29 Eylül 2009 Salı

Kitlelerin Dehası

Ortalama insanda
Herhangi bir günde herhangi bir orduya
yetecek kadar ihanet,
nefret, şiddet
ve saçmalık vardır.
VE Cinayet konusunda En Becerikliler
Cinayet Karşıtı Vaaz Verenlerdir
VE Nefreti En İyi Becerenler
Sevmeyi Vaaz Edenlerdir
VE -SON OLARAK-
SAVAŞI EN İYİ BECERENLER
BARIŞ VAAZI
VERENLERDİR

Tanrıyı Vaaz Edenlerin
Tanrıya İhtiyacı Var
Barış Vaaz Edenlerin
Huzuru Yok
SEVGİYİ VAAZ EDENLER
SEVGİSİZDİR
VAAZ VERENLERDEN SAKININ
Bilmişlerden Sakının.

DURMADAN
KİTAP
OKUYANLARDAN
Sakının

Yoksulluktan Nefret Edenlerden
Ya da Gurur Duyanlardan Sakının

Övgü Göstermekte Hızlı Davrananlardan SAKININ
Karşılığında ÖVGÜ Beklerler

Sansürlemekte Hızlı Davrananlardan SAKININ
Bilmedikleri Şeylerden
Korkarlar

Sürekli Kalabalıkları Arananlardan Sakının;
Tek Başlarına
Bir Hiçtirler

Ortalama Erkekten
Ortalama Kadından
Sakının
Sevgilerinden SAKININ

Sevgileri Vasattır, Vasatı
Aranır Dururlar
Ama Nefretleri Dahiyanedir
Nefretleri Seni Beni
Herkesi Öldürebilecek Kadar
Dahiyanedir.

Yalnızlığı İstemezler
Yalnızlığı Anlamazlar
Kendilerinden Farklı
Herşeyi
Yoketmeye
Çalışırlar

Sanat
Yaratamadıklarından
Sanatı
Anlayamazlar
Yaratma Başarısızlıklarını
Dünyanın Beceriksizliğine
Yorarlar

Kendileri Tam Sevemedikleri İçin
Senin Sevginin
Eksik Olduğuna İNANIR
VE SENDEN
NEFRET EDERLER

Ve Nefretleri
Parlak Bir Elmas
Bir Bıçak
Bir Dağ
Bir KAPLAN
Bir Baldıranotu Gibi
Mükemmeldir

En Usta Oldukları
SANATTIR
NEFRET

Charles BUKOWSKI
Çeviri: Ümit TOSUN

27 Eylül 2009 Pazar

Nani Comes off for Sir Ryan Giggs


Tony Pulis oyun mantalitesi üzerinden çok sık eleştirilen bir menajer. Arsene Wenger'in bir basın toplantısında çok fazla yüklendiğini biliyoruz geçen sezon. Gerçekten de takımı büyük maçlarda sahaya 6-3-1 formasyonuyla çıkaran, o ortadaki üçlüyü de fizik gücü yüksek isimlerden seçen bir adam Pulis. Ve bu açıdan seyir zevki bekleyen taraftarla ciddi problemler yaşaması da çok şaşırtıcı değil. Ben geçen sezonki kadro yapısını da düşünerek, Wenger'in olumsuz açıklamalarını haksız ve aynı zamanda derinliksiz bulmuştum açıkçası. Takımının o mütevazı kadrosuyla ligde tutunabilmesi, ancak ve ancak Pulis'in bu yaratıcılıktan yoksun fakat bir o kadar da sağlam orta saha kurgusuyla mümkün olabilir gibi geliyordu.


Fakat oyuncuları izledikçe ve Sunderland'den aşina olduğumuz birkaçı dışında diğerlerinin de hücumdaki numaralarını gördükçe Pulis'in yaptığı biraz daha kolaycılık temeline oturmuş bir hareket gibi görünmeye başladı. Bu tip takımlar ilk yıllarında sürpriz yerlerden sürpriz puanlar çıkarıp sükse yapsalar da, çıkışlarının uzun vadeye yayılması çok sık rastlanan bir durum değildir. Pulis'in takımını da böyle bir tehlike beklediğini söylememiz çok yanlış olmayacaktır. Daha şimdiden belirginleşmiş düşme adaylarının olduğu bu sezonda ligden düşeceklerini pek sanmıyorum, fakat Chelsea ve Manchester United karşısında izleme fırsatı bulduğum Stoke City bu menajerle çok uzun soluklu bir Premier League yolculuğu vadetmekten uzaktı. Tabi kendi seviyelerindeki takımlara karşı daha farklı bir yapıda göreceğiz mutlaka Tuncay Şanlı'nın takımını. Fakat bugün ilk yarı boyunca kalesi önüne yukarıdaki otobüsü park etmiş gibi görünen takımın bu bakış açısıyla baş altı takımlardan da puan çalması çok kolay gözükmüyor. Tuncay'ın ilk sezonundaki Middlesbrough gibi bu sezon 'idare eder' bir performans bekliyorum, ancak bazı radikal değişiklikler gerekmiyor değil. Pulis'e olan saygıma rağmen, Robert Huth gibi bir adamı sağ bek olarak değerlendirmek çağdaş futbola ne kadar uygundur tartışılması lazım en basitinden.


Bugün Nani çıldırttı, fakat o bitirim ikiliye çok fazla bulaşma derdinde değilim. Artık forumlarda ve tribünlerde bir klasik halini almış "For Fuck's sake, Nani" söyleminin hakkını veren birçok pozisyon yaşattı bizlere ekran karşısında. Onun yerine giren adamın 20 dakika içinde maçı alması da durumu daha dramatik bir hale getiriyor ve taraftarın psikolojisine de pek yardımcı olmuyordu açıkçası. Sağ tarafta Luis Antonio Valencia hala beklediğimiz bir eleman, fakat Nani'nin aksine o, yaratıcılık noktasında da sınıfta kalıyor. Nani topu alıyor, bir adama birkaç kez çalım atıp topu geveledikten sonra gerçekten güzel bir şey ortaya çıkarmış gibi oluyor arada sırada. Fakat bunun üzerine verilebilecek en yanlış kararı veriyor ve çileden çıkarıyor. Bu final paslarını doğru kullanma yetisi kimilerine göre öğretilebilecek bir şey. Fakat futbolcunun da öğrenme konusunda bir ışık göstermesi gerekmiyor mu? Ben Nani'de bunu göremedim bugüne kadar, aynı durum Anderson için de geçerli yine bana göre. Valencia takımda çok yeni olduğundan ve bunun yanında yıllardır makine düzeninde işleyen bir orta sahaya dahil olma gibi zor bir görevle karşı karşıya olduğundan onu benzer eleştirilerin odağı haline getirmek haksızlık olacaktır. Fakat Sir Alex Ferguson'ın son Beşiktaş ve Stoke City maçlarına ilk onbirde başlatarak -hatta Nani, Carling Cup mücadelesinde de sahadaydı- statülerini az çok gösterdiği bu iki kanat oyuncumuzun pek Manchester United seviyesinde olduğuna inanmıyorum. Elde yaratıcılık anlamında Nani gibi bir başkasını bulundurmuyor olmamız, şu an için Fergie'yi en azından belli maçlar için Nani'ye muhtaç kılıyor. Fakat birçok kişinin hala ümit ettiği gibi bir Cristiano Ronaldo falan olamayacak bu çocuk, benzerlikler aramayı bırakalım.


Darren Fletcher ve Paul Scholes ilk yarının en etkili isimleriydi, bunda rakibi karşılamak ve mümkünse bozmak dışında bir misyonu olmayan Stoke orta sahasının da payı vardır tabi. Yalnız Scholes oynadığı son iki lig maçında da iyi performans gösterirken kırmızı kart tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor. Onun yatarak müdahalelerdeki zamanlama hataları alıştığımız bir manzara, fakat yaşı ilerledikçe ayaklarını kontrol etmesi ve bu hareketlerden kaçınması daha zorlaşıyor. Yine de Michael Carrick'in bu kadar formsuz olduğu bir sezonda her katkısı değerlidir. Patrice Evra pancar motoru gibi, maşallah! Bu sezonun en istikrarlı iki adamından biri Fletch ile birlikte, nazar değmesin.


Maçtaki en komik an, takımın gol atmak için 17 milyon pounda transfer ettiği kanat oyuncusunu çıkarıp, 36 yaşındaki yedeğini sahaya sürmesi gerektiğinin bilincine vardığımız andı. Trajikomik oldu o biraz elbette. Bunun dışında da hakem dört dakikalık uzatma gösterdiğinde, deplasmana gelmiş United taraftarının geçen haftaki derbiye gönderme yaparak "Sort it out Fergie, Fergie sort it out" ve "We want Fergie-time" tezahüratlarına başlamasıydı. Sir de saatini göstererek espriye ortak oldu.

Üniversite de başlıyor yarın. Eskisi kadar güncellenmez buralar, ama yine de fazla boşlamayız sanırım. Yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatı olmuş zaten basbayağı, 500 yazıyı geride bırakmıştık en son. Hayırlısı...


