30 Haziran 2008 Pazartesi

Avrupa Transfer Piyasası


Avrupa futbol piyasasında önemli gelişmeler oluyor son günlerde. Mourinho'nun Inter ile anlaşmasından sonra Lampard ile de büyük ölçüde anlaşması gündeme oturdu. 3 yıl üst üste şampiyon olan Inter bu yıl gözünü Avrupa'ya dikmiş gibi görünüyor. Bolton'ın Elmander transferi ve Manchester City'nin 19 milyon pound karşılığında Jo'yu kadrosuna katması Premier Lig'in gelecek sezon daha da renkli geçeceğini gösterir gibi. Büyük ölçüde Lampard'ı kaybeden Chelsea teknik direktörlük görevine Scolari'yi getirmesi dışında sessiz kalsa da sessizliğine önemli bir hamleyle noktayı koydu. Bugün Chelsea kulubü Deco ile anlaştığını resmi siteden duyurdu. Scolari ve Deco hamlelerinden sonra takımın defansif ağırlıklı oyun sisteminin de değişeceği kesin gibi. Chelsea'nin yaptığı hamlelerin Deco ve Scolari ile sınırlı kalacağını sanmıyorum. Ronaldinho, Eto'o ve Adriano'nun da gelecekleri belirsiz. Her geçen gün transfer piyasasındaki hareketlilik artacağa benziyor. Özellikle Milan'dan önemli bir hamle gelmesi kesin gibi. Daha çok renkli transferler olacak bu sezon...

Dalembert Pekin'de


Philadelphia 76'ers' ın pivotu Samuel Dalembert'in Kanada Milli Takımı'nda yer alacağı açıklandı. Ayrıca bu sezon Miami kadrosunda yer alan Joel Anthony de kadroda yer alacak. Favori olmayan hatta Olimpiyatlar'ın alt sınıf takımlarından görülen Kanada'nın kadrosuna böyle iyi oyuncuları dahil etmesi güzel. Kanada maçlarında bol bol güzel bloklar izleyeceğiz gibi görünüyor. Bu isimler açıklandıkça Olimpiyatlar başlasın diye sabırsızlanıyorum.

Viva España


7 Haziran'da başlayan turnuva 29 Haziran'daki final maçıyla sona erdi. Son turnuvaya oranla futbol kalitesi yüksek ve keyifli bir turnuva oldu. Son sıkıcı 2004 turnuvasının şampiyonu Yunanistan'ın da 0 puan alarak eve erken dönüş yapması dikkat çeken noktalardan biriydi. Doğu Avrupa temsilcileri Rusya ve Türkiye de oynadığı futbol ve tutkularıyla turnuvaya renk katan diğer faktörlerden biri oldular. Belki de 1988'den sonraki en kaliteli Avrupa Şampiyonası diyebiliriz.

Gelelim büyük finale. İlk önce Alman cephesinden bakarsak, Portekiz maçı hariç çok kötü futbol oynayarak finale kadar geldiler. Hatta Türkiye maçında Lehmann hayatında bir maçta kalesinde gördüğü en fazla sayıda şutu görmüş bile olabilir. Ama disiplinden kopmamaları maçı Almanya tarafına götürdü.

İspanya ise son 7-8 yıl U-17, U-19, U-21 turnuvalarını domine ederek başarı yolunu açmıştı. Yeni yıldızları ile total futbolun tüm gerekliliklerini ortaya koydular finale gelinceye kadar. Rusya ile oynadıkları iki maçta da futbola doyduk adeta. La Liga gibi müthiş bir lige sahip ülkenin son kupasını 1964 yılında alması da oldukça garipsenecek bir durumdu bana göre. Ve İspanya bu başarısız geçen yılları unutturmak için eline büyük bir fırsat geçirdi.

Gelelim büyük maça... Maç öncesi oynadığı futbol ve sahip olduğu süper yıldızlar nedeniyle İspanya finalin favorisi olan taraf olarak görünüyordu. Ama Almanya da tarih boyu gösterdiği başarılarla kafada soru işaretleri bırakıyordu, şansları da cabası.

Saatler 21:45'i gösterdiğinde büyük maç başladı. İlk 10 dakika karşılıklı ataklarla geçti, ama o andan itibaren İspanya kontrolü eline aldı ve Almanya kalesine yüklenmeye başladı. Adeta Türkiye-Almanya maçının kopyası gibi devam ediyordu maç, İspanyol oyuncular kaleye vuruyor ama Lehmann'ı bir türlü geçemiyorlardı. Derken 33. dakikada Torres çıktı sahneye. Lahm'ın büyük hatasıyla topu alan Torres topu ağlara gönderip ilk yarının skorunu belirledi. İkinci yarısı da İspanya üstünlüğüyle geçen maç 1-0 sona erdi ve İspanya 44 yıllık hasretine son verdi.

2004 yılında Yunanistan ile başlayan ve kulüp takımlarında Chelsea ile devam eden savunma ağırlıklı futbol akımı sona ermiş gibi duruyor, umarım da ermiştir. İspanya koşan ve teknik oyuncularıyla gözlerimizin pasını sildi adeta son iki maçta. Rusya, Hollanda, Hırvatistan da oynadıkları güzel futbolla kaliteyi arttırdı. Her turnuvanın sonu adettir ya en iyi kadro yapılır, yazımı ben de gözlemlerime göre yaptığım 11 ile bitireyim.

GK: Iker Casillas (İspanya)

LB: Yuri Zhirkov (Rusya)
CD: Carles Puyol (İspanya)
CD: Christoph Metzelder (Almanya)
RB: Sergio Ramos (İspanya)

LM: Andrei Arshavin (Rusya)
CM: Wesley Sneijder (Hollanda)
CM: Marcos Senna (İspanya)
RM: Hamit Altıntop (Türkiye)

ST: David Villa (İspanya)
ST: Semih Şentürk (Türkiye)

29 Haziran 2008 Pazar

Foxey Lady and Ugly Russian


Maria Sharapova bu yıl da toparlanabilmiş gözükmüyor, kariyerinin en iyi sezonlarından birini geçirmediği kesin. Bu turnuva öncesinde de en büyük favorilerden biri değildi. Ben çeyrek finalden öteye gidemeyeceğini düşünüyordum. Henüz 2. turda hiç beklenmeyen bir isme karşı set alamadan elendi. Vatandaşı Alla Kudryavtseva idi onu eleyen. Kendisi bunun tadını çıkarmakla meşgul şu anda da. Maria'nın kıyafetini beğenmediğini ve bunu motivasyon unsuru olarak kullandığını söyleyip, kendince dalga geçmiş Sharapova ile. Açıkçası ben Sharapova'ya çok da sempati besliyor sayılmam, sahadaki tavırlarına uyuz da olurum. Ama, bayan tenisi izlemem için benim de motivasyona ihtiyacım var ve ne giymiş olursa olsun Sharapova bana o motivasyonu sağlıyor. Bu sözleri hak ettiğini düşünmüyorum bu bağlamda. Laf motivasyondan açılmışken, aşağıdaki fotoğrafa bakıyorum da Kudryavtseva'nın yüzü de Sharapova için iyi bir motivasyon kaynağı olabilirmiş. Kullanamaması çok yazık olmuş...

"I don’t like her outfit. It was one of the motivations to beat her."

Horry 1 Yıl Daha


San Antonio Spurs'un 38 yaşındaki veteran oyuncusu Robert Horry bu yıl içinde aldığı emeklilik kararından vazgeçti. Basketbolu sevdiğini ve hala oynamak için yeterli güce sahip olduğunu da belirtmiş yaptığı açıklamada. Ülkemizde olsa 3 sene önce "Emekli ol" söylemleri başlamıştı bile.

Robert Horry Houston ve San Antonio ile 2, Lakers ile 3 şampiyonluktan gelen toplam 7 yüzük sahibi. Bize düşen de Horry'e 8. yüzük yolunda başarılar dilemek...

I'm Constipated!



slamdumb.com alanında önde gelen sitelerden, gerçekten hakkını veriyorlar yaptıkları işin. Her hafta yeni bir karikatür ve yeni bir yazı koyuyorlar. Tabi ki her site gibi onların da sürekli olarak takıldığı bazı oyuncular var. KG'nin hırsıyla birkaç kez dalga geçtiler. Ama onlardan en çok nasibini alan Manu "The Flopper" Ginobili. Sadece onu konu alan karikatürler de var zaten ama ikinci karikatürde de yerde yatanın o olması daha komik geldi bana. Zaten genelde amacından sapıp ayrıntılarla güldürüyorlar insanları. Devam etmelerini bekliyoruz.

