya da All-Star arefesinde bu tarz şeyler yaptığını görürsünüz. Analistlerimiz sizin için seçti gibilerinden. Biz bu işi de son güne bırakınca olmadı tabi... Bir tek Doğuş'a ulaşabildim, onun seçimlerini de yazının sonuna iliştireceğim...

All-Star organizasyonuna iki tip bakış açısı var aslında genel olarak. Bir kısım arkadaş bu organizasyonu salt bir gösteri olarak algılıyor ve orada Ben Wallace, Zydrunas Ilgauskas falan görmeye dayanamıyor. Bu arkadaşlarla girilen tartışmalar da genelde "O zaman Rafer Alston da All-Star olsun" şeklinde biter. Öncesinde ne kadar ciddi argümanlar sunulmuş olursa olsun, son nokta budur mutlaka. Açıkçası ben de bunu bir onurlandırma merasimi olarak görüyorum. Bir oyuncunun All-Star seçilebilmesi için söz konusu sezonun ilk yarısında bunu hak edecek oyunu sahaya koymuş olması şart koşulmalı. Zira özellikle Amerikan spor kültüründe unvanlara özel bir değer verildiğini de hepimiz biliyoruz. Bir oyuncu aktif kariyerini bitirdikten sonra yaşayan, bu unvanları oluyor aslında. Belki de sportif bir başarı olarak bile addedilemeyecek 'Hall of Fame' listesi için bile ne entrikalar dönüyor, ne süperyıldızlar küçülüyor milyonların gözü önünde... Bu bir yaklaşım meselesi, eleştirilecek bir yanı yok. Bu bağlamda en canlı örnek olarak Allen Iverson şatafatlı kariyerine yeni bir unvan eklerken, adları kariyerlerinde ilk kez organizasyon için bu denli ciddi bir şekilde anılan bazı isimlerden gelen homurtuları da doğal karşılamak durumundayız. Listemize de bu noktadan giriş yapalım öyleyse...

Doğu Konferansı

G - Joe JOHNSON (Atlanta Hawks): Az önce bahsettiğimiz homurtuların büyük kısmının kaynağı bu pozisyon... AI geçen sezon da ilk beş çıkacak bir performans göstermemişti, o zaman da bu sezon doğudaki tablonun bir benzeri batı yakasında göze çarpıyordu... Birçok parlak performans gelmişti guardlardan. Örneğin Deron Williams New Orleans'a gidemiyordu, Allen Iverson oradayken... "Neyse daha çok All-Star görür o" diyenler de oldu. Bakın gördünüz mü, çocuk bu sezon da sakatlığından ötürü geçen yılki performansının yanına bile yaklaşamadı. Çok da sağlıklı bir anlayış değilmiş demek ki... Neyse JJ diyorduk. Bu tartışmada yer almayan tek bir isim var, o da karşınızda işte. Rakamlarını açıp, bakmaya lüzum yok. Genç bir takımda gösterdiği bu liderlik bile yeterli benim açımdan... Sezon başında bu takımın kazanma alışkanlığını yakalamasında en büyük rolü o oynadı. Çok saygı duyduğum bir oyuncu olmasına rağmen, geçen sezon JJ seçimine biraz burun kıvırmıştım açıkçası. Belki Hidayet Türkoğlu'nun ciddi adaylığından ötürü mesafeli yaklaştım, belki kötü şut yüzdesi gözüme çarptı... Bilmiyorum. Tek bildiğim ideal bir All-Star seçiminde bu ismin ilk yazılacak isim olması gerektiği.


G - Devin HARRIS (New Jersey Nets): Gösterdiği gelişim ortada. Dallas ile devam etse bu rakamları yakalayamazdı, doğru. Ama bunun konuyla bir ilgisi yok. Fırsatı buldu ve iyi kullandı. Son dönemde Nets ile birlikte o da tepetaklak vaziyette. Yine de sezona öyle bir girdi ki, hala Jameer Nelson'ın önünde onun ismi geliyor bende. Mark Cuban da hala pişman değilim desin, Jose Juan Barea'yı izlesin... Bu sezon All-Star olmama ihtimalini yüksek görüyorum açıkçası. Olsun, önünde çok fazla sene olacak böyle devam ettiği sürece.

F - Paul PIERCE (Boston Celtics): Yine rakamlara bile bakmıyorum. Bugüne kadar hak ettiği değeri görmedi hiçbir zaman, buna katılırım. Ama sezon başında birkaç açıklaması oldu, NBA'in en iyi oyuncusu olduğuna dair. Biraz da gölgede kaldığı yılların acısını çıkartmış, çok ciddiye alınır tarafı yok. Ama bu oyunun en iyilerinden biri olduğu tartışılmaz. Celtics'e şampiyon karakterini kazandıranın Kevin Garnett olduğu söyleniyor sürekli. Bu adamı ve Ray Allen'ı biraz fazla kenara itiyorlar bence. O karakteri Timberwolves'a taşımak için pek de bir şey yaptığını görmedik KG'nin zira... Çok saptık konudan, Paul Anthony Pierce da adı bu listeye ilk yazılacaklardan. Yedinci kez katılıyor!

F - Danny GRANGER (Indiana Pacers): Kaybeden takımda süper ortalamalar tutturan genç yıldız mı, yoksa kazanan takımın bir parçası olan ve o hüviyeti kazanmasında takıma yıllardır yardımcı olan oyuncu mu? Bu sorunun net bir cevabı yok. Ya da formülize edilecek bir yanı yok. Her ikisi de duruma göre alınabilir, ama bence istatistikleri de yanında bir sürü çöp oyuncuyla oynuyor diye görmezden gelemezsin. Granger örneğinden gidersek, bu çocuk kazanan bir takımın lideri olabileceğini de gösterdi. Takımın ikinci büyük değeri Mike Dunleavy Jr. olmadan çıktıkları maçlarda Celtics'i ve Lakers'ı dize getirdi takımı. Bu iki maçta 26 sayılık bir ortalaması var, çok da etkileyici sayılmaz. Ama o iki maçı izlerseniz demek istediğimi göreceksiniz. 25 yaşında ve çok sağlam geliyor.

C - Chris BOSH (Toronto Raptors): Sezon başında MVP ödülünden bahsediyordu CB4. Bir kere böyle bir takımda onu vermezler adama. Zamanında Kobe Bryant 81 atarken, 50 üstüne 50 dizerken vermemişler, sana hiç yar olmaz o ödül. Bir de senin daha çapın ne ki aslanım?

23.1 sayı, 9.8 rebound. All- Star. Sıradaki!