Andrei Arshavin - Liverpool'a 4. golden sonra
Paint Çok Pro - Vadi'de 4. yıldan sonra

TRT Gölgesinde Bundesliga


Tatil bitmeden önce son cumartesinin önemli bir kısmını futbola verdik. Şampiyonlar Ligi haftası içerisine gireceğimizdendir ki programda çok vaatkar maçlar vardı. Premier League'de 'Big Four' takımlarının karşısında onlara rakip olabilecek görüntüde birileri yoktu pek. La Liga'daki Valencia-Atletico Madrid maçını bir kenara koyacak olursak, futbolun merkezi Almanya idi bugün. Özellikle de Almanya'daki belki de en büyük rekabete sahne olan Ruhr derbisi gibi kaçırılmayacak bir klasik vardı. Hamburg deplasmanı da kötü başlangıcın ardından toparlanma emareleri gösteren Bayern München'ın genelde zorlandığı ve bu sebeple onlar için gerçek bir test olabilecek bir etaptı.

Peki TRT'nin bizim önümüze koyduğu şey neydi? Beşiktaş'ın rakibi Wolfsburg'u izlememizi sağlıyordu TRT... Güçlü Hannover önünde. Hayatımda izlediğim en kötü 4-2 biten maç olabilir, zaten çok da sadakat gösteremedim maça. Yahu, hangi devirde yaşıyoruz? Ben bu olayın haberini ilk aldığımda hiç düşünememiştim arkasında böyle bir mantık barındırdığını, düşünmek istememiştim diyelim. Ancak spikerin maç boyu yaptığı vurgulardan sonra hiçbir şüphemiz kalmadı. "Beşiktaş'ın bu futbolcuya dikkat etmesi gerekecek" buyurdu spiker Edin Dzeko topu ağlara yolladığında. Mustafa Denizli'nin bunu öğrendiği iyi oldu. Hatta Matteo Ferrari de eşi dostu toplayıp ekran başına geçmiş, o da çok müteşekkir olmuş, selam söylüyor. Ne yaptığınızı sanıyorsunuz arkadaşım? Amme hizmeti mi olmuş oluyor bu şimdi... Diğer tarafta Spormax de aslında çok ilginç olmayan bir tercih yapıyor, en azından artık ilginç gelmiyor bizlere. Ben şikayetçi olmam Manchester United'ı izlemekten... Ancak genelde Sky Sports'a sadık kalan kanalın Şampiyonlar Ligi'ndeki temsilcimiz Beşiktaş'ın rakibi -unvana bak, hizaya gel- Manchester United'ın Tuncaylı Stoke City karşısına çıktığı maç şeklinde pazarlanacak bir maçı kaçırmak istememesi onların da çok farklı olmadığının göstergesi. Yine de sınırları olan bir kuruluş... Tuncay Şanlı'nın oynamayacağı herkes tarafından bilinen dandik bir Middlesbrough maçı uğruna Kuzey Londra derbisini satabilecek seviyeye gelmeleri pek mümkün değil. FOX bunu yaptı.


Bundesliga'ya geri dönelim. İlk haftalarda birinci kanalından Bundesliga yayınlayan TRT, bir haftayı tek maçla geçtikten sonra bahane olarak Ramazan ayını ve iftar programlarını göstermişti. Ülkenin hassasiyetlerini iyi biliyorlar en azından. Ramazan bitti, hala birinci kanala geri dönmediler. Üçüncü kanalda da böyle yarım yamalak işliyor işte düzen. Reyting getirmediğini görmüş olabilirler mi diye düşünüyorum da... Öncelikle devlet kanalı olarak birincil amacın reyting toplamak değil sporu sevdirmek olmalı. Tabi bu spikerlerle olabilecek bir iş değil. Çok merak ediyorum memlekette geçen sezonki Bundesliga izlenme oranlarıyla, bu sezonkiler arasında nasıl bir fark var. Ülkenin en ücra köşesine elektrikten, sudan önce gitmiş TRT'nin burada da büyük bir fark yediğini tahmin etmek güç değil tüm avantajlarına rağmen. Kanal 24 bu işin tanrısı falan değildi, ancak lütfedip de her hafta 3-4 maç yayınlıyorlardı. Cuma gecesi oturup Karlsruhe-Bielefeld gibi absürd bir maçı izlediğimi hatırlarım. Çok gurur duyduğum bir karar değildi ama İstanbul'un göbeğindeki ben birçok alternatif arasından bu maçı seçiyorsam mutlaka alıcısı vardır bu ligin. Sadece hayattan bezdirmeyen bir çift spiker lazım bize, biraz da birikimi falan olsun. En azından izleyiciye saygısı olsun, Matthias Scherz'in jübilesinde söz konusu oyuncu saha kenarına gelince "Evet Köln'de erken bir oyuncu değişikliği hazırlığı var" demesin. Bu da oldu.

Belki ortalama bir spor adamından Ruhr derbisinin içeriği hakkında çok fazla şey bilmesini beklemek haksızlık olacaktır. Lisede arkadaşımın öğrenci değişimi programıyla Dortmund'dan getirdiği bir Alman bana Schalke 04 ile nasıl dalga geçtikleri konusunda uzunca bir nutukta bulunmasa ben de belki bu boyutta bir tepkiyi yersiz bulacaktım, ancak bu derbinin varlığından haberdar olur ve Wolfsburg-Hannover maçına her halükarda tercih ederdim yine de.


Nord-Süd Gipfel olarak bilinen ve mazisinde klasik olmuş maçları barındıran Hamburg-Bayern maçı yerine Türkiye'de buz hokeyi hakkında konuşan birkaç bıyıklı amcayı görmek de çok şaşırtmadı beni haliyle. Belki çok önemli yaralara parmak basıyorlardı, ama başka zaman mı yoktu. Ben izleyemedim evde bağlantı sorunları nedeniyle, fakat çok da sağlam maç olmuş yine. Bu rekabetin parçası olmuş Kevin Keegan'a, Franz Beckenbauer'e, Felix Magath'a ve belki de en kritik gole imza atan Patrik Andersson'a saygı duruşunda bulunmuş her iki taraftaki oyuncular da. Bavyeralılar üst üste altıncı kez bir Hamburg maçından galibiyetsiz ayrılmak durumunda kalmış Mladen Petric sahneye çıkınca. Petric-Zidan takası da bu ligin dengeleri için önemli bir takas oldu hakikaten, finansal bir hamle gibi gözüktüğünden Jürgen Klopp'u suçlayamıyorum burada da... Onlar da yüzüncü yıllarına kötü bir giriş yaptılar. Hertha Berlin'den sonraki en büyük düş kırıklığını onlar yarattı sanıyorum.

Hamburg-Bayern rekabeti için blog arşivine göz gezdirdiğimde de şurada yazılı aşağıdaki satırları gördüm. Olacaklar o kadar belliymiş ki aslında...

"Bundesliga bu akşam başlıyor. NTV'nin bu lige sahip çıkıp, Bundesliga'yı TRT'nin elinden kurtarmasına çok sevinmiştim. Biraz üvey evlat muamelesi gördü uzunca bir süre ama, NTVSpor'un yayın hayatına başlamasıyla her hafta en az iki maçı izleyebiliyorduk. Bu sene ise NTV eskilerinden Serkan Korkmaz'ın yönetimindeki Kanal 24 spor ekibi almış sanıyorum yayın haklarını. Yayın akışında herhangi bir maçı göremedim ama eğer doğruysa teşekkür etmek lazım, Bundesliga'yı öksüz bırakmadıkları için."

Sözün bittiği yer. Diğer liglerde de güzel maçlar vardı ve bunlardan bahsetmek istiyordum zaman aşımına uğramadan. Ama keyif kaçıran bir durum. Önümüze koyulanı yemeye devam edeceksek ve "Erdoğan Arıkan çok sevimli adam, her e-postaya da cevap veriyor" mantığıyla hareket edeceksek durum kısa vadede değişmeyecek gibi. En azından hala birkaç kurtarılmış alan var medyada da. Roll kapanmasın!


Almanya'dan gitmişken Mısır'da U20 takımı ile dikkatimizi cezbeden iki Türk asıllı elemanın da adını geçirmiş olalım bu yazıda. Kayserispor'dan Semih Aydilek ABD maçına ilk onbirde başlarken, penaltıyı da gole çevirdi. Maç boyunca da averajın üstünde bir oyun ortaya koydu. Oyuna sonradan giren Bursaspor topçusu Cihan Kaptan daha da etkileyiciydi. Topla ilk buluşması aynı zamanda üçüncü golün asisti oldu, geri kalan 20 dakikada da fark yarattığını söyleyebiliriz. Ertuğrul Sağlam bu çocuğa daha fazla şans verecektir. Horst Hrubesch'in bu turnuva öncesi Bundesliga teknik adamlarından veto yediğini ve bu oyuncuların mevcut rollerini eksik bir Alman milli takımında alabildiğini de eklemek lazım. Mesut Özil seviyesinde falan oyuncular değiller kesinlikle.