The Classy Doctor


Colin Edwards'tan bahsettik ancak Assen'da kazanan yalnızca o değildi. Dani Pedrosa genel klasmanda birinciliği yakaladı, Valentino Rossi'nin yaptığı hatadan yararlanıp. Casey Stoner da yakaladığı forma bakacak olursak şampiyon olduğunu hatırlamışa benziyor. Stoner'a hep saygı duydum ve onun şampiyonluğu ile tarihin en büyük fırsatçısı Nicky Hayden'ınkini bir tutmuyorum kesinlikle. Ancak biliyoruz ki sağlıklı bir Rossi, bir yarışın içindeyse kolay kolay kaybetmez. Geçen sezon da şanssızlıklardı şampiyonluğu elinden alan en büyük etken. Ancak Stoner da önemli geçişler yaptı, Rossi'ye üstünlük kurduğu yarışlar da olmadı değil. Hak ettiği bir şampiyonluktu doğrusu. Bu yıl o kadar gerçekçi bir hedef değil şampiyonluk sezonun yarısını geride bıraktığımız şu günlerde.


Yarışın gizli kazananlarından birisi de Pedrosa. Aldığı puanlarla liderliği The Doctor'dan devraldı İspanyol. Bu yıl üçüncü kez 2. sırayı elde etti Pedrosa ve şu an Rossi'nin 4 puan önünde. Şampiyonsa uzaktan takip ediyor bu ikili arasındaki yarışı. Peki ya kaybedenler? Rossi'den az sonra ayrıntılı bir biçimde bahsedeceğim. Ancak Rossi'nin yaptığı hata sonrası yarışa nokta koymak durumunda kalan ve anlaşıldığı kadarıyla The Doctor hakkında çok da övgü dolu sözler söylemeyen Randy de Puniet'den de bahsetmek lazım. Kawasaki'den Honda'ya geçti bu sezon ve geçen sene Japonya'da elde ettiği ikincilik sonrası gözünü yükseklere dikmişti. Bu yıl şu ana kadar hayal kırıklığı. Rossi'nin hatası da durumun iyileşmesine yardımcı olmadı. Geçen seneki takım arkadaşlarından Ant West de geçen seneye oranla daha kötü bir sezon geçiriyor. Bu kötü sezona yakışan bir yarışla devam etti dün de. Chris Vermeulen de hayal kırıklığı yaşamaya devam ediyor. Kullandığı Suzuki'den çok memnun görünmüyor. Dün de çok kolay geçildi rakiplerine.


Rossi'ye yazık olduğunu söyleyebiliriz bu yarışta. Takım arkadaşı Jorge Lorenzo'ya baktığımızda Fiat Yamaha Team'in bu hafta iyi çalıştığını görebiliyoruz. Rossi de bundan bahsediyordu haftasonu boyunca. Yarışta olsa Dani'yi geçebileceğine inandığını söylemiş. "Tahmin etmek güç ama Casey'yi zorlamam da sürpriz olmazdı" demiş. Bunları hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Ancak o ve Edwards bu yarışı güzelleştiren ikiliydi izleyenler adına. Her ne kadar Ducati ile kabus bir yıl geçiriyor olsa da Marco Melandri'yi geçişi enfesti. Türkiye Fatihi direnmeye çalıştı ama Rossi'den bir ders daha almak zorunda kaldı. Toni Elias'ı da pas geçmedi The Doctor. En azından de Puniet pist kenarından izlerken, o puan almak için sürüyordu motorunu. Nitekim 5 turnuva puanını hanesine de yazdırdı. Bundan mutlu olmasını bildi fenomen, ancak klasını konuşturdu basın toplantısında ve de Puniet'den özür dilemeyi ihmal etmedi.

"Unfortunately I made a mistake at the first left; I arrived too fast when the tyres were still cold, I was too hard on the brakes and I lost the rear. I am sincerely sorry to Randy de Puniet and all of his team."

Karma Happens - MotoGP Edition


Hollanda'da, Assen'daydı MotoGP bu hafta. Uzun zamandır Formula 1'den daha cazip geliyor MotoGP bana. Göz zevkine daha fazla hitap ettiği kesin. Belki mekanik açıdan F1 mükemmeliyeti taşımıyor araçlar, ama benim için daha önemli olan makinelerden çok ona hükmedenler olmuştur her zaman. Bu haftaki yarışın birçok hikayesi vardı yine. Ancak başlık için ilham aldığım Colin Edwards'ın hikayesi. Edwards yarışa son çizgide başladı. Daha ilk turda Valentino Rossi ile Randy de Puniet hemen önünde çarpıştı, o da The Doctor'a veya motoruna zarar vermemek için neredeyse durdu pist üzerinde. Daha bu şoku üzerinden atlatamadan bu sefer Alex de Angelis kontrolünü kaybetti önünde, Edwards'ı da yarış dışı bırakmasına ramak kalmıştı. Bu andan sonra Edwards yaptığı açıklamada 8. veya 9. sıra için sürdüğünü itiraf ediyor. Ancak yaptıkları pek de öyle gözükmedi yarış sırasında. Toseland, Nakano, Vermeulen, Lorenzo ve Dovizioso. Son üç ismi neredeyse aynı tur içerisinde geçti zaten. Müthiş bir konsantrasyonla saldırdı. Ancak yapabileceği en iyi derece dördüncülük gibi gözüküyordu. Hayden da, Pedrosa da görünürde değildi. O, bunları düşünmedi ve aynı azimle motorunu sürdü. Sonuç mu? Start-finiş düzlüğünde benzin probleminden ötürü yavaşlayan bir Hayden ve kürsüyü elde etmiş bir Edwards. 2006'da yine bu pistte, motorunu ilk zaferine doğru sürerken Hayden'ın yaşadığının bir benzeri gelmişti başına. "Assen'ın bana bir borcu vardı, onu ödedi" demiş Colin. Bu üçüncülüğün farklı bir üçüncülük olduğunu anlatan sözlerini de verelim madem.


"Third is never a win, but this feels as good as one. I remember how disappointed I was with third in Le Mans and I feel much better with this after what happened. I thought I had a good start and was fifth or sixth when Valentino got tangled with Randy de Puniet and he crashed. I might have gone left but I knew Valentino was on the ground and I didn’t want to run over him or his bike and I just stopped. The next thing I know is I’m dead last and then Alex de Angelis went down soon after and I lost a bit more ground. I just decided to get my head and push. I thought I’d rather be in the gravel than riding round for eighth or ninth. I started picking guys off and before I knew it I was on the back of the group fighting for fourth. I just kept pushing myself to go faster and the next thing I’m fourth. I could see Nicky and Dani in the distance and all I did was ride as hard as I could and my Tech 3 guys gave me a great bike today. Michelin had some great tyres so I started to hammer away at Nicky. I thought if I kept applying pressure he might make a mistake and if I hadn’t kept pushing as hard as I did then I might not have been close enough to pounce on Nicky. I’d settled for third but as I came out of the chicane he was sat up, and I couldn’t believe it. I guess that’s karma corner after 2006. This place owed me something after I crashed a couple of years ago with my first win in sight, and I’m really happy with third just because in the way I achieved it. It’s hard to get on the podium at any time in MotoGP, so to do it from last is a great feeling."

Final - Endspiel - Finale


Uzun zamandır Euro 2008 yazısı yazmıyorum. Mucizeye tanıklık ediyordum onun yerine. Euro 2000'den beri bu futbol kalitesine özlem duyuyoruz aslında. Yarı finale yükselen 4 takımın ortak özelliği futbol oynamayı öncelik edinmeleriydi. Bunu yapmayan takımlar hüsranla karşılaştılar. Aralarında en ileri giden, bu işi en iyi yapanları olan İtalya oldu. Ancak onlar da eve mutsuz döndüler. Gerçi tatil yörelerinden gelen fotoğrafları bunu pek yansıtmıyor ama.


Rusya'nın finalde olmasını isterdim. Finaller öncesi analizlerimde en az yarı final beklediğimi yazmıştım. Güvenimi boşa çıkarmadı Hiddink-Arshavin ikilisi. Ancak İspanya'nın orta sahası yıllardır izlediğim en sağlam orta sahalardan. Bu orta saha dörtlüsüne finalde Cesc Fabregas da katılacak David Villa'nın yokluğunda. Jogi Löw, kara kara düşünüyor olsa gerek. Savunmada bana pek güven vermeyen Marchena-Puyol ikilisinin şu ana kadar gayet iyi götürdüğünü söyleyebiliriz. Tabi önlerindeki Senna-Xavi ikilisine de borçlular bunu biraz. Sahada direksiyonun İspanya'da olması muhtemel, ama golü atma konusunda El Nino'nun eline bakacaklar daha çok. Grup maçlarında beklediğimden de iyiydi, yarı finalde ise tutuk gözüktü. Bugün Cesc ile birlikte oynamak onun açısından işleri kolaylaştırabilir. Türkiye karşısında kanat akınlarını önlemekte güçlük çektiğini gözlemlediğimiz Alman beklerinin, David Silva ve Andres Iniesta karşısında neler yapacağı da merak konusu. Silva'nın bu maça damga vurması hiç şaşırtmaz beni.