WC - Jameer NELSON (Orlando Magic): Geçen sezon birisi bana şunu yazacağımı söylese hangi uzvumla güleceğimi şaşırırdım. Normal sezonda iyice nefret eder olmuştum, bir de hayvani bir sözleşmesi var takımın elini kolunu bağlayan, sal gitsin de diyemiyorsun. Carlos Arroyo'yu tercih edecek konuma gelmiştim bir dönem, SVG de gelmişti zaten. Fena oynamadı play-offları... Ama bu sezonki Jameer bambaşka bir şey. Doğru tercihler, isabetli dış şutlar, sağlıklı oyun görüşü... Artık sahadaki gerçek oyun kurucu Jameer da diyebiliyoruz gönül rahatlığıyla. Hedo-Lewis ikilisinin oyun zekaları işin kreması sadece. Ben "Bu adam WWE'ye gitsin, şu fizikle olabilirse Amerikan güreşçisi olsun" derken iyi kapak geldi vallahi... Helal olsun. Zaten fantezide de istemeye istemeye aldık, en istikrarlı oyuncumuz oldu. En kötü ihtimalle gönlümün All-Starı yani. Orlando'nun şu galibiyet yüzdesini düşünecek olursak D12'in yalnız bırakılmayacağını öngörebiliriz. Akla ilk gelen isim de Jameer olmalı kesinlikle.


WC - Mike BIBBY (Atlanta Hawks): Bombayı da burada patlattık. Çok iddialı değilim ama sürpriz kuponlarda bulunmasında fayda var. Şaka bir yana, bu seçimi yapmamda bir sebep de Bibby'nin kariyerinde bu onuru hiç yaşamamış olduğunu öğrenmemdi. Geçen sezon aynı düşünce biçimiydi aslında Caron Butler, Ray Allen ve Rasheed Wallace oradayken Hedo'yu dışarıda bırakan. Fakat ben çok haksız bulmuyorum bunu. Tabi abartıp da Allen'ı bir kez daha seçerlerse yuh derim. Ama yarım sezonluk bir performansla All-Star olmak istiyorsan o performansın gerçekten çok etkileyici olması lazım. Jameer ve Devin beni tatmin etti, ama bu ligde daha uzun bir süredir yer bulmasına rağmen Mo Williams'ı All-Star organizasyonuna bir türlü yakıştıramadım. Dün geceki 43 sayılık performansı henüz tazeyken ve son bir hafta içerisinde canlı tanıklık ettiğim ikinci hayvani gecesini geride bırakmışken hem de... Bir LeBron James takımında olmasının rakamlarına katkısı büyük bence. Ama dışarıda kalanlar içerisinde en çok hak eden Mo-Will, orası kesin. Muhtemelen de LeBron'ı yalnız bırakmayacaktır oy veren coachlar...

Neyse Bibby'ye dönelim. Sacto yıllarından bu yana bir antipatiyle bakmışımdır falan da, beklentiler minimuma inmişken gösterdiği bu performans gerçekten büyük bir takdiri hak ediyor. Hawks da son dönemde alçalışa geçen takımlardan, fakat aldıkları 26 galibiyetin yarısını JJ'e borçlularsa, diğer yarısını da bu adama borçlular. 5.4 ortalamasıyla takımında dahi en çok asist yapan oyuncu olmadığının farkındayım. Mo'nun durumu da farklı değil açıkçası, onunki de 4.1 zaten. İstatistiklere çok önem veren biriyseniz eğer, aklınızın bir köşesinde bulunsun bu da...

Snubs: Nets son düşüşü yaşamasa Vince Carter'ın yeri de olacaktı benim listemde... Her şeye rağmen son bir kez görmek isterdim VC'yi... Yarın gece cevabını en merakla beklediğim soru da bu: VC orada olacak mı? Bir diğeri için de: Ray Ray orada olacak mı? Olursa birçok kişiye ayıp olur, o kadar söyleyeyim. Takım arkadaşı Rajon Rondo daha fazla hak ediyordur muhtemelen... David Lee konusunda çok düşündüm, gerçekten olağanüstü bir sezon geçiriyor. Ama istatistiklerindeki yükseliş bir Mike D'Antoni takımında gerçekleşmemiş olsa daha anlamlı olacaktı. O yüzden vazgeçtim, biraz bekleyelim onun için. Ama geçen sezonki Hedo gibi, seçilmese dahi o kalibreye eriştiği aşikar. Rashard Lewis, Josh Smith ve Michael Redd'i de düşündüm aslında. Özellikle şu Bucks'a baktığında en az 1 All-Star çıkarmalı diyorum, sonra da takımların değil oyuncuların ödüllendirilmesi gerektiğini hatırlıyorum. Vazgeçiyorum. Aslında nasıl olsa sakat diye düşünüp seçseler, o da mutlu olsa yerine giren de... Unutmadan, Derrick Rose da biletini alıp sıraya girmesi gerekenlerden. Not yet! Mo-Will'i zaten söyledik...


Batı Konferansı

G - Chauncey BILLUPS (Denver Nuggets): Adamın en büyük hayranlarındanımdır da ne zamandır, böyle bir etki yaratabileceğini düşünmüyordum yine de. Sezon başında "Denver'ın sezonu bu yıl 82 maçta biter" derken takas sonrası öyle bir hal aldılar ki, grup birinciliğini garantilediler neredeyse... "AI-Melo olabilecek en kötü yıldız kombinasyonlarından biriydi, Carmelo Anthony de Mr. Big Shot gelince hayat buldu" desen değil. Zira uzunca bir süre de Melo'dan yoksun oynadı Nuggets o galibiyetleri alırken. Çok büyük adammış deyip bırakıyorum sorgulamayı, helal olsun vallahi! Şu sözünü de araya sıkıştırayım yeri gelmişken veya gelmemişken... Nene'nin 12/12 saha içi isabetiyle bitirdiği maçın ardından çıkmış bu sözler. All-Star'da yeni bir Serkan Erdoğan performansı mı bizi bekliyor yoksa?

"I don't think I'll ever go 12-for-12 because I'm going to shoot until I miss."

Yoruldum. Devamı ve Doğuş'un seçimleri de yarın... İşte blog olayını bu yüzden seviyorum!

25 Ocak 2009 Pazar

Milli Takımın Yeni Şutörü?


Dün gece Orlando-Miami maçı sırasında Kaan Kural söyledi, Hidayet Türkoğlu vasıtasıyla Türk milli takımında oynaması için Orlando'dan J.J. Redick'e teklifte bulunmuşuz, ya da bulunacakmışız. Sebep olarak takımın şutör eksiği öne sürülmüş... Demek ki neymiş, Serkan Erdoğan hala kadroda düşünülmüyor Bogdan Tanjevic tarafından. Bu arada Redick 475 üçlükle NCAA tarihinin en çok üç sayı isabeti bulan ismi... Ne demek mi istiyorum? İyi iş yapar yani.

24 Ocak 2009 Cumartesi

Gençliğimi Yedin FM!