26 Eylül 2009 Cumartesi

Hold on for Tomorrow


Hafta arasında oynanan maçlar sonrasında Carling Cup'ta son 16 takım belli oldu ve bu yarışmada da heyecan belli bir seviyeye ulaştı bugün çekilen kuraların ardından. Şüphesiz bu kupayı her menajer farklı biçimde anlamlandırıyor. En somut örnek, burada yıllardır alternatifin de alternatifi bir kadroyla sahaya çıkan Arsene Wenger'in duruşu... Ülkemizde Eric Gerets'in 2005-06 sezonundaki kupa mücadelesinde -Fenerbahçe eşleşmesi dahil olmak üzere- ısrarla yedek kaleci Aykut Erçetin'e şans vermesi dışında buna benzer bir tasarruf görmedik pek. Zaten kıyaslamak da çok mantıklı değil, çünkü İngiltere'de FA Cup'ın da varlığında birçok kulüp için üçüncü planda geliyor Carling Cup. Hatta Avrupa mücadelesini de işin içine katarsak, bazı takımlar için angaryanın ötesine gidemediğini görebiliriz bu organizasyonun. Ama devam ediyorlar.

Arsenal-Liverpool eşleşmesi dördüncü turun en dikkat çeken kapışması olacak. Arsenal'ın bir önceki turda sahaya çıkardığı onbirin yaş ortalaması 20.5 idi. Buna rağmen Sanchez Watt ve Carlos Vela'nın attığı gollerle alt ligin formda ekibi West Bromwich Albion'ı safdışı bırakmayı başardılar. Liverpool cephesinde de yedek ağırlıklı bir kadro görmemiz kuvvetle muhtemel fikstürün yoğunluğu düşünülecek olursa. Buna rağmen elinde Arsenal seviyesinde bir genç yetenek grubu yok Rafa Benitez'in... Hafta içinde Leeds United'ı geçerken, Javier Mascherano ve Jamie Carragher gibi oyuncularından vazgeçemediler. Altyapının ürünlerinden Jay Spearing orta sahada ilk kez onbir fırsatı yakalarken, galibiyet golü de genç forvet David N'Gog'dan geldi.


Carlo Ancelotti de Carling Cup mücadelesi öncesinde Spurs'ü yerle bir eden takımın tamamını dinlendirmeyi seçti. Aynı zamanda uzun süreli sakatlıktan dönen Joe Cole'ü denemek için de daha iyi bir fırsat bulamazdı. Orada da Carling Cup'a diğer büyük takımlarda olduğundan farklı bir anlam yüklenmediği ortada, ancak yine de kadronun derinliği düşünülünce John Obi Mikel, Florent Malouda, Salomon Kalou gibi oyuncuların sahada olması cidden gerekiyor muydu diye soruyorsunuz ister istemez. Ancelotti de ilk senesinde alabileceği kadar başarı almak istiyor anlaşılan. Ligin daha düşük kalibredeki ekipleri burayı Avrupa'ya en kestirme yol olarak görebiliyor ama Chelsea gibi takımlar için böyle bir misyonu da yok yarışmanın. Ama sezon geride kalınca, portfolyoyu havalı kılan ekstra bir şey oluyor Carling Cup şampiyonluğu da. Bu yüzden son yıllarda çok da sürpriz takımları görmüyoruz finalde. Bu tepedekilerle aşağıdakiler arasındaki makasın ne kadar açık olduğunu gösteren bir veri olarak da kullanabilir pek tabi. Rakip Bolton Wanderers olacak ve onların kendileri için sonu çok iyi görünmeyen bu lig sezonunda Carling Cup'a odaklanmaları şaşırtıcı olmaz. Gary Megson hafta içinde çıkardığı ideal onbirle bunu gösterdi zaten.

Dörtlünün diğer takımı Manchester United unvanını korumak için geliyor. Danny Welbeck konusunda çok büyük umutlarım yok, fakat hafta içinde Wolves'a attığı gole sevindim. Sir Alex Ferguson da aslında tam olarak İtalyan gibi yaklaşıyor olaya. Gençleri görmek istiyor mutlaka, fakat araya zinde olan aslardan da serpiştiriyor. Derbiyi boş geçen Michael Owen, Gary Neville, Michael Carrick, Nani gibi isimler onbirdeydi mesela hafta içinde de. İlk yarıda Fabio da Silva'nın atılmasıyla sıkıntıya giren maçtan buna rağmen sağ çıkmayı başardı United. A takımda ilk kez maç kadrosuna giren Norveçli siyahi forvet Joshua King de sahada bulunduğu kısa sürede izleyenler tarafından beğeni toplamış. Bir de Magnus Eikrem ilk kez kadro görmüş sanırım, o kulübede tamamlamış maçı. Nispeten daha zayıf bir takım olacak dördüncü turda karşılarında... Üçüncü turda alt ligden gelip bir Premier League temsilcisini yenen tek takım olmayı başaran Barnsley rakip. Owen Coyle da büyüklerine özenip rotasyon yapmaya çalışınca acımamışlar haliyle.


Son iki yılın finalisti Tottenham Hotspur bu geleneği sürdürmeye niyetli gözüküyor. Erken bir düelloya girişecekler Everton'la. Goodison Park'ta takım yeni eklemelerle yavaş yavaş kendini buluyor gibi. Şu sıralarda da Portsmouth deplasmanında Louis Saha'nın golüyle öndeler. Portsmouth bu sezon can simidi oldu zaten herkes için... Bir başka güzel maç Sunderland ile Aston Villa arasında olacak. Steve Bruce, Birmingham City önüne oldukça kuvvetli bir takımla çıktı. Burada finale gitmek istediğini görmek çok zor değil. Cardiff karşısına Milner-Carew-Agbonlahor gibi bir üçlüyle çıkabilen Martin O'Neill da farklı düşünmüyor. Kaliteli bir Premier League maçından farksız olacaktır bu eşleşme. Stoke City, Portsmouth deplasmanına gidecek. Tuncay Şanlı gol atamasa da doksan dakika sahada kaldığı maçta takımının iki golünün hazırlayıcısı oldu. Kitson-Fuller ikilisini bozmaya sakatlıktan yeni çıkan veteran James Beattie'den daha yakın gibi şu aşamada. Orta sahadan da bir yer kapabilir bir ihtimal...

Manchester City ve Blackburn Rovers kuranın en şanslı takımlarıydı. Onlar ölçüsünde tutulacak bir rotasyonla da kolayca çeyrek final görebilirler. Ama Scunthorpe United önünde Mark Hughes sahaya nasıl bir kadro sürecek emin değilim. Hafta arasındaki maçta sadece omuz sakatlığı olan Micah Richards yerine Pablo Zabaleta'yı oynatarak şu aşamada işi en ciddiye alan menajer olduğunu gösterdi. Tabi bir önceki turda rakibin güçlü Fulham olmasının da payı vardır bunda. Sam Allardyce'ın ekibi de Peterborough United'ı ağırlayacak Ewood Park'ta. Bakalım neler olacak...

In Heavy Rotation - Ağustos 2009


1. Paul Banks - Julian Plenti Is... Skyscraper (2009)
Top 2: Skyscraper, Fly As You Might

2. Soulsavers - Broken (2009)
Top 2: Death Bells, You Will Miss Me When I Burn

3. Ovum - Microcosmos (2008)
Top 2: Brilliant Lies, Astral

4. Asaf Avidan & The Mojos - The Reckoning (2008)
Top 2: Her Lies, Maybe You Are

5. Sébastien Tellier - Sexuality (2008)
Top 2: Roche, Sexual Sportswear


6. Steve Hackett - Genesis Revisited (1996)
Top 2: Dance On A Volcano, Firth Of Fifth

7. Kronos Quartet - Floodplain (2009)
Top 2: Nihavent Sirto*, Tashweesh**
* Tanburi Cemil Bey, ** Ramallah Underground

8. The Stone Roses - The Stone Roses (20th Anniversary Edition) (2009)
Top 2: I Am The Resurrection, She Bangs The Drums

9. Faith No More - King For A Day... Fool For A Lifetime (1995)
Top 2: The Gentle Art Of Making Enemies, Digging The Grave

10. Kate Voegele - A Fine Mess (2009)
Top 2: Sweet Silver Lining, 99 Times

25 Eylül 2009 Cuma

Giggs Will Tear You Apart Again


Ryan Giggs'in geçtiğimiz haftasonunda Manchester City karşısında sunduğu resital birçokları gibi eski Liverpool topçusu Jamie Redknapp için de ilham kaynağı olmuş. Kariyeri boyunca karşılıklı oynadığı en iyi 10 oyuncuyu sıralayıvermiş Daily Mail için...

1. Ryan GIGGS
2. Thierry HENRY
3. Zinedine ZIDANE
4. Paul GASCOIGNE
5. John BARNES
6. Alan SHEARER
7. Patrick VIEIRA
8. Paul SCHOLES
9. Roy KEANE
10. Cristiano RONALDO

Henry'nin orada olmasına biraz şaşırdım, ama yine de bu listeyi paylaştım. Örtbas etmeyi de tercih edebilirdim, ama anlamaya çalışıyorum onun yerine...


Scholes ve Keane için kullandığı ifadelerden bazıları hoşuma gitti. Ben de Scholesy'nin zamanlama hatası olarak görülen müdahalelerinin aslında başka bir boyutu olduğunu düşünürüm Redknapp gibi... Ve evet, bence de Keano'nun pas yeteneği görmezden geliniyor çoğu zaman.