Almanya'nın orta saha üstünlüğünü elinde bulundurması zor gözüküyor İspanya'ya karşı. Bunu ne Avusturya'ya karşı yapabildiler, ne de Türkiye'ye karşı. Oyun stilleri buna dayalı değil zaten. Sahayı çabuk geçiyorlar, oyunu dikine oynuyorlar ve sonuca gidiyorlar. Poldi-Miro ikilisi de böyle bir takım için ideal forvet ikilisi. Zaten Mario Gomez'in kesik yemesiyle takımın futbolunun seviye atladığı ortada. Eğer Michael Ballack'ın sakatlığı oynamasını engelleyecek düzeyde ise orta saha hakimiyeti konusunda bir şansları olabilir belki. Thomas Hitzlsperger ve sakatlıktan yeni çıkan, ancak yarı finalde oyuna girdikten sonra etkili olan Torsten Frings'in yerleri garanti gibi. Ballack olmazsa yerini kimin alacağı ise merak konusu. Löw'ün bu tercihi oyunun kaderini büyük oranda etkileyecek bence. Çünkü Ballack'ın kadroda bir alternatifi olduğu söylenemez. Belki Piotr Trochowski'yi stil olarak benzetebilirsiniz, ancak Löw'ün ona dönmesi büyük sürpriz olur. Trochowski'yi bir kenara koyacak olursak kim tercih edilirse edilsin, takımın karakteristiği kaybolacak ve sahada farklı bir oyun oynayacaklar. Tabi bu Luis Aragones'in işini kolaylaştırmaz ama bu değişikliğin başarıya ulaşması da garanti değil. Tabi Ballack sakatlığına rağmen oynayabilir. Bu senaryo aklımıza Fransa '98 finalini ve Ronaldo'nun kararını getiriyor hemen. Sponsorların sahanın içine ilk kez bu kadar etki ettiğini görmüştük.


Alman basını ile İspanyol basınının olaya bakışlarındaki farklılık da enteresan. İspanyol basını olayın coşkusunu yaşıyor. Yazarların büyük bir bölümü Aragones'e karşı olan eleştirilerinde geri adım atmışa benziyor, ona minnet duyuyorlar. Almanya ise "12 yıl sonra nihayet finaldeyiz" diyor. Tatminsizlik ve kibir karışımı o tutum yine sahnede, Almanlar'a özgü olan. Jens Lehmann bugün sahaya çıkarsa Avrupa Şampiyonaları'nda finalde sahaya çıkmış en yaşlı oyuncu olarak tarihe geçecek. Basın ise bunun olmasını istemiyor pek. Löw'e Calamity Jens'in yerine Robert Enke'yi oynatması yönünde baskı yapanlar bile mevcut. En kritik maç öncesi, sezonu yedek kulübesinde geçiren, hamlamış ve oldukça sakar kalecinizin moralini bozmak, kulağa çok mantıklı gelmiyor. Bakalım ne olacak? Ben konuşmak için Löw'ün kadro seçimini görmeyi yeğlerim. Ancak şu an itibarı ile kupaya daha yakın gördüğüm taraf İspanya. Bu arada bu maçtan konuşurken Gary Lineker'i alıntılamak yasaklanmış. Cidden kabak tadı verdi artık.

28 Haziran 2008 Cumartesi

Luis Aragones ve İstikrar


Galatasaray geçen sene yaptığı Feldkamp tercihi ile oldukça eleştirilmiş ve gelişen takım içi karışıklıklardan dolayı Kalli'yi yollamak zorunda kalmıştı. Tabi bu olaylar esnasında Fenerbahçeli taraftarların da alay konusu haline gelmişti. Ama Fenerbahçeliler üzerinden daha 1 yıl geçmeden takımlarının başında 70 yaşındaki Luis Aragones'i gördüler.

İstikrar istikrar diye sürekli vurgular yapan Aziz Yıldırım, Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final başarısına rağmen Zico'yla devam etmeme kararı aldı. Taraftarların çoğu bu karardan hoşnut olmasa da Aziz Yıldırım faktörü nedeniyle seslerini fazla yükseltmedi. Herkes yeni antrenörü beklemeye başladı. Luxemburgo, Löw başlıca adaylardan gibi görülse de Fenerbahçe sürpriz bir kararla İspanya Milli Takımı Antrenörü Luis Aragones ile anlaştı.İspanya dışında hiçbir ülkede takım çalıştırmayan antrenör ilk defa yurtdışı deneyimi yaşayacak. Kalli'nin gelişinde olduğu gibi sağlık problemleri şimdiden gazetelerde yer almaya başladı.

Kalli örneği varken Yıldırım'ın bu seçimi oldukça şaşırttı beni gerçeği söylemek gerekirse. Hele ki istikrar konusunu her röportajında vurgularken.

Keşke idealleri ve hedefleri olan antrenörler gelse ülkemize. Yaş olarak büyük, başarılara doymuş antrenörlerin emeklilik yıllarını 1-2 milyon euro alarak geçirdiği bir ülkeye dönüşüyoruz galiba.

Westbrook, Pritchard ve Birtakım Beyaz Adamlar


Dün gece takip etmeye çalıştım drafti. NCAA'den gelen oyuncular konusunda Oktay'ın derin bilgisine güvenim sonsuz. Lottery picklere de o değinmiş zaten. Ben 5-6 maç izleyebildim geçen sene. UCLA'e sempatim de vardır, Kevin Love için ekran karşısına geçtim birkaç kez. Sonuç: Hayal kırıklığı. Love dışında konuşulan bir diğer isimse oyun kurucu Darren Collison'dı. Sonuç onun için de farklı değildi. Zira Collison kendi adına kabus gibi geçen Final-Four sonrası, 1 yıl daha UCLA'de kalacağını açıkladı. 3 ay öncesine kadar 2008 draftinde ilk 14 sıradan gitmesi beklenen 1.70'lik guardın bugünkü 2009 mock draftlerde geldiği nokta 2. tur başları.


Peki o izlediğim UCLA maçları boşa harcanmış bir zaman mıydı? Tabi ki hayır. 0 numaralı formayı giyen Russell Westbrook potaya gidişi, orta mesafe şutlarıyla sağlam bir NBA geleceği vadetti bana. Ligin süperstarlarından biri olabilir mi? En tepedeki 4-5 isim arasına girmesi zor, ancak All-Star seviyesini zorlayacağını düşünüyorum. Şut menzilini biraz daha geriye çekmesi yeterli bunun için. Zaten bu yılki draftin fazlaca overrated bir draft olduğu kanısındayım. Bu bağlamda RW gibi kendini geliştirme konusunda azimli olduğu ortada olan bir oyuncunun fena bir seçim olduğunu düşünmüyorum. Seattle'ın 4. sıradan seçmesini kimse beklemiyordu muhtemelen. Jerryd Bayless çoğu kişiye göre Derrick Rose'dan sonraki en yetenekli oyun kurucusuydu bu sınıfın. Ama Sam Presti, Westbrook'a güvendi ve Westbrook'un Durant-Green ikilisi için doğru tamamlayıcı parça olduğunu düşündü. Ancak, Westbrook'un PG pozisyonunu kotarıp kotaramayacağı şaibeli. Klasik anlamda bir oyun kurucu olması çok zor, bence 2 numarada kullanılabilir ileride. Fiziksel handikaplarını kompanse edebilecek özelliklere de sahip görünüyor. Bu draftte tepedeki üçlünün geleceği kadar merak edilen bir başka nokta da Bayless-Westbrook ikilisinden kimin ön plana çıkacağı olacak. Yoksa aralarından sıyrılan DJ Augustin mi olacak?