Ama şikayetçi miyim, hayır! Daha kimseler bilmezken Robinho'yu, Kaka'yı, Torres'i, Smith'i, Adu'yu... Türkiye'den Hasan Kabze'yi ta Bucaspor'dan, Tuncay Şanlı'yı Sakaryaspor'dan, Aydın Yılmaz'ı Galatasaray'ın altyapısından bu yana takip etmek, bilmek ve bu oyuncuların ilk piyasaya çıkışında "Aha bu FM'deki adam değil mi" ifadesiyle şaşkınlık ve mutluluğu bir arada yaşamak çok güzel bir duygu... Ya da CM 01/02 efsanesi Julius Aghahowa'nın Kayserispor'a geldiğini duyduğumda "Süleyman Hurma da CMci çıktı" düşüncesine kapılmak... Belki şu an "Xavi'nin küçüklüğünü bilirim ben" geyiğini, ileride de Cem Sultan, Alipio, Javi Garcia gibi isimler için yapacağız. İlk başladığım ve uzun süreler oynadığım CM 01/02'den başlayarak, menajerlik oyunlarını değerlendireceğim bu yazıda...


CM 01/02 efsaneydi hakikaten. Şu anda bile bu oyunu oynayan, bunun üzerine tanımam diyen onlarca insan var. Bilgisayar başına oturdum mu 2 günde rahatlıkla bir sezon bitirirdin. FM 2005 gelene kadar oynadım CM 01/02'yi... Büyük bir aşktı benim için. Sergey Nikiforenko, Taribo West, Maxim Tsigalko, Yuri Tsigalko, Tó Madeira, Kim Kallström, Clint Hill, Alexandros Papadopoulos, Anastasios Skalidis, Mark Kerr, Miroslaw Szymkowiak, Alonso Solis, Shakhtar'dan N'Diaye-Aghahowa-Okoronkwo üçlüsü, River'dan Costanzo-Cavenaghi... Listeyi uzatabiliriz daha da. Bunlar oyunun ucuza alınıp deli gibi kar edilerek satılan futbolcularıydı. Bir de o zaman da gayet iyi olup, özelliklerinin neredeyse tamamı 20 olan Edgar Davids, Hernan Crespo, Gaizka Mendieta, Fabio Cannavaro, Francesco Totti, Alessandro Nesta gibi deli topçular vardı. Bir de oyun başladığında bazı oyuncular siz transfer yapmadan başka bir takıma gidecek oluyordu sezon sonunda. Mesela Juventus'ta Giacomo Cipriani, PSV'de Michael Lamey, Bayern München'da da biri vardı da unuttum şimdi... Onun dışında Roma, Leeds United ve Lazio oyunun süper takımlarıydı. Crespo sezonda rahatlıkla 40 golü bulabiliyordu, Mendieta da bir o kadar asist yapıyordu zaten. Roma'da Totti-Montella ikilisi harikaydı. Rio Ferdinand, Harry Kewell, Mark Viduka, duran topların usta ismi Ian Harte, Elrik Bakke, Lee Bowyer ile Leeds United da muhteşemdi. Oyunun meşhur taktiği ise 4-3-1-2. Üç orta sahanın üçü de M C, sağ ve soldaki adamlardan AM C'nin yanlarına doğru ok çıkarılırdı, burada oynayan elemanlar sol taraftaysa AM L/C, sağ taraftaysa AM R/C olurdu genelde. Üçlünün ortasındaki adamın ise geriye doğru oku vardı, defansifti yani o eleman.


CM ve FM kariyerimde destanlar yazdığım üç tane kadrom var... Ama öyle sıradan lig şampiyonlukları falan değil, bildiğin dünyayı domine etme. Onlardan bir tanesi de bu oyuna denk gelmişti. Atalanta ile... İlk sezonda dördüncü bitirmiştim ligi. Kendi sahamda çok zor yeniliyor, Milan, Juventus ve Inter gibi deplasmanlarda ise 4-1-4-1 taktiğiyle istediğim puanları alıyordum. İlk sezon çok iyi performanslar gösteren Damiano Zenoni, Ousmane Dabo, Inácio Piá gibi isimleri iyi paralarla satmıştım. Takımın kaptanı ve her şeyi olan Cristiano Doni'yi ise gelen bir sürü teklife rağmen satmamıştım. Ardından iyi bir paraya Denilson'u almıştım Betis'ten hiç unutmam. Doni orta sahanın bahsettiğim sol içinde, Denilson da AM C'de harikalar yaratmıştı. İkinci sezonu Serie A'da şampiyon ve UEFA Kupası'nda yarı finalist olarak bitirdiğimde efsane başlamıştı. Ardından gelen paralar, Doni'yi sonunda 42 milyona(evet evet, tam olarak hatırlıyorum) satmamın ardından ilk flaş transferimi Mendieta ile gerçekleştirdim. Ardından Walter Samuel, Christian Vieri(Vieri de Vieri o zamanlar) ve Rivaldo'yla olayı abartmıştım. 6 sezon oynadım ve üçüncü sezondan itibaren, her sezon alınabilecek her kupayı aldım. Kendimle gurur duyarım hala o oyundan dolayı.


Dedim ya CM 01/02'yi çok oynamıştım, dört seneye yakın işte. O yüzden arkasından gelen serinin devamı niteliğindeki oyunları pek fazla oynayamadım. Ama CM 4'te de Galatasaray'da Cafercan Aksu, Freddy Adu ve Robinho gibi isimlerin bulunduğu çok sevdiğim bir kadrom vardı. Uzun süreler oynayıp yine alınmadık kupa bırakmamıştım o takımla da. Bu CM 01/02'den sonrasını biraz çabuk geçiyorum, çünkü dediğim gibi ben o aralar hala efsaneyi oynuyordum. Ardından CM serisinin sonu geldi, o zamanki dönemlerde isim hakkı konusunda anlaşılamadığı için FM'ye dönüldü sanki, tam hatırlamıyorum oraları gerçi. Sonra FM 2005... FM serisine alışma dönemi. Pek hatırlamıyorum açıkçası o oyunda neler yaptığımı. Ardından FM 2006'da o üçüncü efsanem gerçekleşti. Atletico Madrid ile... İlk sezon ligde üçüncü olup UEFA Kupası'na gittikten sonra, ikinci sene hem lig şampiyonluğunu, hem de UEFA Kupası'nı almıştım. Sezon sonunda da Gennaro Gattuso'yu 23 milyona, Andrea Pirlo'yu ise Bosman Kuralı sayesinde bedavaya almıştım. Ayrıca o kadroda Maxi Rodriguez, Fernando Torres, Sergio Agüero gibi isimler de vardı. Sonra Torres'i 90 milyona satıp, bir sürü adam almıştım. Beşinci sezonda yine bütün kupaları alıp, transfer bütçesini 200 milyona çıkardıktan sonra bırakmıştım o oyunu da.