"He would slice you in half too. People talk about his mistimed tackles, but I used to think he knew what he was doing. He could really hurt you with and without the ball with his third man running. Top quality."

"Like Vieira, he took no prisoners and in the match-up before the game, you always told yourself that defeating Keane was the only way to win the game. He ran the midfield, he was a monster and his passing was underestimated."


Tam o sırada başka bir yerde Sporting News da son 10 yılın en iyi oyuncusu olarak Kobe Bryant'ı onurlandırmış... Fakat Tim Duncan adındaki bir adam da aynı zaman diliminde fena iş yapmadı. Sanki biraz çabuk unutulmuş gibi.

FIRST
G Steve Nash
G Kobe Bryant
F LeBron James
F Tim Duncan
C Shaquille O’Neal

SECOND
G Allen Iverson
G Dwyane Wade
F Dirk Nowitzki
F Kevin Garnett
C Yao Ming

Bireysel Zaman Dünya Şampiyonu Cancellara


İki yazı aşağıda "Bireysel zaman disiplininde kimse Fabian Cancellara'yı geçemez" dediğimizde, Bay Tahmin havalarına girmemeye özen gösterdik. Şimdi de 'biz söylemiştik' tarzı bir yaklaşıma girme hakkımız bulunmuyor. Çünkü İsviçre saati tadındaki zaman spesiyalistimizin kendi evinde kazanacağı hakikaten kesindi. Team Saxo Bank'tan takım arkadaşı İsveçli Gustav Larsson (solda) ikinci olunca, tarih birkaç yerden tekerrür etti. Saxo Bank, 2006'da olduğu gibi yine Dünya Şampiyonası'nda duble yaptı. Ve tıpkı 2008 Pekin Olimpiyatları'nda olduğu gibi Cancellara altın, Larsson gümüş aldı. Bronz madalya Tony Martin ise bir yıldır bisiklet sporunda adı geçmeyen Almanya'nın yeni umudu. Pazar günü Eurosport'ta yol yarışını kaçırmayın. Cancellara kendi evinde çifte şampiyonluk isterken, İtalyanlar üst üste dördüncü Dünya Şampiyonluğu'nu kovalayacak. Cadel Evans, Alejandro Valverde, Schleck Kardeşler gibi tırmanışçıların sözünün geçmediği bir disiplin burası.

23 Eylül 2009 Çarşamba

MÜ-YAP'A GERİLLA


Biz durumdan az da olsa bahsetmiştik. Biraz zamansızlıktan, biraz da akıl ışığında ortalama iki zihnin aynı şeyi işaret edeceği gerçeğinden dolayı daha ziyade link paylaşımı olayına girmiştik. Yine aynı gerçekten yola çıkarak, bu sefer de MÜ-YAP için düşünülmüş protestoyu paylaşacağız. MÜ-YAP ne yaptı? Müzik yapımcılarının haklarını koruma kisvesi altında, yine aynı yapımcıların profesyonel sanatçılarının alternatif kültürün bekareti bozulmamış -en azından kısmen korunmakta olan- ormanlarına girmesi sonucunda oluşan bir sorundan kendisine rant sağlama planlarına girişti. Telif hakkı muhabbeti yine bazı insanların cüzdanı için hiç düşünülmeden kötüye kullanıldı. Ancak iş -temeli CBS ve News Corporation gibi büyük uluslararası markalara dayanan- Last.FM ve MySpace kalibresindeki oluşumlarla aşık atmaya gelince, bu sefer bu kadar kolay olmadı. Bugüne kadar amatör sanatçının paylaşım mecrası olması amacıyla kurulan, ancak yine bahsettiğimiz kurumlar tarafından yıldırılan yerli oluşumların gösterebileceği dirençten çok daha farklı bir şeyle karşı karşıya MÜ-YAP. Muhtemelen biz bir şey yapmasak da kısa sürede en azından MySpace yasağı ortadan kaldırılacak... Fakat bundan bağımsız olarak artık tepkisizliğimize bir dur demek zorunda olduğumuz noktadayız.

- Uykusuzluk uzun cümlelere imkan tanımıyor bir raddeden sonra, o yüzden konuya dönelim. -

Bunun için ilk düşünülen protesto bir Gerilla hareketini andırıyor. Kimin düşüncesi olduğunu bilmiyorum ama sorunun kaynağına inerek yaratılmış güzel bir düşünce. Bu toplu harekete katılıp, hayata sizin baktığınız açıdan bakan insanlarla birlikte daha gür bir ses çıkarmak istiyorsanız yapılması gereken buradan indirilecek albüm kapaklarından birinin baskısını alıp, boş bir CD kapağı içerisinde MÜ-YAP'ın posta kutusuna göndermek.

Adres: Mü-Yap Bağlantılı Hak Sahibi Fonogram Yapımcıları Meslek Birliği Kuloğlu Mah. Turnacıbaşı Sok. No: 16 Kat: 5 80070 Beyoğlu İstanbul

Mendrisio 2009 Bireysel Zaman - Her Şey Gökkuşağı Renkleri İçin


Giro d'Italia, Tour de France ve Vuelta e Espana'yı geride bıraktık. Sonbaharın da gelmesiyle birlikte bisiklet sezonu kapanmak üzere. Sezonun son önemli organizasyonu her zaman olduğu gibi bu sene de UCI Dünya Şampiyonası. Bu sene 23-27 Eylül arası İsviçre'nin Mendrisio kentinde düzenlenecek olan organizasyonda, bireysel zaman ve yol yarışı disiplinlerinde bisikletçiler kendi ülkelerini temsil edecekler. Burada bireysel zaman veya yol yarışında zafere ulaşmayı başaran bisikletçiler, seneye sezonu gökkuşağı renkli mayo ile geçirecek. Bu sene gökkuşağı renkleri içinde zaman spesiyalisti Alman Bert Grabsch ve klasik spesiyalisti İtalyan Alessandro Ballan'ı izlemiştik. Son gün, yol yarışı disiplininde ne olacağını kestirmek çok zor. Burada arkamıza yaslanıp, kimin kazanacağını merak etmek en doğrusu. Fırsatımız olursa üç gün içinde ayrıntılara değinmek isterim. Fakat şimdilik 24 Eylül günü yapılacak olan bireysel zaman disiplinine yoğunlaşalım. Burada sorulacak tek bir soru var: Fabian Cancellara başaracak mı?


Numaraiki'de (biraz da taraflı olarak) Cancellara'nın adı birçok kez geçti. Onu bazen sarı mayo, bazen de İsviçre Şampiyonu mayosu içinde gösteren resimler koyduk. Fakat gökkuşağı mayosuyla 1 yıldır gözükmüyor. 2006 ve 2007 Bireysel Zaman Dünya Şampiyonu, 2008'de bu unvanını korumaya tenezzül etmemiş, onun yerine olimpiyat altın madalyasıyla yetinmişti. Bu sefer, kendi evinde düzenlenecek olan şampiyonaya çok önem veren Cancellara'yı 2008 şampiyonu Bert Grabsch dahil tehdit edebilecek kimse yok. Yorucu dağ etaplarının ardından Alberto Contador'a kaybettiği Tour de France'ın ikinci bireysel zaman etabı hariç kendi disiplininde bu sene hiç hayal kırıklığına uğramayan Cancellara'yı sadece aksilikler durdurabilir. Müsabakayı 24 Eylül Perşembe günü Türkiye saatiyle 16.30'da Eurosport'tan takip edebilirsiniz. 2009 bisiklet sezonuna güzel bir veda etmek ve İsviçre'nin İtalya sınırındaki manzaranın keyfini çıkarmak isteyenler kaçırmamalı.

21 Eylül 2009 Pazartesi

3. Köprü


Her hakem hatasından sonra hortlayan "Hakemi satın almışlar" ya da "Federasyon komplo kurmuş" gibi zırıltılardan pek hazzetmem. Ancak Ali Güneş'in yaptığı inanılmaz kurtarışın hakem tarafından es geçilmesi, bir açıklama gerektiriyor.

İşte o açıklama: "Beyni olan insan zaten hakem olmaz."
(bkz: occam'ın usturası ile etek tıraşı olmak)

Mehmet Topal-Mustafa Sarp ikilisi, tüm futbol alimlerinin hayranlığını kazanmış olmalarına rağmen, beni sıkıntılara gark etmeye devam ediyor. Ayhan için Tarkan'dan gelsin: "Dön bebeğim... "

Keita ile Kasımpaşa'nın sol beki (Sancak?) arasında yaşanan gerginlikler sırasında bizim "Fildişili" olayı fazla abartınca Rijkaard'ın yapmış olduğu "Sakin ol şampiyon" temalı konuşma, en az Nonda'nın golleri kadar şahaneydi.

Kewell, Galatasaray'a geldiğinden beri ilk kez bu kadar top kaybetti. Fenerbahçe maçında kendi kalesine 4 gol atmadıkça gözümdeki kredisini bitirmesi mümkün değil. "Arada olur öyle be Aussie bro." Umarım kontratını bir yıl daha uzatır.

Detaylı maç analizinden hazzetmediğimi biliyorsunuz. Onun yerine gidip belgesel izliyorum, caz dinliyorum. Snooker sevmiyorum.