Bu draftin en göze batan GMlerinden biri her zamanki gibi Kevin Pritchard idi. Hamleye doyamadı gece boyunca. Zaten Brandon Roy'u ve LaMarcus Aldridge'i de bu tarz draft gecesi takaslarıyla getirmişti. Zach Randolph önderliğindeki Jail Blazers'ın bu kadar kısa sürede şu pozisyona gelmesi kesinlikle Kevin Pritchard'ın eseri. Bayless için Brandon Rush'ı verdi Pritchard bu sefer de. Aldridge için Tyrus Thomas'ı verdiğinde aptallık olarak nitelendirdiğim için bu sefer pek iddialı olamayacağım. Rush'ın Bayless'tan daha iyi bir kariyeri olması sürpriz olmaz ancak benim için. Para verip satın aldığı pickleri kullanıp draftin barındırdığı en büyük sleeperlardan olduğuna inandığım Nicolas Batum'ü kapması da olacak iş değil. Tabi Batum'ün kalbiyle ilgili dedikoduların asistiyle yapabildi bunu. Geçmiş 2. tur seçimlerinden olan Rudy Fernandez'den de verim alabilirse Oregon halkı tarafından heykeli dikilir herhalde şehir meydanına.


NCAA'den gelen oyunculara göre daha fazla bilgi sahibi olduğum Avrupalılar'a değineyim ben de. Draft Express'ten, oradan buradan çeviri yapıp genel analiz de yapılabilirdi ama hiç samimi olmaz. Şu draftte izlediğim oyuncuların sayısı 15'i geçmez zira. Uluslararası piyasada pek bir hareketlilik yoktu. 9 Avrupalı seçildi, 2'si bizden. Bunlardan direkt NBA'e gelmesi beklenenler Alexis Ajinca ve Danilo Gallinari. Zaten en üstten giden oyuncular da onlar oldu bu durumdan ötürü. Dünya üzerinde gücün Batı ile Doğu arasında sürekli el değiştirmesine benziyor Avrupalı-Kolejli dengesi de. Dirk Nowitzki, Andrei Kirilenko, Pau Gasol, Pedja Stojakovic ve Hidayet Türkoğlu'nun önemli takımlarda önemli rollere soyunması yüzyıl başında GMlerin Avrupa pazarına yönelmesine zemin hazırladı. Spurs'ün ilk tur sonu pickleriyle Tony Parker ve Manu Ginobili'yi bulup, kuracağı hanedanlıktaki en kritik yardımcı rolleri doldurması da birçoklarının ağzını sulandırdı. Bunun sonunda Andrea Bargnani top pick oldu, Darko Milicic gelmiş geçmiş en kaliteli draftlerden birinin 2 numaralı seçimi olarak tarih sayfalarında yerini aldı, Yaroslav Korolev ve Fran Vazquez gibi isimler lotteryden giderken Oleksiy Pecherov ve Pavel Podkolzine gibi isimler de 15-20 arasında kendilerine yer buldu. Başka başarısız uluslararası seçimler de oldu tabi. Ama bu bahsettiklerimden birkaçının bırakın NBA kariyerini, bir basketbol kariyeri olacağını bile garanti edemiyoruz halen. Yani Joe Dumars, Darko seçimine bir proje olarak bakıyordu ve bunun için Carmelo Anthony'den vazgeçti. Bu kadar kolaydı yani. Herkes yeni Dirk'ü arıyordu sadece. Ancak bu fiyaskolar ve NBA'in Avrupalı oyuncu menajerleriyle tanışması sonucunda bugün bir GM, aynı seviyede gördüğü bir American ile Non-American arasında tercih yaparken daha bilindik olanı seçiyor. Durum bundan ibaret. Ama yarın Gallinari ligin tozunu atarsa bu dengenin tekrar değişeceğini söylemek zor değil.


6. Danilo GALLINARI (New York Knicks, SF, İtalya)

Gallinari? Ligin tozunu atmak? Bundan sonra yazıyı okumayı bırakmış olabilirsiniz belki ama ben yine de yazayım. Bence de zor. Aslında Avrupa'da kalsa birinci seviye oyunculardan biri olup, paraya para demeyebilirdi. Bu seçimi yaptı. Bargs gibi bir hayal kırıklığı bekleyenlerin sayısı azımsanmayacak düzeyde. Seçimi D'Antoni ile Gallinari Sr.'ın ortak geçmişine bağlayanlar da yok değil. New York medyasına malzeme olmaktan kurtulamayacağı ortada. Gerçi sıra ona gelene kadar... Bence iyi bir kariyeri olabilir. Euroleague maçlarında sertlikten yılmadığını gördük. Eğer fiziğini de geliştirirse, all-around oyunuyla bir iz bırakabilir.

20. Alexis AJINCA (Charlotte Bobcats, C, Fransa)

Alt yaş kategorilerinde Fransa Milli Takımı ile izleme fırsatı buldum. Çok blokçu bir uzun, rebound sezgisi üst düzeyde. Potaya gidişlerinde bitirirken zorluk çekebiliyor. Bu özellikler birini hatırlatmıştır muhtemelen sizlere. Ona birazdan değineceğim. Aslında Ajinca tarzı Afrika asıllı oyuncular bu sıralarda seçildi geçtiğimiz yıllarda. Hepsi de bust olacağa benzer. Ajinca için ümidim var, beklediğim atılımı yapabilir ve mental olarak da güçlü bir yapı gösterebilirse bir Samuel Dalembert potansiyeli var. Bunları yapamazsa Mikki Moore!

25. Nicolas BATUM (Houston Rockets, SG, Fransa)

Ajinca ile aynı Fransa Milli Takımı'nın parçasıydı. Aslında lottery seçimi bile olabileceği konuşuluyordu. Ancak hemen draft arefesinde ayyuka çıkan dedikodular birçok GMi bir kez daha düşünmeye itti. Bir kalp sorunu olabileceği yönündeki söylenti, babasının kalbindeki sıkıntılarla birleşince bu riske girmek istemedi kimse. Belki bu dedikoduyu çıkaran Pritchard da olabilir. Yoktan var ettiği picklerini kullanarak Batum'ü Houston'dan çalmayı başardı zira. Bu sezonu Avrupa'da geçirmesi bekleniyor. Geldiğinde ise Roy'u yedekleyecek muhtemelen. Potansiyelden bahsedeceksek, adını ilk sırada zikretmemiz gereken isimlerden bu draftte. O potansiyeli sahaya koyarsa ilk adımıyla, atletikliğiyle bir anda en büyük sleeperlardan biriyle karşılaşabiliriz.


31. Nikola PEKOVIC (Minnesota Timberwolves, PF, Sırbistan)

Pekovic'in Darko'dan bir eksiği olduğunu söylemek güç. Neyse ki 2. sıra Dumars'ın elinde değildi bu sefer. Pekovic, pivot hareketleriyle, sizeını kendine avantaj olarak kullanabilmesiyle hayran bırakmıştı. Her Yugoslav uzun gibi oyunu biliyor ve bu yaşta bile müthiş bir fundamentala sahip. Ancak takımları ondan uzaklaştıran Panathinaikos ile yapmış olduğu uzun süreli ve oldukça bağlayıcı kontrat. Bu imzayı bu yaz atması da NBA'e yaklaşımı hakkında ipuçları sunuyor bizlere. Geçen sezon Partizan'ı tek başına çeyrek finale taşıyan isim oldu Euroleague'de. Yani bu yaşta ve gayet yetersiz bir takımda bile Avrupa basketbolunu domine edebildi. PAO'nun elenmesine sebep olan oyuncuydu, PAO da onu transfer etmekte buldu çözümü. Milt Palacio yerine Sarunas Jasikevicius ile oynayacak bu sene. Minnesota'daki guardları Saras'a tercih etmez muhtemelen, yakın gelecekte Atina sınırlarından çıkması zor gözüküyor.

36. Ömer AŞIK (Portland Trail Blazers, C, Türkiye)

Ajinca'nın özelliklerinden bahsederken bir an Ömer'den bahsettiğimi sandım. Oyununun güçlü yanları da, zayıf yanları da Ajinca ile paralellik gösteriyor. Ancak güçlü olduğu noktalarda daha güçlü, zayıf olduğu noktalarda daha zayıf olduğunu söyleyebiliriz. Fakat zaaflarını incelediğimizde daha optimist bir hal alabiliyoruz. Çünkü Ömer basketbola çok geç başlamış bir isim. Alpella tecrübeleri onun için çok değerliydi, ancak yeterli değildi. Euroleague'de aldığı süreler de altın değerindeydi. Bir çaylak olarak ulaştığı rakamlar inanılmaz. Fenerbahçe Final-Four yapsa en iyi savunmacı ilan ederlerdi muhtemelen Ömer'i, o derece. Topu çemberin altında almamayı öğrenebilir bir adam zamanla. Ya da topu nerede yere vuracağını, nerede aşağı indirmeden direkt çembere yöneleceğini de öğrenebilir aynı adam. Ömer'in Pekovic'in aldığı pivot eğitimini aldığını düşünüyorum da, NBA'deki hiçbir pivotun gözüne uyku girmezdi uzunca bir süre. Ömer'in üç adet 2. tur picki karşılığında Chicago'nun yolunu tuttuğundan da bahsetmek lazım. Bulls da cevheri görmüşe benziyor.