Şimdi gelelim FM 2009'a... Yani şu an oynadığım oyuna. Açıkçası 3D modunun biraz daha geliştirilmesi gerekiyor. Yeterince iyi değil... Oyun durduğunda oyuncular abuk sabuk hareketler yapıyor, sakatlanan adam yerde kayarak kendi dışarı çıkıyor... Ama onun dışında 'efsane FM' işte. Galatasaray'la başladım yine her oyuna başladığım gibi. Üçüncü sezon sonunda oldukça iyi bir kadro kurdum... Lincoln, Kewell, Baros, Nonda, Meira falan hepsini sattım. Takımda Nuri, Vukojevic, Mevlüt, Santana ve Wagner gibi isimler var. Özellikle Santana-Wagner ikilisinden çok memnun kaldım AM C ikilisi olarak. Denemekte fayda var. Ancak... Galatasaray için her şey bir yana, Yaser Yıldız bir yana. Süper yapmışlar Yaser'i. Semih Şentürk gibi, ne zaman oyuna girse maçı kurtarıyor. İkinci sezondan sonra da kesinlikle ilk onbirde oynayacak seviyeye geliyor. Onun dışında Semih Kaya'yı, Fernando Meira'nın sakatlığında denedim ve o günden bu yana düzenli olarak ilk onbirde oynuyor. Bir tavsiye de Aydın Yılmaz için! Başlangıçta profili falan çok kötü. Sezonun ilk yarısında forma şansı vermeyin fazla, sonradan oyuna sokun bazı maçlarda... Ardından ikinci yarıda yavaş yavaş forma vermeye başlayın ve sezon sonunda ilk onbirde oynatmaya başlayın. Sezon sonunda rahatlıkla 10 milyona satarsınız. Şimdilik bu kadar... FM ve CM hakkında hikayeleriniz varsa, yorumlardan bildirin ya da mail yoluyla ulaşın, yayınlayalım.

- CM 01/02 efsanesini tekrardan yüklemek için, bu adresten üye olup, buradan da oyunu bedavaya yükleyebilirsiniz.

- Menajerlik oyunu efsaneleri için bir de şuraya bakabilirsiniz.

23 Ocak 2009 Cuma

F1? TRT? Ömer Üründül!?


Beni Formula'dan soğutan CNN Türk'ün 4 yıllık anlaşması bu yıl itibarı ile sona eriyor artık. Resmi bir açıklama olmasa da yayın haklarını TRT'nin aldığı söylentisi giderek artıyor. Okay Karacan'dan sonra adamakıllı bir spiker görmedik şu 4 yılda, ülkemizdeki ilginin buna bağlı olarak düştüğünü düşünüyorum. En azından kendi adıma böyle olduğunu söyleyebilirim. Eskiden tüm yarışları izlerken, şimdi denk gelirsem izliyorum sadece. TRT alırsa ilginç şeyler olabilir, Ömer Üründül yorumlarsa şaşırmayın derim ben. Adam olimpiyatlarda basketbol ve voleybol maçı yorumladıktan sonra her şeye hazırlıklıyım artık. Umarım TRT böyle bir şey yapıp abartmaz. Yoksa çekeceğimiz var...


- Kırmızı arabalar bayağı iyiymiş yahu...

- Mercedesler hatlar arasında kopukluk yaşıyor, yaklaşıp alan daraltmaları lazım.

- Bu çocuk yetenekli ama takımda sistem yok, sistemsiz olmuyor...

Ben en iyisi adresini bulup bu adamı vurayım, olasılıklar dahilinde olması bile felaket yahu.

22 Ocak 2009 Perşembe

Moment of Zen #9


"For every action, there is a reaction. And a Pikey reaction is quite a fucking thing."

Turkish

Futbolda NBA Modeli?


Arap şeyhlerine karşı önlem alınması ne zamandır düşünülüyordu zaten de, bu 120 milyon euroluk tekliften sonra bir şeyler yapmak farz olmuştu. Üyeleri arasında Milan, Manchester United, Real Madrid gibi dev kulüplerin de bulunduğu Avrupa Kulüpler Birliği transfer harcamalarının sınırlandırılmasını ve bilet ve forma satışları, televizyon yayınları ve sponsorluk anlaşmalarından gelecek paranın sadece %50'sinin kullanılmasını istemişler. Yani bir çeşit salary cap uygulaması NBA'de tanımlandığı şekliyle.


Şimdi Real Madrid gibi büyük takımlar için sorun yok, adamlar forma satışlarından, sponsorluk anlaşmalarından, 90 bin kişilik stadyumlarından deli gibi para kazanıyorlar zaten. Fakat ülkemizden düşünmek gerekirse, iki senedir zirveyi zorlayan Sivasspor böyle bir durumda ne yapacak? Adamların stadındaki en pahalı yer 30 milyon. Forma satışları en iyi çarşamba pazarında yapılıyor, sponsorlardan da en fazla tesislerin yiyecek masraflarını karşılıyorlardır. Bu tabi ki işin şakası, ancak büyük kulüplerin bu dediğini yaparak zaten kısıtlı imkanı olan kulüpleri iyice zora sokacaklar. Diyelim ki böyle bir şey oldu, hemen komplo teorilerini üreteyim... Bilet fiyatları aşırı artar, taraftar isyan eder, tribünler boş kalır, her takım kendisine Fenerium, Kartal Yuvası, GS Store tarzı mağazalar açmaya kalkar, çoğu işsizlikten batar, forma satışlarında ve sponsorluk anlaşmalarında yüksek rakamlar gösterilmek suretiyle yolsuzluklar yapılır falan filan. Şeyhleri yada diğer dünya zenginlerini engellemek düşüncesi güzel, ancak büyük takımlar da bu kadar bencil olmasın yahu! Bu arada böyle bir şey olsa bundan en karlı çıkacak olan takım Fenerbahçe olur. Hem stadyum, hem de Fenerium farkıyla.

21 Ocak 2009 Çarşamba

The Fergie Babes


Dün gece oturup Carling Cup gibi anlamsız bir kupanın yarı final rövanş maçını izlediysem, bununla yetinmeyip son dakikalarda "Bitir hoca artık" moduna girebildiysem bu bebeklere borçluyum. Dwight Yorke ve Andy Cole ikilisini de es geçmemek lazım... Bu topraklar üzerinde bile yalnız olmadığımı bilmek de güzel...

Maçtan çok fazla bahsetmenin de anlamı yok. Bu arada Kanal A'nın 16:9 formatındaki yayını 4:3 moduna bindirip yayınlamasından, spikerin Cristiano Ronaldo'nun adını dahi rahatsız edici bir biçimde telaffuz etmeyi başarmış olmasından da bahsetmiyorum. Ronaldo da penaltıdan da olsa Kasım ayından beri yerel müsabakalardaki ilk golünü attı, zinciri kırdı... Nani'nin golü muazzamdı, sakatlanıp çıkana dek de 1990 doğumlu Rafael'in oyunu... Zoran Tosic'i beklerken, kenarda C-Ron'ı görmek bir nebze hayal kırıklığı oluşturdu bünyede. Ama onun gibi bir adamın özgüveni bile zedelenebiliyorsa eğer, bu penaltı golü bir tazeleme işlevi görmüştür. Belki de hayırlı bir değişiklik olmuştur Sir Alex Ferguson'ın yaptığı yani. Diğer gençlerden Jonny Evans zaten bir süredir forma şansı buluyor. Danny Welbeck konusunda büyük beklentilerim yok, ama çocuk daha 18 yaşında... Bu arada ne olursa olsun, Roy Carroll'ı rakip takım kalecisi olarak görmek iç rahatlatıcı. Raimond Van Der Gouw, Mark Bosnich, Massimo Taibi, Fabien Barthez, Roy Carroll... Seni çok seviyoruz VDS!