PS:

NONDA NASI KURDU AMA 3. KÖPRÜYÜ?

paint çok pro size bir titreşim gönderdi.

Tepkisiz Kalmayın!


Akıl fikir...

Akıl
Fikir

MÜYAP, MySpace ve LastFM'in engellenmesine yönelik girişimiyle binlerce bağımsız müzisyenin özgürlüğüne darbe vurmuştur.
Oysa bu sitelerdeki MÜYAP üyesi olan sanatçıların profilleri silinebilir ve telif sorunu böylece çözülebilirdi.
Ama MÜYAP binlerce bağımsız müzisyenden hıncını çıkarmaya çalışıyor belli ki...

MySpace'te kendilerine profil açmış olan MÜYAP sanatçıları açıklansın.
Doğal olarak binlerce bağımsız müzisyenin hak ve özgürlükleri MÜYAP'ın umrunda değildir.

MySpace'te kendilerine profil açmış olan MÜYAP sanatçıları kimlerdir?
Bunu niye yapmaktadırlar?
Bağımsız müzisyenlerin yaşam alanına niye girmektedirler?
Binlerce bağımsız müzisyen niye cezalandırılmaktadır?
"Bedava reklam" yapma peşinde midirler?
MySpace sayesinde kendilerine fayda sağlamışlar mıdır?
Bu ikiyüzlü tutumlarından vazgeçecekler midir?
Kimdir bu MÜYAP sanatçıları?

MÜYAP "mallarını" internetten çek, telif sorunu kalmasın!

Demirhan Baylan

Baba Pau








"Anneleri gelse o da iki basket atar."*
Orkun Çolakoğlu

* Gasol Kardeşler'in toplam 24 sayı attığı final maçı sırasında

Anket Durumları #5


Zayıf gruptaki galibiyetler cidden bu kadar göz boyadı mı, yoksa biz mi her gördüğümüz galibiyetten sonra şampiyonluk nidalarına başlamaya çok meraklıyız anlamadım ama anketlerden birisi doğru olmaktan çok uzak bir sonuç verdi. Belki de insanların olmasını düşündükleri değil, olmasını istedikleri şeye yönelik oy kullanmasından ileri geliyordur bu durum.

Geçerliliği turnuva öncesi ve grup maçları sürecini kapsayan ilk anketimizde Türkiye'nin ideal sıralaması olan 5-8 basamaklarında yoğunlaştığını görüyoruz oyların. Grafiğe dökecek olursak da güzel bir eğri vardı ortada. Grup maçları iyi gidince "şampiyon" seçeneğine gerçeküstü oylar gelmeye başladı ama bunları kategori dışı tutabiliriz belki. Ergonomi dersinde de yaptığımız bir olaydır, standartlar belirlenirken en uçtaki yüzde beşerlik iki dilim görmezden gelinir ve bu ekstrem durumlardan arındırılmış yüzde doksan hesaba katılır. O yüzde beşteki ekstrem insanları attığımızda anlaşılır bir anket oldu ilk anketimiz.


İkinci anketse tarafımdan bilinçli olarak daha uzun vadeye taşınmış bir anketti. Yoğun fikstürde ilk üç gün içinde diğer takımları izlemek kolay iş değildi. Bu sebeple de diğer favoriler hakkında daha net bir fikir oluşması için ikinci tur gruplarını da kapsayacak bir sürece yaydım o anketi. Ama henüz turnuvaya başladığı viteste devam eden İspanya'ya karşı alınan galibiyetle birlikte ilginç şeylerden bahsedilir oldu. Turnuva başında normal karşılanabilecek bir derece de şişirilen beklentiler sonucunda hayal kırıklığı olarak lanse edilmeye başlandı.

Ben 12 Dev Adam için oyumu 9-12 şıkkı için kullanmıştım. Ama beklenenin üzerinde bir savunma direnci koydular sahaya... Kısa süre önce Ankara'daki görüntüden bu kadar çabuk sıyrılabilmiş olmalarını takdir ediyorum, fakat ne yazık ki her Türk takımı gibi psikolojisi gelen tepkilere göre değişiklik gösteren bir takım oldu onlar da. Kitleler tarafından yerin dibine sokulduklarında kim olduklarını göstermek için bilenen, fakat birkaç iyi skor sonrasında da hemen işin tadını çıkarmaya başlayan bir takım. Turnuva takımı diyemiyoruz böylelerine. Bizim takıma çok benzettiğim Slovenya da aynı şeyi yaşadı kısmen. Sırplar karşısında favorim değillerdi kesinlikle. Ama ikinci gruptan lider çıkmalarına rağmen aldıkları dördüncülük kimseyi tatmin etmemiştir herhalde. Üçüncülük maçında kime kaybettiler? Bir başka turnuva takımı Yunanistan'a...


Harun Erdenay'ın turnuva sonrası açıklamalarından birine denk geldim. Özetle şunları söylüyor: "Bizim için turnuva Yunanistan maçından sonra bitmişti. Zaten Dünya Şampiyonası için ev sahibi biletimiz varken klasman maçlarının bizim takımımız için bir anlamı kalmamıştı." Üç sene önce altıncılık üzerinden kahramanlık hikayeleri yazan bir oluşumun parçası olarak bu konuşmalar samimi olmaktan çok uzak açıkçası. Dün Kaan Kural, batug.com forumlarında güzel bir şey yazdı. Herkes takip etmiyor orayı, Erdenay'ın yukarıdaki açıklamaları üzerine güzel gidecektir paylaşırsak:

"Maçtan sonra Kelly McCarty "Koç Blatt'e bana bu şansı verdiği için çok teşekkür ederim. Kaç kişi çocuklarına, arkadaşlarına 'Ben Eurobasket 2009'da oynadım. Şöyle maç kazandık, şöyle kaybettik' diye anlatabilir ki? Kaç kişiye gelir böyle bir şans" dedi.

Bu adam siyah bir Amerikalı. Rus Milli Takımı'nda oynadığı için minnettar.


Bizimkilerin ne yaptıkları işe, ne giydikleri forma vasıtasıyla temsil ettikleri şeylere aynı derecede saygısı yok. Konsantre olmak için illa maddi bir neden mi lazım? Maalesef bizimkilere lazım işte. Manevi değer bilmeyen, onlara değer vermeyen, onlara saygısı olmayan takımlar yarattık.

Pek çok nedenden kızıyorum Tanjevic'e ama en en en çok bu nedenden. Milli Takım'ı bir ödül, orada oynamayı bir onur olmaktan çıkardı. Prensleri var. Kadro zaten belli. Kadroya kimin seçileceği belli olunca bizim insanımıza sanki görevmiş hatta angaryaymış gibi geliyor. O formayı giymek için büyük bir mücadele vermeyince değerini de bilmiyorlar, anlamını da. Zaten giydikleri forma o. Hatta o hale gelmiş ki bazılarına zul geliyor bu maçları oynamak. Mehmet Okur çıkıp "Ben bu yapıda oynayamam" diyebiliyor.


İddia ediyorum FIBA maçtan önce "İsterseniz bu maçı oynamayın" dese bizimkiler istisnasız kabul ederdi."


Evet, muhtemelen ederlerdi. Erdenay da farklı bir şey söylemiyor...

Diğer ankette de İspanya'ya oy veren 17 kişiden biriyim. Yüzde yirmiye denk geliyor bu oy sayısı. Aslında İspanya'nın ne kadar büyük bir favori olduğunu göstermekten uzak bir nicelik. Her üç oydan biri ise devlere gitmiş. Benim gümüş için aday gösterdiğim Fransa çöldeki Bedevi olarak, turnuvanın ağır favorisi ama aynı zamanda karşı grubun dördüncüsü İspanya ile çeyrek final oynadı. Tek mağlubiyetle beşinci olabilen bir garip takım... Öne çıkan iki "dark horse" adayım vardı. Bunlardan Hırvatistan genel olarak kötü geçirdikleri bir turnuvada Dünya Şampiyonası biletini cebe atmayı başardı. Yine de bu altıncılık ideal sıraları gibi gözükse de oyun olarak bir hayal kırıklığından fazlası olamadılar. Diğer adayım Sırbistan ise Dusan Ivkovic yönetiminde ön incelemede de değindiğim o "kolej havası" görünümünü tam anlamıyla sergiledi. Tek endişe duyduğum nokta takım içinde bir adım öne atabilecek oyuncu sıkıntısıydı, fakat Milos Teodosic o işin üstesinden gelebileceğini gösterdi çeyrek ve yarı finallerdeki büyük performanslarıyla. Bahis oynasam zengin olabileceğim bir turnuvaydı herhalde...


Haftasonu fazlasıyla yoğun geçti. (İhsan Bayülken program yapsa ya: Fazlasıyla Basketbol!) Dersler başlamadan kalan şu son bir haftayı rejenerasyon idmanlarına ayırma arzusundayım. Ama turnuvaya genel bir bakış atmak için arada sırada uğrarım buraya yine. Zaten Avrupa basketbolu için yeni şeyler söyleyen, yıllar sonra hatırlanacak bir turnuva falan değildi. Oldukça tahmin edilir bir turnuva olarak akıllarda kalacak.