44. Ante TOMIC (Utah Jazz, C, Hırvatistan)

Bu picki gelişime açık bir uzuna kullanması anlaşılırdı Utah'ın. Ancak bunun üzerine bir de Dragicevic seçip ters köşeye yatırdılar herkesi. Kadroda bazı boşluklar var ve direkt katkı koyacak oyuncular arayabilirlerdi. Ama her iki sıradan da kumar oynamayı tercih ettiler. Çok ham bir oyuncu özellikle, NBA'de oynayabilecek sertliğin yakınından bile geçmiyor. Atletik olarak bir çekiciliği de yok ama 7-1 olduğunu düşünürsek, Jazz bu oyuncuya bir proje olarak bakıyor. Fiziğini geliştirirse parmak hassasiyeti falan umut vadediyor. Ama NBA'de erken sahne alırsa bolca 'posteroğlan' olur. Zamana bırakmak lazım bu seçimin değerlendirmesini.


45. Goran DRAGIC (San Antonio Spurs, PG, Slovenya)

Dragic ve Ömer 2. turdan gidecek en kaydadeğer uluslararası isimlerdi benim görüşüme göre. Bir de Anton Ponkrashov. Ponkrashov'un durumu hakkında net bir bilgim yok, draftten çekildiğini falan mı açıkladı bilmiyorum. Ancak Dragic ve Ömer beklediğimden aşağıda gitti. Hatta Gallinari dışındaki bütün Avrupalılar için geçerli bir durum bu. Dragic de bu yıl ACB'de oynamayı seçti. Slovenya Ligi'nden direkt NBA'e gitmektense, kendisini TAU formasıyla üst seviyede sınayacak. Aslında Tiago Splitter fiyaskosundan sonra Gregg Popovich'in Avrupalı oyunculara bakışı değişmiş olsa gerek. Takımın kadrosu da bayağı boşaldı ve boşalmaya devam ediyor. Veteranların yerini genç isimlerle doldurmak istiyor Popovich ve Dragic'e de ihtiyacı var. Üst düzey bir savunmacı her şeyden önce Dragic. Şutu tatmin edici, pas özelliği de yeterli. Tek eksiği handlinginin bir oyun kurucudan istenen düzeyde olmaması. Geçen yaz Slovenya Milli Takımı'nda SG olarak görev yaptı daha çok. Ama NBA'de bunu yapması neredeyse imkansız. Beno Udrih'le yaşadıklarından sonra Popovich, en çok ihtiyacı olan picklerden birini Dragic'e kullanıyorsa onun da beklentisi en az benimki kadar yüksek olmalı.

53. Tadija DRAGICEVIC (Utah Jazz, PF, Sırbistan)

Dragicevic, mock draftlerde çok tutulan bir isim değildi. Seçilmesi sürpriz oldu. Sunucu da hazırlıksız olsa gerek, bu seneki isim esprisinin mağduru Dragicevic oldu. Kızılyıldız'da Beşiktaş'a karşı da oynadı. Fena da oynamadı özellikle Belgrad'daki maçta. İlk yarıda Kızılyıldız'ın skorda tutunmasını sağlamıştı tek başına, özellikle dış şutlarıyla. Kaya Peker'in tembelliği de yardımcı olmuştu tabi. Sonuçta bileği düzgün ama boyu sıkıntı yaratacaktır, PF oynamak istiyorsa. Ben NBA'e hiç gelmeyebileceğini bile düşünüyorum.

60. Semih ERDEN (Boston Celtics, C, Türkiye)

Son ana kadar çekici kıldı drafti Semih bizler için. Cenk Akyol'dan sonra ikinci bottom pickimizi çıkardık Türk basketbolu olarak. Hayırlı uğurlu olsun. Semih hakkında çok bir şey yazmak gelmiyor içimden. Ne zaman olumlu bir şey söylesem, bir beklenti içine girsem Semih hayal kırıklığına uğrattı beni. Hiç vazgeçmek bilmedim, bu sezon büyük bir çıkış bekliyordum. Hatta Euroleague'in fantezi oyununda da seçmiştim kendisini. Nereden nereye... Semih hakkındaki tüm soruların cevabı Semih'in kafasının içinde. Semih'in de bir an önce oraya bakması dileğiyle...

Bir Tutam Reebok


Beşiktaş '01


Liverpool '03


Bolton Wanderers '05


Manchester City '06


Sao Paulo '07

Glazer Effect


Sezonu dubleyle kapayan Manchester United'da taraftarların ana gündem maddesi Cristiano Ronaldo'nun Real Madrid'e transfer olma konusundaki arzusu. En az C kadar tepki çeken bir şey de yeni deplasman formaları. Beyaz, lacivert ve kırmızının bu birleşimi, United taraftarlarına Amerikan bayrağını hatırlatmış fazlasıyla. Kulüp yöneticileri ise bunun ABD ile herhangi bir ilgisi olmadığını, herhangi bir ülkeyle bağdaştırılacaksa Britanya bayrağının da bu üç rengi barındırdığını söylediler. Haksız da değiller. Ancak Beckham'ın transferi sonrası yüzünü futbola biraz daha çeviren ABD halkını etkileyip, bu pazarda daha etkili olmak istemişler midir, bu senaryo biraz daha akla yatkın gibi. Yalnız kesin olan tek şey şu suni gündemlerin United taraftarının başarının coşkusunu tam anlamıyla yaşamasını engellediği. Yazık... Yazık sana da Ronaldo!


27 Haziran 2008 Cuma

NBA DRAFT 2008


2008 yılı NBA draftı dün gece New York'ta yapıldı. Çok büyük bir sürpriz olmayan draftta ilk 10 sırada seçilen oyuncuları kısaca tanıyalım.


1. Sıra - Derrick Rose /Chicago Bulls:
Aslen Chicago doğumlu olan Rose'un Chicago tarafından seçilmesi çok da sürpriz olmadı açıkçası. NCAA Final-Four oynanmadan önce Beasley 1. sıra seçimi olarak görülüyordu ama Rose gösterdiği müthiş performans sayesinde 1. sıra seçimi oldu. İnanılmaz delici ve atletik Rose için her şey bu kadar parlak mı peki? Müthiş yönleri olduğu kadar zayıf yönleri de var oyuncunun. Şutu kesinlikle yeterli değil ve oyun zekasının da çok üst düzey olduğu söylenemez. Bana göre süperyıldız olma potansiyeli olmayan bir oyuncu. Vasatın üzerinde bir oyuncu olacağı kesin ama franchise player olmaktan çok uzak.


2. Sıra - Michael Beasley/Miami Heat:
İzlediğim kadarıyla Carmelo Anthony ile oyunları oldukça benzer. Çoğunlukla pota altından oynamayı seven bir oyuncu. Ribaund istatistikleriyle de bu göze batıyor zaten. Ama NBA'de 3 numara oynayacaksa handlingini, yüzü dönük oyununu ve şutunu bir kademe daha arttırması gerek. Oldukça potansiyelli bir oyuncu bana göre. Shawn Marion-Dwyane Wade ikilisi ile birlikte geçen sene yaşanan rezil sezonu unutturmaya çalışacak.


3. Sıra - O.J. Mayo/Minnesota Timberwolves:
Bana göre bu draftın yıldız olma olasılığı en yüksek oyuncusu. Oldukça delici ve atletik olan Mayo oldukça iyi bir şuta da sahip aynı zamanda. %40.7'lik üç sayı yüzdesi de bunun en büyük ispatı. Takasla Memphis yolunu tutan Mayo franchise player olma şansını da eline geçirdi böylelikle. Benim bu yılki Rookie of the Year adayım aynı zamanda.


4. Sıra - Russell Westbrook/Seattle SuperSonics:
Oldukça patlayıcı bir oyuncu ve beklediğimden de oldukça yukarıda seçildi açıkçası. Büyük olasılık PG olarak oynayacak Seattle'da. Oyun görüşü ve pas yeteneği çok üst düzey olmasa da yaptığı baskılı savunmayla rakip oyun kurucuları canından bezdireceği kesin.