The Day After MLK!


Martin Luther King'i anma günündeki NBA programı sona erdi. Dört maçın üçünü izledim, ikisi de gayet güzel maçlardı. LA Lakers-Cleveland ve Houston-Denver maçlarından bahsediyorum. Haydi değerlendirelim:

Houston-Denver: Bir play-off maçı havasında geçmese bile, bir normal sezon maçı için gayet zevkli bir maçtı. Savunmalar pek devrede değildi, skora bakarak bile bunu rahatlıkla anlayabiliyoruz ancak maçtan aklımda kalan iki oyuncu ile başlayalım: Denver'dan J. R. Smith ve Houston'dan Yao Ming. J. R.'dan başlayalım, izlediğim Denver maçlarında beni hep etkiledi ama özellikle bu maçta hayran kaldım resmen. Hiçbir zaman skor üretme kısmında sorunu olmadı zaten, her zaman iyi bir skorer oldu fakat bu sezon çok daha iyi şut seçtiğini söyleyebilirim... Belki yüzdesi geçen senelerden iyi değil, ancak geçen senelerdeki gibi her eline aldığını atmıyor ki yüzde olayını da sürelerinin geçen seneye göre gösterdiği artışa bağlayabiliriz. Von Wafer gibi her aldığını atan bir adam olmaktan çıkıp, iyi bir skorere dönüştü J. R. Smith. Yao'ya gelince, bir uzun alçak posttan ancak bu kadar domine edebilir oyunu. İkili sıkıştırmaları bu kadar kolay cezalandırabilecek el hassasiyetine sahip, bire birde biraz da boyunun etkisiyle durdurulması çok zor baby-hooklar atan Yao'yu izlemek gerçekten büyük keyif. Bu arada Dahntay Jones gibi adam her takıma lazım!

Boston-Phoenix: Fazla diyecek bir şey yok açıkçası. İzlediğime izleyeceğime pişman oldum. Maç öncesi dediğim o boğucu savunmayı yaptı Boston ve iki çeyrekte bitirdi işi. Fark da bir ara 30'u gösterdi zaten... Dördüncü çeyrek oynayan Suns benchi bayağı indirdi farkı, eğer maç aslarla devam etseydi 45-50 farkı bulabilirdi. Shaq-Amare ikilisinin Garnett-Scalabrine ikilisine sağlayacağı üstünlük maçı Suns'a getirebilir demiştim de Amare Stoudemire 0/7 şut isabeti ile 3 sayı ve 4 top kaybı ile oynayınca olmadı tabi. Boston'ın bu sene evinde bolca yaptığı blow-outlardan birini daha izledik. Keşke kalkmasaydım...


LA Lakers-Cleveland: Maçın başında Kobe Bryant'ın parmağını tuttuğunu görünce yurt sınırları içindeki 6 milyon Lakers taraftarının(Anıl Çelebi'ye saygılar) yüreği ağzına gelmiştir muhtemelen. Kendi parmağımı incitmiş gibi oldum o pozisyonda. Acısı yüzünden belliydi zaten ki parmağı çıkmış o pozisyonda. Doktor Gary Vitti yerine oturtmuş. Kobe bu konu için, "That's probably the most pain I've ever played with" demiş. Ayrıca ilk pozisyonda çok acıdığını ve sadece eve gidip buz yapmak istediğini, ancak şu an iyi olduğunu sadece sızladığını da eklemiş esas oğlan. X-Ray sonuçları da negatifmiş, kırık falan yok yani. Maça dönersek, Kobe bu parmakla oynayabileceği en iyi oyunlardan birini oynadı, her şeyden önce yapabileceği en iyi savunmayı yaptı. LeBron James'i çok çok iyi savundu, zor şutlara itti, top kayıplarına zorladı ve maçın son dakikalarında da üst üste iki pozisyonda 5 sayı bularak takımını galibiyete taşıdı. Geçen seneki maça da benzedi biraz, o maçta da LeBron maçın sonunda hem kendi iyi oynamış, hem de Kobe'yi iyi savunmuştu... Bu sefer roller değişti ve maçın sonuna Kobe damgasını vurdu.

Maçtan önce Andrew Bynum ve Pau Gasol'ün yiyecekleri dayağa ne derece karşılık vereceklerinin maçın kaderini değiştireceğini söylemiştim, aynen de öyle oldu. Bynum ve Gasol hiç geri adım atmadılar ve boyalı alanı domine ettiler. İkisi de çok iyi savunma yaptılar... Bynum, faul yapıcaksan böyle faul yap arkadaş! "Bir daha buraya girme" mesajını ver, LeBron'a verdiğin gibi bu sabah. Yaptığı faullerin hepsi olması gereken sertlikteydi, helal olsun. Lakers'ın second-uniti de gayet iyiydi. Özellikle Sasha Vujacic inanılmaz hırsı, yaptığı iyi savunma ile alkışı hak etti. Bu arada Lakers bu galibiyetle, sanırım Shaq döneminden sonra ilk defa Orlando'yu NBA birincisi yaptı. Bu da dipnot olsun.

Rafa Rafael, Rafa Rafael


Geçen hafta Rafael Benitez, kulübün önüne koyduğu ve mukavelesini 2013 yılına kadar uzatma yönündeki teklifi reddetti bildiğiniz gibi. Bu konuda daha sonra sarf ettiği sözlerde de en çok adı geçen isim Daniel Agger'di belki de... Danimarkalı savunma oyuncusu, geçtiğimiz sezon yaşadığı sakatlığın etkilerini tam olarak üzerinden atamadığından Liverpool'un ilk onbirindeki sağlam konumunu kaybetmişti aslında. Ancak özellikle 2006-07 sezonundaki performansı da birçok takımın ağzını sulandıracak cinstendi. Savunma bölgesinde son yıllarda büyük sıkıntı yaşayan ve artık çok yaşlı ve bir o kadar da sakatlığa meyilli bir savunma hattına sahip Milan da Agger'in taliplerinden... Sözleşmesinde son 18 aya giren Agger, şartlar gereği transferi konusunda tek söz sahibi. Bu opsiyon takımdaki diğer önemli isimlerden Dirk Kuyt ve Alvaro Arbeloa için de geçerli. Zaten Rafa'nın kızdığı nokta da tam olarak bu... Sözleşmeler sırasında izin verilen bu boşluktan şikayetçi ve muhtemelen daha fazla yetki istiyor. Sonuna kadar da hakkı...