Kanye West adam olsa Toni Collette'ten de alırdı mikrofonu. Ama olmadığını biliyoruz... Jimmy Fallon'ın güldürdüğü gece olarak tarihe geçecektir 61. Emmy Ödülleri. Ama yine en klas espriyi en kısıtlı sürede Conan O'Brien patlattı. Helal olsun!

Bayram falan...

Welcome to the Republic of Mancunia



Michael Owen'ın şehrin kırmızı yakasına kabul edilişi açısından önemliydi dünkü maç. Ama sadece bu değil... Cristiano Ronaldo sonrası durumu masaya yatırılan, hakkında felaket senaryoları yazılan Manchester United'ın oyuncuların üzerinde bir kişiliği olduğunu göstermiştir bu başlangıç herkese. Hele de bu adamın yönetiminde...

Uzatma konusunda Mark Hughes'un tepkilerini anlıyorum. Gerçi açıklamaları biraz sınırları zorladı ve bunun sonucunda FA bir cezaya da hükmedebilir. Ama Martin Atkinson'ın golden önce maçı bitirmek için fırsatları olmuştu. Uzatma sırasında yapılan oyuncu değişikliklerini hesaba katmak gerekir, genelde ülkemizde pek uygulanmayan bir kuraldır ve beni çok kez uyuz etmişliği de vardır. Ama yine de o kadar ölü zaman yoktu uzatmada da sanırım. Fakat Hughes'un takımının 35 dakikalık mahkumiyetinin skora bir şekilde yansıması gerekiyordu belki de. Shay Given ve melekler tarafından korunduğu bir günün sonunda, bu iyi şansın hakem faktörüyle aleyhine döndüğünü söyleyebiliriz. Hughes ve City adına üzüldüm üzülmesine de, karşılarındaki takımın böylesine bir baskının sonucunda 1 puanla yetinmesi halinde de bunun iki katı üzülecektim her futbolsever gibi...


Bir şekilde karşılığını bulmalıydı Ryan Giggs'in 36 yaşında sunduğu bu resital. Galli önce stoperden bozma sağ bek Micah Richards'ı rezil rüsva etti, sonra Dimitar Berbatov'un kafasına açtı. Ama Bulgar kaleye gönderebilecek enerjiden uzaktı. Aslında Berbatov'a da dünkü performansı sonrası çok fazla yüklenmek anlamsız, dünkü onbirde olması da son derece doğruydu bana kalırsa. Fakat maçın ikinci yarıda aldığı hal, kenardaki Michael Owen'ı işaret ediyordu. Alex Ferguson'ın maç boyunca yaptığı tek kritik hata Owen'ı kenarda biraz fazla tutmasıydı. Kariyerinde defalarca yaptığı vuruşlardan birini yedinci uzatma dakikasına girilirken yaptığında da soğukkanlılığını kaybetmesi için bir sebep yoktu.

Tottenham-Beşiktaş-City üçlüsü kayıpsız atlatıldı. Özellikle White Hart Lane'de kaybedilecek puanlar tahammül dışı olmazdı mevcut şartlarda. Fakat bu kayıp beklentilerine tokat gibi bir cevap geldi Kırmızı Şeytanlar'dan. Üçlü içerisinde en iyi topu o maçta oynadı United, fakat her şeyden önce bu yoğun fikstürün altından çok iyi kalktı Sir. Ülkemizde yeni yeni yapılmaya başlanan fakat ekseriyetle ele yüze bulaştırılan rotasyon böyle bir şey olmalı. Uygulamalı ders açtı adeta Fergie...

Foster - O'Shea, Ferdinand, Vidic, Evra - Fletcher, Scholes, Anderson, Giggs - Berbatov, Rooney
Foster - Neville, Evans, Vidic, Evra - Valencia, Scholes, Anderson, Carrick, Nani - Rooney
Foster - O'Shea, Ferdinand, Vidic, Evra - Park, Fletcher, Anderson, Giggs - Berbatov, Rooney


Ferguson'ın Avrupa'ya verdiği önem tartışmaya açık bir konu değil. Taraftarın da ender eleştiri noktalarından biridir bu. Gruptan çıkmayı garantilemiş olduğu halde as oyuncularının bir kısmını sahaya sürdü zaman zaman Ferguson. Derbi öncesi çok az kişinin umrundaydı İnönü'de alınacak ters bir sonuç. Bu yüzden Wayne Rooney seçimi de çok fazla konuşuldu. Aslında konuşmaya değer tek kısmı da orası bu rotasyonun sanırım. Sezon başından beri Michael Carrick'in formsuzluğunda büyük bir yükü üzerinde taşıyan Darren Fletcher, sakatlıktan yeni çıkmış Rio Ferdinand ve John O'Shea riske edilmezken, ortalama bir forvetten çok daha fazla enerji sarf eden 10 numaranın kenara çekilmemesi garip karşılanabilir. Ama Rooney bu, kenara geldiğinde bile ne kadar öfkeli olduğunu gördük kendi gözlerimizle. Valencia-Nani ikilisinin kullanılışı hoşuma gitti özellikle. Anderson'un olduğu bir orta alanda kanatlara bu ikiliyi koymak büyük risk. Doğrusu Fergie'nin son iki Premier League mücadelesinde yaptığı... Özellikle de Park Ji-Sung böyle maçlarda sıklıkla başvurulması gereken bir eleman ki Fergie de bunun farkında. Sezon boyu fazla sahne almayan Park, sezon sonunda ligde üst düzey rakiplere karşı oynanan maçlarda ve Şampiyonlar Ligi'nin son aşamalarında genellikle sahada oluyor birkaç yıldır. Hücum açısından çok şey sunmasa da büyük bir enerji getiriyor orta sahaya. Bunun sonucunda da Barry-De Jong-Ireland gibi bir üçlüye karşı orta sahada dominasyonu kurmak o kadar da zor olmuyor. İkinci yarıda Gareth Barry ve Stephen Ireland'daki düşüşler kolaylıkla öngörülebilecek düşüşlerdi, bu yüzden Sir de devre arasında orada herhangi bir değişikliğe gitmedi ve rakibin teslim bayrağını çekmesini bekledi. Ardı ardına kazanılan duran toplar ve özellikle soldaki Giggs-Evra işbirliği er ya da geç golü getirecekti. Bu gollerin ilkinin tartışmalı bir faul sonucunda, ikincisinin de şişirilmiş bir uzatmada gelmesi City adına üzücü bir durum olsa da hakkaniyete çok aykırı değildi.


Önemli virajlardan birini kazasız belasız geride bıraktı United. Özellikle lig öncesi girilen söz düelloları sonrasında Hughes-Tevez ikilisi önünde alınmış büyük bir zaferdir bu Sir için. Gol sonrasında Alan Wiley ile şakalaşırken yaşadığı o büyük rahatlamayı da gözler önüne seriyordu. Edwin Van Der Sar'ı ve gelecek yaz olmasını beklediğim kaleci transferini bekliyoruz artık. Ülke futboluna kaleci kazandırma geyiğini bir yere kadar anlarım, fakat verilen şanslardan sonra eldeki malzemenin bu işe uygun olmadığı görülecektir. Sezon başından beri, kimilerinin Post-Ronaldo dönemi diye adlandırmaya cüret ettiği bu dönemde yürek koyan Rooney-Giggs-Evra-Fletcher dörtlüsünün bir armağanıdır bu da. Anderson'a sistem içinde yer bulabilme çabaları da takdire şayan. Chelsea çok iyi durumda gözüküyor ama onların arkasında elde edilmiş bir ikincilik, Avrupa başarısıyla da süslenirse tatmin etmekten fazlasını yapmış olur bu takım.

19 Eylül 2009 Cumartesi

Sıradaki...


Papillon

Sen Daha Komiksin Hidayet


Ender Arslan'ın son gökkuşağı şutu bir şekilde girmiş olsaydı yarını görebilir miydik emin değilim. Ender grup aşamasında özellikle Kerem Tunçeri'yle birlikte oynadığında zaman zaman bir 2 numaraya evrildi ve sağlam şut soktu. O iyi şut yüzdesi İspanya maçıyla birlikte savunma görmeye başlayınca azaldı belki ama genelde kendisinden beklediğimizden daha iyi şeyler yaptı organizasyon anlamında. Buna rağmen İspanya maçını bitiren beşte olmasını da, Slovenya maçında son topu getirenin o olmasını da yadırgadım. Gerçi Slovenya maçında Kerem beş faulle kenardaydı ama... Yine de ben o hücumda Ender'in aldığı inisiyatifi ve Engin Atsür'e hazırladığı pozisyonu beğendiğimi söylemiştim. Bu maçta bile takımın hücumda kısırlık çektiği dakikalarda iş gören çabaları oldu. Ama böylesine iyi geçirdiği bir turnuvayı dahi olabilecek en kötü biçimde bitirmeyi başardı Ender. Çok fazla sallamaya da gerek yok, Ender Arslan olduğu için böyleydi Ender Arslan bugün son topta. Maçı uzatmaya götürdüğünde de aynı Ender Arslan vardı aslında sahnede. Sadece biz sevinci biraz fazla abartmıştık. Sen daha komiksin Hedo!