5. Sıra - Kevin Love/Memphis Grizzlies:
Orta mesafe şutu çok iyi ve dış şutu da fena olmayan bir uzun Kevin Love. Ama sertlik açısından çok iyi durumda olduğunu söylememiz çok da mantıklı olmaz aslında. Nenad Krstic tarzı bir oyuncu olacağını düşünüyorum, draftın hayal kırıklıklarına da en büyük adaylardan biri. Bu arada Memphis tarafından draft edilen Love takasla Minnesota yolunu tuttu.


6. Sıra - Danilo Gallinari/New York Knicks:
Bana göre overrated oyuncu olan Gallinari'nin 6. sıradan seçilmesi oldukça ses getirdi. Ama New York Knicks tarafından seçilmesi de bir o kadar şaşırtmadı beni doğrusunu söylemek gerekirse. Son 10 yılını inanılmaz hatalar yaparak rezil bir halde geçiren takımın bana göre bu draftta da eli boş kaldı. Bazı mock draft sitelerinde Hidayet Türkoğlu ile aynı tarz oyuncu olduğunu iddia eden yazıları görmem göz sağlığım hakkında bir doktora gitme ihtiyacını hissettirdi bana. Düşünceme göre ulaşabileceği düzey vatandaşı Andrea Bargnani'nin ulaşabildiği düzeyi geçmeyecektir. Coach D'Antoni ve Baba Gallinari'nin 80'li yıllarda Milano forması altında aynı takımda olması da rastlantı olmasa gerek.


7. Sıra - Eric Gordon/L.A Clippers:
İyi potansiyele sahip bir swingman. Cuttino Mobley'i yedeklemesini bekliyorum bu yıl. Şutunun çok istikrarsız olması da kafalarda soru işareti bırakmıyor değil. Ama kendini gösterebileceği ve geliştirebileceği bir takım olan Clippers tarafından seçilmesi de oldukça büyük bir şans aslında. Şutunu düzelttiği ve istikrarlı hale getirdiğinde çok iyi bir oyuncu olma olasılığı oldukça yüksek.


8. Sıra - Joe Alexander/Milwaukee Bucks:
3 veya 4 numara oynayabilen Alexander, beyaz olmasına rağmen inanılmaz atletik bir oyuncu. Mock draft sitelerinde profilini gezdiğimizde kafasının çember seviyesini geçtiği kolunu çembere sokarak yaptığı smaçlar oldukça göz kamaştırıcı. Atletik olduğu kadar da çok sert bir oyuncu. 4 numara için ince olduğundan 3 numara oynaması daha olası. Orta mesafe şutu fena olmasa da dış şutu oldukça yetersiz. Ama renkli bir oyuncu olduğu kesin.


9. Sıra - D.J. Augustin/Charlotte Bobcats:
Michael Jordan tarafından yapılmış garip bir seçim daha. Fiziğinin oldukça zayıf oluşu büyük bir eksi. Örnek vermem gerekirse T.J. Ford örnek olarak gösterilebilir. Raymond Felton gibi kısa bir guard varken bu seçimin yapılması çok da anlamlı değil aslında.


10. Sıra - Brook Lopez/New Jersey Nets:
Bu draftın en iyi uzunlarından biri. 2.13'lük fiziği ve sertliği seven yapısıyla takım savunmasını güçlendirebilecek bir oyuncu. İlk 5'te seçilmesini beklerken bu sıraya kadar düşmesi beni oldukça şaşırttı. Gelişimini sürdürerek vasatın üzeri bir uzun hale gelmesi kesin gibi. Ama All-Star seviyesine ulaşması oldukça zor gibi görünüyor. Pota altı yumuşak olan Nets için de seçilebilecek en uygun oyuncuydu bana göre de.

The Truth on Jimmy Kimmel Live!



Paul Pierce, şampiyonluğun coşkusunu 1 hafta kadar yaşadıktan sonra memleketine, California'ya dönmüş. Soluğu da Jimmy Kimmel'ın ABC'deki showunda almış. Sahneye bir tekerlekli sandalye üzerinde ve hemşire refakatında gelmesi güzel düşünülmüş bir espri. Ama Vegas doğumlu ve iyi bir Lakers taraftarı olan Kimmel'ın The Truth'a olan tepkisini azaltmadı bu. "Neden bunu bize yapıyorsun?" dedi kısaca. Ardından "Lakers'ta oynamayı düşünür müsün?" sorusu biraz abesti ama. Pierce da "Bilmiyorum dostum, bu bir çeteden diğerine geçmek gibi olur" diye yanıtladı. Kimmel programın bir bölümünde de Pierce'ın headbandini yedi, eğlenceli bir görüntüydü o da..

Bundesliga Top-Transfers #8: Cristian ZACCARDO


Cristian Zaccardo (US Palermo zu VfL Wolfsburg)

Transferin bugüne kadarki en hızlı takımı Wolfsburg kesinlikle. Aslında uzun süredir hareketli yazlar geçiriyor Wölfe, alışılmadık bir durum yok bu açıdan. Ancak Wolfsburg'un transferde ortalığı toz dumana katışı, kötü geçen bir sezon sonu yapılan umutsuz hamlelerden ibaret oluyordu uzun süredir. Volkswagen'in büyük desteğini her zaman arkasında hisseden Wolfsburg'da bu kez durum biraz farklı. Takım geçen sezonu beşincilikle noktaladı, bu UEFA Kupası anlamına geliyor Almanya'da. Yapılan transferlerle ulaşılmak istenen Bundesliga'daki başarıdan çok uluslararası arenada bırakılacak bir iz. 6 oyuncu transferi var şimdiden yapılmış. Kiradan gelen 7 oyuncuyla birlikte kadro oldukça şişti. Bu 6 isimden en dikkat çekici olanları ise kuşkusuz Almanya'da görmeye çok alışık olmadığımız bir ırktan olmaları hasebiyle Cristian Zaccardo ve Andrea Barzagli.


Almanya'da İtalyan yapımı bir savunma hattı görmek ilginç olacak. Orta sahayı taşıyan bir Brezilyalı ve gol yükünü sırtlayan bir İran asıllı Alman ile de birleşince, farklı bir takım görüyoruz. Zaccardo transferine değinelim biraz da. Francesco Guidolin'in keşiflerinden kendisi. Onunla birlikte Rossoblu formasıyla gösterdiği performans sonrası Palermo'ya geçti. Burada da başarılı olup, İtalyan Milli Takımı'nın bir parçası haline geldi. Paolo Maldini sonrası çok sıkıntı çekileceği tahmin edilen bir bölgeye ilaç gibi geldi 2006 Dünya Kupası'nda. Aynı turnuvada en büyük başarısını elde etti biliyorsunuz. O turnuvada kendini gösterse de bir transfer gerçekleştirmedi. 26 yaşında ilk kez Çizme dışında olacak. Bu tercihindeki en büyük etken, büyük ihtimalle Wolfsburg'un gözden çıkardığı servet. Zaccardo zaman zaman stoperde de oynayabiliyor ancak Barzagli'nin transferinden çıkarımımız bunun pek gerçekleşmeyeceği. Bakalım bu İtalyan esintili savunma Felix Magath'ın Avrupa'da yeniden ses getirmesine yardım edebilecek mi?

Reebok auf der Brust, den FC im Herzen



Bundesliga'ya yeniden yükselen 1. FC Köln, bu dönüşünü forma sponsorunda yaptığı değişiklikle taçlandırdı. Sanıyorum, Bundesliga tarihinde Reebok firmasını kullanan ilk takım Köln olacak. Takımın yeni formaları yine çok klasik. Bu sadeliği Liverpool yıllarından da hatırlayacağız zaten. Ama ilginç olan Reebok'ın yeni formaların tanıtımı için şehrin her yerini kullanması. Köln de futbolla yatıp kalkan bir şehir değil doğrusu. Kölner Dorm'da, Duftmuseum'da asılı kırmızı-beyaz formalar birçok kişiyi şaşırtmış olsa gerek. Heykeller de amacından saparak farklı bir işlev kazanmış. Reebok bu projeye çok önem vermişe benziyor, Alman pazarında Adidas'ın dominasyonunu kırmaları zor gözüküyor tabi. Bakalım "Göğsümüzde Reebok, Kalbimizde FC" sloganı yeterli olacak mı?



Bundesliga Top-Transfers #9: Mikael FORSSELL


Mikael Forssell (Birmingham City zu Hannover 96)

Hannover çevresinde herkes geçen sezonki dereceden memnun. Sezon başında lig sekizincisi olacakları söylense birçok Hannover taraftarı kombine kartının süresini uzatırdı muhtemelen. Ancak Dieter Hecking'e göre her şey tozpembe değil. Geçen sezon takımın 49 puan toplaması herkesi mutlu etti ancak Mike Hanke dışındaki forvetlerinden yeterli verimi alamadı Hecking. Farkı yaratan da Robert Enke'nin kalesinde verdiği güven ve en dirençli orta saha ikililerinden birini oluşturan Altin Lala-Jan Rosenthal tandemiydi.