Danimarkalı'nın menajeri ise İtalyan ekibinden gelen teklife şimdiden tav olmuş vaziyette, bu transferin an meselesi olduğu konuşuluyor kulislerde. Agger de bu sezon ligde sadece 9 maçta forma giyebildi ve İtalya seyahati onun için de oldukça makul gözükmekte... Bu durumda savunma bölgesinde Martin Skrtel ve Sami Hyypia ikilisine muhtaç olacak Benitez. Tabi Jamie Carragher'ın yerinin garanti olduğunu söylemeye gerek yok... Hyypia 35 yaşı buldu. Skrtel hakkında Slovakya'da belirli bir evi olmadığı, istediği eve girip geceyi orada geçirebildiğine dair bir şeyler okumuştum. Muhtemelen de şehir efsanesidir. Onu da iliştiresim geldi, yoksa yazı için herhangi bir önemi yok. Fakat o da çok sık sakatlanıyor...

Sezona son yıllardaki en iyi girişlerinden birini yapan Liverpool cephesinde Agger'in kaybı hiç de hoş karşılanmaz. Ama Benitez'in asıl sıkıntısı Kuyt ve Arbeloa'nın da bugün benzer bir opsiyonu kazanmış olması ve yöneticilik konsuundaki bu boşluğun ileride daha büyük sıkıntılara yol açma ihtimali. Milan için fena bir transfer olmaz, Alessandro Nesta otuzundan sonra ne zaman baksam sakat. Paolo Maldini hala oynuyor heralde, bir gün sahada düşüp kalacak diye korkuyorum... Öte yandan da Agger diyorsun, 7.5 milyon pounddan bahsediyorsun. Doğuş'un da dediği gibi sat Kaka'yı, kralını al... Neyse Milan büyük kulüptür, gider şu savunmayla çift kupa alır, lafı ağzımıza tıkar... Seni seçtim Skrtel!

Son cümle sadece Ertem Şener telaffuzuyla komik...

You've Got Robinho, You're Going Down


Başlık benim çok da inandığım bir düşünceyi yansıtmıyor aslında. Sonuçta söz konusu genç bir adam ve henüz elimizde yeteri kadar veri yok. Ama Robinho'nun fena da başlamadığı Ada kariyerini çarçur etme eğilimi baş gösterdi bu hafta başında. Pazartesi günü Manchester City'nin Tenerife kampında olması beklenirken, aniden sırra kadem bastı genç Brezilyalı. Daha da ilginci, kişisel danışmanının dahi bu hareketin nedeninden bihaber olduğunu açıklaması. Robinho ise acil bir ailevi meseleden dem vuruyor, ancak bu teknoloji çağında Mark Hughes'un bundan haberdar edilmiş olması gerekmez miydi sorusuna cevabı yok... Robinho'ya yakın kaynaklar, çarşamba günkü Newcastle maçında oyuncunun sahada yerini alacağını ve İngiltere'ye döndüğünde her şeyi yoluna sokacağını yazmış olsalar da spekülasyonu seven Ada basını Robinho'nun bu davranışını Kaka'nın kararına yormuş durumda. Bir örneği de aşağıdaki karikatürde hayat bulmuş. Tıkla büyüsün... Hayır Robinho değil, o hiç yaşlanmayanlardan! Bu arada Mark Baba'ya da acıyorum, transfere henüz ilk aşamada şüpheyle yaklaşmıştı, bloga da taşımıştım o huzursuz ifadelerini hatta. İsteyen arşive geçebilir...


Manchester City hakkında bir blogda yazılabilecek en uzun yazıyı yazmıştım belki... Sonra Şeyh Mansour geldi, kağıtlar yeniden karıldı. Bu transfer döneminde insanları Kaka olayıyla oyaladılar, fakat gerekli yerlere takviyeler gecikti bana kalırsa. Christmas öncesindeki tepetaklak gidişten Felipe Caicedo ve Robinho'nun coşageldiği Hull City maçı ile birlikte biraz olsun sıyrılmışlardı ama lig tablosunda şu anda bulundukları konum kimseyi tatmin etmiyor. Sol beke yapılan Wayne Bridge takviyesi iyi bir hamle bana kalırsa, 10 milyon poundluk bedeliyle de güzel bir imza. Craig Bellamy'ye verilen 14 milyon pound ise biraz fazla gibi gözüküyor ilk bakışta, her ne kadar oyuncuyu çok sevsem de...


Sıradaki ismin ise Nigel De Jong olduğu konuşuluyor ki en dişe dokunur hareket de bu olur. Zira Gelson Fernandes bu ölçekte bir takımın orta sahasında yükü taşıyabilecek bir isim değil, Michael Johnson'ın sakatlığı da Citeh'ye çok yardımcı olmadı. Aslında şugar çocuk o... E takdir edersiniz ki, Temmuz ayında 2346. yaşını dolduracak Dietmar Hamann'la da zor. Vincent Kompany'ye iyi bir partner bulunması şarttı ve Hollandalı bu işi hakkıyla yerine getirebilir... Tabi Kaka olayı Şeyh'in motivasyonunu kırmıştır az da olsa. Hayatta paranın satın alamayacağı şeyler de var, MasterCard da yetmiyor... NBA blogu görünümünden biraz olsun sıyrılalım diye başladığımız bu hafiften zoraki yazıyı Levent Kırca usulü bitirelim: Bu Robinho'dan adam olmaz!

"It is important to underline that I did not return to Brazil because of the Kaka deal. He is one of my good friends and it would have been great to see him at Manchester City - but it had nothing to do with his decision to stay in Milan."

20 Ocak 2009 Salı

Galliani Oğlunu Sat(a)madı!


Milan taraftarı Kaka'yı sattırmadı, bunun başka bir açıklaması yok. Galliani'ye kalsa Kaka şu an İngiltere sınırları içinde olabilirdi. Verilen para hakikaten inanılmaz. Bu ekonomik şartlarda bu kadar para verilmemesi gerektiğini düşünenlerdenim. Ama Araplar işte, bir elleri yağda bir elleri balda. 120 milyon euro diyen var, 96 milyon pound diyen var. Tam olarak ne kadar olduğu önemli değil, ancak ben olsam satardım. Tüccar kafası falan değil bu, giderim sonra Diego'yu, Agüero'yu, Hamsik'i, Ribery'yi almaya çalışırım mesela. Zaten Bordeaux'da harikalar yaratan ve tam olarak da Kaka'nın mevkiinde oynayan Gourcuff'un da kiradan çağrılacağı konuşuluyor. Ronaldinho da var orda. Öte yandan Milan'ın defansta bu kadar problemi varken ve Kaka'dan gelecek parayla hem defansın kralını alabileceğini, hem de Kaka'nın yerinin rahatlıkla doldurabileceğini de hesaba katmak lazım. Zaten Galliani de bu sebeple sıcak baktı sanırım ilk anda transfere. Sizin görüşlerinizi de merak ediyorum bu konuda, yorumlara buyrun. Yazıyı da Fiorentina maçında, herkesin 'Kaka'nın Milan formasıyla San Siro'daki son pozu' olarak yorumladığı fotoğrafla bitirelim.