Taylor Swift'i tanımam. Ama bazı olaylar yaşanmış ve ben de Kanye West'i kınıyorum, yaptığı kabaydı... Geyiğin de dibine vurulmuş. Bir yerlerde bunu gördüm, aldım hemen. Ömer Aşık bu turnuvada Shaquille O'Neal'ı gölgede bıraktı ne yazık ki. Gerçi maç sonrasında Mithat, Ömer'in serbest atış hocasına sallıyordu. Dedim, muhtemelen öyle biri yoktur. Ama olursa, bu kalas o yüzdeyi anlaşılır seviyelere çektiyse Ömer, Chauncey Billups gibi sokmaya başlar herhalde... Steve Nash demiyorum, sevmediğimi burayı okuyanlar bilir.


SLAM: What did you want to be?

MELO: Every time that question came up at the beginning of the school year, I never answered, because I didn’t want to be nothing. I just wanted to graduate from high school. I wanted to run around, I wanted to be outside, just chilling on the steps, seeing what’s going on. Not doing anything, just being there. I never walked around saying, I want to be an NBA basketball player! I watched the NBA, I had favorite players. Bernard King, that was my favorite player. No disrespect to MJ, because that’s God, but Bernard King was my favorite player.

SLAM: It’s funny you mention Bernard King, because he was always so overlooked…

MELO: Always! Always overlooked.

SLAM: And you get overlooked a lot, too.

MELO: Well, I’m back. I’m back. I think the only reason I was being overlooked was because I went to the Playoffs and got eliminated in the first round five straight seasons. And then you see D-Wade win a Championship, then you see LeBron take his team to the Finals, and it’s like, OK, where is Melo? Last year when we got to the Conference Finals, I think people realized, Melo is finally where he’s supposed to be.

SLAM: So you feel like you’re back?

MELO: I mean, I don’t like saying I’m back, because I didn’t go nowhere. But I’m back, baby.

Allen Iverson'dan ümidi kesen SLAM, oltayı bu çocuğa mı taktı acaba? Kapak güzel olmuş lakin. Gürkan da takdir edecektir. Bu arada kendisi Eurobasket için yukarıda gördüğünüz süpersonik banner tasarımını da yapmıştır, teşekkürlerimizi sunalım...


Bir de... Bu adamlar geliyor artık, geri kalanlara baktığımda fiyakasını fena bozdukları Fransız takımından daha iyisi çarpmıyor gözüme. Çeyrek finallerde yanıltan eşleşme olmadı beni, bahis oynayıp kuponu göstermediğim müddetçe pek bir anlamı olmayacaktır sözlerin gerçi. Yunanistan, İspanya'yı zorlayabilen bir takım olmuştur zaman zaman. Ama şu durumlarıyla çok zor. Diğer tarafta Slovenya-Sırbistan eşleşmesi var. "Ölüm Grubu" derken bunu kastediyorduk. Aslında terminolojiye göre içeride birilerinin yıpranması, hatta bazılarının saf dışı kalması falan gerekiyor. Ama burası öldüren bir gruptu. C Grubu'ndan çıkan üç takımın da çeyrek final yapacağını tahmin etmiştim ama üçü de yarı final yaptı pek zorlanmadan. Bu biraz ağır oldu.

All-Eurobasket Teams

Çeyrek final maçları öncesinde not düşmüşüm bu beşleri, son iki günde gördüğümüz performanslarıyla bazı oyuncuların yerlerinde oynamalar yapılabilir. Mesela dün takımı elenirken teslim bayrağını ilk çeken isim olan Tony Parker ile bugün takım skorda kilitlenince kontrolü devralan Vasileios Spanoulis'in yerlerini değiştirebiliriz kolayca.


Tony PARKER (Fransa):
Parker turnuva boyunca takımını omuzlarına aldı ve birçok maç son topa kalsa da takımının mağlubiyetine hiçbirinde izin vermedi. Ronny Turiaf, Boris Diaw gibi önemli yardımcıları vardı, rol oyuncuları da standartların üstündeydi elbette. Fakat Fransa hakkındaki tüm iyimserliğime rağmen, 6-0 yapabilecek bir takım olarak görmedim onları. Parker bunu yapmalarını sağladı. Ama son yazıda da bahsettiğim gibi turnuvanın en büyük sürprizi -yani İspanya'nın kötü başlangıcı- onların başını yaktı ve belki de bir erken finali kaybettiler. Hidayet Türkoğlu gibi bir satıştan bahsedemesek de çok çabuk pes etti Parker çeyrek finalde. Önce Ricky Rubio'nun baskılı savunmasıyla birkaç top kaybı yaptı, hakemlerden yıldız düdüğü talepleri de geri çevrilince ikinci yarıda oyundan koptu tam anlamıyla. 32 dakikada 1/8 şut isabeti nedir? Soktuğunun 1 olması kadar, attığının 8 olması da tüyler ürpertici. Son çeyrekte sadece sahada gezinip, hakemlere gülümsüyordu zaten. Yine de ben bu beşleri çeyrek final öncesi dizmiş olduğumdan yeri garanti. Son maç öncesindeki 18.0 sayı, 4.3 rebound, 3.7 asist ortalamaları bile çok şey anlatıyor.

Milos TEODOSIC (Sırbistan):
Teodosic'in rakamlarına pek bakmadım, oyununu bir kez izlemeniz zaten bunu gereksiz kılmaya yetiyor. Sırbistan o kenara gittiği zaman bir anda bocalıyor, beyni alınmış kurbağa gibi bir oraya bir buraya koşuyor topla birlikte. Turnuva öncesi bu 3T teknolojisine vurgu yapmıştım, öne çıkmasını beklediğim adam Uros Tripkovic idi daha çok. Tripkovic çok iyi şut soktu, bu anlamda istikrarı tutturabilen de tek dış oyuncu oldu, ona da yerimiz var ileride. Ancak Teodosic saha içi liderliğini öyle güzel kotardı ki. Bu 1.95 boyundaki, pozisyonu için oldukça da kalıplı adamdan oyun kurucu yaratılabileceğinden şüphe duyanlar vardı Sırbistan ve Yunanistan'da. Olympiakos formasıyla önemli maçların kritik anlarında hatalar da yaptı. Ama bu turnuvada büyüklüğünü gösteriyor hakikaten. Bir FIBA turnuvasında 5.9 asist ortalaması yakalamak... Bize karşı o düşük tempoda 8 asist, hemen ardından da Litvanya maçında 12 asist yapması... Teodosic sahadaki davranışlarıyla pek belli etmese de şu anda alev alev yanıyor. Ve Slovenya'nın da korkması gereken birinci isim o olacak yarı finalde.

Ersan İLYASOVA (Türkiye):
Ersan da en kötü gününü en kritik maça denk getirenlerden. Gerçi Slovenya maçının da bizim için çeyrek final kadar kritik olduğunu düşünenlerdendim. Ama orada da ikinci yarıda hiç işin içine giremedi, ya da oyun kurucularımız girmesini sağlamak için yeteri kadar çaba göstermediler. Yine de Ersan'ın Barcelona ile gösterdiği gelişimi takip etmeyenler, onu 2007 yazında bırakanlar için büyük bir sürpriz olmuştur. Türkiye'nin sahada skor liderliğini yapan adam oldu turnuva boyunca. Bu yüzden yanlış seçimleri olsa da, bunlara tolerans gösterebilmeliyiz. Takımı kötü anlarında sırtında taşırken iyi de, bir topta içeriyi fazla zorladı diye mi kötü? Eleştirilecek biri aranıyorsa 15 numaraya çevrilebilir oklar, tabi sakatlık durumundan da emin olmak lazım. Sakatsa ve buna rağmen birinci derecede önemli olmayan, Slovenya maçıyla telafi edilebilecek Sırbistan maçında 38 dakika sahada tutulmuşsa okların nereye çevrileceği belli.


Pau GASOL (İspanya):
Baba Pau ve milli takımdaki ağırlığıyla ilgili az bilinen gerçeklerden bazıları:

- 5 faul alan oyuncu önce Baba Pau'ya dönerdi, "Çıkayım mı" diye sorardı. O "Evet" deyince çıkardı.

- Kaybedilen Sırbistan maçından sonra soyunma odasında "Adam gibi oynamazsanız dönüş biletlerinizi yırtarım, İspanya'ya yürüyerek dönersiniz" dedi.

- Bir maçta taraftarın onu ıslıklamasından sonra "Bu formayı bana taraftar giydirdi, şimdi onlar isteyince de çıkarırım" dedi.

- 2007'de İspanya'da oynanan maçta Portekiz karşısında skor 46-21 İspanya lehine gitmekteydi. Devre biterken ataklar ardı ardına devam ederken Portekiz kaptanının yakasına yapışan Baba Pau dedi ki: "Arkadaşlarına söyle maça biraz asılsınlar. O kadar insan güzel bir maç izlemeye gelmişler sizler dökülüyorsunuz, bir an evvel kendinize çeki düzen verin."

- Oyun sıkışınca iki kişiyi sağına soluna alıp, kollarını onlara takar ve rakip pota altına bu sayede hiçbir müdahaleye maruz kalmadan girerdi.

