21 Temmuz 2008 Pazartesi

Canfeda


Uzun süredir düşürmüyorum Can Baba'nın bu kitabını elimden. Can Yücel'de en sevdiğim, şiirlerini her okuduğumda tamamen farklı bir tadı yakalayabilmem, daha önce bulamadığım anlamlara haiz olabilmem. İnsan gelişiyor, olgunlaşıyor. Ama bilmiyorum, bu hayat onu tam olarak anlayabilmek için yeterli olabilecek mi...

Yüzünü Batı'ya dönmüş bir babası vardı, Köy Enstitüleri'ni hayata geçiren Hasan Ali Yücel. Dedesi ise yeni olan her şeyden rahatsızdı. Babasını çok seviyordu, ancak onun evden uzak olduğu yıllarda hep dedesiyle beraberdi. Böyle bir çatışma içerisinde büyüdü. O da öfkeliydi her zaman. Öfkesi öfkeydi fakat delikanlı ve temizdi. Bütün okul hayatı boyunca o şatafatlı protokol hayatından uzak durmaya çalıştı, arkadaşları hep mahallenin çocuklarıydı. Siyasetle haşır neşir olmaya başlayınca Baba Yücel, Can'ı Cambridge'e gönderdi. O Cambridge'de Bertrand Russell hocası olacaktı. Yine de İngiltere ona göre değildi, zaten o yerini Datça'da buldu yaşlılık yıllarında. İngiltere'nin kasvetli havası, onun deli yüreğine göre değildi. Ağaç, toprak, deniz, hava, bulut hep en güzel haliyle yansıyordu kağıda onun kaleminden.

Muhalif göründü, iki kez hapis yattı. Ziyaretçilerden gelen üzümlerden gizlice şarap yapabilecek de bir adamdı, öyle bir mahkumdu. Koğuşta demlendikleri cezaevi yönetimince ortaya çıkınca sonuç üç günlük hücre hapsiydi, bu üç gün boyunca üzerine tazyikli su sıkıldı. Bu duruma o beyinden nasıl bir tepki gelmesini beklersiniz. Böyle dedi üstad: O kadar şarabın üstüne iyi geldi. Haksızlığa kızıyordu Yücel, insanoğlunun ne kadar aptallaşabildiğini görmek onu öfkeye sürüklüyordu. Ne de güzel serpiştiriyordu küfürlerini şiirlerine. Öfkesi, insanı olması gereken insandan uzaklaştıran her şeye karşı en büyük silahıydı. Hayatı tersinden yaşadı, bize de dizeler kaldı.

-BİR DOĞAÇ DAHA-


Ben bu evi
Bu baba evini
Manolyalarıyla, fıstık ağaçlarıyla, gülibrişimleriyle
Ve televizyonun üstüne asılı Onun resmiyle
Helasının işlemeyen sifonuyla
Kitaplarıyla ve rütubetiyle
Güler'le aşktan herzaman dağınık yatağıyla
Anılar değil, gelecek çocuklarımızın kokularıyla
Ben bu evi bir saksafon solosuyla yıkıyorum
Duvarların nasıl çökeceğini
Damının göğsüme nasıl ineceğini bile bile
Ben bu evi yıkıyorum Cemil Bey'in bir taksimiyle
Kardeşlerimle taksim edilemeyen bu evi
Yıkıyorum nihaventten bir taksimle
İzale etmek için bir izale-i şuyuyu
Yıkıldı mı bu ev toprağın, kayanın üstüne
Benim tamburumla borazanımla
Görünecek açılan damından
Gündüzleri güneş
Geceleri yıldızlar
Aşkı taksim edilmesin diye bu evin
Cemil Bey'in taksimiyle ben bu evi yıkıyorum
Yıktığımda da yıkıntısı altında değil
Üstümde Güler var
Altımda toprak

Hiç yorum yok:

Yeni Yazıhane Diyorsak...

Bir yılı geride bıraktığımız gibi soluğu yeni tasarımda aldık. Kubilay Kahveci'nin yeni oyuncakları için buradan yakın. Yazıhan...