White Men Can Jump


Smaç yarışmasının dördüncü ismi belli olmuş. Joe Alexander, Russell Westbrook ve Rudy Fernandez arasından Rudy seçilmiş, muhtemelen İspanyollar'ın da katkısıyla. Sergio Rodriguez'in yardımcı olabileceğine dair bir de ipucu vermiş Rudy Fernandez. Tahminen repertuarında power dunklar yerine alley-ooplar var. Zaten iyi olduğu konu da o, bu sene çok izledik yaptığı alley-oopları. Ha bu arada, Rudy ve smaç deyince aklıma direkt yukarıdaki kare geldi.

19 Ocak 2009 Pazartesi

Zeki Müren - Ajda Pekkan - ALO Reklamı

Seksenli yıllara ait bir sürü tuhaf reklam bulup, "Vay be o dönemler ne biçimmiş bu işler" demek mümkün. Fakat bu sefer 80'ler nostaljisinin de ötesinde önemi olan bir reklam paylaşacağım sizlerle...



Zeki Müren'in her şeyden elini eteğini çekip, Bodrum'a yerleştiği yıllardır. Kendisine gelen sayısız sahneye ve televizyona çıkma teklifini "Sağlığım müsaade etmiyor" diyerek kibarca geri çeviriyor, evine gelen gazetecilerle görüşmek istemiyor, onunla 'resim almamak şartıyla' röportaj yapabilen gazeteci kendini şanslı görüyordu. Yine böyle bir dönemde, 1986 senesinde, Zeki Müren'den ALO deterjanlarının reklamında oynanması istendi. Nedendir bilinmez, Zeki Müren bu teklifi kabul etti. Tam da o dönem "devlet sanatçısı unvanı verilecek sanatçılar listesi" açıklanmıştı. Zeki Müren de bunların arasındaydı. Ancak ALO için yapılacak reklam filmi için Paşa'nın sadece sözüyle yetinilmemiş, kontrat imzalanmıştı. Bir ürün reklamında oynaması sebebiyle devlet sanatçısı olma hakkını kaybetmişti.

Doğal olarak Zeki Müren bu duruma içerledi, fakat yapılacak bir şey yoktu. Kalbi buruk bir şekilde Ajda Pekkan'la bu izlediğiniz neşeli düeti yaptı. Ve Bodrum'da gözlerden uzak yaşamına devam etti.

24 Eylül 1996'da, yani bundan tam 10 sene sonra, ilginçtir yine Ajda Pekkan'la birlikte katıldığı, TRT'de kendisi adına düzenlenen bir programda, devletin kanalındaki bir canlı yayın sırasında vefat edecekti. Belki de hiçbir devlet sanatçısına nasip olmayacak bir şekilde... Ve vefatından sonra kendisine devlet sanatçılığı unvanı verilecekti.

Long Live MLK!


Yukarıda gördüğünüz adam, bu gece NBA TV ve NTVSpor ekranlarından izleyeceğimiz dört harika maçın mimarı. Martin Luther King yani... Bu herif necidir, kimdir derseniz çok ayrıntıya inmeden 1964 yılında Nobel Barış Ödülü almış, ve o dönem fazlaca yoğun olan siyah-beyaz çatışmasında her iki tarafın da eşit olması gerektiğini savunmuş. M. L. King'in düşüncelerini özetleyen sözler de şunlar sanırım:

"I have a dream that my four little children will one day live in a nation where they will not be judged by the colour of their skin, but by the content of their character."

4 Nisan 1968 tarihinde, bir motelin balkonunda boğazından vurularak öldürüldüğünü, cenazesine aralarında dönemin başkan yardımcısı Hubert Humphrey'nin de bulunduğu 300 bin kişilik bir insan ordusunun katıldığını ve beş gün sonra ABD Başkanı Lyndon Johnson'ın ulusal yas ilan ettiğini de hatırlattıktan sonra, bu gece oynanacak maçları değerlendirelim:

5:30'daki büyük düelloyu kesin izleyeceğim, o Allah'ın emri zaten. Çekişme durumuna göre Denver-Houston maçını da izlerim diye düşünüyorum. Phoenix-Boston maçına da bakarım biraz bizim maça kadar. Bu fırsatı kaçırmamak lazım tabi. İkinci maç hariç hepsi güzel maçlar.


Denver - Houston: Houston'da son maçta da oynamayan T-Fake ve Artest bu maçta da oynamayacaklar yazılanlara göre. Yao problem çıkartacaktır, oldukça da formda zaten. Ama Denver, Carmelo var yok dinlemeden maçları kazanıyor. Son Orlando maçında takımın skor yükünü çekmesi beklenen Billups, Nene ve J. R. Smith toplamda 10/43 ile şut atınca yenilgi de kaçınılmaz oldu ligin en formda takımına karşı. Geçenin ilk maçına Denver diyorum.

Detroit - Memphis: Detroit sürekli ya Prince'in ya da Stuckey'nin sırtında kazanıyor maçları. Ama bu aralar Stuckey ve Prince de kurtaramıyor olacak ki, tıpkı rakipleri gibi beş maçtır yeniliyorlar. Memphis hoş takım, ileriki senelerde Mayo-Gay-Gasol üçlüsüyle çok da iyi işler yapabilirler ancak henüz erken. Formsuz Detroit'e bir sürpriz yapabilirler, fakat onlar daha da formsuz. Detroit mağlubiyet serisini bitirmek için daha güzel bir maç bulamaz. Detroit diyorum.

Phoenix - Boston: Boston 9 maçta 7 mağlubiyet aldıktan sonra nihayet toparlandı ve 4 maçtır da kazanıyorlar. Başka bir şampiyonluk adayı için ayağa kalkmak bu kadar kolay olmayabilirdi. Boston'ı şampiyonluk yarışında bir adım önde kılan etmen de bu, bana kalırsa. Her maça ayrı bir konsantrasyonla çıkıyorlar. Bu maçı da yapacakları savunma belirler. Eğer maçın başında seyircinin gazıyla o bunaltıcı savunmalarını dikte ettirirlerse Phoenix bir daha geri dönemeyebilir. Phoenix ise kazanmak istiyorsa, Perkins'in yokluğunda bol bol Scalabrine'nin tutacağı adamdan(Shaq olur büyük ihtimalle) oynamalı. Maçın anahtarı Boston'ın savunması ve Garnett-Amare eşleşmesinin gidişatı. Boston diyorum.