Tamam sonuncusu biraz abartı olmuş olabilir, ama yine de bu takımda Pau'nun yeri ayrı. Takasıyla NBA'deki dengeleri değiştirebilen bir adamın yeteneklerinden bahsetmenin çok da anlamı yok. Ama onun faul çizgisinden 1/8 ile, saha içinden de 4/10 ile attığı bir Sırbistan maçında takımın görüntüsüyle sıradan bir Gasol performansı izlediğimizdeki görüntüsü kesinlikle aynı değil. Fransa'ya karşı 28 sayısı, eski takım arkadaşı Ronny Turiaf'e hiçbir zaman sahip olamayacağı pota altı hareketleriyle nazire yapması, absürd bir pozisyondaki ters smacı, küfür tadındaki 3 bloğuyla galibiyeti ne kadar kolay gösterdiğini izleyenler bilir. Polonya maçında kankası Juan Carlos Navarro ile de aynı telden çalmaya başlamıştı ki yarı finaldeki diğer takımlar için korkutucu bir görüntü...

Timofey MOZGOV (Rusya)
Mozgov biraz iddialı bir seçim gibi görünebilir. Aşağıda adını anacağım Marcin Gortat, Erazem Lorbek, Ömer Aşık gibi adamları da ilk beşin içine alabilirdim. Gortat'ın durumu biraz farklı, takımını çeyrek finale taşıyabilse her şeye rağmen alırdım onu. Ama Mozgov'un, Rusya çaresizce genç adamlarından birinin ileri adım atmasını beklerken gösterdiği performans çok önemliydi. Faul problemi sebebiyle kısıtlı süre sahada kalabildiği ilk iki maçta, bir Nedim Dal klonu olan yedek uzun Dmitri Sokolov ile kendisini en kötüsüne alıştıran David Blatt de Mozgov'un sonraki maçlardaki müthiş geri dönüşü sonrasında ne yapacağını bilememiştir muhtemelen. Sokolov ilk iki gün 21 dakika sahada kaldıktan sonra, beş maçta toplam 9 dakika oynadı mesela. Yapılacak güzel şeylerden biri buydu. Diğeri de bu adamın sahada olabildiğince fazla kalması için Tanrı'ya yakarış... Mario Kasun'u bitiren ve Hırvat pota altını oyan oydu. Mozgov yani... Atletik Fransız uzunlarını 5 blokla selamlayan da oydu. 86 doğumlu ve bu turnuvanın bizim çocuk Aşık ile birlikte vitrine çıkardığı iki genç uzundan biri. O da iyi faul atamıyor ama arada sırada atıyor.

Jaka LAKOVIC (Slovenya) - Vasileios SPANOULIS (Yunanistan) - Novica VELICKOVIC (Sırbistan) - Erazem LORBEK (Slovenya) - Marcin GORTAT (Polonya)

İkinci beşte maç başına 3.4 üçlük isabetiyle yaklaşık 15 sayıya ulaşan, hala güvenilir olmamakla birlikte bu turnuvada oyun kuruculuk anlamında da bazı gelişmeler gösteren Sloven Lakovic var mesela. Alman Ernst gibi evet...

SG için pek zorlanmadık ama turnuva sonunda bir kez daha gözden geçirince ilk beşi hak ettiğine kani olacağız muhtemelen. Diamantidis-Papaloukas ikilisinin yokluğunda bir ekolü devam ettirdiğini gösterdi, son dakikalarda yaptığımız seçimleri gördükçe keşke bir Yunan guard devşirsek diyorum kendi kendime. Kerem-Ender ikilisi turnuvayı kötü oynamadı. Ama Ender Arslan bu, her şeyi doğru yapıyor olsaydı Ender Arslan olmazdı. Saçmalama hakkını her zaman cebinde taşıyan bir adam. Standartlarının üstünde oynadığı bir turnuvada bunu en kritik anda yapması da yadırganamaz. Karma! Kerem Tunçeri bu turnuvada yine çok olgun bir görüntü çizdi, fakat o top çalma hastalığı. Hayır, iyi yapabildiğin bir şey de değil. Rakip hücumda adam eksiltemediği müddetçe hiçbir şey yapamazken, senin kendi kendini eksiltmen bu tecrübeye yakışıyor mu Tunçeri?


Velickovic Euroleague'de çılgın attığı sezonun üzerine burada da gayet iyi. Ama biraz fazla dışa bağımlı bir power forvet kendisi, kariyeri için dikkat etmesi gereken bir detay. İçeride de birkaç numarası var, yok değil ama geliştirebilir bunları. Real Madrid formasını giyecek bu sezon, o zaman belli olur ak koyun kara koyun.

Lorbek de çok olgun top oynuyor. Avrupa'da izlerken de gelişimi hissedebiliyorduk, fakat burada tamamen güvenilir bir adam olduğuna ikna olduk. Eskiden bazen çok kötü günler geçirebiliyordu, ama bugün Avrupa basketbolunda bir Tim Duncan sanki kendisi. Öyle bir havası var. En kötü günü bize karşıydı işte, orada da başkaları devreye girdi. İhsan Bayülken çok kızdı...

Gortat birinci skor opsiyonu olduğu takımda, her ne kadar kondisyonu iyi gözükse de insanlık dışı süreler aldı. Bir oyun kurucu için bile fazlaydı bu süreler. 34.5 dakikalık bir ortalaması var ki erken kopan maçları da oldu Polonya'nın. Ama ülkesine armağan ettiği Litvanya galibiyeti bile yeterli olacaktır. Turnuvayı double-double ortalamalarıyla kapattı ve kontratının karşılığını verebileceğini gösterdi yeni takımına.

Heiko SCHAFFARTZIK (Almanya) - Uros TRIPKOVIC (Sırbistan) - Kelly McCARTY (Rusya) - Ronny TURIAF (Fransa) - Ömer AŞIK (Türkiye)

Üçüncü beşte Murat Kosova kadar güçlü hislerimiz olmasa da Schaffartzik'i beğendik biz de. Herifin iyi attığını Ankara'da da görmüştük, ama yüreği çok büyük çıktı. Büyük bir yürek düzgün bir bilekle buluşunca da tadından yenmiyor. Almanlar'ın gençleri mi farkı yarattı, Dirk Bauermann mı emin değilim. Ama daha fazla saygıyı hak ettiklerini gösterdiler, sadece Dirk Nowitzki değilmiş.


Uros Tripkovic büyük şutör. Her seviyede sokabildiğini gösterdi, bizim maçta da faul problemine girip sempati topladı. Bu genç Sırplar Slovenya'yı yenebilir. Tripkovic ve Teodosic de başrolü oynar böyle bir durumda.

Rusya'nın Amerikalı olarak McCarty seçimi biraz zorlama gibi gözüküyordu. J.R. Holden'ın yerine birisini almaları lazımdı ve en azından olayın biraz içinde olması isteniyordu yeni adamın. Yıllardır Rusya'da basketbol oynayan birine gittiler ve bulabildikleri McCarty idi. Dışarıdan görünen bu. Fakat bu turnuvada McCarty'nin gösterdiği, ileride Holden takıma geri dönecekse ekstra bir şeyler yapmasını gerektirebilir. Black Russian her daim lezzetli. Küçük Beyoğlu hatunları da "Onu şu an yapamıyoruz, White Russian verelim" demeye devam etsin.

Söz büyük yüreklerden açılmışken adını anmadan geçemeyeceğimiz bir isim daha var. O kalp ameliyatı sırasında doktorlar sıradışı bir şey mi yapmış bilmiyorum ama ortaya bir canavar çıkmış. 8.0 sayı ve 6.6 rebound çok etkileyici gelmemiş olabilir ama sahada yarattığı enerji istatistiklerle açıklanamayacak bir olgu. Bu arada Lakers taraftarı için de şok edicidir böyle üst düzey bir turnuvada Turiaf'i rebound sıralamasında yedinci görmek.

Ömer bu turnuvada net bir şekilde seviye atladı. Bu geçişi daha önce yapıp, normal sezonda da gösterebilirdi bizlere... Ancak o uzun sakatlık sürecinden sonra toparlanması yaz aylarını bulmuş anlaşılan. Topu potaya çok yakında alması gerekmiyor artık bitirebilmesi için, panyayı çok akıllı bir şekilde kullanıyor, çemberin altına -en azından eskisi kadar- penetre etmiyor ve gözümüzün önünde büyüyor. Çalışmayı bu kadar seven, öğrenmeye bazı dinozor beyinli takım arkadaşlarının aksine bu kadar açık bir adam oyunundaki defektleri bir an önce ortadan kaldıracaktır. Çalışmaya serbest atışlardan başlayacağı da kesin. Ben inanıyorum...

Honorable Mentions:
Marko BANIC (Hırvatistan), Ioannis BOUROUSIS (Yunanistan), Sergey MONYA (Rusya), Kerem TUNÇERİ (Türkiye), Michal IGNERSKI (Polonya)

Yeni Yazıhane Diyorsak...

Bir yılı geride bıraktığımız gibi soluğu yeni tasarımda aldık. Kubilay Kahveci'nin yeni oyuncakları için buradan yakın. Yazıhan...