Benjamin Lauth, Jiri Stajner, Thomas Brdaric ve Vahid Hashemian. Her biri Bundesliga'da önemli bir geçmişe sahip, milli takımlarının formasını giymiş büyük isimler. Brdaric'in sakatlığını bir kenara koyalım, diğer 3 isim sadece hayal kırıklığı getirdiler. İranlı Hashemian ve eski Alman milli Benny'yi göndermeyi tercih etti Hecking, ilk iş olarak. Yerine aldıkları ismin açıklanmasıyla birçok otorite şaşkına döndü. Özellikle Britanyalı olanları. Birçok İskandinav gibi başarıya ulaştıktan sonra Premier League'in yolunu tutmuştu Mikael Forssell. Neredeyse tamamı kirada geçen 7 yıllık Chelsea kariyeri ve üzerine 2003'ten beri süregelen gayet başarılı Birmingham yılları. Chelsea'de iken Mönchengladbach'a kiralanıp bir yarım sezon geçirmişliği vardı. Ancak kimse bir geri dönüş beklemiyordu Almanya'da. Hanke ile birçok benzer yönü olması, bir takımın forvet bölgesinde isteyeceği çeşitliliğe aykırı gözükse de her ikisi de çok kaliteli oyuncular. İki oyuncunun değerlerini üst üste koyunca elde edilen değere ulaşamayabilir Hannover belki bu sebeple. Yine de Bundesliga standartlarında çok iyi bir ikiliye kavuşmuş oldular. Son bir not: 2003 yılında Forssell, Mönchengladbach ile çıktığı 12 Bundesliga maçında 7 gol kaydına muvaffak olmuş. Muvaffakiyet güzel şey...

26 Haziran 2008 Perşembe

RÜYA YENİDEN BAŞLAYACAK MI?


Amerika herkesin bildiği üzere basketbolun icat edildiği ve en kaliteli basketbol ligi olan NBA'in ev sahibi olan ülke. Peki Amerika'nın ulusal maçlara etkisi nasıl? Amerika Olimpiyatlar'a ve Dünya Şampiyonaları'na genellikle NCAA oyuncularından oluşan milli takımlarını göndererek yeterli başarıyı alabiliyordu. Ancak Sovyet ve Yugoslav takımları yıllar ilerledikçe Amerika'yı yakalamış hatta yenip zaferler kazanmaya başlamıştı. Sonunda herkesin beklediği hamle 1992 Barcelona Olimpiyatları'nda geldi. NBA süper yıldızlarından oluşan milli takım kurulmuştu. Takım kurulana kadar kimsenin aklına gelmeyecek inanılmaz bir kadro kuruldu. NBA'e damgasını vuran Charles Barkley, Michael Jordan, Magic Johnson, Larry Bird, Scottie Pippen, David Robinson gibi inanılmaz oyuncular aynı takımdaydı. Belki de o olimpiyatların en renkli noktası olarak Dream Team sergilediği inanılmaz performansla tarih sayfalarına adını yazdırıyordu. Herkes Dream Team'in yenilmez olduğunu kabullenmiş gibiydi. 1996'da Shaqlı takım bunu onaylar gibiydi adeta. 2000 Sydney Olimpiyatları'nda ABD altın madalyayı almış ancak Litvanya maçında yenilmekten kılpayı kurtulmuştu.


Ve 2002 Indianapolis Dünya Basketbol Şampiyonası. Yine Dream Team'in favorisi olduğu bu turnuvada tarihinin en kötü performansını sergileyen takım ancak 6. olabiliyordu. Büyük bir şok yaşayan Amerikalılar bunun bir kereye mahsus bir şey olduğuna inanıyor ya da inanmak istiyorlardı. Ama bunun böyle olmadığını ileriki turnuvalarda tekrar tekrar izlemek zorunda kaldılar. 2004 Atina ve 2006 Japonya fiyaskolarından sonra Türk gazetelerini Dream değil Dürüm Team yazıları süslüyordu. Tüm uluslararası basın takımın büyüsünün bozulduğunu belirtip artık bu mağlubiyetleri olağan bir şeymiş gibi karşılamaya başlamıştı.


Günümüze geldiğimizde takım 8 yıldır altın madalya alamadığı gerçeğiyle yüz yüze. Bu sebeple kurulabilecek en iyi takımlardan biri kuruldu. Olimpiyatlar'da altın madalyayı hedefleyen ABD Milli Takımı'nın kadrosunda Denver Nuggets'tan Carmelo Anthony, Utah Jazz'dan Carlos Boozer, Toronto Raptors'tan Chris Bosh, Los Angeles Lakers'tan Kobe Bryant, Orlando Magic'ten Dwight Howard, Cleveland Cavaliers'tan LeBron James, Dallas Mavericks'ten Jason Kidd, New Orleans Hornets'tan Chris Paul, Detroit Pistons'tan Tayshaun Prince, Milwaukee Bucks'tan Michael Redd, Miami Heat'ten Dwyane Wade ve Utah Jazz'dan Deron Williams yer alıyor.


Birkaç öneri dışında kadroya çok da büyük eleştiriler yok açıkçası. Ama bence de Boston gerçeğiyle tekrar yüzleşmemizi sağlayan triodan en azından birinin kadroda yer alması gerekliydi. Son turnuvadan farklı olarak en büyük faktör tabi ki Kobe Bryant. Tayshaun Prince de savunmacı kimliğiyle takıma katılan bir diğer üye. Az ama önemli hamleler yapan Rüya Takım'ın hedefi tekrar zirve ve bunu yapmaları oldukça olası. Belki de tarihin en önemli sorumluluğunu omuzlarında hisseden bu takım altın madalyaya ulaşabilecek mi? Pekin Olimpiyatları'nın en büyük renklerinden biri olacağı kesin. Bu soruların cevabını alabilmemiz için Olimpiyatlar'ın başlamasını beklememiz gerekiyor. Pekin 2008'de buluşmak üzere. İyi seyirler...

BİR PERİ MASALI


İsviçre maçından dolayı alınan saha kapatma cezasına rağmen grup maçlarına mükemmel başlayan milli takım acaba özlediğimiz milli takım geliyor mu görüşlerinin hepimizin kafamızda belirmesine neden olmuş ama ondan sonra Bosna Hersek mağlubiyeti ile başlayan kötü gidiş ve evimizde mağlup olduğumuz Yunanistan karşılaşmasından sonra herkesi umutsuzluğa sürüklemişti. Ama Norveç deplasmanı ve Bosna galibiyetlerinden sonra Euro 2008'e katılma hakkı kazandık.

Uzun bir aranın ardından ligin bitmesi ile Antalya kampı ile tekrar milli heyecanı derinden hissetmeye başlamıştık. Seçilen kadro nedeniyle Fatih Terim aleyhinde bir çok eleştiriler de gazetelerin başlıklarını süslemeye başlamıştı. Kimine göre Galatasaraylı, kimine göre aşırı egoist, kimine göre de gözünün üstünde kaşı olduğu için saldırılar başlamıştı Fatih Terim'e. Tam eleştiriler azalmaya başladı derken kadrodan çıkarılacak 3 oyuncu açıklandığında tekrar oklar milli takıma ve Fatih Terim'e yönelmişti. Çoğu kişinin gol bile atamazlar, puan almak bile hayal tahminleriyle İsviçre'ye yola çıktı Milli Takım.

İlk rakibimiz Ronaldo, Nani, Pepe, Deco gibi dünyaca ünlü yıldızlara sahip Portekiz'di.Seçilen yanlış kadro, sahaya yansıyan kötü oyun ve alınan 2-0 skorla eleştiriler yoğunlaşmış ve umutlar nerdeyse bitmişti. Herkes turnuva başlamadan yazdığı tahminlerin altını çizerek "Ben demiştim!" naraları atmaya başlamıştı. İkinci maçımız turnuva ev sahiplerinden ve 2006 Dünya Kupası elemelerinde play-off maçları sonucunda elenip büyük olaylar yaşadığımız İsviçre idi. İlk yarıda yine kötü bir oyun ortaya koyan milli takımımız ilk yarıyı Türk asıllı oyuncu Hakan Yakın'ın attığı golle mağlup kapatmıştı ve yağan inanılmaz yağmur yüzünden saha futbol oynanamaz hale gelmişti. Devre arasında herkes turnuvaya katılmamız bile büyük başarı görüşlerini birbiriyle paylaşırken ikinci yarı oyuna giren Semih'in getirdiği hareketlilikle çok daha iyi bir milli takım izlemeye başlamıştık ve gol de çok gecikmeden 57. dakikada Semih'in kafasından geldi. Daha sonra İsviçre'nin inanılmaz tehlikeli atakları sonuçsuz kalınca son dakikalarda daha diri görünen milli takımımızın geliştirdiği her atakta acaba sorusu kafamızda dolaşmaya başlar olmuştu. Maçın son dakikalarında tam umudumuzu kesmişken 21 yaşındaki yeni yıldızımız Arda Turan sahneye çıktı ve Türkiye maçı 2-1 kazandı.