Cleveland - LA Lakers: Herkes bu maç öncesi farklı bir motivasyon bulmuşa benziyor. NBA'in resmi sitesi "Final Preview" demiş, Yahoo MVP adayları ilk kez karşılaşıyor demiş. Hemen bir flashback yapıp geçen sezon Staples Center'da oynanan ve damın aktığı(!) maça dönmek gerekirse, LeBron maçın sonunda hem hücumda çok iyi oynamış hem de Kobe'yi savunmasıyla kilitleyip, dördüncü çeyrekte takımına galibiyeti getiren serinin mimarı olmuştu. Bu sefer o maçtan farklı olacağı kesin... O zaman Lakers'da Gasol, Bynum, Ariza, karşı cephede ise Big Ben, Szczerbiak, Mo yoklardı. Maçın anahtarı Gasol ve Bynum'ın içeride Big Ben ve Varejao'dan yiyecekleri dayağa ne derece karşılık verebileceklerinde ve süper yıldızların biraz olsun yavaşlatılmasında yatacak. Lakers'da Farmar, Lebrongiller'de Ilgauskas forma giyemeyecekler. Biraz da duygusal yaklaşarak Lakers diyorum.

Maçlara kadar biraz FM oynayalım, yarın da maçların sonuçlarını değerlendiririz.

Anahtar Kelimeler: Underdog, El Freni


Şu son bir aya kadar sezonun en büyük fiyaskosu kim diye sorsaydık, azımsanamayacak bir çoğunluk Philadelphia derdi sanırım. Geçen sene doğuda beklenmedik şekilde play-offa kaldıktan sonra Detroit'ten 2 maç koparan, ayrıca seri boyunca da çok iyi mücadele eden Sixers ayrıca Elton Brand'i de takıma katmıştı. Yani Doğu Konferansı yedinciliğini ve play-offtaki iyi mücadeleyi getiren takım korunmuş, üstüne bir de NBA'in en iyi uzunlarından biri olan Brand takıma monte edilmişti. Ayrıca geçen sezonun sonunda "Seneye ben de varım" mesajını veren Thaddeus Young'ın kendini daha da geliştirmesi bekleniyordu. Sezon öncesinde Sixers için her şey güzel gözüküyordu...

Konferans, play-offa orta sıralardan kapak atmak için gayet uygundu, Brand takviyesi tatmin ediciydi, Andre Iguodala'nın play-offlardaki liderliği umut vericiydi... Ancak sezon başladığında kabus başlamıştı Philadelphia adına. Ardı ardına gelen yenilgiler, çok şey beklenen Samuel Dalembert, AI9 ve Andre Miller'ın vasat altı performansları dördüncü veya beşinci sıradan play-off beklentisi içindeki Sixers taraftarını oldukça şaşırttı. Sorunlar ortadaydı... Tek kelime, beş harf: ÜÇLÜK. Takımda düzenli olarak üçlük atacak sadece iki adam vardı: Donyell Marshall ve Kareem Rush. Marshall tamam, artık kendine hayrı yok da Rush'ın en azından belirli dönemlerde sahada kalmasını beklerdim. Sezon başında bir ara süre buluyordu, ancak şu an Marshall'la birlikte rotasyonda yer bulamayan iki oyuncudan biri.

Brand olayına en son değineceğim, ondan önce üçlük konusunda takımın diğer isimleri neler düşünüyor ve neler yapıyor ona değineyim... Rotasyon içerisinde üçlük konusunda güvenilebilecek tek isim Louis Williams "Üçlük atmaktansa içeri girmeyi daha çok seviyorum" demişti bir maçtan sonra. Tony DiLeo ise takımından daha çok üçlük atmasını istemişti, hatta sanırım ikisini aynı yazıda okumuştum. Üçlük diyoruz da sürekli, niye bu kadar önemli bu üçlük olayı derseniz cevabı açık: Sixers Brand'in de gelişiyle biraz daha yarı saha basketboluna yakın bir basketbol oynuyordu sene başında. Ancak takım üçlük sokamayınca karşı savunmalar içeriye fazlaca gömülüyor. Bu hem Brand'in performansını olumsuz etkiliyor, hem de Iguodala gömülen savunmalara karşı oynamakta zorluk çekiyordu.


Ama üçlük tek sıkıntı değildi, sıkıntıların merkezinde üçlük sorunu olsa da takımın geçen seneki en önemli üç oyuncusu(Iguodala, Miller ve Dalembert) sezona o kadar kötü başladılar ki, Brand muhtemelen "Nereye geldim ben" demiştir. Tamam Dalembert iyi bir hücumcu olmadı hiçbir zaman, onu biliyoruz ancak 5.7 sayı ortalaması nedir arkadaş? Dalga mı geçiyorsun koskoca Sixers camiasıyla. Dalembert'in formsuzluğunu açıklamak için sayı, rebound, blok, top çalma ve saha içi yüzdesinde kariyerinin en kötü rakamlarıyla oynadığını söylemek yeterli. Iguodala ve Miller da felaketti ama neyse ki Brand'in sakatlanmasından sonra toparladılar. Aha işte kritik cümle. Yazının son bölümünü şekillendirecek cümle.

Brand 17 Ocak'tan bu yana, yani yaklaşık bir aydır yok. Bu süreçte Sixers 10-6'lık(yenildikleri takımlar Boston, Denver, Dallas, Houston, Utah ve hepsi deplasman) bir derece tutturdu ve dün geceki New York galibiyetiyle %50 galibiyet oranını tutturdu. Ama bundan önce, geçen seneki savaşan, hızlı basketbolda etkili takım kimliğini tekrar kazandılar. Göze hoş geliyor yani Sixers'ın oynadığı basketbol. Şimdi önümüzde iki seçenek var... Ya Brand sakatlanınca Sixers geçen seneki underdog görüntüsüne döndü ve bununla birlikte geçen seneki göze hoş gelen basketboluna da. Yani Brand Sixers için bir el freni. Ya da sezon başı sadece takımın önemli oyuncuları formsuz olduğu için beklenmedik mağlubiyetler alındı, şimdi ise Miller ve Iguodala forma girdi. Brand de gelince çok daha korkutucu bir takım olacak Sixers. Sizce hangisi, onu yorum kısmına alalım.


- Sixers'ın 7 maçlık bir galibiyet serisi içinde olduğunu ve bundan önceki en büyük galibiyet serisinin yalnızca 3 maç sürdüğünü,

- Bu 7 maçlık serinin ilk maçı olan Houston maçını saymazsak takımın üçlük isabet oranının sırasıyla 8/15(Bucks), 3/8(Bobcats), 9/15(Hawks), 11/23(Blazers), 8/14(Spurs), 6/14(Knicks) olduğunu,

- Brand'in omuz sakatlığının geçtiğini ve pazartesi günü takıma dönmesinin beklendiğini,

...bilirseniz iyi olur.

Yeni Yazıhane Diyorsak...

Bir yılı geride bıraktığımız gibi soluğu yeni tasarımda aldık. Kubilay Kahveci'nin yeni oyuncakları için buradan yakın. Yazıhan...