Herkes İsviçre maçındaki galibiyetin önemini vurgularken kafalarda da yapabilir miyiz acaba soruları belirmeye başlamıştı. Ama bu sefer karşımızdaki takım ekol olmuş ve bize karşı oldukça ters gelen Çek Cumhuriyeti idi. Takımın süper yıldızı Rosicky ve dünyaca ünlü yıldızları Nedved'in olmayışı bize umut veriyordu. Maç başladığında ise Çekler Sionko ve Koller ile sürekli yüklenip bizi bunaltmaya başladı. Koller o yaşına rağmen kendisine şişirilen topların nerdeyse hepsini alıp tehlikeler oluşmasını sağlıyordu. Bu durum çok uzun sürmedi. 31. dakikada gelen ortada maçın başından beri yaptığını tekrarlayan Koller topa vurup golü buldu. İlk yarı böyle bitiyor ve umutlarımız oldukça azalmaya başlıyordu. Maçın ikinci yarısı başladığında sahada inanılmaz bir Türkiye gördük. Sağlı sollu ataklar ile Çek kalesini bunaltmaya başladığımız anlarda tam golü atıyoruz derken; Emre Güngör'ün sakat olduğu ve 10 kişi olduğumuz dönemde Plasil'in attığı golle adeta yıkılıyorduk. Herkes umudunu yitirmiş bir şekilde kalakalmıştı sanki. İsviçre maçının kahramanı Arda Turan 76. dakikada attığı golle umutları yeşertmiş ve Türk takımının uyanmasını sağlamıştı. Dakikalar 85'i geçtiğinde herkes bu işin bittiğini düşünmeye başlamış ve umutsuzluğa kapılmıştı. Kimse tarih sayfalarının yazacağı geri dönüşlerden birine ihtimal dahi vermiyordu. 87. dakikada dünyanın en iyi kalecisi olarak gösterilen Petr Cech büyük bir hata yaparak Türk Milli takımının Nihat ile tekrar hayata dönmesini sağladı.Herkes uzatmaları düşünmeye başlamışken Nihat ile bir gol daha buluyor ve dünya basınının manşetlerini süsleyecek şekilde çeyrek finale yükseliyorduk.

Bu sefer karşımızda turnuvanın favorilerinden biri olarak gösterilen Hırvatistan duruyordu. Volkan'ın cezası ve Servet'in sakatlıkları; Hırvatistan'ın sahip olduğu yıldızlar endişe duymamız için başlıca nedenlerdi. Derken maç başlıyor Hırvatlar'ın üstünlüğü ile geçen 90 dakika
kaçırdıkları sayısız gol nedeniyle uzatmaya gidiyordu. Kondisyonu düşen Hırvatlar karşısında üstünlüğü ele geçiren milli takım bize yeniden yarı final hayalleri kurdurmaya başlamıştı. Maç tam penaltılara gidiyor derken 119. dakikada babasının böbreği ile hayata tekrar dönen Ivan Klasnic golü atıyor tarihin sayfalarına adını yazdırıyordu; ya da herkes öyle sanıyordu, ta ki 2 dakika sonrasına kadar. Semih attığı müthiş golle maçı penaltılara taşıyor ve milyonlarca kişiyi bir kez daha şaşkınlık içerisinde bırakıyordu. Bu golün getirdiği moral çökmesini yaşayan Hırvatlar attığı 4 penaltının 3'ünü kaçırarak turnuvaya veda ediyordu.

Yine tüm dünya basınında Türkiye başlıkları süslemeye devam ediyordu. Yarı finalde rakibimiz turnuvaların gelmiş geçmiş en başarılı takımı Almanya oldu. 8 eksikten ve karşımızda Panzerler olmasından dolayı biz de dahil olmak üzere tüm dünya favori olarak Alman takımını görüyordu. Ama maç başladığında herkes şaşkınlıklar içinde Türk milli takımının sayısız atağını izlemeye başladı. Çok geç olmadan Türkiye Uğur Boral'ın ayağından bulduğu golle 1-0 öne geçti. Almanya geliştirdiği ilk atağında 4 dakika sonra Schweinsteiger ile cevap veriyor ve ilk yarı 1-1 berabere bitiyordu. Turnuvanın başından beri en iyi oyununu oynayan milli takımımız bize güven verip inançlı olmamızı sağlamıştı. 79. dakikada Rüştü artık klasik olmuş hatalarından birini tekrarlayarak golü yememize sebep oluyordu. Her şey bitti derken Semih 86.dakikada şık bir vuruşla yoksa yine mi sorularını akıllara getirdi. Acaba uzatmalar nasıl olur derken son dakikada Philipp Lahm golü atarak bir Külkedisi masalını sonlandırdı.Son dakikalarda galibiyetler alan Türkiye bu sefer bir son dakika golüyle turnuvaya veda ediyordu.

Hikayenin başında da değindiğim üzere hiç kimse tarafından şans tanınmayan Milli Takım oynadığı yarı final, yaptığı comebackler ile tarihin sayfalarındaki yerini aldı. Bir Külkedisi masalı tadındaki öykünün belki de böyle bitmemesi gerekirdi ama bu bile bize oldukça gurur duymamızı sağlayacak yeterli bir başarı. Teşekkürler Türkiye; bize yaşattıklarınız için...

25 Haziran 2008 Çarşamba

The Most Probable Bust

Kevin LOVE (UCLA)

Bundesliga Top-Transfers #10: Pierre WOME


Pierre Wome (Werder Bremen zu 1. FC Köln)

Ligin yeni ekiplerinden 1. FC Köln önce takımı hedefe götüren Christoph Daum ile devam kararı aldı. Sonrasında da kadroya gerekli takviyeleri yapmak için kolları sıvadı. Aslında Bundesliga'da üst lige terfi eden takımların Türkiye'deki gibi piyasadaki tüm oyunculara saldırdığını göremezsiniz. Aynı şekilde küme düşen takımların tüm oyuncularını satış listesine koymasını da beklememek lazım. Futbol kültürüyle ilintili bir şey olsa gerek bu. Örneğin bu sezon 1. Bundesliga'ya yükselen 1899 Hoffenheim kadrosuna 3 takviye yaptı ve transferi büyük ölçüde kapadığını açıkladı. Tabi Köln, Mönchengladbach gibi köklü kulüplerde durum biraz farklı.


Daum'un ilk hamlesi pek de güvenilir ellerde olmayan sol beke üst seviye bir oyuncu getirmek yönündeydi. Ümit Özat ve sağ ayağı, mucizelerine devam edemediler ne yazık ki RheinEnergie Stadion'da. Yurtdışına Fransa üzerinden açılmayan ender Afrikalılar'dan Pierre Wome ile anlaştılar. İtalya, İngiltere ve Almanya'da oynadı Wome. Inter'e transfer olurken büyük bir umut vardı içinde. Olmadı. Orada olmadığı gibi Werder Bremen'de de olmayınca daha alt kalibrede bir takımda, özlediği şeyi yapmak, sahada olabilmekti amacı. Daum'un hedefleriyle de paralellik gösterince bu kişisel amacı, imza için pek bir pürüz kalmadı. Daum'un şimdi yapması gereken Leverkusen'e giden genç yıldızı Patrick Helmes'in yerini doldurması. Helmes, Prinz Poldi'nin tahtına adaydı Köln dolaylarında. Ancak bu transferle taraftarlardan sağlam bir beddua almış olacak ki, Bayer'deki ilk idmanında sakatlandı. Bakalım yeni sezon Daum'a kendini tekrar kanıtlama imkanı verecek mi?

Yeni Yazıhane Diyorsak...

Bir yılı geride bıraktığımız gibi soluğu yeni tasarımda aldık. Kubilay Kahveci'nin yeni oyuncakları için buradan yakın. Yazıhan...